

Gözlerimi kapattığımda, hayatım boyunca unutamayacağım bir rüyanın içinde buldum kendimi.
Karşımda anlatılmaz güzellikte, harika manzaralar vardı. Maviyle yeşilin dans ettiği dağlar, denizin kıyıya usulca dokunduğu sahiller, kuş sesleriyle şenlenmiş ormanlar, suların berraklığında yansıyan göller… Dağ, deniz, orman, göl, yeşillik.
Ve fotoğraflarını çekiyordum. Hafızama kazımak istercesine.
Ama sonra bir dönüp baktım ki, aslında evdeyim. Evin önünde. Etraf kalabalık. Dört katlı binamızın önü insan dolu.
Dikkatimi çeken bir hareketlenme oldu. İnsanların yanından öylece geçiyordum, aslında hepsi akrabam. Bakıyorum ki birbirlerinin bayramını katlayıp el öpüyorlar.
Ne yapacağımı şaşırıyorum o an. Akrabalarımın bazılarının elini öpmek için uzanıyorum ama sanki beni görmüyorlar. Umutsuzluğa düşmek üzereyim.
Sonunda biri elini veriyor ve öpüyorum.
Sonra yıllar evvel vefat eden büyük babaanneyi görüyorum. Az ötede Ersel, bana sesleniyor. Ve anlıyorum; Aslında ben ölüyüm. Ve elini öptüğüm kişi, büyükbabaanne, Ersel de zaten öldükleri için beni görebiliyor. Beni sadece ölmüş olanlar görebiliyor çünkü biz bir başka âlemin sakinleriyiz.
Ve bu gün bayram!
Sonra birden kendimi evin içinde buluyorum. Mehmet, Şeyda, annem ve babam oturuyorlar. Beni görmüyorlar tabi. Mehmet'e dönüyorum. O beni görüyor. Gülüyor. Çünkü o henüz bebek, günahsız, melek.
Babam “Bakın! Mehmet, Hayat'ı görebiliyor çünkü o daha bir melek. Ona gülümsüyor. Hayat burada!” diyor.
Şeyda ağlamaya başlıyor, ona sarılıyorum. Ona göre ben yokum oysa, beni göremiyor.
Ölmüşüm. Allah'ın huzuruna çıkma şerefine ermişim! O'ndan bayramda dünyaya gitmek ve orada biraz durmak için izin istemişim. Ve Rabbim de bunu kabul edip Bana kısa bir süreliğine sevdiklerimin yanına dönme izni vermiş.
O farkındalıkla uyandım. Ağladım. Yüzüm kıpkırmızıydı, şişmişti, benek benek olmuştu. Hâlini tahmin edebiliyordum. Olsun. Çünkü yüzüm, şimdiye kadar akan en saf, değerli ve kalpten duygularımla yıkandı. Varsın çirkinleşsin, ıslansın, kızarsın.
Ben ya, aciz, hiç olan ben! Allah'ın huzurunda? Ondan izin alıyorum? Kabul ediyor?
Sanırım tatilinin daha ikinci gününde Özgür’e rahat vermemiştim; gece gece sesime uyanmıştı. İlkin yerinde kıpırdandı, sonra bana doğru döndü. Tek kolunun üzerinde doğrulup yüzüme baktı. Gözleri, yarı uykulu hâline rağmen, sanki uykusuzluğun değil de endişenin berraklığıyla parlıyordu.
Hemen ellerimle gözyaşlarımı silmeye çalıştım, belli etmemek için uğraşsam da yanaklarımda hâlâ ıslak izleri vardı. "Özür dilerim," diye fısıldadım.
Boştaki elini kaldırdı, parmak uçlarıyla yüzüme düşen birkaç inatçı saç telini geriye itti. Hareketi öyle nazikti ki. Sonra başını sessizce kucağıma bıraktı. Koyu renk saçlarına parmaklarımı daldırdım; tanıdık, yumuşak bir his parmak uçlarımda belirdi. Saçlarını okşayarak tekrar uyumasına yardımcı olmak istedim. Bir keresinde bana, biri saçlarıyla oynayınca daha kolay uyuyakaldığını söylemişti.
Tam uyuduğunu düşündüğüm sırada, saçlarının arasında duran elimi tuttu. Avucunun sıcaklığı, o anda içimde buz kesmiş bir yere sessizce yayıldı. Ne olduğunu sormadı. Buna kızmadım çünkü öyle ince fikirliydi ki yaptığı her şeyin bir nedeni vardı. Sormayışının nedeni, henüz tazeyken beni duygularımla baş başa bırakıp onları sonuna dek yaşamamı istemesiydi. Sabah ilk fırsatta soracağını düşünüyordum.
Ama o an için tek yaptığı, parmak ucunu elimin üstünde gezdirmekti. Küçük, yavaş, neredeyse belli belirsiz daireler… Bu, kelimelerden daha tesirli bir destekti. Ve ben, kucağımda huzurla nefes alan bu adama bakarken içimden sadece şu geçti: Allah’ım… Ben böyle güzel bir adamı hak edecek ne yaptım?
🌑🌒🌓🌔🌕🌖🌗🌘
Geçen sene tam da bugün, burada tanışmıştık Özgür’le. Kader, bize bir sene sonra parmaklarımızda yüzük, yüreklerimizde birbirimize ait sevgiyle tekrar buraya gelmeyi nasip etmişti. O günkü tanışmanın üzerinden bir yıl geçmiş, hayatımıza bambaşka anlamlar katmıştı. Bir yıl önce yabancıyken, bugün karı kocaydık. Hayret edilesi.
Özgür, Bedir ve ben, Ersel için hatim yapmıştık.
Sahi, Bedir neredeydi? Hâlâ gelmemişti.
Derken, heh, geldi işte! Özgürle sıkıca sarıldılar, bana da başıyla selam verdi. Ve bakışlarını aşağı indirdi; toprağa. Ersel’in mezarına.
Birlikte diz çöktük. Ellerimizi açıp kalbimizden Fatiha’yı okuduk. Ricam üzerine Özgür Rahman Suresi'ni okudu. Ben de içimden takip ettim ayetleri. Evet, bu sureyi ezberlemiştim. Huzur ve umut taşıyordu bana.
Birlikte, geçen sene diktiğimiz çiçekleri suladık. Uzamış otları nazikçe temizledik; Ersel’in hatırasına olan saygımızın ve sevgimizin simgesiydi bu küçük ritüel.
Uzayan otları temizledik. İçimden, “Ersel, teşekkür ederim,” dedim; “Vefatınla bile bana bir yol çizdin, beni Özgür’le buluşturdun. Önce Allah’a, sonra sana ve Bedir’e ne kadar teşekkür etsem az. Bana böyle güzel bir eşle, en güzelinden bir evlilik nasip oldu.”
Döneceğimiz sırada, Ersel’in uzun zamandır görmediğim annesi, babası ve kardeşiyle karşılaştık. Yılların yorgunluğunu taşıyan yüzlerinde hem derin bir hüzün, hem de güçlü bir direnç vardı. Onları ihmal etmemeye çalışıyorduk; çünkü biliyorduk, böyle zamanlarda en çok ihtiyaç duyulan şey, yalnız olmadığını hissetmekti.
Ayaküstü kısa bir sohbet ettik; dualar ettiler üzerimize. “Sizler de evlatlarımızsınız,” dediler, “Buyurun, arada bir ziyaret edin.”
Bu sözler öylesine içten, öylesine anlamlıydı ki, orada durup bir kez daha hayatın ne denli kırılgan, ama aynı zamanda ne kadar da güçlü olduğunu düşündüm. Ersel’in annesini hep sevmişimdir; güler yüzü ve sakin duruşuyla içimi ısıtan, sanki tüm buruklukların arasından umut fışkırtan o tatlı kadını. Her defasında yanlarında olmaya, arada bir uğrayıp hal hatır sormaya özen gösteriyorduk; çünkü biliyorduk ki, sevgi en zor zamanlarda bile insanları ayakta tutan en kuvvetli bağdır.
Arabaya binmeden evvel son kez o tarafa baktım. Tabeladaki yazıyı bir kez daha okudum. Gözlerim doldu; yaşamın ne kadar kıymetli, ne kadar hassas ve bir o kadar da mucizelerle dolu olduğunu bir kez daha hissettim. O sözler, sadece bir uyarı değil, hayatın tam ortasında bir rehberdi.
Ölüm sizi bulmadan siz Allah'ı bulun.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |