17. Bölüm
Şeymanur / Kendini Özgürlüğe Bırak / 6 Temmuz 2015

6 Temmuz 2015

Şeymanur
sukunettekelimeler

Merhaba Ay.

Sen hiç… çok sevdiğin birini, sıradan bir günün, sıradan bir anında, saçma sapan bir sebepten kaybettin mi?

Belki sen de gökyüzünden izlemişsindir o anı. Belki de başka kazaları… başka vedaları…

Ekmek ve yoğurt almış eve dönüyordum. Boş olan tarlada da ilkokuldan eski sınıf arkadaşlarım ve mahallenin gençleri futbol oynuyordu. Bedir ve Ersel de oradaydı. Onların dostlukları gibisini hiç görmemiştim. Küçüklüklerinden bu güne dek, 18 yaşına dek beraber kardeş olmuşlardı. Çok nadiren birbirlerine darılmışlardı. Kavga etse küsmezlerdi. Hep birbirlerine destek olmuşlardı.

Ve bana da. Ben elimden geldiğince onların ödevlerine, performanslarına, resim derslerindeki çalışmalarına yardım ediyordum. Onlar da bana sataşan, laf atan olursa beni kolluyorlardı. Abilik, kardeşlik, dostluk yapıyorlardı...

Hepsi erkek diye pek bakmadım o tarafa. Sonra “Ersel!” diye bağırışlar olunca refleksle döndüm. Ersel yerdeydi. Herkes başına toplanmıştı. İlk anda bacağını burktu sandım. Belki de kırılmıştı. Üzülmüştüm. Ama “Ambulans çağırın!” dediklerinde daha ciddi bir şey var diye oraya doğru yürümeye başladım. İçim buz kesti.

Adımlarımı hızlandırdım. Her adımda midemde ağırlaşan bir taş vardı. Yaklaştıkça gözlerim etrafındaki kan lekelerini seçti. Önce anlamak istemedim.

Elimdeki poşeti yere bıraktım. Koştum. Birkaç kişiyi iteleyip öne geçtim. Başından akan kanları, açılıp kapanan gözlerini görünce olduğum yerde donakaldım.

Bedir, benden daha metanetliydi. Ersel’in elini tutuyor, “Dayan!” diye fısıldıyordu. Biri omzuma çarpınca irkildim, sanki geri çağrıldım dünyaya. Ersel’in yanına çöktüm.

“E-ersel, dayan…” dedim. Sadece bu kadar. Çünkü yapabileceğim başka hiçbir şey yoktu.

O an anladım: Acizlik, bir insanın üzerinde en ağır duran elbiseymiş. Yardımcı olamadığım için kendimi bir zavallı gibi hissettim.

Zavallıydık. Acizdik. Orada bu duyguyu çok iyi tatmıştım.

“Ersel, sen güçlüsün, hadi… gözlerini açık tut…” dedim titreyerek.

“Ha… Hayat?” dedi zorlukla.

“Buradayım kardeşim, azıcık daha…”

“Bedir…” diye fısıldadı. İkimizin adını da sayıklıyordu.

Gözlerini açık tutmaya çalışıyordu. Ambulans gelene dek gerçekten iyi direndi ve kendiyle savaştı. Çünkü o güçlüydü, biliyordum.

Sedyeye koyduklarında Bedir ve babası bindiler ambulansa. Işıklar yanıp sirenler çalıyorken ambulans uzaklaşana dek arkasından bakakaldım.

Sonra gözlerim yerdeki kan birikintisine takıldı. Çok kan kaybetmişti. İçimden iyileşmesi için bildiğim tüm duaları okuyordum.

Yanımdaki eski sınıf arkadaşlarım vardı. Arda ve Huzeyfe. Bana sakin olmamı ve Ersel'e bir şey olamayacağını söylüyorlardı. Ama insan bazen kelimelerin içinin boş olduğunu çok iyi anlıyor.

Beni zorla eve götürdüler. Annem onları da içeri davet edip ne olduğunu anlatmalarını istedi çünkü ben dolup dolup kuruyan gözlerimle ve arafta kalmış gibi hissettiğim duygularımla hiç bir şey söyleyecek durumda değildim. Boğazıma düğümlenmiş o büyük taşla, bir kelime bile edemiyordum.

Tam olarak ne olduğunu da o zaman Arda ve Huzeyfe'den öğrenmiştim.

“Futbol maçı yapıyorduk, Ersel kaleciydi. Yanlışlıkla topun üzerine basınca kayıp düştü. Bağırdı. Biz de bacağına veya koluna bir şey oldu sandık,” dedi Arda. Sesi çatallandı.

Huzeyfe devraldı. “Sonra yanına koştuk, başını kale niyetine koyduğumuz taşlara vurmuştu…"

Annem hepimizi sakinleştirecek bir şeyler söyledikten sonra Arda ve Huzeyfe'ye akşam babam gelince bizi hastaneye götürebileceğini, onları arayıp haber vereceğini söyledi ve yolcu etti.

Onlar gittikten sonra, akşamı beklemek fikri bana boğazıma düğümlenmiş bir ip gibi geldi. Her dakika ağırlaştı, her saniye nefes almak zorlaştı. Ellerim titriyordu, bir yere otursam ayaklarım huzursuzca sallanıyor, kalksam başım dönüyordu. Beklemek, hiçbir şey yapmadan beklemek… Sanki zaman kasıtlı olarak ağırlaşıyor, adımlarım yere basarken ruhumu eziyordu. Dayanamadım, telefonu elime aldım ve Bedir’i aradım.

Durumunun kötü olduğunu ve yoğun bakımda olduğunu söyledi.

Sanki kelimeler odanın ortasına düşmüş, yere çarptığında tüm havayı çekip almıştı. İçimde panik, korku ve çaresizlik birbirine sarılıp boğuşmaya başladı. Ne yapacağımı bilmeden avuçlarımı açtım. Ellerim terli, dudaklarım kuruydu. Dua etmeye başladım. Bildiğim tüm ayetleri, ezberimde olan bütün duaları arka arkaya fısıldadım. Sözlerim titrek çıkıyordu ama durmadan devam ettim. Arada gözlerimi kapatıyor, onu sağlıklı, gülümser hâlde görmeye çalışıyordum. Annemle birlikte Kur’an okuduk; harfler dilimden düşerken kalbim her ayette biraz daha sıkışıyordu.

Akşam olduğunda, içimde hâlâ incecik bir umut ipliği vardı. O ipe tutunarak hastaneye gittik. Koridorlar beyaz ışıklarla yıkanmıştı ama o parlaklığın içinde garip bir soğukluk vardı. Dezenfektan kokusu, duvarlara sinmiş endişe, ayak seslerinin yankısı… Bunların hepsi, bu binanın içindeki acıların habercisiydi.

Ersel’in babasıyla babam, Arda, Bedir ve Huzeyfe ayakta konuşuyorlardı. Yüzlerinde yorgunluk ve endişe birbirine karışmıştı. Ben ise annesinin ve teyzesinin yanında oturuyordum. Ellerimiz birbirine kenetlenmişti; kimse yüksek sesle bir şey söylemiyor, sadece birbirimizin varlığında teselli arıyorduk. O an tek yaptığımız, gözlerimizi kapatıp bir mucizenin kapıdan girmesini beklemekti. O mucizeyi de Allah’tan istiyorduk.

Sonra kapı açıldı. Doktor, hızlı ama ölçülü adımlarla yanımıza geldi. Gözlerinde, dudaklarında, omuzlarında o tanıdık ifade vardı… Bir insanın ağzından çıkmadan önce bile kötü haberin varlığını hissedersiniz ya, işte o hissin tam ortasındaydım.

“Hastayı kaybettik. Başınız sağ olsun.”

Kelime kelime, cümle cümle üzerime yıkıldı. O an tüm sesler sustu, tüm renkler soldu. İçimdeki o ince umut ipliği birden koptu.

“Nasıl olur?!” dedim. “O gençti, direnir!” dedim. Ama… işte… Kaybettik.

On üç yılımızda yer etmiş birini! Tanıdık bir gülüşü, bir sesi, bir dostluğu… Artık sadece hafızamda saklayabileceğim birini.

Söyle bana Ay, ufak bir dikkatsizlik, ufak bir kaza nasıl da bir canı alıyor böyle? Nasıl böyle koca bir hayatı siliyor? Şimdi sana nasıl huzurla bakarım ben, Ay? Parlayan yüzün, sanki bu acıyı umursamadan orada asılı duruyor… Görüşürüz, Ay.

Ve bir şey yap benim için: Onu unutma. Çünkü ben unutmam.

Bölüm : 28.07.2024 22:22 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...