4. Bölüm
Şeymanur / Kendini Özgürlüğe Bırak / Ç O K

Ç O K

Şeymanur
sukunettekelimeler

 

 

~Sana çiçek veriyorum, hiç çekinmeden~

 

 

 

5 Temmuz 2017

Telefonumu alıp Bedir'e mesaj attım.

 

 

Geliyorsun değil mi?
12.25

Tabiki geliyorum.
12.27

 

 

Bayırın orada beklersin beni.
12.27

Tamam
12.28

 

Çiçekleri unutmamak için kapının önüne, ayakkabılığın yanına bıraktım. Çantamı alıp anneme haber verdikten sonra evden çıktım.

Güneş fazla yakıcı değildi, ama hava sıcaktı. Rüzgâr, saçlarımı uçuşturarak alnıma yapışan teri kurutuyordu. Tozlu yolun kenarlarında sararmış otlar eğilmişti, sanki kimse onları fark etmesin ister gibi. Sessizce yürüdüm.

Bayırın oraya geldiğimde Bedir uzanıp elimdeki malzemelerin çoğunu aldı. Ben de ona iyi ki su bidonunu getirdiğini söyledim. Benim aklıma gelmemişti.

Kafasıyla ‘önemli değil’ dedi. O zaten öyleydi. Çok konuşmaz, ama düşünürdü. Biri sussa o susmayı uzatır, biri başlatsa o devam ettirirdi. Onunla yürürken hep böyleydi: Sessizlik, yoldaşımız gibiydi.

Bir süre daha hiç konuşmadan yürüdük. Sadece ayakkabılarımızın kuru toprağa değdikçe çıkardığı cızırtı eşlik etti bize.

Sessizliği bozan ben oldum.

Zaten Bedir daha çekingen bir tipti, ona kalsa hiç konuşmayadabilirdik. Bu demek değil ki konuşmak istemiyor, ister ama cesaret edemezdi.

“Ee nasıl gidiyor?”

“Bildiğin gibi. Okula gidip geliyorum işte, uzak olunca biraz yorucu oluyor. Abimin de düğünü var bu ay, koşturup duruyorum. Senin nasıl gidiyor?”

“Okula devam ediyorum. Onun harici evdeyim. Ev işleri falan… Annenden bilirsin.”

“Hiç sorma, iki dakika oturmaz. Hep iş, iş.”

İkimiz de gülümsedik. Ama buruk bir gülümsemeydi bu. Ardındaki şey yorgunluktan fazlaydı: Hasret, hüzün, eksiklik... Cümlelerin devamı gelmedi. Sustum. O da sustu. Aklımız başkasında olduğu ve anılarla baş başa olduğumuz içindi bu sessizlik.

Giriş kapısına az kala Bedir tekrar konuştu.

“Hâlâ onu arıyorum biliyor musun? Aklıma bir yere gitmek geliyor, beraber gideriz diyorum, sonra hatırlıyorum ki o yok. Evlerinin önünden geçerken onu çağırsam da sohbet etsek diye düşünüyorum. Annesini görünce neredeyse "Evde mi?" diye soruyordum geçen gün. En yakın arkadaşımı sorduklarında yine onun adını söylüyorum.”

Yutkundum. Gözlerim dolmadan konuşmaya çalıştım.

“En yakın arkadaşın, kardeşindi sonuçta. Hem burada olmaması, var olmadığı anlamına gelmiyor, biliyorsun.”

Cevap vermedi. Sadece başını salladı ve demir kapıyı usulca açtı. Eliyle yol verdi. İçeri adım atmadan önce durup çantamdan tülbent çıkardım. Saçlarımı düzelttim, başımı örttüm. Aynam yoktu. Bu yüzden Bedir’e döndüm:

“Oldu mu?” diye sordum.

Başını bir kez daha salladı. Onun onayındaki mahçup güven bana da sirayet etti. İçeriye girdik.

Bedir, kenardaki eski çeşmeden su doldurmaya yöneldi. Ben mezar taşına doğru yürümeye başladım. Ayaklarım bilinçli adımlarla ağır ağır ilerledi.Bedir bana yetişti. Sonunda, o soğuk taşın karşısına geldik. Yanyana eğildik.

Ersel Sezer
D: 06.06.1997
Ö: 05.07.2015

İkimiz de soğuk taşın üzerindeki yazıyı görünce durduk.

O taşın ardında, bizim için hâlâ akan bir zaman vardı. Yüreğimizin içinde hâlâ konuşuyordu, hâlâ gülüyordu, hâlâ bizimle yürüyordu.

Bir süre ikimiz de muhayyilemizde gezindik; fikri alemimizde.

Parmaklarım toprağın üzerine uzandı. Mezar taşındaki “Ruhuna Fatiha” yazısına gözlerim takılınca Fatiha okudum. Sonra yanımda Yasin cüzü getirdiğimi hatırlayıp çantamdan çıkardım. Ben Yasin okurken Bedir turuncu bir çiçeği onun toprağı üzerine dikti ve suladı.

Sonra cüzümü ona verdim. O okurken de ben kırmızı olanı diktim. Yasin cüzünü bana uzattığında alıp çantama koydum ve sarı çiçeği ellerimin arasına aldım.

Bu sırada Bedir'in ceketinin cebinden titreme sesi geliyordu. Telefonunu çıkardı. Ekrana baktı ve meşgule attı. Kısa bir süre sonra yeniden çaldı. Bu kez açtı.

“Efendim?” / “Tamam.”

İki kelimelik konuşmasının ardından donuk bakışlarını bana çevirdi.

"Hayat, anneannem rahatsızlanmış, gitmem gerek.”

İçimden “Ama…” demek geçti. Sarı çiçek elimdeydi hâlâ. Toprakta hâlâ yer bulmayı bekleyen pembeler, maviler vardı.

Lakin benim de gitmem gerekirdi. Çünkü yollar tenhaydı, yalnız başına buraya gelip gitmeme ne ailem izin verirdi ne de ben cesaret edebilirdim.

Sessizliğim içinde bakışlarımı toprağa düşürdüm.

Bedir, bakışlarımdan anlamış olacak ki “Çok üzgünüm, yarın diksek?” dedi. Bedir, beni anladı. Hep anlardı zaten.

Tam o esnada arkamızdan kapı sesi ve ayak sesleri duyuldu. Bedir başını çevirdi. Gülümsedi. Sonra heyecanla bana döndü. “Heh, Özgür gelmiş!”

Özgür? O kimdi ki?

Dönüp baktım. Bizim yaşlarımızda görünen, Bedir'in boylarında -yani benden uzun- , siyah pantolon ve siyah bir gömlek giyinmiş bir çocuktu. Göz göze geldik. Yanımıza geldi. Gözlerinde yorgun ama sakin bir ifade vardı. Selam verdi. Aldım. Bedir’le sarıldılar.

Bedir “Liseden arkadaşımız, Özgür,” dedi bana bakarak. Sonra Özgür'e döndü. “Hayat, sana buraya beraber geleceğimizi söylediğim çocukluk arkadaşımız.”

Kafamla selam verdim. Tanışmış olduk.

Eee, biz gidiyorduk? Herhalde benim çiçekleri toplamamı bekliyordu Bedir.

Çiçekleri poşete koymak üzere çömelip toparlamaya başlamıştım ki Bedir'in söyledikleriyle durdum.

“İstersen toparlama, Hayat. Ben gideyim, sen de Özgürle dönersin? Biliyorsun, güvenmediğim biriyle seni yalnız bırakmam zaten. Sen çiçekleri dikerken o da duasını okur.”

Kararsız kalmıştım. Sonra Bedir'in de dediği gibi, beni güvenmeyeceği kimseyle yalnız bırakmayacağını bildiğim için ve çiçekler yarına kadar solabilir diye kabul ettim. Hem Özgür’ün duruşunda, ses tonunda bir şey vardı… Güven verir gibi.

“O zaman ben gidiyorum. Görüşürüz.”

“Görüşürüz kardeşim. Merak etme, arkadaşın bana emanet.”

Onlar vedalaştıktan sonra ben de arkadaşıma veda ettim. “Dikkatli ol Bedir. Malum, arabalar hızlı gelip gidebiliyor veya aklı yerinde olmayan kişiler tarafından kullanılabiliyor. Kendine dikkat et.”

“Tamam ederim.”

Bedir hızla uzaklaştı. Gözlerimiz onu yolun kıvrımında kaybolana kadar takip etti.

Sonra Özgür çömeldi. Elini toprağın üzerinde gezdirdi.

Onu rahatsız etmemek için önüme dönüp çiçekleri güzelce dikmeye başladım.

Gözlerimi Ersel Sezer yazısına takıldı. “Sana çiçek veriyorum, hiç çekinmeden,” dedim içimden.

Çünkü hiç bir erkeğe kanlı canlı karşımda dururken çiçek verebileceğimi sanmıyordum. Yaşarken bunu yapamazdım. Yapmamıştım. Ona da. Bedir'e de.

Oysa onlar bana abilik, kardeşlik, koruyuculuk yapardı. Yoldaşlık ederdi.

Bazen sinir ederdi, kalbimi kırardı, ama biri bir şey derse o kişiyi dediğine diyeceğine pişman ederdi, biri bir şey yaparsa da yapıp yapacağına pişman ederlerdi.

Fakat ben bir kızdım, onlar oğlan çocuğu. Çekinirdim onlardan. Sevdiğim kadar da çekinirdim. Bu yüzden kolay kolay bir şey isteyemez, bir hediye verirken yanlış anlaşılır mı diye utanırdım.

Ama şimdi, burada, üzerinde adının yazılı olduğu taşın başında, toprağı kazıp ellerimle sana çiçek veriyorum Ersel. Hiç çekinmeden.

Peki söyleyin, sevdiklerimize çekinmeden çiçek verebilmemiz için toprağın altına mı girmeleri gerekiyordu?

Bölüm : 28.07.2024 22:10 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...