3. Bölüm
Şeymanur / Kendini Özgürlüğe Bırak / E N

E N

Şeymanur
sukunettekelimeler

 

 

~Uçakla Gel~

 

Birinci çalış. İkinci çalış. Üçüncü çalış. Ve açıldı.

Anneme hal hatır sordum. “Nasıl, orada havalar iyi mi?”dedim.

“Tatilinin tadını çıkar çünkü eve dönünce Şeyda'ya yine 'odanı topla' diye diye delireceksin,” diye hatırlattım.

Babamı sordum, selam söyledim. “Benim yerime de suya girsin bari!”

Ama beni asıl heyecanlandıran telefonun diğer ucundaki küçük adamdı.

“Mehmet’i telefona ver!” dedim hemen. Yanımdaki Şeyda ve Nida da telefona çöreklendi.

“Aloo? Hanaaaat?”

O incecik sesi duymamla yüzümde gülümseme belirdi.

“Mehmet, ne yapıyorsun ablam? Niye beni bırakıp gittin? Ben seni özledim bak.”

Nida ve Şeyda da konuşmaya daldı.
“Memo napıyon? Bizi niye götürmedin?”
“Bizim tatile gitme hakkımız yok mu Memo?”

“İyiyim Hanat. Sen de gelsene. Nida, Şöta, sis de gelin. Hemen gelin yürüyerek.”

Kahkahalarımıza engel olamadık.

“Biz nasıl gelelim ablam, orası çok uzak! Yürüyerek gelinmez. Hem akşam oldu. Karanlık.”

“Olsun Hanat, ışık olunca gelin. Uçaa atlayın gelin. Sen uçaan tanatlarından tut, Nida'la Şöta tuyruğundan tutsun.”

Uçağın “tanatlarından” ve “tuyruğundan”… Mehmet’in dili hâlâ çocuk, ama yüreği kocaman. Biz üçümüz gülmekten yere yığıldık neredeyse.

“Hanat, teefon mu buzlandı?”

Tekrar bir gülme krizine tutulduk. Biz konuşmayıp gülünce o da telefon dondu sandı garibim. Telefonum biraz yavaşlıyor da, beni deli ediyor sağ olsun. Mehmet de "Telefon dondu mu?" yerine "Telefon buzlandı mı?" diyor. Her şeyin daha somut, daha renkli olduğu bir evren onunki. Esprili çocuk.

“Yok buzlanmadı Şöta’cım."

Şeyda da Şööta bu arada… Mehmet’in dilinde ö harfi biraz fazladan sürünüyor.

Biraz daha gırgır şamatadan sonra telefonu kapadık.

“Hadi kızlar, artık uyku vakti. Yatın aşağı.”

“Of abla sen de! Hazır annemler yokken uyumayacağız biz. Sen yat yatacaksan.”

“İyi, istediğinizi yapın ama ses duymayayım. Uyuyamazsam sizi de yatırırım bak ha!”

“Tamam tamam yat sen.”

Biraz huysuz, biraz dikbaşlı ve arıza göründüğüme bakmayın… Tatlı bir kızımdır aslında. Sadece bu hafta yirmi yaşına girecek olmamın sendromunu yaşıyorum.

Yirmi ya, çok büyük! Yaşının başında “on” yok düşünün! Bu çok acayip geliyor bana. Ben seviyorum bu onluları. On dört, on altı, on dokuz… Ama “yirmi”? O ciddi geliyor.

Gözlerimi kapattım.

Ve sonra bir sabah gözlerimi açtığımda annemler tatilden dönmüş, on dokuzuncu yaşım beni terk etmişti.

Bugün 4 Temmuz 2017.

Temmuz ayından 5 Temmuz 2015'de nefret etmiş, 15 Temmuz 2016'da milli direnişin yüreğime girdiği gece nedeniyle sadece 15 Temmuz haftasını tekrar sevmiştim.

Evet, doğum günüm olan günü bile sevmiyorum. Ne ya olamaz mı? Sebeplerim var ve oldukça makul.

Günü kurtarmak için işleri hızla bitirdim. Çarşıya çıkacaktım. Çiçek almam lazımdı ama rengini seçememiştim.

Mehmet'e sormak iyi fikirdi. “Mehmet, en sevdiğin renk hangisi?”

“Gökkuşağı.”

Yutkundum. Gülümsedim.

Senin aklını yerim minik kardeşim. Gözlerini öper, karnını ısırır, yanaklarını çekiştiririm Mehmet. Senin o minicik ellerinle kurduğun kocaman dünyaya hayranım.

Neyse, bu da güzel bir cevap. Gökkuşağı… Yani tüm renkler olabilir. Bence de çok mantıklı.

Çiçeklerimi rengarenk aldım. Kırmızıdan mora, sarıdan lilaya…

En çok da onun sevdiği renkten aldım. Bunları yarın dikecektim. Yarın götürecektim ona.

 

 

Bölüm : 28.07.2024 22:09 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...