

~Çaydanlık Şakası~
Televizyondaki diziye baktım. Ay ne romantik, ne romantik! “Sen olmazsan ben ölürüm”müş! Hadi bakalım öl! Fragmanı izledim canım, birdahaki bölüm o olmayacak! Dizi öyle acımasız. Ama sen hâlâ varsın, ne garip…
Salon sıcacıktı. Kalabalığın yarattığı bir buğu vardı camlarda. Gülüşmeler, çay kaşığı tıkırtıları, mutfaktan gelen fısıltılar, fonda diziden sızan müzik…
“Hayat, çaydanlığı ve tepsileri getirin kızım.”
Off... Tembelim ben ya tembel! Neden hep ben? Daha geçen hafta yengemler buradayken annemin aynı tonda verdiği komutlar hâlâ kulaklarımda yankılanıyor. Unutmadım anne, unutmadım. Ama bugün konuklar başka; bu kez dayımlar var.
Tam ben kalkacakken, “Sen otur Hayat abla. Biz hallederiz,” diyen dayımın kızına gözlerimden kalp fışkırttım. Kalpler, çiçekler, alkış emojileri… Arkama yaslandım keyifle. Karşı koltukta oturan dedeme baktım. Adam sanki dizinin içine düşmüş. Öyle dikkatli izliyor ki…Anneannem bir şey anlatsa bu kadar dikkatini vermez ha!
Dayımın biricik oğluşu içeriye sofra bezini sererken, ergen kız kardeşim de elinde tepsiyle çay bardaklarını getirdi. Bu sırada içeriye fırtına gibi dalan dayımın ufak kızı ve benim “Beşlik-öfkeli minnoş adamım”a "Dikkat edin, yavaş!”uyarıları gönderdim.
Şeker ve sürahiyi de dayımın “Sen otur Hayat abla,” diyen düşünceli kızı Nida getirmişti.
“Aferin ergen takımı, çalışın,” diye geçirdim içimden.
“Dikkat edin, yanmayın çaydanlığı getirirken.”
Sakin olun, bu kez uyarı yapan ben değilim; anneannem. Ama haklı kadın. Yani o demese ben derdim.
Derken… Dayımın biricik oğlu Yunus Ekrem içeriye elinde çaydanlıkla girdi ve odanın ortasına doğru yürümeye başladı. Sanki çaydanlık değil de dev bir kazan taşıyor gibi iki eliyle tutmuş, dikkatle yürüyordu.
Elleri titremeye başlayıp “Aaa! Baba çok ağır, düşecek!” diye bağırmasıyla ve çaydanlıkları yanmamak için ileri fırlatmasıyla benim de yüreğim yerinden kalktı. Kendim de ona doğru fırladım. Bir çığlık attım istemsizce. Dayımın biricik oğluşuna baktım korkuyla. Beklediğim gibi panik, korku falan yok. Ne var? Gülüyor! Hain kardeşim Şeyda ve hain kuzenim Nida da gülüyordu! Kahkahaaa!
Bense ölüyordum. Kalp krizinden gidiyordum! Dizlerim titriyor, kalbim hâlâ kendini toplamaya çalışıyor.
“Sizi geberteceğim!” diye bağırıp hızla üzerlerine yürüdüm. Bu esnada dedem yerdeki boş çaydanlıkları alıyordu. Hepsi bizim odaya kaçtı, içeri doluşup kapıyı kapattı. Tuttum, açmaya çalıştım ama üç kişilerdi. Gücüm yetmedi. Sadece kapının arasına bir terlik sıkıştırabildim. Terlik bana geri fırlatıldı. Ardından kilit sesi.
“Sanki ömrünüz orada geçecek! Siz bir çıkın oradan, görürsünüz! Hainler! Hain kardeşler!”
Ama en büyük ihaneti modelim yapmıştı.
“Sen nasıl bana bunu yaparsın Model’im! Alacağın olsun! Sözleşmemizi iptal ediyorum! Modellikten seni terfi ediyorum Yunus Ekrem! Bir süre sana güvenemem.”
Onları orada bırakıp içeri döndüğümde diğerleri kahkahadan kırılıyordu. Pis kumpasçılar! Ama suç bende, anlamalıydım durup dururken sırf Hayat ablalarının hayrına çay sofrasını kurmayacaklarını.
“Nerede o Yunus?!” diye soran dayım bizim odanın kapısına dayandı. “Oğlum sen manyak mısın?! Kıza kalp krizi mi geçirteceksiniz? Bilmiyor musunuz huyunu sanki!?”
Normal zamanda Yunus Ekrem'e kızılmasına dayanamasam da şu an hak etmişti. Oh olsun. İçimin yağları eridi.
"Ama baba ya! Bunlar dedi yap diye! Asıl suç bunların!”
“Ben onlara da soracağım bunun hesabını!” diye bağırdı dayım.
"Gülmeyin kız! Nida! Şeyda! Siz de az değilsiniz. Oğlumu günah keçisi yapıyorsunuz bir de!”
Ben araya girdim: “Neyse dayı, gel de çayını iç.” Sakinleşmenin verdiği ferahlıkla olanlara gülümsedim. Ama sadece bir kaç saniye!
Çünkü bu olay, birkaç gün boyunca kabuslarımda bana konuk, hayatıma zorluk oldu. Çaydanlıklardan uzak durdum. Şeyda ise yaptığı hainliğin cezasını çekti. Ne zaman misafir gelse, çay servisi ondaydı. Yaşasın ablalık!
İşte bu yüzden ben elimde bıçakla salatalık soyuyordum, o çayı demliyordu.
Derken içeriye fırtına gibi biri girdi: “Hanaaaatttt!” Küçük minnoşum, öfkeli adam Mehmet! Bana doğru coşkuyla koştu.
“Mehmet!! Dikkat etsene! Kaç kere dedim sana elimizde bıçak varken bize yaklaşma diye! Neredeyse batacaktı sana, zamanında çekmeseydim! Bir daha görmeyeyim bak!”
Ya batsaydı da önemli bir yerine denk gelseydi ve ona bir şey olsaydı? Al sana vicdan azabı! Al sana kardeş acısı. Çok kolaydı ya, olabilirdi sonuçta. Allah korusu.
“Ama bene batmadı ki Hanat.”
Gözlerinde masum bir bakış.
“Ama sene batabilirdi Mehmet!”
“Batmas.”
“Ya , tabi batmaS!”
O an gülmemek elde değil. Salatalık soymaya devam ettim, içimde ince bir huzurla…
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |