Yeni Üyelik
13.
Bölüm

Ayaklı Kayıt Cihazı - 13

@sukunettekelimeler

Karakol. Koridor. Uğultular. Telsiz sesleri. İnsan sesleri. Yazıcıdan çıkan kağıtlar. Masaya bırakılan bardaklar. Koridorda yürüyen adımlar. Klavyede dolaşan parmaklar ve sıkıntıyla sallanan, ritim tutulan ayaklar.

Özlem, mutfak olarak kullandıkları küçük odaya çay almak için girmişti. Karton bardağa önce demi ardından sıcak suyu doldurup içine bir küp şeker attı. İşine dönmek için arkasını dönmüştü ki kapıdan giren adamla bir an göz göze geldi. ''Harika.''

Özlem başıyla kısa bir selam verip yanından geçecekti, sonuçta göz göze geldikleri halde adamı görmemiş gibi davranması ayıp olurdu fakat gidişi yarım kalmıştı. Çünkü Derman, ona hitaben konuşmuştu.

''Özlem, ne yaptın sen?!''

Özlem bir an durup şaşkınlıkla düşünmüştü, ne yapmıştı ki? Anlamazca etrafına bakındı, acaba çay alırken farketmeden dökmüş müydü? Yoo, tertemizdi etraf. Sorun neydi ki?

''Nasıl yaparsın bunu? Hiç olmadı böyle ama. Gerçekten...''

Derman'ın sesinde biraz sitem ve ciddiyet seziliyordu. Hayır yani, onun suratını böyle ciddi görmek de alışıldık şey değildi. Genelde rahat bir duruşu olurdu adamın. Bu sitem ve cümleler, Özlem'i adeta şaşkınlığa uğratmıştı. Bir hata yapmıştı belli ki ama ne yapmış olabilirdi ki? Hele de Derman'a sitem ettirecek bir hata? Neler oluyordu Allah aşkına, düşünse de aklına bir şey gelmiyordu.

Sonunda ''Ne yapmışım ki?'' diye sordu anlamazca. Biraz tedirgin, biraz çekingen, şaşkın, korkuşu ve hayretliydi. Genelde hata yapmaktan korkan bir insandı, yahut birilerine/bir şeylere zarar vermekten. Tam da bu sebeple deyim yerindeyse biraz etekleri tutuşmuş ve apışıp kalmıştı.

''Bak bir de 'ne yapmışım' diyorsun, cıkcıkcık! Yaptığının farkında bile değilsin sanırım?''

Derman kollarını ciddiyetle birbirine bağlamış, dikkatle Özlem'e bakıyordu. Ama Özlem hiçbir şey anlamamıştı bu işten! Dalga mı geçiyordu kendisiyle bu adam, alay mı ediyordu?! Eğer öyleyse, yakardı onun çırasını! Hiç komik değildi çünkü. Hem her zaman istemsizce o kadar açık olan adam gelmiş şimdi kızı muallakta bırakıp sadece ne yaptın sen deyip duruyordu. ''Ne yaptığımı da söyleseydin bari be adam!''

Bu düşünceler üzerine dayanamayıp hafif bir öfkeyle Derman'a çıkıştı. Hem hayreti, hem olayı anlamadığı hem de öfkelendiği bakışlarından belli oluyordu. ''Allah Allah, ne yapmışım diyorum size Derman bey?!''

Derman, Özlem'in gerçekten de neyden bahsedildiğini anlamadığını fark etmişti bu bakışları, yüz ifadesi ve çıkışmasından yola çıkarak. Kızın şaşkın haline gülesi gelmişti. Eh sonuçta onun yüzünde kolay kolay bir mimik, bir duygu belirtisi görmek mümkün değildi. Hesap sorar yahut bir durumdan hoşlanmadığını belirtir gibi göğsünde birbirine bağladığı kollarını çözdü yavaşça. Az evvelki ciddi ifadesi gitti, eski rahat Derman geri geldi. Hafifçe gülümseyip kaşlarını kaldırdı ve karşısındaki kıza bakarak konuştu. Şimdi ona durumu izah edecekti.

Ama dudaklarının arasından çıkanlar, zininden geçenler değil yüreğinden geçenler oldu.

''Ne tatlı oldun böyle.''

Özlem dumura uğramıştı adeta. Ne diyordu bu adam yahu! Tövbe tövbe! Utanması da mı yoktu ya, insan biraz çekinir! Pat diye söylenir miydi her şey? Hem ne münasebetti canım, bu adam ne diye tatlı buluyordu kendisini! Tatlı ne ya şeker mi bu!? İnsan bu kadar da rahat, bu kadar da gamsız olmazdı ama canım!

Kaşlarını çattı ve ciddi bir yüz ifadesine büründü ânında. Tam öfkeyle ''Pardon!?'' diyecekti ki Derman az evvel dudaklarından kaçanları toparlamak adına çabucak atıldı.

"Ya hemen yanlış anlama sakın, yaptığın şey ne tatlı oldu böyle demek istedim. Yani tatlı derken, kibar. Düşünceli. Evet evet düşünceli bir hareketti. Dün hesabı sen ödemişsin ya, onu diyorum işte. Hiçbir şey de demeden ödeyip gitmişsin. Çok düşünceli bir davranıştı gerçekten. Ama tabi sen şimdi diyeceksin ki : Madem düşünceli tatlı bir davranış, demin neden öyle sitemli gibiydin. E haklısın ama şöyle ki ben mahcup oldum biraz, ondan sitemliydim. Sonuçta gerek yoktu. Ama olsun, bir başka sefere de yemekler benden olur. Sana bir yemek borcumuz olsun. Hatta seni korkuttuğum için iki yeme borcum olsun..."

Derman sonunda susup defin bir nefes aldı. Ağzından kaçanları toparlayayım derken adeta bir paragraf yazmış, soluksuz kalmıştı. Eli ayağına dolaşmıştı. Bir tek Özlem'in yanında eli ayağına dolaşıyordu zaten. Başka herkesin yanında oldukça rahattı. Hiçbir şeyden korkmaz, çekinmez, utanmazdı. Ama Özlem varken hata yapmaktan çekiniyor, onu kendisinden uzaklaştırıp aralarında soğukluk oluşturacak şeyler yapmaktan korkuyor, ne hikmetse kendisinden izinsiz dudaklarından kaçıveren bu laflardan da utanıyordu.

Hakikaten yahu, bu cümleler ne diye her seferinde bağımsızlık ilan edip dudaklarından firar ediyordu! Şu kelimelerin başına diktatör bir rejim getirmenin zamanı gelmişti artık! Yoksa her seferinde böyle paragraf yazması gereken durumlara düşecekti. Üstelik Özlem'in karşısında da patavatsız, utanmaz arlanmaz bir adam gibi görünürdü.

Özlem, karşısındaki adamın adeta destan yazıp cümlesini açıklamaya çalışması üzerine yüzüne yansıtmada da ufak bir hayretle onu dinlemişti. Maşallah, Asude ile yarışırdı Derman. En uzun hangisi konuşabilirdi acaba böyle? Emin olamıyordu vallahi, hınca hınç dişe diş bir kapışma olurdu.

Derman'ın konuyu açığa kavuşturup cümlesini de toparlaması üzerine Özlem biraz rahatlamıştı. İçten içe adamın ilk dediğinin, sonradan açıkladığından bağımsız olduğunu bilse de bu türlü kabul etmek onun da işine gelirdi. Ama hesabı ödemesine karşın şimdi Derman'dan bir değil iki değil üç değil tam dört tane kavanoz--- şaka şaka; iki yemek alacağı olmasına gerek yoktu. Hem de hiç.

"Haa demek konumuz oydu. Hiç sorun değil, içimden gelmişti. Karşılık bekleyerek yapmadım. Yani yemek borcuna hacet yok."

"Olur mu canım?"

"Gerçekten gerek teşekkürler. Artık gideyim, çayım soğudu."

"Peki, sen bilirsin... Görüşürüz toplantıda."

Özlem başını sallayarak veda etti ve masasına döndü. Çayını yudumladığında gerçekten de ılıdığını fark etti. Neyse ki içilmeyecek kadar soğumamıştı. Soğumuş çay içmek midesini bulandırıyordu.

Önündeki dosya ve bilgisayarla uğraşırken az evvel olanlar tekrar aklından geçti. Ne saçma olaydı ama! Genç kadının dudaklarına belli belirsiz bir tebessüm kondu. Gülmüştü evet, bir an komik gelmişti çünkü her şey. Deli adam, korkutmuştu Özlem'i. Bir şey oldu sanmıştı, ne yaptım ki diye düşünmüştü o kadar. "Hey Allah'ım ya!" diye mırıldandı ve bu konu hakkındaki düşüncelerini bir kenarı koyup işine devam etti.


👮‍♂️👩‍🎓


Toplantı bitmiş, mesai saati de sona ermişti. Avcı operasyonunun detayları hakkında görüşülmüştü. Bahsi geçen kişiler düzenli olarak takibe alınacaktı. Haklarında neredeyse tüm bigiler elde edilmişti ama bu yapbozda eksik parçalar da vardı ve onların tamamlanması gerekiyordu. Ayrıca somut deliller elde etmelilerdi ve suç üstü bir operasyon yapmalılardı ki bütün çabaları boşa gitmesin, delil yetersizliği gibi uyduruk kaydırık savunmalarla mahkemeye bir dünya avukat yığıp bu işten sıyrılamasınlardı. Bunun için de ilerleyen günlerde aralarına sızacaklardı. Fakat bu sızma işi için önce hangi mekana, kimin ve ne sıfatla sızacağını kararlaştırmalılardı. Bu karar da ana mekanın, işlerin yürütüldüğü esas merkezin, bu şahısların asıl toplanma merkezi belledikleri yerin tespiti dahilinde olabilirdi. Şimdilik iki seçenekleri vardı. Ve hangisi olacağını zaman gösterirdi.

Günün yoğunluğu sebebiyle bir beş dakika soluk almak ve sonra da eve dönmek istiyordu genç kadın. Annesinin leziz yemeklerini iştahla yiyecekti. Sonra da kız kardeşi ile biraz didişirler, anne-kızlar sohbet ederler, bu akşam üçünün de sevdiği bir dizi vardı, onu izlerlerdi. Tabi çayla poğaçayı unutmamak lazım. Film dediğin çaysız, çay dediğin de yanında atıştırmalık bir şeylersiz olmazdı. Tuzlu şeyleri, bilhassa poğaça, börek ve mercimek köftesini çok seven biri olarak şimdi canı çektiğine göre üşenmeden yapacaktı. Yarım saatte, mayasız çabuk poğaça yapardı.

Kudret amirin odasından çıkmadan evvel masadakilere hitaben "İyi akşamlar herkese." dedi ve aynı yanıtları alıp odadan ayrıldı. Toplantıda yalnızca operasyonun çekirdek kadrosu vardı. Kudret amir, Kasım amir, Yiğit, Derman, Özlem, Okan ve Ada.

Koridorda masasına doğru giderken bir iki kişiye kolay gelsin dedi. Uzaktan masasına baktığında önündeki iki sandalyede bir kadın ve küçük bir çocuk olduğunu görünce bir an şaşırdı. Kadın koyu yeşil bir pardesü gitmiş, siyah bir eşarp takıyordu. Kırklarına yakın olduğunu tahmin etti genç kadın. Çocuk ise henüz dört beş yaşında görünüyordu. Yerinde duramıyor, sürekli sandalyeden aşağı zıplıyor, yeniden oturup yeniden zıplıyordu. Bunu yaparken annesinin uyarılarına aldırmıyor, bir şarkı söylüyordu.

"Bindik bir alametee, gidiyoz gıyamete! Amaneeyn!"

Özlem, çocuğun şarkıyı kendince tutturduğu bir ritim ve melodi ile söylediğini fark edip güldü. Böyle de güzel olmuştu! Sevmişti, bir cover yapmak lazımdı.

Masasının başına geldiğinde önce çocukla ardından kadınla göz göze geldi. Bakışlarını kadının kehribar gözlerinden ayırmadan konuştu.

"İyi akşamlar. Bir şikayet dolayısı ile mi buraya yönlendirildiniz yoksa--"

"Yok yok, hayır. Boş olunca oturduk sadece. Kardeşimi bekliyoruz da. Kendisi burada polis."

"Hımm anladım." diye yanıtladı Özlem.

"Dayım nerde kaldı polis ablaa?"
Küçük çocuk ona hiç çekinmeden, gayet doğal, ilk kez görmüyor da yıllardır tanıyor gibi bir tarzla soru sorduğunda Özlem gülümsedi. Özgüvenli bir çocuğa benziyordu.

Çocuklar, Özlem'i bir buzdolabı olmaktan sıyırabilen ve çeşitli duygulara boyayabilen nadide varlıklardı. Gülümsedi genç kadın.
"Mesai saati yeni bitti, bence birazdan gelir dayın." dedikten sonra sandalyesine oturup masanın üzerini toparlamaya başladı.

"Hımm peki. Umarım öyle olur! Çünkü çok sıkıldım ben! Beklemeyi hiç sevmem! Tez canlıymışım, öyle derler. Dayıma benziyormuşum. Yerimde duramazmışım. Ama bu kötü bir şey değilmiş neyse ki. Yoksa üzülürdüm. Sonuçta benim ana özelliğim! Değiştiremezdim herhalde. Dimi anne?"

Kadın, çocuğa dönüp onu onayladıktan sonra Özlem'e baktı.
"Sizin işiniz varsa ve rahatsızlık veriyorsak biz başka bir yerde bekleyelim."

"Yok hayır, ben çok sevdim bu ufaklığı. Hem zaten ben de toparlanıyorum, alıkonulacak bir işim yok şuan."

Kadın tebessümle başını salladıktan sonra Özlem, çocuğa döndü.
"Senin ismin ne bakalım yakışıklı?"

"Fuat. Dedemin ismiymiş. Dedem daha teyzemler ve dayım küçükken vefat etmiş. En büyük annem olduğu için onu en çok annem görmüş. Dedeme benzediğim ve annem babasını çok özlediği için bana onun ismini vermişler. Bence güzel bir isim, memnunum. Sence?"

Özlem gülümsedi. Bu çocuk baya baya çenebazdı ama hareketleri, mimikleri ve ses tonu öyle çekiciydi ki insan ne ara ne anlattığına hayret ediyordu. Bu kadar da tatlı olunmaz ki canım!

"Bence de çok güzel bir isim."

"Senin ismin ne peki?"

"Özlem." diye cevap verdikten sonra bakışlarını bir an çocuktan ayırıp toparlanan masasına son kez göz attı genç kadın. Gitmeye hazırdı. Tabi önce bu bay çok bilmiş ile olan sohbetini devam ettirecekti. Çocuk resmen sohbetiyle zevk veriyordu. İnsanlarla diyalog kurmanın bu kadar zor olduğu bir devirde bir çocuk ile iletişim inşa edebilmek, bir yetişkin ile iki çift sohbet etmekten daha haz vericiydi artık.

Tüm dikkatini küçük Fuat'a verip arkasına yaslandı ve onun ard arda dizilen cümlelerini takip etti.

"Senin ismin de güzelmiş! Sevdim. Ne güzel polis olmuşsun, hem de başörtülü. Annem gurur duymuştur. Annem kadınların her yaptığıyla gurur duyar da. Bu arada, annemin adı da Ayhan. O benim kadar konuşkan değil. O yüzden seninle tanışmadığını fark etmemiş olabilir. Ama sakın alınma. Eminim seni sevmiştir. Dimi anne?"

Fuat, son cümlesi için onay almak adına annesine dönüp bakmıştı. Ayhan hanım başını salladı. Özlem ile göz göze geldiler. Tebessüm ettiler birbirlerine. Bakışları ile memnun oldum diyorlardı.

Hemen sonra yeniden ufaklığın küçük gözlerine baktı.
"Ee Fuat, neler yapmayı seversin? Nasıl gidiyor hayat bakalım?"

Fuat, bilmiş bir eda ile lafa girdi.
"İyi gidiyor. Ama biraz sorunlu. Çünkü bugün dayımla yemeğe gideceğiz. Annemle dayım garip bir şey yiyecekmiş. Dayımın favorisiymiş, bir insan onu sevmezse damak zevkinden şüphe duyarmış. Ben hiç denemedim. İlk kez deneyeceğim. Bu yüzden tedirginim. Anne, adı neydi?"

"İskender." dedi çekinerek kadın. Özlem'in canı ister diye en başta hakka girmemek için söylemek istemese de Özlem sorun olmadığını belirtince cevaplamıştı.

Fuat, önce başını sallayıp tam gaz konuşurken, sonrasında yemeğin ismi dikkatini çekmişti. Hayretle gözlerini irice açtı, kaşları kalktı ve inanamaz bir edayla devam etti.

"Hah işte İskender! Bir dakika, iskender mi?! O yenir mi, yemek mi? Ama Ali'nin babasının adı İskender amca değil mi? Yemek adı mı koymuşlar adını? Ne değişik! Ayy, adım yemek adı olsun istemezdim. Zaten dayım beni yemeye çalışıp duruyor, o zaman kesin yerdi! Şimdi adımı bir kez daha sevdim."

Özlem ve Ayhan kendilerini tutmayıp gülmeye başlamıştı.

Ayhan hanım "Çocuk işte, ne bilsin?" deyip saatine baktı. Bu sırada Özlem dayanamamış, eliyle işaret edip Fuat'ı kucağına çağırmıştı.

"Kucağıma gelir misin rica etsem?"

Fuat başını sallayıp seve seve Özlem'in kucağına oturmuştu. Genç kadın onun saçlarını okşayıp gülümsedi.

"Tatlılığa bak ya! Dayın dünyanın en haklı insanı, ben de olsam seni yerim! Hatta şimdi de yanaklarından bir makas almamak için zor duruyorum."

"İstersen al. Ben alışkınım."

Özlem, izin istercesine ufaklığın annesine baktı. Kadın tebessümle başını hafifçe öne eğdiğinde hiç çekinmeden çocuğun yanağına ufak bir öpücük bıraktı. Mis gibi de kokuyordu.

"Ben dört yaşındayım, ama yakında beş olacağım. Biraz ay sonra. Ama daha çok uyuyup uyanmam lazımmış. Ayların içinde günler varmış bir sürü. Olsun."

"Bence sen yakında hepsini güzelce öğrenir ve zamanı dosdoğru hesap edip kavrayabilirsin. Çok akıllı bir çocuk olduğunu düşünüyorum."

"Evet öyle derler. Ama duygularımla hareket ediyormuşum. En çok öyle söylerler."

"Yaaa, ne güzel. İnsanın duyguları çok önemlidir. Kendini tanıması da öyle. Bakıyorum ki sen küçük yaştan itibaren kendini tanımaya başlamışsın."

Fuat başını sallayıp onayladıktan sonra Özlem'in gözlerine baktı. Etrafa şöyle bir bakınıp bir sır verir gibi fısıldadı Özlem'e.

"Biliyor musun, ben bugün bir tane kıza aşık oldum! Daha doğrusu, aşık olduğumu fark ettim."

Özlem şaşırıp kaşlarını kaldırdı. Bak sen, bu yaşta aşık olmuş beyefendi! Güldü istemsizce.

"Aaa öyle mi?" diye ilgiyle karşıladı Fuat'ın heyecanını.

"Evet. Hem de arkadaşım Ali de aşık. Babası İskender olan. Demin dedim ya hani, o. Seviyorum ben o kızı."

Özlem çocuğun haline gülerken "Vay be, demek bir de aşk adamısın?!" deyip saçlarını karıştırdı. Çocukların bu büyümüş de küçülmüş ama bir o kadar da saf halleri nasıl güzeldi!

Özlem, Fuat'ın saçlarını karıştırınca dağıttığı için bu kez yavaşça okşayıp düzeltti ve düzgünce bir şekil verdi. Bu sırada Derman da toplantı odasından çıkmış, kendi masasına doğru gidiyordu. Kudret amirle başka bir konu hakkında istişare ettikleri için konuşmaları uzamıştı, ancak gidecekti.

Koridorda ilerlerken uzaktan Özlem'i, kucağındaki ufaklığı, ve ikisinin de yüzünde yer etmiş olan saf sevgi ile içten birer gülümsemeyi görünce yerinde çakılı kalmıştı. Dünya durdu sanki adam için o an. İlk kez gülerken görüyordu Özlem'i. Nasıl da yakışıyordu ama yüzüne! Dünyanın en güzel gülüşü ondaydı sanki. Gözleri nasıl kısılmış, dudakları nasıl kıvrılmıştı. Bu gülüşü dünya gözüyle görmüştü ya, daha ne isteyecekti Allah'tan!

Güneş doğmuştu sanki.

"Yok yalan olmasın, daha isteklerim var Allah'ım. Güzel Rabbim senden bir de onca yıl sonra otuzlu yaşlara gelmiş ve ancak kalbinden vurulmuş olan şu kuluna hayırlısı ile bu kadını eş etmeni, değilse de onsuzluğun sabrını bana vermeni istiyorum. Çünkü benim halledemeyeceğim kadar büyük şeyler bunlar. Sensiz olmaz Allah'ım. Ya Allah bismillah."

Ellerini yüzüne sürüp amin yaptı kendi kendine. Arkasından gelen Yiğit onun öylece durup bir süre dikili kaldığını, sonra üzerindeki tozları silkeleyip aniden ellerini yüzüne sürerek amin yaptığını görünce şaşırmamıştı ama olayı anlamak adına onun baktığı yere bakmıştı. Aha, Özlem gülüyordu. Yiğit de ilk kez şahit oluyordu buna ama onun için pek anlam ifade etmezken, bunun Derman için nasıl bir anlama sahip olacağını biliyordu. Kesin civataları gevşemiş, balataları yanmıştı. Ondan bu haldeydi. Baya baya aşıktı arkadaşı, seviyordu bu kızı. Gide gide de en zoruna tutulmuştu ya, ona hayret ediyordu işte Yiğit de!

Yiğit, elini Derman'ın omzuna bıraktı. Bu ufak dostane dokunuş adamı kendine getirmişti. Gerçi tam olarak kendine geldiği söylenemezdi ve bir süre de gelemeyeceği âşikardı. Özlem çekimine kapılıp havalanan bir akıl..

Başını Yiğit'e çevirdi. Yüzleri karşılıklı, birbirlerine bakıyorlardı.

"Benim gördüğümü sen de görüyor musun Yiğit? Özlemciğim gülümsüyor. Hem de Fuatcığıma. Ulan şu saatten sonra Fuat ne istese yapmayan şerefsizdir!"

"Abartma abicim istersen."

"Ne abartması Yiğit?! Özlem diyorum, gülümsüyor diyorum, gördüm diyorum, hem de yeğenime diyorum. Gerçi kime olduğu fark etmez, onun gülüşünü de görmeden ölmedim ya çok şükür. Ne kadar yakışmış ama dimi? Yalnız, gülüşü bile kendi gibi oturaklı, asil. Krallığımın üzerine doğan bir bağımsızlık güneşi âdeta."

Yiğit, onun hâline gülüp omzunu sıktı. "Kıza olan hayranlığını belirtme faslın bittiyse artık gidelim mi kardeşim?"

Derman, onu hiç duymamış gibi derin bir iç çekti. Hülyalara dalmıştı yine.
"Ah be, Fuatımın Özlem'e yenge dediği günleri de görür müyüm ki Yiğidim?''

"Nasip kardeşim, nasip. Hadi şimdi o çok zengin hayal dünyandan çık da ablanın yanına gidelim. Bak, kadın sana el işareti ediyor. Sen hâlâ görmüyor, burada dikiliyor ve onları dikizliyorsun. Çok ayıp."

Gerçekten de Ayhan hanım kardeşini görünce el sallamış, orada öylece dikildiğini görünce anlam veremeyip eliyle gelmesi için işaret etmiş, ama hâlâ kendisini fark etmek yerine Yiğitle konuşup Fuat ve Özlem'e baktığını gözlemlemişti. Allah Allah! Ne oluyordu bu adama? Normalde onları görünce koridorda güle oynaya yanlarına gelip Fuat'ı kucaklar ve havada bir tur döndürür, sonra ablasını kucaklardı. Hiç beklemeden. Kırk yıldır görüşmüyorlarmış gibi.

Derman ve Yiğit onlara doğru gelirken Özlem de Ayhan hanımın onlara tebessüm ettiğini görmüştü. Gülüşü silindi ve bir an tedirgin oldu. Bu ufaklığın dayısı belli ki bu iki genç adamdan biriydi. Ve Özlem, o kişinin Yiğit olması için dua ediyordu. Ama içten içe de fark ediyordu ki bu çenesi düşüklük, rahat tavırlar, bilmişlik ve dahası Yiğitten ziyade Derman'ı anımsatıyordu insana.

İkisi de yanlarında durduğunda Yiğit ve Ayhan hanım selamlamış, bu resmiyetten de Özlem, bahsi geçen dayının cidden Derman olduğunu anlamıştı. Sonrasında Derman ablasına sarılırken, Yiğit de Özlem'e ve kucağındaki ufaklığa baktı. Fuat'a "Naber ayaklı kayıt cihazı?" diye takılıp göz kırptı. Fuat her gördüğü, duyduğu, şahit olduğu şeyi adeta sünger gibi çekip zihnine kaydediyordu. Ve normal çocuklara nazara daha fazla ayrıntılara takılan ve kolay kolay unutmayan bir çocuk olduğu için Yiğit ona ayaklı kayıt cihazı diyordu.

"İyiii! Senden naber?"

"İyiii!" derken sesini inceltip çocuğu taklit etti Yiğit. Gülümsediler.

Derman, yine bir rezillik yapmamak adına Özlem'den tarafa pek bakmıyordu. Dün o kotasını doldurmuştu mutfakta çay alırken. Zor olsa da Özlem'i es geçip bakışlarını yeğenine odakladı. Kollarını açıp eğildi ve gülümsedi.
"Hoş geldin koçum! Ee gelsene, dayıya sarılmak yok mu? Özlem ablanın kucağı daha mı tatlı geldi?"

Fuat, Özlem'in kucağından atlayıp dayısına koştu ve açtığı kollarının arasına bıraktı kendini. Her zamanki gibi havada bir tur dönmüş, saçlarına bir öpücük almış, ve sonra da dayısının kucağında kalmıştı.

Fuat, bakışlarını dayısının gözlerine dokundurdu.
"Özlem ablayla sohbet ediyorduk. Ben de tam ona aşık olduğumu söylemiştim."

Derman bir an şaşırdı kaldı. Nasıl ulan? Özlem'e mi aşık olmuştu yeğeni? Vallahi yeğen falan demez indirirdi façasını aşağı. Kim onun sevdiği kadına yan gözle bakabilirdi?

"Ne?! Ne diyorsun oğlum, ayıp be!" diye atıldı adam. İçinden "İnsan yengesine de o gözle bakmaz ama! Dayınım ulan ben senin! Aşk-ı memnu setinde değiliz burada!" diye devam ettirmişti.

"Niye yaa? Bence Zümrüt de beni seviyo! Biz onunla evlenicez dayı! Aşk ayıp bir şey değil! Biliyorum ben bikere! Beni kandıramazsın. Dimi Yiğit amca?"

Yiğit içinden kıs kıs gülüyordu. Çünkü Fuat cümlede öyle bir anlatım bozukluğu yapmıştı ki, başkasına aşık olduğunu Özlem'e söylemiş gibi değil de, Özlem'e aşık olduğunu yine ona itiraf etmiş gibi anlaşılmıştı. Tabi Derman tarafından. Çünkü kendisi şu sıralar bunu anlayamayacak kadar aklı havadaydı. Kendisinin kalp ritmi, beyin dalgaları, vücut hormonları, hayalleri ve rotaları bozulup rota değiştirince cümledeki anlatım bozukluğunu fark etmek zor hâle gelmişti.

"Evet amcam. Sen bakma bu dayına."

Derman da Fuat'ın Zümrüt isimli arkadaşından bahsetmesi üzerine anlamıştı. Yiğit de gülüyordu utanmadan onun hâline! Soracaktı ama ona hepsinin hesabını! "Ulan Yiğit sadece benden küçük olduğun için ve bir de medeni bir insan olduğum için şimdiye kadar benden dayak yemedin. Yoksa geçirmiştim yumruğu o güzel yüzüne. Ama gül sen gül. Sen de aynı duruma düşünce göreceğim seni."

Derman, Özlem'e doğru kısaca baktı. "Yeğenimle tanıştınız demek.."

Özlem "Hıhı, çok tatlı maşallah." diye her zamanki normal haliyle yanıt verdi.

"Öyledir."

Ayhan hanım da araya girip konuştu bu kez. Tebessümlüydü.
"Dayısını da çok sever, çok düşkündür."

Derman, kucağındaki çocuğa bakarak neşeyle konuştu. "Eee tabi, bir tane dayısı var benim aslanımın! Teyzeler gibi çifter çifter değil."

Özlem, adamın neden böyle dediğini bir an merak etmişti. Ayhan hanım sanki içinden geçenleri anlamış gibi açıklama yaparcasına yeniden araya girdi.
"Dört tane daha kardeşim var da, beş kız kardeşiz biz." deyip gülümsedi.

Genç kadın şok olmuştu. Demek beş kız kardeşlerdi ha! Bir de Derman, etti altı. Maşallah... O tekken iki olmuştu. Alışık değildi kalabalık ailelere. Garipsemişti bir an.

''Biz artık müsaadenizi isteyelim. Derman, sen de toparlan da gidelim hadi. Enişten beklemeyi sevmiyor, biliyorsun.''

Derman ''Tamam abla.'' deyip kucağındaki çocuğu indirdi. Beş dakika daha onları bekletip işten kalan son bir kaç şeyi toparladı ve Yiğitle vedalaşıp ablasının yanına gitti. Özlem çoktan onlara veda edip ayrılmıştı karakoldan. Ne gündü ama... Basit gibi görünen bu ufak tanışma, Derman'ı çok mutlu etmişti. Ablası ve yeğeni tanıyordu artık sevdiği kadını. Anlamsız da olsa hoşuna gitmişti bu. Oysa hiç böyle dertleri yoktu eskiden. Olacağını da sanmazdı. İnsanı nasıl değiştiriyordu şu sevda.

Gün gelir, bir insanı tanır ve sonra kendinizi tanımaz hale gelirsiniz.


Loading...
0%