Yeni Üyelik
11.
Bölüm

Belgesellik Operasyon - 11

@sukunettekelimeler

Ev. Oturma odası. Çay bardaklarında döndürülüp şekeri eriten metal kaşıkların çıkardığı ses. Garip sessizlik.

Kasım beylerin evinde toplanmışlardı bu kez ama bir de misafirleri vardı: Tolga. Gerçi artık pek misafir sayılmazdı, müstakbel damatlarıydı ne de olsa. Aileden sayılırdı.

Tolga'nın gelişi ile Asude kafasında ufak sinsi bir plan kurmuştu. O gün saçlarını kesmesinin intikamını Hasretten alacaktı! Müstakbel Tolga eniştesinin yanında Hasret'in hatırlamak istemeyeceği bir konuyu açacaktı! Gerçi suçlu görünmemek adına konuyu kendisi direk açmayacak, babası, yengesi veya amcasının açması için yol yapacaktı yavaş yavaş. O düğümü çözdü mü gerisi ip söküğü gibi gelirdi zaten, emindi.

''Öhöhööm! Eee Tolga enişte, daha daha nasılsın?''

Asude'nin boğazını temizleyip sessizliği bozması üzerine tüm bakışlar ona çevrilmişti. Bu iki aile bir aradayken ortama sessizlik çökmesi normalde imkansız gibi bir şeydi ama ne hikmetse Tolga'nın gelmiş olmasından mıdır nedir bilinmez, bir kaç dakikadır kimse konuşmuyordu. Eh, bu garip ve alışılmadık durumu bertaraf etmek de yine Asude'ye kalmıştı.

Asude'nin yanında oturan Tuna, elindeki çay bardağını Asude ile aralarında duran önündeki sehpaya koyup kızın kulağına doğru hafifçe eğildi ve fısıldadı.

''Gülüm, geldiğinden beri çocuğa aynı soruyu soruyor herkes, farkındasın dimi? İyiymiş işte, sorup durmayın aynı şeyi. Ben olsan içimden sabır çeke çeke, kalkıp gitmemek için zor durarak otururdum vallahi. Madem soracaksın, daha orijinal sorular mı bulsan?''

Asude, Tuna'nın sözlerine gülümseyip başını salladı. ''Haklısın başkan.'' diye fısıldayarak karşılık verdi ve bilmem kaçıncı kez ''İyiyim çok şükür.'' diyen Tolga'ya döndü tekrardan.

''Allah iyilik versin! Tolga enişte, sen Doğu Anadolu'da büyümüştün dimi?''

Tolga, sonunda farklı bir soruyla karşı karşıya geldiği için sevinerek hevesle başını salladı. Memleketinden bahsetmeyi seven bir adamdı. Gerçi şuan "nasılsın" hariç ne sorsalar başı üstünde yeri vardı çünkü aynı soruya cevap vermekten gına gelmişti.

''Evet Asude.''

''Yaa! Biz de küçükken yine amcamlarla yakın oturuyorduk, ev de sahil manzaralı. Ah ah! Tabi sonra buraya taşındık. Hasretciğimle bir yukarı bir aşağı derken bu zamanlara geldik işte.''

''Iğdır'daydı bizim de evimiz. Tam sınıra yakın bir köydü. Dağ taş manzaralı.''

Asude hafifçe tebessüm etti. Büyük bir boşvermişlik gösterircesine döktü cümlelerini araya. ''Olsun enişte, sizinki de işte İran manzaralı.''

Kızın cevabı söyleyiş şekline herkes hafifçe gülünce anlam veremeyerek ailesinde gezdirdi bakışlarını. Ne vardı canım, bunlara da hiçbir şey denmiyordu! Gülecek yer arıyorlardı ha! Gülmeye açtı bu insanlar, yazık. Gerçi bu aile hem çok gülen hem çok ağlayan, değişken ve duygusal bir yapıya sahipti.

Hasret yerinden kalkıp nişanlısının biten bardağına baktı. ''Çayını tazeleyeyim mi?'' deyip olumlu bir yanıt alınca bardağı alıp odadan çıktı.

Bu sırada Asude, Tuna'nın kulağına doğru eğildi. Her soruyu kendisi sorarsa işin planlı yapıldığını anlayan çıkabilirdi ve bunu riske atmayacaktı. ''Şimdi enişteme 'Peki sınıra yakın oturduğunuz için geçmişte başınıza bir iş geldiği, bir sorunla karşılaştığınız oldu mu?' diye soracaksın tamam mı?''

Tuna şaşırarak Asude'ye doğru çevirdi kafasını. Göz göze geldiklerinde anlamazca baktı kıza. Bakışları adeta 'Ne alaka şimdi?' diyordu.
''Senin dilin yok mu canım? Kendin sor.''

Ciddi bir şekilde ''Var! Ama senin sorman lazım.'' dedikten sonra biraz yalakalık yapması gerektiğini fark etti. Yoksa Tuna abisi bir işler karıştırdığını anlamıştı, ne olduğunu öğrenmeden hayatta hiçbir şey demezdi. Bakışlarını yumuşatıp yüzüne tatlı bir tebessüm kondurdu. Genç adamın gözlerine derin derin baktı. ''Hadi ya, lütfen lütfen! Beni kırmazsın sen.''

Tuna biraz yumuşadığını belli eder şekilde tek kaşını havaya kaldırdı. Ne karıştırıyordu acaba bu deli kız yine? Vardı bir şey belliydi, yoksa kendisi sorardı, çekinmezdi ki hiçbir şeyi söylemekten öyle kolay kolay.

Bu sırada Hasret de Tolga'nın çayını getirmiş, başka kimsenin çayının henüz dibine gelmediğini görüp yerine oturmuştu. Konunu üzerinden iyice zaman geçmeden bağlanmalıydı istediği yere! Yoksa Asude'nin planı suya düşecekti.

Bu macera sayesinde sabahtan beri ara ara ağrıyan bacaklarını bile unutmuşken, fırsatı kaçırmazdı elinden.

''Yarın sana patlıcan dilimi kurabiyeden yaparım Tuna abi!''

Tuna son kozunu kullanan kızın ne denli iyi bir atış yaptığının farkında olduğunu bilerek gülümsedi. ''Akşam işten geldiğimde çayla beraber hazır olsun.''

Asude başını heyecanla sallerken ''Tabiki!'' dedi. ''Sen yeter ki bu akşam bana çalış.''

Tuna yavaşça müstakbel damatları olan Tolga'ya döndü. ''Tolga ya, merak ettim şimdi. Sınıra yakın oturduğunuz için geçmişte başınıza bir iş geldiği, bir sorunla karşılaştığınız oldu mu? Bazen olur ya öyle şeyler, haberlerde falan duyarız.''

''Yoo, hiç hatırlamıyorum öyle bir şey. Neden ki?''

''Hiç, meraktan sordum. Genelde böyle maceralı anıları dinlemeyi severim de.''

Tolga, Tuna'nın cevabı üzerine anladığını belirtircesine başını salladı. Hafifçe tebessüm ederek yeniden lafa girdi.

''Benim en büyük maceram ilkokulda kalemimi aldığı ve istediğim halde geri vermediği için bir çocukla kavga etmem olmuştur sanırım. Hayatım sakin, ben sakin, geçer gider öyle...''

Tuna tebessümle başını salladı. Bu sırada telefonunun ışığı yeni bir mesaj bildirimi ile yanıp söndü. Telefona bakmak üzere eline alırken ''Ne güzel, sakinlik iyidir.'' dedi Tolga'ya hitaben. Ekrana çabucak göz attığında mesajın yanında oturan kızdan geldiğini gördü.

Baş Belam - Asude: ''Zıt kutuplar birbirini çeker diye boşuna söylememişler. Bizimki pek sakin değildir, sakin hayatı olmadı da ondan söylüyorum. Ne güzel denk gelmişsiniz, birbirinizi tamamlarsınız artık.''

Tuna ilkin kaşlarını çatsa da sonrasında cümleleri neredeyse harfi harfine söyledi Tolga'ya, gayet doğal, sohbet eder gibi. Tolga utanıp hafifçe yerinde kımıldanırken Hasret de abisine 'şimdi eğer burada cadılıklarımı ortaya serersen görürsün gününü abi' bakışını yollamıştı. Tuna, Hasret'e omuz silkti. Umursamadı ve çayını yudumladı.

Kasım bey lafa girdi. Aklına kızının doğduğundan beri yaptığı cadılıklar hücum etmişti bir anda. ''Doğru dedi Tuna. Bizim kızı biliyorsun sen de, biraz hareketlidir, enerjiktir. Eh, durum öyle olunca başına almadığı dert kalmamıştır şimdiye dek. Bir keresinde üç yaşındayken parkta en yükseğe ben sallanacağım diye düşüp kolunu kırmıştı. Alçıya aldılar, o alçıyla bile evde kanepeye-kapıya-duvara tırmanmaktan geri durmazdı.''

İşte, konuşma Asude'nin istediği yöne giriyordu! İçinden sinsi bir kahkaha attı genç kız. Bakışlarını Hasret'e değdirdi ve nişanlısına bakan kıza sinsice gülen bir ifade ile baktı bir anlığına.

Tolga hafifçe gülmüştü nişanlısının bu anısına. Bu kez müstakbel kaynanası lafa girince bakışlarını ona çevirip ona kulak verdi.

''Biraz büyüyüp tecrübelenip aklı başına gelene kadar oğlan çocuğundan fenaydı bizimki.''

Asude içinden ''Hasret hâlâ aynı yenge, ama neyse. Şimdi Tolga enişteciğimizin yanında bunu dile getirme kötülüğünü yapmayacağım.'' diye geçirdi.

''Hayır yani, babası da amcası da polis diye daha kolay zapt olur sandıydık ama onlardan da korkmadı!''

Yengesinin ikinci cümlesi Asude'nin içinde harika bir temsili manzara oluşturmuştu : maçı heyecanla takip eden seyirciler, en iyi oyuncunun ayağında topla önü açık bir şekilde kaleye yaklaştığını görünce nefeslerini tutar, az sonra gol olmasını heyecanla beklerler. İşte o nefesini tutan heyecanlı seyirci gibiydi içindeki Asude'nin şekli şemali. Hissediyordu, az sonra gol olacaktı. Tolga eniştesi o olayı işitecekti. Hasret'in elinde olsa ona hiç anlatmayacağı olayı. Ama elinde olmayacak, ipleri elinde tutamayacaktı!

''Yani polisi yakından tanıyınca herhalde iyice rahatladı, polislik oldu!''

Yengesinin eklediği cümle üzerine Asude'nin içindeki tüm seyirciler ayağa kalkıp sevinç çığlıkları atmaya, alkış tutmaya, mutluluktan ağlamaya, amacına ulaşmanın ve maçı kazanmanın gururunu yaşamaya başlamıştı. ''Yupppiiii!! İşte budur bee! Yaşa be Gülizar yenge! Vurdu ve gol olduu! Benim paslarım sayesinde!''

Tolga hayretle Gülizar hanım ve Hasret arasında gezdirdi bakışlarını.
''Nasıl yani? Neden? Ne oldu ki?''

Asude keyifle arkasına yaslanıp eline çayını aldı ve yudumladı. Suratında kocaman bir zafer gülümsemesi vardı. Kadınlar konuşacak bir şey varsa asla susmazdı. Hele Gülizar teyzesi ve annesinin dillerinin ucuna bir şey geldiyse kolay kolay geri gitmezdi. Gitmeyeceğini biliyordu. Yani Hasret'in şu an annesine yaptığı kaş gözlerin bir anlamı yoktu. Gülizar hanım görmüyordu bile onu!

Tuna, yanında oturan kızın halini tavrını fark etmiş, az evvelden beri gözlemlediği olaylar sonucu bir şeyler çakmıştı. Vallahi bazen hayret ediyordu bu kızın zekasına. Zehir gibiydi maşallah. Hasret'in gömmek istediği bu anıyı başkaları aracılığı ile, ucunu kendisine dokundurmadan nasıl da toprak altından çıkarıp nişanlısının önüne koymuştu ama!

''Bak şimdi, bunlar liseye gidiyordu. Bir kız vardı mahalleden, hiç hoşlanmazlardı birbirleriyle. Hiç anlaşamazlardı da. Bu kızla bir günü yine kavgaya tutuşmuşlar. Okuldaki laf kavgası okuldan sonra mahallede karşı karşıya gelip gerçekten saç baş kavga etmeye dönmüş. E Hasret tutamaz kendini pek, duygularının esiridir. Almış başına belayı. Kızla delikanlı gibi kavga etmişler. Cahillik işte. Asude ayırmaya çalışmış da becerememiş. Hasret kızı alt etmiş, duvarın dibine sinmiş kız. Sonra bir de kızın anası bunu duyup gelmiş, sen nasıl kızıma vurursun diye Hasret'e girişmiş koca kadın. O da çocukla çocuk oluyor, ne saçma, ne cahil kadınmış. Neyse. Hasret de kadından sopa yemiş.''

Tolga'nın gözleri duyduklarına şaşırdığını belli edercesine bir kaç saniyeliğine Hasret'e çevrildiğinde, nişanlısının bu olandan utandığını ve duymamasını tercih ettiğini fark etmek zor olmamıştı, yüz ifadesi onu ele veriyordu.

Kudret bey araya girmekte sakınca görmeyip kendi kızına baktı, Asude'ye. Eskinin heyecanıyla celallendi yine, sesini yükseltip konuştu.

''Asude de suçlu!Kavga ediyorlar, kuzenini kurtaramıyor. Niye Hasret'i dövdürüyorsun, kurtarmıyorsun?!''

Asude, oklar birden kendisine yönelince şaşıp kalmıştı. Yine mi ama ya! O zaman da babası zaten bin kere aynı şeyi demişti. İyi de o elinden geleni yapmıştı ayırmak için, ama becerememişti işte. O zamanlar bir de daha kısa ve cılızdı, ne yapabilirdi koca kadına canım!

Allah Allah, bir zafer çayı yudumluyordu tam, hevesi kurağında kalıyordu babası yüzünden. Çayı sehpanın üzerine bırakıp aniden savunma pozisyonuna geçti.

''Nasıl kurtarsaydım baba ya?! Uğraştım, kurtaramadım. Kadını çekeledim, Hasret de onla beraber geldi. Ahaha. Ee öyle olunca da çekelememin anlamı kalmadı.''

''E kızım ne uğraşıyorsun öyle?! Kadının donunu indirseydin aşağı, o donunu toplarken siz kaçardınız. Az akıllı olun. Strateji, zeka, akıl! Sadece kuvvet değil olay.''

Kudret beyin şakayla karışık verdiği cevap üzerine herkes kahkahalarla gülmüştü. Kadının donunu indirmek neydi ya! İyi ki şu an burada olan kendi nişanlısı değildi! Yoksa rezil olmuştu valla! Umarım babası böyle espriler yapmazdı kendi sevdiceği olacak beyefendinin yanında, ileride. Her ne kadar bu durum ona çok uzak gelse de bir gün olacaktı elbet nasipse.

Tuna, herkesin gülmesinden sonra sohbetin gidişatının değişmesi üzerine yanında oturan kıza doğru hafifçe eğilip fısıldadı. Fark etmişti az önce, ava giderken kendisinin de avlananlardan olduğunu.

''Senden korkulur kızım. Ama bak, Allah büyük, ucu yine sana da dokundu, gördün mü?''

Asude, Tuna'nın imalı imalı gülüşüne sinirlenip kollarını küskünce birbirine bağladı. Ama yüz ifadesinde bir küskünlük belirtisi yoktu, tebessümlüydü.

''Ağacın kurdu içinde olurmuş derlerdi de inanmazdım.'' diye ekledi Tuna. Eh doğruydu, bir topluluğu yahut insanı çökertecek olan şey yine kendi içinden, kendinden çıkardı. Bu sözü Asude de severdi. Hasretin kurdu Asude, Asude'nin kurdu da Hasretti bu ailede.

Asude ''İyi işte, ayağını denk al Tuna bey.'' dedikten sonra bakışları ile Hasret'i işaret etti ve seslice konuştu. ''Düşmanı uzakta aramaya gerek yok. Hasret isimli kuzenim yüzünden ben de karakolluk oluyordum. O benim kurdum ben de onun. Bana iyi davran ki senin de kurdun olmayayım bitanem.''

Hasret, bir ara duyduğu bu cümle üzerine bakışlarını Asude'ye çevirip kaşlarını çattı. Bu dediğini ödeyecekti bir gün! Kurtmuş! Eh, konunun buraya gelmesinin de Asude sayesinde olduğunu anlasa, kızın ödeyeceği tek şey bu olmazdı.

Sohbet devam ederken bir ara Tolga müsaade isteyip lavaboya gitmişti. Gülizar hanım ''Hasret, havlu koymayı unutmuştum belki de ben ha! Git hemen de Tolga'ya temiz havlu ver.'' diye kızı peşinden yolladı.

''Kızım bana bir çay koy. Amcanın da bitmiş bak, ona da koy.''

İnci hanımın sesini duyunca hemen kalktı Asude. ''Tamam anne.''

İki çay bardağını alıp hangisi kimin diye aklında şifreledikten sonra mutfağa geçti. Mutfak ve lavabo çaprazdı. Hasret kapıda dikilmiş, elindeki havluyu vermek için Tolga'nın çıkmasını bekiliyordu. Az sonra kapının açılma sesi işitildi. Asude çayları koyarken bir yandan da Tolga ve Hasret'i duyuyordu.

''Havlu..'' demişti Hasret.

Bak bak, sesi ne kadar nazikti öyle! 'Ulan Hasret, sen evde de böyle olsaydın ya!' diye geçirdi içinden.

''Teşekkür ederim.''
Tolga'nın teşekküründen bir iki saniye sonra hafif bir tebessüm ile söylediği sesinden belli olan cümleleri dökülmüştü aralarına.
''Kavga demek ha.. Korkmalı mıyım?''

''Aynen, korkmalısın. Mesela beni üzersen çok kötü olur, öğrenmiş oldun bu akşam.''
Hasret yarı ciddi bir şekilde vermişti yanıtını. Takılıyordu adama. Bir yanı sinirli, bir yanı da âşıktı.

''Ooo, o zaman bana hatırlat da müstakbel eşimi üzmemek için iki kat fazla çaba göstereyim. Kavga gürültü hiç benlik değil, dayak yemeyi sevmem. Ama ben yanında olmadığımda başına gelebilecek olası problemlerde kendini koruyabileceğini bilmek de rahatlatıcı.''

Hasret'in hafifçe güldüğünü işitti Asude, dolan bardakları eline alıp kapıya giderken o da gülümsedi. İçeriye geçmek üzere hareketlenen ikiliye bakarken gülümsemesi hâlâ dudaklarındaydı. İkisi ile de kısa süreli göz göze gelmişti.

''Sen merak etme enişte, seninki her türlü her şeyden yırtar paçayı.'' deyip önden önden içeriye geçti.

Biraz daha oturduktan sonra Tolga müsaade isteyip kalkmış, Nil ve Hasret mutfağı toparlarken Asude de yeniden ağrıyan bacağı sebebiyle bu akşam onlara yardım etmeyip eve inmişti. Tabi Tuna'nın kurabiyeyi imalı imalı hatırlatmasını da peşine katarak.


👩‍🎓👮‍♂️


Yok, bu böyle olmayacaktı. Bu nasıl bir ağrıydı böyle! Neden bu kadar arıyordu bacağı? Dayanamayıp yatakta biraz doğruldu ve bacağını iki eliyle ovalamaya başladı ama işe yaramaması, ağrının gittikçe artması sinirlerini bozmuştu. Bütün gece sürekli ağrıdan uyanıp biraz bacağını ovalamış, yatış pozisyonunu değiştirmiş ama işe yarayan hiçbir çözüm elde edememişti. Bu kez ise ağrı iyice şiddetliydi. Kendini tutamadı, gözlerinden yaşlar akıp yanaklarına süzüldü. Dudaklarından bir kaç hıçkırık firar etti. Acıdan dolayı ağlıyordu şimdi.


Karşı yataktan Nil'in sesini işitti bir an. ''Abla, ne oldu ya, sus ağlamasana.''

''Bacağım ağrıyor.'' diye yanıtladı kesik kesik hıçkırıkları arasından.

Nil'in uykulu olması sebebiyle mırıltılı çıkan sesini yine duyuldu odada. ''Uyumaya çalış, uyursun geçer.''

Nil yeniden uykunun kollarına teslim olurken Asude ağrıdan dolayı ağlamaya devam ediyordu. Ne kadar sürdü bilmese de bacağını ovalarken ağladı öylece. Bir ara sinirlenip bacağına sertçe vurdu peş peşe. ''Yeter, geçsene! Ağrımasana!''

Ama geçmedi.

''Kızım, ne oldu? Neden ağlıyorsun?''

Annesinin sesini duyunca bakışlarını gece lambasının hafifçe aydınlattığı oda kapısına çevirdi.

"Kabus mu gördün?"

"Cık, hayır."

"E ne oldu?"

''Bacağım çok ağrıyor.'' diye cevapladı nazlı bir çocuk edasıyla.

''Allah Allah, neden ki? Ben de bir ağlama sesi duydum, kalktım bakayım dedim. Demek bacağın ağrıyor. Kalk gel de ağrı kesici kremi vardı babanın, ondan sürelim. O iyi gelir. O kremle masaj yapınca babanın da ağrısı geçiyordu.''

Annesini dinleyip usulca ayrıldı yatağından. Geçerken telefonun ekranına dokunup saate baktı. Saat gecenin dördüydü. İç çekip içeriye doğru yavaş yavaş, bacağını tutup topallayarak yürüdü. Koltuğa oturup sırtını koltuk başlığına yaslarken ağrıyan bacağını da boylu boyunca uzattı ve annesi elinde kremle çıkıp gelene dek ovalayıp masaj yapmaya başladı. Hiç bu şiddetle bacaklarının ağrıdığını hatırlamıyordu.

İnci hanım gelip koltuğun yanına oturdu ve elindeki tüpün kapağını açıp kenarı koyduktan sonra kremi kızının bacağına sürdü. Hem kremi her yerine kaydırıp sürüyor hem de masaj yapıyordu. Bir süre İnci hanım Asude'nin bacağına masaj yaptı, Asude de sessizce oturdu. Ardından kalkıp odasına gidip geldi, elinde sıcak su torbası vardı.

''Bunu da bacağına koy, en çok ağrıyan yerlerine, sıcak su iyi gelir.''

Asude sıcak su torbasını alıp bacağına koyduğunda ilkin neden hazırda olduğunu sorgulamasa da bir kaç dakika sonra uykusu iyice açılmış, kafası da açılmıştı.

''Sen neden sıcak su torbası yaptın ki anne?'' dedi İnci hanıma.

''Midem kötüydü benim de, karnım ağrıyordu. Ben de uyuyamadım bütün gece. Sıcak su torbası yapmıştım iyi gelir belki diye.''

Asude gözlerini hafifçe açarak annesine baktı. Demek o da hastaydı, rahatsızdı, uyuyamamıştı bütün gece. Bir de hiç bir şey yokmuş gibi kendisiyle ilgilenmişti. Anne işte, evlatlarını düşünüyordu en çok, kaç yaşında olurlarsa olsunlar. Merhameti ilgi ve sevgileriyle yarışamazdı kimseler. Annesinin ağrısının dinmesi için içinden dua edip İnci hanıma baktı.

''Allah Allah, neden ağrıdı ki? Bir şey mi dokundu? İlaç içtin mi?''

''Bilmiyorum. İçmiştim yatmadan önce.''

''O zaman sen git yat anne, ben buna yeni su ısıtıp sana getiririm birazdan.''

''Yok yok, yatmayacağım ben. Senin ağrın geçti mi biraz?''

''Pek sayılmaz. Uyandığımdaki gibi ağlatacak şekilde ağrımıyor ama hâlâ çok ağrıyor. Sen neden yatmıyorsun, yat işte. Ne yapacaksın bekleyip?''

İnci hanım, ''Zaten yatsam da uyuyamıyorum. Oruç tutacağım midem biraz iyi olursa. O yüzden hiç yatmama gerek yok, nasılsa yine kalkacağım birazdan.'' dedikten sonra aklına gelen fikir ile birlikte kızına baktı yeniden.
''Aaa bak aklıma ne geldi?! Sıcak sulu havlu ile fizik tedavi gibi ayağını saralım, sonra yine ağrı kesici krem süreriz. O fizik tedavi gibi, çok iyi geliyor. Televizyonda da görmüştüm, doktorlar öneriyor. Hem çok kolay, su ısıtıp havluyu suya basıp sıcak sıcak bacağına saracağız. Dur ben su kaynatıp geleyim.''

Asude'nin bir şey demesine fırsat kalmadan oturduğu yerden kalkıp gitti İnci hanım. Asude sessizce oturup başını koltuğun kenarına yasladı ve gözlerini yumup bekledi. İçinden dua ediyordu, tesbih çekiyordu. Az sonra annesi gelmişti.

İnci hanım, elindeki su dolu küçük leğeni ve havluyu yere koyup kızından ayağını uzatmasını istemişti. Asude annesini dinleyip bacağını uzattı. İnci hanım havluyu sıcak suya sokup kızının bacağına sardı. İlkin bacağı biraz yansa da ses etmedi genç kız. Havlu soğudukça İnci hanım yeniden ısıtıp yeniden bacağına sarıyordu. Bu işlem bir süre devam etmiş, ve gerçekten de ağrısına iyi gelmişti. Hâlâ biraz sızlasa da ilk baştakine kıyasla gayet iyi hissediyordu artık Asude. Annesine teşekkür edip sarıldı sıkıca. Anneler değerliydi işte, her daim evlatlarını düşünürdü, kendilerinden bile önce. Duygulandı kız. Annesinin yanağına öpücük kondurdu. Bazen ona kızıp eleştirse de seviyordu annesini. Elinden geldiğince iyi davranmaya çalışıyordu ona.

Bu sırada odanın kapısında Kudret bey belirmişti. Uyku mahmuru gözlerle kızına ve karısına baktı. ''Hayırdır?'' dedi anlam vermeye çalışarak.

''Kızımın bacağı çok ağrıyormuş, ağlayarak uyandı. Sıcak su ile kendi fizyoterapimizi yaptık. Benim de midem ve karnım fenaydı, uyuyamadık.''

''Allah Allah..'' diye mırıldandı Kudret bey ve bir kaç saniye boyu bakışlarını onlarda gezdirdikten sonra sessizce tuvalete doğru gitti.

İnci hanım artık soğuyan suyu ve havluyu alıp banyoya geri götürürken Asude de bacağına yeniden krem sürmüştü. Sonra kalkıp mutfağa doğru yürüdü. Bu sırada annesi ile koridorda karşılaşmıştı.

''Oruç tutacak mısın anne?''

''Bilmiyorumki, tutarım herhalde.''

''O zaman hafif bir şeyler ye sen. Çorbayı ısıtayım.''

''Olur.''

Asude mutfağa geçip çorbayı ve tenceredeki diğer yemeği ısıttı. Babasının da tutacağını öğrendiğinde sofraya üç tabak koydu. Birlikte sahur yaptılar. Dişlerini fırçalayıp abdest aldı. Namaza kadar biraz Kur'an okudu, ardından sabah namazını kılıp yeniden yatağına girdi. Yorganına sıkıca sarıldı her zamanki gibi. Uykunun kollarına teslim etti kendini.


👩‍🎓👮‍♂️


''Kahvaltı yapmayacak mıyız ya!?''


Nil'in evde isyanla bağırması sırasında İnci hanım çamaşır makinasından çıkarttığı kıyafetleri sepete dolduruyordu.

''Biz oruçluyuz kızım. Sen geç mutfağa ne istiyorsan ye.''

''Off ya ne orucu, hepiniz mi oruçlusunuz?''

''Evet.''

Nil'in sitemli cümleleri devam ediyordu. ''Bana niye söylemediniz?''

''Biz gece uyuyamadık ayaktaydık, kalkmışken oruç da tutalım dedik. Sen zaten tutmuyorsun, zorlanıyorsun. Biz de bir şey demedik.''

''Uff tamam. Siz niye uyuyamadınız?''

''Benim midem kötüydü ablanın da bacağı ağrımış.''

''Aaa hiç haberim yok. Şimdi nasılsınız?''

Asude içinden güldü. Haberi yokmuş, haha! Ablasının ağlama sesine uyanıp uyu geçer diyen ve kendisi uykuya devam eden kız diyordu bunu.

''İyiyiz iyiyiz.'' dedi İnci hanım.

Asude ise o sırada odanın kapısına varan kardeşine bakıp ona hitaben konuştu.
''Bir de haberim yok diyorsun. Gece ben ağladım, sen de uyandın ne oldu diye sordun. Bacağım ağrıyor dedim, yat uyu geçer deyip uyumaya devam ettin. Çok önemsedin, taktın beni.''

''Gerçekten mi ya? Ben hiç hatırlamıyorum. Uykudandır.'' dedi Nil. Gülüştüler.

Nil ''Bari ben de yengemlerde kahvaltı yapayım. Yukarıya çıkıyorum.'' deyip üst kata gittiğinde İnci hanım da çamaşırları asmak için arka balkona çıkmıştı. Asude dersten sıkıldığını hissedip masanın başından kalktı ve odadan çıktı. Biraz balkonda oturup hava almak istiyordu. Ön balkona geçti. Mutfaktan geçiliyordu ön balkona, mutfağa gelmişken su içeyim diye musluğa yöneldi. Bu sırada babasının balkonda olduğunu ve telefonla konuştuğunu işitiyordu. Kiminle konuştuğunu anlamaya çalışarak kulak verdi. Dedesi falansa o da telefonu alıp bir selam verecekti.

''Avcı operasyonu için, evet. Adamların hepsini araştır, takibe alacağız. Şahin'i, Cevher Akbaba'yı ve Leon Kartal'ı özellikle iyi araştırın. O Türk-Yunan tüccar maskesinin arkasında başka şeyler de var gibi.''

Duydukları ile bir an durakladı genç kız. Bu neydi böyle ya, çok orijinal bir operasyon ve çok orijinal isimlerdi. Hayvanat bahçesi gibiydi mübarek. Gerçi işin içine girince, ciddiyetle yüzleşince vahşi doğa da denebilirdi.

Anlaşılan merkezden biri ile konuşuyordu babası. Eh, madem iş meselesiydi, onu ilgilendirmiyordu. Elindeki su bardağını dudaklarına yaklaştırdı. Tam bir yudum alacaktı ki oruçlu olduğunu hatırladı. Nasıl unutmuştu birden! Ah! Bardaktaki suyu balkondaki küpeli çiçeğin saksına dökmek üzere alıp balkona geçti. Babası hâlâ telefondaydı. Suyu saksıya boşaltıp derin bir nefes aldı. Hava güzeldi bugün. Baharın sonlarını yaşıyorlardı.

Kudret beyin yine Akbaba, Şahin, Kartal gibi isimler kullanması üzerine babasıyla göz göze gelip fısıldadı. ''Baba, bunlar nasıl şifreler böyle! Resmen belgesel işine başlamışsınız siz. Vahşi doğada bir gün! Ya da şey: Hayvanat bahçesinde bir tur! Dikkat edin de ava giderken avlanmayın bari. Hahaha ya! Resmen belgesellik operasyon.''

Kudret bey işaret parmağını dudaklarına ve burnuna götürüp hemşire gibi ''Sus'' işareti yaptı kızına. Asude gülse de, dalga geçse de, o burada önemli bir iş hakkında konuşuyordu.

Asude ''Tamam ya,'' diye fısıldayıp bir sandalyeye oturdu ve dışarısını izlemeye başladı. Araba sesleri, kuş sesleri, oyun oynayan çocukların sesleri birbirine karışıyordu mahallede. Bir de babasının telefon görüşmesinin sesi vardı tabi.

''Tamamdır Derman. O zaman bu işi Yiğit'e ve sana devrediyorum. Hadi göreyim sizi, halledin bugün. Yarın da ilk toplantımızı yaparız, çekirdek ekibimizi kesin bir şekilde belirleriz. Böylece operasyona sahada da başlayabiliriz. Gazamız mübarek olsun oğlum.''

Asude, Derman ve Yiğit komiserlerin ismini duyunca istemsizce kaşlarını kaldırdı, gözlerini hafifçe irileştirdi ve bakışlarını babasına çevirdi. Demek bu görevde beraberlerdi ha? Merakı artmıştı şimdi bak.

''Ne operasyonu bu baba?''

''Sana ne kızım? Ne yapacaksın ne operasyonu olduğunu?''

''Merak ettim ya!. Operasyonun ismi avcı, adamların isimleri de insan ismi mi vahşi doğa belgeselinden çıkmış yırtıcı isimleri mi belli değil. Ondan yani.''

''Etme canım sen, senlik işler değil. Sen kendi derslerini merak et. Bak, bu son senen. Mezun olacaksın.''

''Ffüff baba ya, iyi ki bir şey sordum ha, hemen konuyu okuluma getir zaten.''

Kudret bey sinsice gülüp içeriye geçerken Asude de arkasından ''İyi ki bir şey sorduk.'' diye mırıldandı.

Balkonda oturup babasının konuşmalarını ister istemez düşünürken isimler bir kez daha dikkatini çekti de, bu Şahin, sakın ha annesinin kuzeni, kendisinin de aşığı olan Şahin abi olmasın?!


Loading...
0%