Yeni Üyelik
31.
Bölüm

Benim Gönlüm Sarhoştur - 31

@sukunettekelimeler

Ev. Oturma odası. Bahadır bey. Safiye hanım. Asude. Nil.

Asude ve Nil bir koltukta, Bahadır bey ve Safiye hanım bir koltukta karşılıklı oturuyorlardı.

''Dede, bana hani bir keresinde düğün anısı anlatmıştın ya, Nil'e de anlatsana.''

''Hangini diyorsun?"

"Sarhoş olmuşsun ya o."

"Haa, boş ver, bir hata işte."

Bahadır bey olmasa daha iyiydi dediği bu anıyı pek anlatmak istemedi fakat Nil ısrar edince dayanamadı.

"Dede anlat ya, merak ettim. Merak etme kötü örnek almam. Ders alırım."

"İyi madem." diye başladı.

''Bizim orada, Osmancık köyünde düğün var dediler. Ama kış, kar çok yağıyor. Daha çok genciz. Genelde düğünlere tanıdık tanımadık gidilirdi, eğlenmek için. Buna da arkadaşlar gidelim dedi. Kalktık, düğüne doğru gidiyoruz. Jeep tutalım dediler, tuttuk. Kara saplandı kaldı, çıkamadık. Biz de jeepi bayır yukarıya itekliyoruz. Ama çantalarımızda içki de var.''

''Neden?''

''O zamanlar öyleydi, anlatacağım dur. Jeepi itekliyoruz olmuyor. Bir arkadaşa sen çıkamıyorsun git geri, dedik, biz yaya gideriz. Şişeleri açtık, lıkır lıkır içe içe gidiyoruz. Hava zaten buz gibi, rakı da soğuk. Köye gittik, çalgılar karşıladı langur lungur. Bir eve götürdüler bizi, evde içki sofraları hazırlanmış, orada da biraz içtik. Eskiden neden bilmem, bizim oralarda hep böyleydi. Köylerde düğün olunca içki de ikram edilirdi, sofralar kurulurdu, millet yer içerdi. Fıçılarda alkol vardı dolu dolu. Güya eskiler daha muhafazakar derler ama bu konuda nedense öylelerdi. Gelenekçilik işte, İslam'ı değil öğrenilen kültürü yaşıyorlardı aslında. Yaşıyorduk yani. Normaldi o zamanlar, düğünlerde içilirdi. Davul zurna çalardı, millet oynardı köy meydanlarında. Şenlik gibi olurdu. Neyse...

Sonra dışarıya çıktık. Millet tabi toplandı dışarıya. Oynuyor kimisi. Çalgılar çalmaya başladı, ben de oynamaya başladım. İki üç sefer döndüm, sonra başladım bağırmaya: Yanıyoruum yanıyoruum! Bir de yalak var dışarıda, hani hayvanlar su içsin diye yapılır ya, oluk, onlardan. Yanıyorum ya, daldım olluğa. Yattım içine. Her yerim oldu sırılsıklam su. Sonra çıktım, yine oynuyoruz, iki döndüm bir çömdüm, elimi çamura bir vuruyorum, her tarafım batmış, bilmiyorum ki kendimi. Aklım başımda değil. Ondan sonra benim şalterler atmış, birileri beni almış, bir yere, bir eve götürmüş atmışlar. Arkadaşlarım beni bırakıp gitmiş. Yatıyorum tabi evde, ama kimin evinde yattığımı da bilmiyorum. Kapı gıcırtısı duydum. Gözlerimi açtım. Yeşil bir kapı vardı, yağlı boyayla boyanmış. Baktım bir tane nine, elinde bastonla girmiş içeriye, ocağın başına oturdu, bastonuyla ateşi kurcalıyor. Ben kendime yeni gelmişim. Öhö öhö yaptım, öksürdüm. Ninem baktı böyle,''

Bahadır bey sesini inceltip ninenin taklidini yaptı. ''Oğluum, kendine geldin mii?''

Bahadır beyin sesinin inceltmesine hepsi gülmüştü. Yaşlı adam devam etti.

''Geldim nine, dedim, geldim. Ama düğün sesi duymuyorum, dedim. Oğlum, dedi, düğün biteli iki gün oldu!''

Hepsi kahkahaya boğulmuştu.

''Seni bırakıp gittiler, dedi.''

Safiye hanım ''Arayan soran yok muydu seni?'' diye sordu merak ederek.

''Yok,''

''Ne vefalı dostların varmış dede,'' diye takıldı Nil.

"Arka tarafta hemen giyindim, nine ben gidiyorum dedim. Oğlum, şişede durduğu gibi durmaz bu rakı, dedi bana ninem. Nine, söz veriyorum sana, bir daha ağzıma içki koymayacağım, dedim. Bir daha da ağzıma içki koymadım. Sonra o köyden kalktım geldim, iki üç saat yol yürüdüm. Evin oraya geldim, arkadaşları yakaladım, ulan siz beni neden sattınız, dedim. Niye bıraktınız beni başkalarının evinde. Bir daha da hiç içmedim işte, öyle...''

''Ondan önce içiyor muydun?''

''Gençlik, cahillik işte. Ben bir sefer içtim anlattığım köyde, o da beni öküz gibi bağırttırdı zaten. Bir daha da içmedim. Allah affetsin. İnsanın aklını başından alıyor işte bu illet. Hayvanların su içtiği oluğa kendimi atmışım, çamurlara bulanmışım, kendimi oraya buraya vurmuşum. Aklı başında bırakmıyor. Her türlü kötülüğe de sebep oluyor işte, aklın ve iraden yerinde olmayınca. Boşuna yasaklanmamış, Rabbimin bildiği var da haram kılmış, içmeyin demiş. Aklı başında insanlar bile ne kötülükler yaparken, sarhoş kafayla, kendinde olmadığında kim bilir ne pislikler yapılır. Rabbim muhafaza etsin.''

"Amin."

Bahadır beyin anlattığı anı üzerine biraz daha konuştular, ardından Safiye hanım konuyu değiştiriverdi. Aslında karı-koca bir huyları da konuyu zamansızca başka yere getirebilmek, bir diğer noktaya atlamaktı. Bunda uzmanlardı. Asude buna uzun süre alışamasa da sonradan çok garipsememeye başlamıştı. Hatta bunu bazen başını dertten kurtarmak yahut konuyu kıvırmak için kullanıyordu.

"Asude kızım, sana aldığım yeni elbise arka odada, dolapta asılı. Bir dene de görelim bakayım."

"Ben onu nasıl unutmuşum! Hemen deneyeyim."

Genç kız arka odaya geçti çabucak. Dolaptan kendisine alınan, yallnızca fotoğrafını gördüğü elbiseyi bulup şöyle bir baktı. Çok hoştu. Zarifti. Abartısız ama güzel. Üzerindeki etek ve tişörtü çıkartıp elbiseyi giyindi. Aynanın karşısında durup üzerinde nasıl durduğuna baktı. Beklediğinden çok daha iyiydi! Bir genç kızın çok sevineceği bir şey varsa o da kendisine yakışacağını düşündüğü elbisenin kendisine harika uyum sağlamasıydı.

Kendisini bir prenses gibi hissederek elbisenin eteklerini tuttu ve içeriye doğru adeta süzüldü. Kapıdan girip kendi etrafında döndü, gülümsüyordu.

"Ayy çok yakıştı valla kızım."

"Benim kızlarıma her şey yakışır, güzel kızlarım benim. Kimseye vermeyeceğim onları, kocaya mocaya yok."

Asude ve Nil, Hasret'in evlenmesinin üzerinden bir kaç hafta geçmesine rağmen hâlâ dedelerinin aynı lafı söylemeye devam etmesine gülmeden edemiyordu. Küçük birer kahkaha attılar. Safiye hanım da kocasına sataşmadan edemedi.

"Aman be adam, sanki sana soracaklar giderken. Bak, giden gidiyor. Hani Hasret? Kocasının yanında."

"Soracaklar tabi," deyip geçiştirdi Bahadır bey. Bu sırada Nil de Asude'yi süzüyordu.

"Gerçekten süper oldu abla. Şu an Kleopatra gibisin. Ahaha."

Asude "Fotoğrafımı çeksene," deyip telefonunu sehpanın üzerinden aldı ve kardeşine uzattı. Bir kaç poz verdikten sonra kendisini koltuğa bıraktı.

"İyi iyi, ben de giyerim artık. Güzel elbise için teşekkürler babanne."

"Hıı giyersin. Ancak rüyanda."

"Bak bu ablam hep böyle, ona almayın bir şey, bana alın. Paylaşmayı bilmiyor."

"Ben gayet cömert ve paylaşımcı biriyim ama kıayfetlerimi senin gibi bir günde yıpratan, leke yapan, bir şekilde zarar veren pasaklı kardeşten uzak tutmayı tercih ederim."

"Üff, iyi ki bir iki kıyafetine yanlışlıkla hasar verdik!"

"Bir iki?! Hahah, çok komiksin Nil!"

Asude bir yandan kardeşine laf yetiştirirken bir yandan da Özlem'e mesaj yazıyordu.

Asude: eee napıyorsun Özlemcimm

ben de napayım işte seni özlüyorum falan

- fotoğraf gönderildi-

nasııl

Özlem: elbise güzel

Mesajı okuyunca biraz eksik hissetti. Beklentisini karşılamamıştı cevap. İnsan sadece elbise güzel mi derdi yahu! Buzdolabı olmakta sınır tanımıyordu bu kız! Yakışmış, güzel olmuşsun, çok hoşsun falan deseydi bari. Arkadaşına yarı alay yarı iğneleme ile karşılık yazdı.

Asude: haha, ama içindeki değil ha?

Özlem: içindekini her zaman gördüğümüz için güzelliğine alışığız

Asude güldüğünde hepsi ona bakıyordu. Oysa sessizce gülümsemişti. Özlem'i tam da buzdolaplığı ile itham etmişken bunu yazması hoşuna gitmişi açıkçası, eheh. Ama üzerindeki gözler hoş değildi tabi.

"Kimle yazışıyon bakayım sen?" diye sordu Bahadır bey. Sesindeki gülmeden bir şeyler ima ettiği belliydi. "Gülüyor bir de. Bunda bir şeyler mi var ne?"

"Yok be dede, ne olacak. Zor beğenir senin bu torunun, hiç anlamaz da öyle şeylerden. Niyeti de yok, dünya umrunda değil. Özlem, Sıla, ya da Hasret ablamla konuşuyordur kesin. Hayatının aşkları."

"Aynen." demekle yetindi Asude, Nil'in söylediklerine katılarak. Özlemle konuşuyordu. Hiç anlamıyordu böyle şeylerden. Aklına Yiğit gelmemiş olsa şayet, "Hiç işim olmaz, ne zorum var, deli miyim ben de rahatımı bozacağım," diye eklerdi kesin. Fakat şimdi eklememişti bu cümleleri, çünkü yalan söylemiş olurdu.

"Zaten bir kaç saat sonra buluşmayacak mıydınız siz Özlemle?"

"Buluşacağız babaanne."

"İyi iyi, bu elbiseyle git Asude. "

"Öyle yapacağım. Çok teşekkür ederim tekrar tontişim benimm!"


👮‍♂️👩‍🎓


Nil'i on saat bekledikten sonra şükür ki evden çıkabilmişlerdi. Şu kardeşini hiç anlamıyordu, ne vardı sanki kaç saat hazırlanacak. Altı üstü çabucak giyineceksin. Asude çoğunlukla on dakikada giyinip evden çıkabilen biri olarak kız kardeşi Nil'in bir saat boyunca oyalanmasına katlanmakta zorlanıyordu. Nil'in açıklaması ise "Başörtümü doğru düzgün yapamıyorum. Tabi sen takmadığın için anlamıyorsun zorluğunu," idi ama Asude için bu bahaneden öte bir şey değildi. Tesettürlü olmasa da başörtü taktığı yerler ve zamanlar oluyordu, ve gayet de çabucak halledebiliyordu bu işlemi. Hem zaten Nil başını örtmekten ziyade ağır ağır hareket ettiği için çok zaman harcıyordu. Başka zaman tezcanlı olan kız, giyinip süslenirken öyle bir eli yavaş oluyordu ki sormayın.

Üstelik çarşıya geldiklerinde Nil bir yerlere uğraması gerektiğini söylemişti. Eh, madem yolları ayrılacaktı, neden beklemişti bu süslünün hazırlanmasını! Erken çıkar gelirdi.

Derin bir nefes alıp kardeş bunalımını atlatmaya çalışmış, "Tamam Nil, beni delirtmeden git, ne yapacaksan yap hadi." demişti genç kız. Şükür ki beş dakikanın sonunda, Özlem ve Şule ile buluşacakları yere gelmişti. Çok bilinen bir yerdi burası, bu caddenin meşhur mekanlarından biriydi. Genelde arkadaşlarıyla burada buluşurlardı. Asude kapıya yüzü dönük olacak şekilde oturdu. Özlemler geldiğinde kolayca görmek istiyordu.

Beş dakika kadar sonra Özlem ve Şule gelmişti. Kucaklaştılar ve selamlaştılar hemen. Özlem ve Şule, onu daha rahat görebilmek adına Asude'nin karşısına oturdular. Nil'in nerede olduğunu sorduklarında birazdan geleceğini söyledi ve o gelene dek sohbet ettiler, siparişlerini verdiler.

Bir ara sohbet İtalya'da yaşanan bazı sıkıntılı durumlara gelmişti. Şule tarafından. Haberlerde gördüğü şeyleri aktarıp üzerine yorum yapmıştı. Sohbet normal gidiyordu, ta ki Şule yeniden konuşana dek.

"Bu İtalya'nın da nasıl bir şansı varsa darmaduman oldular yaa. Üzülüyorum. Güzelim ülke ne hâle geldi. Ben daha gezecektim oraları. Avrupa'da gezmek istediğim iki üç ülkeden biriydi. Eğer İtalya'da tüm kadınlar ölürse Müslüman İtalyan erkeklerine talibim ben."

Asude aniden gelen kahkahayı bastıramadı ve gülmeye başladı. Boşluğuna denk gelmişti, gülmesi uzun sürdü.

Özlem ise kardeşine donuk donuk bakmıştı ve başını iki yana sallamıştı.
"Yok artık Şule..."

"Ne var abla ya? Sen İtalyan erkeklerinin namını duymadın mı? Görmedin mi biskolata erkeklerini? Reklamlarda bile mi görmedin?"

Özlem "Gördüm," dedi ruhsuzca. Umrumda da değil dercesine. Asude ise giderek daha fazla gülüyordu.

"Bak abla, hem İtalyanlar Türkler'e benzerler, ağırdırlar, evlerine çok düşkündürler. Güzel seçim yani."

Özlem hafifçe göz devirirken Asude "O haberdeki konuyu konuşurken gidip bunu düşünmen, aklıma asla gelmezdi bu Şule, tebrikler." deyip gülmesini bastırdı.

"Aynen. Okulda da herhalde sen İtalyan erkeklerini falan öğreniyorsun? Hangi ülkenin erkekleri nasıldır başlığı ne zamandır var müfredatta?"

"Yok, ben kendim öğreniyorum abla. İtalya'yı beğenemdiysen Amerika olsun? Ya da Afrika. Amerika'ya her türlü imkan var da, Afrika olsun bence. Süper bir deneyim olur."

"Atalım seni bir kabileye Şuleciğim, kabile reisi kraliçe anası olursun."

"Aynen abloş, hem aşırı ekstrem şeyler vardır orada."

"Afrika savanlarında kaplanlar tarafından kovalanma da."

"Hahah, Asude abla süpersin. Abla sen, sense hiç eğlenceli değilsin. Hep böylesin bu konularda."

"Sevmiyorum bu konuları."

"Sevme sen daha sevme, hayatının aşkını bulamayacaksın bu gidişle. Yahut hayat arkadaşını. Gidip erkek peşinde koş demiyorum ama çok da kapalı olma yani. Alıcı gözüyle süz birilerini, beğendiğin olursa kaptırma. Bak, kör topal birine kalırsın sonra. Mecaz anlamda diyorum tabi, karakter olarak kör topal. İyiler kapılır, sana da çürükler kalır."

Asude hemen araya girdi ve imalı bir ses tonuyla konuştu arkadaşına. Sonra da içinden sinsi sinsi güldü. "Kız haklı, biraz gözünü aç canım. Sonra bu konular derdin olur, derman bulamazsın, benden söyemesi."

Özlem, Asude'ye iflah olmazsın sen bakışlarını yollayıp hiç aldırmadan şişesine uzandı ve bir kaç yudum su içti.

"Bu Nil nerede kaldı yaa."

"Valla Şuleciğim, Nil gelene kadar ben Özlem'in bile kuşağını bağlarım. Düşün, Özlem'in diyorum!"
"Neyse, hakikaten, yeni rolüm bu, Özlem'in kuşağını ben bağlamak istiyorum. Kınasında göbek de atıcam."

"Füüf, üç sene sonra gelecek herhalde."

"Üç az, yedi olsun o."

Nil aniden masanın yanında belirmişti. "Geldiiim."

"Hoş geldin gönlümüzün sultanı, canım arkadaşım."

Nil "Hoş buldum," deyip ayaklanan Şule ve Özlem'e sarıldı. "Bakıyorum ablam yine beni methediyor."

"Aynen Nil, erkenciliğinle methediyordum seni. Eheh."

Nil de ablasının yanına oturdu ve nereye neden uğradığından başlayıp kısaca açıkladıktan sonra hal hatır faslına, oradan da başka sohbetlere kulaç attılar.

Az sonra Asude'nin bakışları çoğunluğu cam olan duvardan karşıya takılı kaldı. Camın arka tarafı, karşılarındaki diğer bir mekanı gösteriyordu. Dış kısmı gayet netti. İki mekânın aralarından yalnızca bir yol geçiyordu. Ve karşıdaki masada oturan tanıdık bir sima vardı sanki. Gözlerini kısarak yeniden dikkatle baktı, yanlış görüp görmediğinden emin olmak istiyordu.

Evet evet, adam kafasını çevirince emin olmuştu, Aras hocaydı bu, liseden edebiyat öğretmeni! Çok iyi bir adamdı, anlayışlı, kibar, saygılı, sevecen, ağırbaşlı, eğlenceli, titiz, kendini sevdiren biriydi. Ve dinleyip dinleten. İnanan bir insan değildi maalesef, fakat derste tüm dinleri araştırmakta olduğunu söylemişti. Kutsal kitapları okuyor olduğunu, İncil okudğunu, içine oturan bir taneyi bualamadığını. Onun için dua ederdi aklına geldiğinde. Adam herkesin fikrini ne olursa olsun sabırla dinler, önemser, asla aşağılamaz, küçük görmez, yargılamaz, kötü bir hava hissettirmezdi. Bununla birlikte harika bir diksiyon, hitabet, bilgi dağarcığı ve ses tonuyla kendisini de karşısındakine dinletmekte bir numaraydı. Ne anlatırsa anlatsın, en basit bir şey bile olsa bahsettiği, pür dikkat dinlenirdi. Hipnoz eder gibiydi muhatabını. Aras hoca İslam'ı anlatsa, bu dini ondan dinleyen bir çok kişiye derinden etki edeceğine emindi. Harika bir mücahit olabilirdi bu yetenekle.

"Özlem, bak, Aras hoca!"

Özlem şaşırarak arkadaşının baktığı yere baktı. Arkasına dönüp karşı mekanın dış kısmında oturan adamı fark etti. "Aaa evet! Yalın hoca da orada, bak şu taraftan geliyor Aras hocaya doğru."

Yalın hoca ve Aras hoca çok iyi anlaşırlardı. Görünen oydu ki hâlâ görüşüyorlardı, yakın arkadaşlıkları sürüyordu. İkisi de birbirlerine benziyordu zaten. Sevilen iki sempatik hocaydılar. Kızlar lise zamanındayken daha gençtiler tabi, şimdi biraz daha yaş almışlardı eskisine göre. Fakat bu yaşlar ikisinden de, özellikle Aras hocadan, sempatiklik ve yakışıklılıklarını alıp götürememişti.

İki arkadaş da heyecanlanmıştı. Kafalarında aynı soru vardı aslında: gidip selam versek mi?

"Ayy abla hadi gidip selam verelim!"

Nil'in heyecanlı sesini işitince fark etti Asude, kardeşi da tanıyordu bu iki hocayı. O da kensiyle aynı lisede okumuştu, bu iki hocayı çok seviyordu.

"Emin misin, tanırlar mı?"

"Tanırlar tabiki, biz onları tanıdık ya. Hem ikisinin de hafızası çok iyi, bilmiyor musunuz sanki."

"İyi madem, gidip selam verelim."

"Siz gidin, ben bekleyeyim. Hem sanırım şu garson arkadaş siparişlerimizi getiriyor."

"Tamamdır Şule. Hemen geliyoruz."

Şule masada kalıp karşı taraftan elinde tepsiyle yanına doğru gelen gence doğru baktı. Onu bir başka karşılaşma bekliyordu, ve az önce yanından ayrılan üç kız gibi sevinçle karşıladığı bir karşılaşma olduğunu sanmıyordu.

Asude, Nil ve Özlem adımlarını öğretmenlerine doğru atarken karşı mekânın hava sahası içerisine girmişlerdi bir iki dakika içinde. Özlem ve Nil önden gidiyor, Asude en gerilerinden yürüyordu. Aras hocasının yanından kalkan kırklı yaşlarda iki sarışın adam ve Yalın hoca bir başka tarafa gitmeye koyulmuştu. Aras hocası ise elindeki telefona bakmaya başlamıştı. İki sarışın adamın Hollandalı olduğunu tahmin ediyordu. Eskiden lisede kardeş okul projesi kapsamında okullarına da gelirdi Hollandalılar. Onlardan olduklarına emindi.

Fakat bir sıkıntı vardı. Masaların üzerinde duran şeyleri fark etti de, nargile miydi onlar? Nargile içilen bir mekandı burası demek ki. Burnuna sigara kokusu da çalınmıştı. En önemlisi, bir başka koku vardı etrafı saran. İlk kez içine düşse de ne olduğunu biliyordu. Bir iki masanın üzerinde duran şişeler ve bardaklar gözüne takılmış, anlamıştı. Alkollü içecekler. Alkolün ta kendisi.

Bir hoşnutsuzluk hemen yayıldı içinde. Burasının böyle bir mekan olduğunu bilmiyordu. Özlem de benzer duyguları yaşıyordu. Tesettürlü haliyle bu mekânda epey garip durduğuna emindi. Bir an evvel çıksalar iyi olacaktı. Rahatsız olmuşlardı.

"Hocam! Nasılsınız!"

Nil bunların hiçbirisini önemli görmemiş, hocasına odaklanmıştı. Adam başını kaldırıp üç kızı karşısında görünce ilkin tanıdık gelen suretleri sonradan netlik kazandı. Tabi ya, öğrencileriydi bir zamanlar bu genç kızlar. İsimlerini tam hatırlamasa da suretlerini kolay kolay unutmazdı. Ama Nil'n ismini de anımsıyordu, her bayram hâlâ mesaj atıyordu kendisine bu öğrencisi, vefalı biriydi.

Kısa bir nasılsınız, şu an ne yapıyorsunuz faslı geçerken arada, Asude yalnız bir iki cümle kurabilmişti. Özlem de öyle. Nil ise konuşup duruyordu. "Demin Yalın hocayı da gördüm, ona da selam vereyim öyle gidelim," deyip adamı beklerken Aras hocayla muhabbet ediyordu ayaküstü.

Özlem ve Asude ayakta dikiliyorlar, Özlem öylece dikilip hocasını dinlerken Asude kollarını birbirine bağlamış, bir türlü susmayan kardeşini pataklamak istiyordu. Artık gitmelilerdi. Çünkü bu koku ona bir şey yapmıştı, hissediyordu. İçinde bir şeyler çalkalanıyor gibiydi. Hiç iyi etkilenmemişti bu kokudan.

"Saçmalama Asude, içkinin kokusundan da etkilenmez insan herhalde. Abartma."

Kendine verdiği teselli yerini bulamadı çünkü içi iyice bunalmış ve bulanmıştı. Şükür ki Yalın hoca lavobodan dönmüş, ona da selam vermişlerdi. Olduğu yerde beklerken hafifçe sağa sola sallanan Asude birden dengesini kaybeder gibi olup toparlandı, sallanmayı bıraktı. Sonunda hocalarına veda edip kafeden çıkmak üzere ahşap verandada adım atarlarken genç kız dengesini kaybetti, başı dönmüştü, düşecek gibi oldu. Özlemin kolundan tutup destek aldı ve dengesini toparladı fakat arkadaşını kolunu bırakmadı. Başı dönmeye devam ediyordu, destek almak iyi olabilirdi.

"Burasının böyle bir mekan olduğunu biliyor muydunuz?"

"Ben biliyordum."

"Aferin Nil. İnsan söyler. Bilseydim gitmezdik."

"Niye ki, ne olacak?"

"Sence de garip olmadı mı öyle bir yerde bulunmamız? Ben rahatsız hissettim açıkçası. Ki siz tesettürlü olarak daha da garip hissetmiş olabilirsiniz. Bir de benim başım döndü kokudan, dönüyor."

"Ben de rahatsız oldum ama başının dönmesi biraz abartı sanki Asude. Garip."

"Yani abla, içmeden sarhoş olmazsın merak etme, kokudan kafan güzel olmaz. Relaks ol."

Kendi masalarına doğru yürürken Nil yeniden lafa girdi. "O değil de, düşünsene, biri bizi görüyormuş abla, ne komik olur."

"Hiç komik olmaz, rezalet olur Nil."

"Şok şok şok, iki tesettürlü kız alkollü mekanda görüldü, manşetlerde."

"Nil vallaha bazen çok boş yapıyorsun."

Masaya varıp eski yerlerine yerleştiklerinde Şule "Eee, tanıdı mı hocanız sizi?" diye sordu. Giderken epey heyecanlı olan Asude ablasının şimdi biraz durgun ve kendinden geçmiş olduğunu fark edince "Sen iyi misin?" dedi meralkanarak.

"Ablam yalnızca kokudan etkilendiğini ve midesinin bulanıp başının döndüğünü düşünüyor, ama iyi. Kuruntu yapıyor."

Kuruntu falan yapmıyordu genç kız. Yaşamıştı işte, koku etkilemişti onu. Kokunun bile kendisini etkilediğini öğrenmişti az evvel, hayatta yanına yaklaşmazdı o illetin. Dedesinin sabah anlattığı anı aklına geldi, kesin kendisi bir bardak içse, (Allah korusun) dedesinin kim bilir kaç bardak içtiği hâli kadar kafası güzel olurdu.

"Yani, pek mantıklı gelmedi kokudan etkilenmek."

Şule'nin de Nil'e katılması üzerine Asude konunun üzerinde durmadı. "Geçti bitti, şimdi yemeğini ye, çayını iç, kendine gelirsin, toplarsın."

Şule ve Nil sayesinde yemek yerken konuştukları konu sinema ve filmlerdi. Özellikle de Şule bugün çenesi düşmüşcesine konuşup duruyordu.

"Benim sinemada izlediğim ilk film Avatar'dı. Daha ilk okula falan gidiyordum, sınıfça izlemiştik. Şimdi düşünsene, bir kaç yıla ikincisi geliyor. Ahh çok duygusalım, o günü o kadar net hatırlıyorum ki. O filmin ikincisine sevdiceğimle gitmek istiyorum. Gerçi o zamana ilk buluşmalarımız olur herhalde henüz olmayan sevdiceğimle, ilk buluşmaya da sinemaya gidilmez ki. Sanki çocuğu gizli saklı bir yere çağıracağım gibi. Ama yine de diyeceğim, benim için bu kadar özel olan bir şeyde hatırası olsun ister bence, minnoş ya. Üçüncüsü de 2024'te gelecekmiş, çocuğumuzla gideriz ona da hahaha. Ya ben buna ilk gittiğimde acayip bir şeydi, böyle el kadar bebeğiz, 3D diye bir şey izliyoruz. Bir de cahiliz, arkadaşımla ben en önü kapmak için koşmuştuk. Sonra bi baktık bizim dışımızda oturan yok."

"Hahah. Evet Şule ya, çok güzel bir filmdi."

"Ya keşke şöyle bir kaç ay sonra olsa Nil, sizle gitsek. Ama 2021 sonuymuş, yuh yani."

Asude lafa girdi. "Gideriz yaşarsak. Şimdi Çin'de virüs çıktı falan diyorlar, bakalım nolacak."

Özlem de hak verdi. "Aynen, 2019 ve 2020 levelini bir atlatalım da hayırlısıyla, neden olmasın."

Kızların film sohbeti sürerken Asude, karşısında oturan Özlem'e dönüp bir başka sohbet açtı. Zaten Nil ve Şule kendi aralarında kaptırmış gidiyorlardı.

"Özlem ya, uzaya gönüllü Türk yollamak istiyorlarmış."

"Kim?"

"Türkiye. Sıraya gireyim diyeceğim ama kesin zengin abiler gider, üğüğühü."

"İyi güzel de, hangi teknolojiyle, hangi uzay mekiğiyle yollayacaklarmış?"

"Bilmiyorum ki, 2023 planların açıkladılar uzayla alakalı, orada vardı. Bir anda patlar belki, belli olmaz ehhe."

"Güzel olur mantıken. Yani ülkemizin de ilgilenmesi, sadece yabancılara kalmaması."

"Aynen. Neyse o kısmı geç sen,onu da hallederiz, ama bir uzayımız yok mu şöyle atlayalım gidelim?"

Asude'nin hülyalı hülyalı ve oldukça istekli uzaya gitme hevesleri üzerine Özlem güldü.

"Gül gül. Canıma tak etti artık. Atlıycam rokete, fiyuu. Bak ne dert kalıyor ne tasa, o roketteki adrenalinle."

"Ben kanatlanıp göğe doğru uçsam yeter, uzay sonraki level."

"Özlemciğim, ben o kısmı hayallerimde çoktan aştım. Onu hiç demiyorum bile. Gerçi benim kanatlarım yok, uçan balonlarım var, onlarla uçuyorum göğe."

"Oo süper."

"Ama uzaya çıkmıyor onlar."

"Geliştirirsin çıkar Asudecim, hayal bizim değil mi?"

"Doğru, bizim." deyip gülümsedi Asude, gülümsedi Özlem.

Sohbetler devam ederken bir ara Asude yanında oturan Nil'e döndü. Onun geç gelişi aklına düştü. Sonra da ortak hocalarını karşıda görmesi. Heyecanla atıldı.

"Nil, biliyor musun, Aras hocayı gördük! Yalın hoca da vardı."

Asude merak ve ilgili bir "öyle mi, nerede," sorusu bekliyordu ama karşılaştığı çok daha farklı bir tabloydu.

Nil kahkaha atmamak için kendisini tuttu. "Karşı mekânda mı yoksa abla?"

"Evet, nerden bildin, söyledik mi? Unuttum mu söylediğimizi yoksa?"
Genç kız ikinci kez söylüyor olabileceği için böyle meraksız bir tabloyla karşılaştığını sanıyordu.

Nil'in bu kez verdiği cevap alaylıydı. Ablasının akıl sağlığından şu an cidden şüphe ediyor, inanamıyordu hâline. Şaka değildi herhalde, cidden etkilenmişti demek kokudan. "Yanındaydım, beraber gittik ya hani? Sen içmeden kafayı buldun cidden abla. Haha. İçsen kim bilir ne halde olursun."

Kızlar ufaktan gülme krizine girerken Asude oldukça utanmış ve rezil hissetmişti. Yine de onların gülmesine eşik etti. Yoksa bu rezil olmuşluğunu bastıracak bir şey bulamayacaktı. Kafasında bir şarkı sözü döngüye girmeye başladı.

"Benim gönlüm sarhoştur, yıldızların altında..."


Loading...
0%