@sukunettekelimeler
|
Asude, yemekten sonra mutfağı toplarken aklına Hulusi dedesi gelmişti. Annesinin babasıydı o da. Üç dört yıl evvel vefat etmişti. Arada böyle onu yad edip anıları hatırlar ve ağlardı. Bir de radyoda Pinhani'nin "Yitirmeden" şarkısı çalıyordu yaraya tuz basar gibi. Nasıl ağlamasındı şimdi Asude? ''Durup düşünmeye zamanın olur mu? Özlemişti o dedesini de. Anıları hücum etti zihnine. Ah ah, Hulusi dedesi! Sessiz sakin adamdı. Yer içer, bahçede otururdu. Misafire çok önem verirdi. Evde ne var ne yoksa yedirip içirmek isterdi. Ahşap oyardı, çeşitli şeyler yapıp dağıtırdı insanlara. Bazen kudal, kaşık, baston; bazen başka şeyler... "Benden hatıra saklarsın." diyerek Asude'ye de yapmıştı hepsinden. Evde, yatağının altında duruyordu hepsi. Yatağın altından bir şey almak için açınca onları görüyor, yine gözleri doluyordu. İnsan ne garipti. Bir vardı bir yoktu. "Bir varmış bir yokmuş" sözü ne doğruydu. Dünyada bir varlardı, bir yoklardı. Şimdi dedesinin hep oturduğu pencere önü, çardaktaki masa, koltuğun köşe kısmı boştu. ''Sarıl her fırsatında o insana Hulusi dedesinin vefatı üzerine çok ağlamıştı. Saatlerce. Kuzenleriyle birlikte birbirlerine sarılıp ağlamışlardı. Birbirlerine hem destek olup hem acılarını paylaşmışlardı. Sonra bir ara sakinleşmisti ama mezarlıkta selâ sesi işitilirken küçük kuzeni göğü işaret edip sesi kast ederek "Dedemi mı diyorlar Asude abla?" demişti. Başını sallamıştı. Hep duyup önemsemeden geçilen o selâlar kimileri için acıydı, hasretti... Anlamıştı en derininden. Sonra kuzeni tabutu gösterip "O dedem mi?" demişti. "Evet" demişti zorla. Ölümü daha ilk kez anlayan, o andan evvel hâlâ koşup oynayan ve gülen küçük kuzeni, o an ağlamaya başlamıştı gerçeğin farkına varıp. Dedesini toprağın altına gömüyorlardı. Koşarak mezarlığa girmişti. Asude engel olmaya çalışsa da tutamamıştı çocuğu. Çocuk da bir kürekle toprak atmıştı mezara. Asude, küçük çocuğun ağlaması ile daha da çok ağlamıştı tekrar. Sonra yine sakinleşmisti işte. Gözyaşı bile yoruluyordu. İnsan istemese de hayata devam ediyordu. Ölenle ölünmüyordu, doğruydu. Can yansa da hayat devam ediyordu. ''Ömür, ömür sanki bir kara kutuymuş Dedesinin ölümü ona hayatın kısalığını hatırlatmıştı. Dersleri, okulu yahut başka şeyleri öne koyup dedesini ziyaret etmediği her anın pişmanlığını yaşamıştı. Dedesine ''Dedeciğim, canım dedem'' gibi şeyler dese de ''Seni seviyorum.'' demiş miydi emin olamayıp acısını çekmişti. ''Keşke sık sık deseydim, keşke emin olsaydım söylediğimden.'' diye geçirmişti kaç kere içinden. Ona sarılmadığı anlara acımıştı. Kendisine kızmıştı. Ölümün acısı yetmez gibi kendisini de suçlamıştı böyle durumlardan ötürü. Pişmanlık çekmişti. Ne menem duyguydu şu pişmanlık! Ama ders olmuştu ona tüm bunlar. Hulusi dedesinin vefatı sonrası değişmişti yavaş yavaş kız. İnsanlara daha sık sarılır, onları sevdiklerini söyler, ziyarete gider olmuştu. Sevdiği şeyleri öne koymuştu hep. Onu ve sevdiklerini mutlu edecek şeyleri. Okulu, dersleri, başarıyı, zirveyi değil. O, kendi mütevazi dünyasında kendi çapında bir başarı ile yetinebilirdi, yeterki sevdikleri yanında olsun ve onlarla ilgili pişmanlıklara sahip olmasındı. Çok iyi hatırlıyordu, dedesinin vefat haberi gelince babaannesi ve Bahadır dedesi de aramışlardı onu. Şehir dışında oldukları için hemen gelememiş, önce telefon etmişlerdi evlatları ve torunlarına. ''Kendinize iyi bakın! Size zarar verecek şeylerden uzak durun. Sizi de kaybetmeye dayanamam!'' demişti onlara ağlayarak. İşte o gün bu gündür Asude içinden gelen yapıyor, içinden geldiği gibi davranıyor, canının istediğini yapmaktan geri durmuyordu. Yapılmayan şeylerin pişmanlığındansa yapılanların pişmanlığını çekmeyi sevmişti bu hayatta. En azından keşke yapsaydım diye kendini yiyip bitirmezdi. Bu hâli bazen arkadaşlarına delice geliyordu. Mesela ertesi gün finalleri olduğu halde kalkıp amcası ve dedesiyle gezmeye gitmişti. Çünkü o an canı onlarla vakit geçirmek, onların yanında olmak istiyordu. Onları özlemişti. Ders geri getirilebilir, okul yenilenebilirdi. Ama sevdikleriyle geçirilen zamanı yenileyemezdi insan. Bir gün gelir ne zamanı geri getirebilirdi, ne sevdiklerini. Bu kadar basitti hayat. Bir kaç gün sonra ölsen, keşke demeyeceğin şekilde yaşamak. Dedesi için hatim de yapıyordu her sene. Her gün en az iki sayfa Kur'an okuyordu. Alışmıştı çok şükür buna. İbadetin en hayırlısının az ama sürekli olanı olduğunu biliyordu ve bunu yapmaya çalışıyordu. Az da olsa her gün okumak. Ara ara da mealini, açıklamasını okuyordu. Iyilik de yapmaya çalışıyordu elinden geldiğince. Sabırlı olmaya çalışıyordu. Zaten karakol olayında o kıza karşı metanetli ve sabırlı davranmasının tek nedeni inandığı dinin bunu öğütlemesiydi. Yoksa kendini tutamaz o kıza neler derdi neler. Ama iyi amelleri seçmeye çalışıyordu. Onunla ahirete gidecek olanlar amelleriydi sonuçta. Mutfak toplama işi bitince bir an düşünceleri durdu. Radyodaki şarkı değişmişti. Gözyaşlarını kuruladı. Biri kirpiğinde asılı kalmıştı. Ellerini kurulayıp radyoyu kapattı ve içeriye girdi. Safiye hanımla Bahadır beyi yan yana oturttu. Kenarıda duran bilgisayarı alıp babaannesi ve dedesinin karşısına, sehpanın üzerine koydu. Yaşlı çift ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Ama Asude ser verip sır vermiyordu. Mutfağa gidip çay doldurdu, meyve getirdi, ellerine verdi babaannesi ve dedesinin. Ellerini birbirine vurup gülümsedi. Bilgisayarın video kaydını açıp başlattı. ''Evet, şimdi programımıza başlıyoruz. İsmi: Benim Hikayem. Yönetmen: Asude Baymak. İçerik olarak insanların hayat hikayelerini kayda alıyoruz, onlardan dinliyoruz. Bugünkü konuklarımız Safiye ve Bahadır Baymak. Hoş geldiniz efendim. Bana nasıl tanıştığınızdan ve evlendiğinizden itibaren hayatınızdan bahseder misiniz?'' Aslında bunu daha evvel dinlemişti ama şimdi onları kaydederken yeniden dinlemek istiyordu. Bu kaydı da saklayacaktı. İleride izleyecekti. Hulusi dedesini ses kaydına almıştı sağken. Keşke onu da görüntülü kayıt etseydim diyordu bazen. ''Şöyle biraz yaklaşın da ikiniz birden güzel görünün kamerada.'' deyip onların pozisyonunu ayarladı. Bahadır bey lafa girdi zevkle. ''Şimdi, ben mi anlatayım önce?'' ''Olur.'' dedi Asude. ''Fark etmez.'' ''Benim bir ablam vardı, rahmetli. Bana babaanneni gösterdi, dedi ki: Bak, sen adamsan bu kızı kaçırırsın!'' Asude gülümsedi. Bu hikayeyi biliyordu. Bir ablanın kardeşine meydan okumasıyla başlayan bir hikayeydi. Bu başlangıç Wattpad hikayelerine konu bile olabilirdi, haha. Safiye hanım araya girdi. ''Çok güzel kız, demiş bir de. Onu da söyle.'' Önce Asude, sonra hepsi gülmeye başladı Safiye anımın araya girip verdiği ayrıntıya. Bahadır bey gülse de anlatmaya devam etti. Durmadı. Ha bu arada, babaannesinin gençlik fotoğraflarını görmüştü, cidden çok güzel kadındı be! ''Ben de dedim ki: 'Ben kaçırırım ya!' Ablam, hadi canım, dedi. Ben de tuttum onu kaçırdım! Sene 1975. On ikinci ayın on ikisi, gündüz on ikide. O zaman kaçırdım. Tarihi de biliyorum, ben hiçbir şeyi unutmam.'' Asude bu ayrıntıyı ilk kez duyuyordu. ''Yok artık!'' deyip güldü ve babaannesine baktı. Dedesi eğer atıyorsa, babaannesi belli ederdi ama ses çıkarmadığına göre cidden öyleydi! Vay be adam tarihi bile özenle seçip de kız kaçırmıştı! ''Ondan sonra bunu kaçırdım işte, götürüyorum. Arabadayız. Sakarya köprüsüne geldik. Dedi ki: 'Ben bari kendimi buradan aşağı atıverem!'' Yine güldü hepsi. Fakat dedesi hızlı bir geçiş yapmıştı. Daha önce babaannesinden dinlediği kısımlar boşluğu doldurdu zihninde. Babaannesinin evine akrabaları kalmaya gelmişler kuzeninin düğünü var diye. Bir başka kuzeni de kalmaya gelenlerdenmiş. Kızın sevdiği biri varmış, çocuk da kızı seviyormuş ama vermemişler çocuğa kızı. Başka biriyle zorla nişanlamışlar. Neyse, babaannesine kız tutturmuş ''Safiye hadi yanımda gel, sevdiğim çocukla buluşacağız.'' diye. Safiye hanım itiraz etmiş hep çünkü durumdan haberdarmış. Kızı sevdiğine vermeyip başkasıyla nişanladılar sonuçta. ''Ya kaçarsa bu kız? Ben de yanında gidersem sorumlu olurum, olmaz!'' diye düşünmüş. Ama kız ne diller dökmüş, ne yalvarıp yakarmış ki inatçı Safiye hanımı ikna etmiş, ''Kaçmam!'' diye söz vermiş, sadece görüşeceğiz demiş. Safiye hanım da dayanamayıp gitmiş kızla. Bayırı çıkarlarken birinin arkalarından geldiğini fark etmiş. Sürekli peşlerinde, takip ediyor. Bahadır bey! Safiye hanım, aynı semtte oturduklarından ötürü tanıyor adamı ama sadece arada düğünde dernekte görmüşlüğü var, öyle tanımak. Neyse, yolu yolumuz üstüdür diye geçiştirmiş ama gerilmiş. Sonra bayırı çıkmışlar, bir bakmış tepede bir araba, yanında üç tane adam. Biri kuzeninin sevdiği çocuk. Buluşmaya gittikleri. Diğer ikisi kardeş, Bahattin ile Bedrettin; onları takip eden Bahadır'ın abileri! Hepsi de bekar! Anlamış, bu kız kaçmayacağım dedi ama kaçacak. Daha kızı uyarmaya kalmadan kız kendi rızasıyla arabaya binmiş. Sevdiği çocuk da yanına. Sonra biri kolundan tutmuş. Anlamış ki onu da kaçıracaklar. Ama kime? Daha kime kaçırıldığını bile bilmiyor! Üç kardeşten hangisine? Önce bırakın diye dil dökse de kendini arabanın içinde bulmuş, kuzeninin yanında arka koltukta. Bedrettin şoför koltuğuna oturmuş. Anlamış ki ona kaçırmıyorlar. Sonra Bahattin de ön koltuğa oturmuş. Bahadır bey ise Safiye hanımın yanına oturmuş. ''hee,'' diye anlamış kadın, ''beni buna kaçırıyorlar.'' Arkada Bahadır bey, Safiye hanım, kuzeni, kuzeninin sevdiği çocuk; önde de Bahadır beyin iki abisi. Araba başlamış hareketlenip uzaklaşmaya. Safiye hanım ağlamaya başlamış tabi, ama çare yok. Sonra işte Sakarya köprüsünün üzerine dek gelmişler, oradan geçerken de bu diyalog geçmiş aralarında. ''Ondan sonra bunu kaçırdım işte, götürüyorum. Arabadayız. Sakarya köprüsüne geldik. Dedi ki: 'Ben bari kendimi buradan aşağı atıverem!' Ben de dedim ki: 'Dur be yav, nereye atıyorsun sen kendini? Sen daha bana lazımsın.' Neyse, gittik İstanbul'a.'' Safiye hanım gülerek yeniden araya girdi. Kocasına dirseğiyle vurdu. ''Yaşı söyle, yaşı da söyle.'' Bahadır bey ''Hee!'' dedi ve karısının dediği konuya değindi. ''Bir de dedim ki, küçük görünüyor ya, küçük bolu ya Safiye, yaşın kaç dedim. Dedi ki: 'Ya işte 15-16 yaşındayım ben daha, seni tutuklayacaklar! Görürsün, seni cezaevine atarlar!' E ben de korktum.'' Safiye hanım ''On yedi, on yedi!'' dedi itiraz ederek ve düzeltti. Bahadır bey geçiştirip devam etti. ''Neyse, gittik İstanbullara. Orada ücra köşede bir kulübede durduk mecburen. Sonra polisler bizi yakaladılar. Polisler bizi bindirdiler jeep'e, kendi semtimizin karakoluna getirdiler. Karakola hatunun bütün babası, dayıları, akrabası, tarikatı geldiler. Bunu alacaklarmış oradan, götüreceklermiş. Beni de nezarethaneye attılar, böyle küçük bir camı var, oradayım. Bu babaannen de tam karşı odada. Ona böyle yaptım kimse görmeden,'' Asude bu ayrıntıyı da ilk kez duyuyordu. Güldü. Babaannesine bakıp ''Dedi mi?'' diye sordu ve doğrulamak istedi. Kadın başını sallayıp güldü. ''Ondan sonra, bizim hatunun belki niyeti vardı gidecekti ama, öyle deyince korkudan dönüş mü yaptı bilmem. Öyle aldık hatunu.'' Hepsi gülerken Asude ''Şimdi sen kendi bakış açından anlat.'' dedi babaannesine. Safiye hanım başladı anlatmaya. ''Teyzemin kızının nişanı vardı o gün. Günlerden Pazardı. Benim hiçbir şeyden haberim yok. Bunun dayısının kızı da bize geldi kalmaya nişan için. O kız da nişanlı. Sevdiği de varmış ama vermemişler, başkasıyla nişanlamışlar. Anlattı bana işte sevgilisini. Sonra biz saç yaptırmaya gitmiştik, gelin başı yaptırmaya. Oradan döndük, dedenin ablaları yengeleri hepsi bizim evdeler. Misafir gelmişler. Bunların fikri değişikmiş, beni kaçırttıracaklarmış. Bak! Sonra dayısının kızı dedi ki bana, ''Gel şu tarafa doğru yürüyelim. Benim sevgilim gelmiş, konuşacağız.'' Ben de: ''Kız bir de kaçırırlar seni benim yanımdan!'' dedim ona. Kendimden şüphem yok. Biz gidiyoruz bu peşimizden geliyor, biz gidiyoruz deden peşimizden geliyor. Ben de diyorum ki: ''Kız Nuriye, söyle Bahadır'a gelmesin. Bal başkası yanlış anlar.'' Ne bileyim, bunlar beni kaçırmaya götürüyorlarmış yavrum, bir şeyden haberim mi var?! Neyse gittik, dura dura gittik.'' Bahadır bey hemen araya girdi ve gülerek konuştu. ''Hadi canım, benim gibi yakışılı delikanlıyı gördü, onun için geliyordu zaten!'' Safiye hanım ''Hehe tabi canım!'' deyip dudak büktü ve devam etti. ''Baktım taksi duruyor orada, yol çatının ilerisinde. Bahattin amcan, Bedrettin amcan, kızın sevgilisi, dedenle birlikte dört tane adam taksinin etrafındalar. Kız hemen bindi taksiye. Ben geri çekildim hemen böyle. Deden ''Gel, gezmeye gideceğiz. Gezip geleceğiz.'' dedi. Ben ''Hayır, gelmem.'' dedim. ''Siz gezin gelin.'' dedim ve geri atladım. Bahadır beni kolumdan tuttu, taksiye soktu. Ben dedim beni kaçırıyorlar, ama kime kaçırıyorlar bilmiyorum. Dört tane adam var orada, ne bileyim ben. Neyse deden yanıma oturdu takside. Anladım artık beni buna kaçırıyorlar. Köprüden geçiyoruz, ama ben hep ağlıyorum hep ağlıyorum. Ne kadar kötü, Allah kimsenin başına vermesin. Köprüden geçerken ''Ben şuradan atayım kendimi Sakaryaya!'' dedim. Deden de ''Sen bana lazımsın, nereye atıyorsun?!'' dedi.'' Bahadır bey her an sırıtıyordu kameranın karşısında. Son cümlede Safiye hanım da güldü, sonra devam etti. ''Sonra deden bana kaç yaşındasın diye sordu. Ben de yaşıma on yedi dedim. Neyse, gittik İstanbullara, götürdüler, bir yağmur bir yağmur yağıyor ki bir gör! Bir iki gece kaldık oralarda. Bizi hep aramışlar aramışlar, neyse, yakaladılar sonunda bizi. Onları yakaladılar, beni buldular diyebiliriz. Dayım, eniştem, Bahadır'ın dayıları, kızın babası, polisler falan, bir dünya kalabalık. Hepsi geldiler. Ben hemen dayımın yanına gittim. Babam da var ama babamdan utanıyorum. Dayımın koynuna yaslandım. Sonra karakola geldik işte. Karakolda babam bana ''Sen benimle gelecek misin yoksa burada kalacak mısın?'' dedi. Hiç ses etmedim, ne diyeyim.'' Bahadır bey her zamanki gibi araya atlayıp hemen kendine pay çıkarttı. ''Baktı ki yakışıklı delikanlı var, hiç gider mi?'' Safiye hanım kaşlarını kaldırıp ''Ne yakışıklı delikanlısı bee!'' diye sakince tersledi adamı. Kahkaha attı hepsi. Dedesinin resimlerini görmüştü, cidden yakışıklıydı. Ama sonuçta babaannesinin derdi o değildi o sırada. ''E bir kere kalktın gittin, namus davası var. Beraber gittik mesela, elalem ne demez. Kaldım ben.'' Asude işin bu noktasında hep sinirlenirdi. Dedesi ve babaannesinin birlikte olup onların torunu olduğuna elbette seviniyordu ve mutluydu. Kızdığı nokta ''Elalem ne der'' düşüncesinin insanların hayatları üzerindeki dev etkisiydi. Resmen suçsuz bir genç kız, sadece kaçırıldı ve bir iki gün uzakta aynı evde biriyle kalmak zorunda kaldı diye tanımadığı sevmediği bir adamla evlenmek zorunda kalıyordu. Bu elalem keşke müsaade etseydi de insanlar kendi hayatlarını kendileri yaşasa, kendi kararlarını kendileri verseydi! En nefret ettiği şeylerden biriydi bu elalem lafı. Kimsenin özgür iradesi başkası tarafından kısıtlanamazdı, kısıtlanmamalıydı. Kendisi de ilk zamanlar ailesinden bu lafı duyduğu için ve kültür maalesef öyle öğrettiği için yaptığı şeyleri 'elalem'i de göz önüne alarak yapardı, ona göre davranırdı. Ama lise ikiden itibaren yavaş yavaş değişmişti. Okuduğu kitaplar, dinlediği sohbetler ve konferanslar, öğretmenleriyle ettikleri sohbetler, kendi fikirleri, inandığı değerler, yapmak istediği şeyler ve yaşadıklarından çıkarttığı dersler sayesinde bırakmıştı elalemi düşünmeyi. Bu onun hayatıydı. Başka kimse karışamazdı. Onundu ya bu hayat, onun. Yaptıklarının getirilerinden de götürürlerinden de o sorumluydu. Her anından o tad alıyordu acısıyla tatlısıyla. Başkası değil. Başkası iki gün konuşur ve susardı en kötüsü. Ama o, istediğini yaptığı için mutlu olurdu, içi rahat kalırdı. Mesela ''Kızlar çok gezmez, kızlar çok konuşmaz, kızlar bisiklet sürmez, kızlar onu yapmaz kızlar şunu yapmaz...'' gibi laflara asla aldırmazdı. Hatta karşı çıkardı açıkça. Bisiklete de binerdi, gezerdi de, konuşurdu da. Asude şu çeyiz işinin, kınanın, düğünün abartılmasından nefret ederdi. Bir çok şeyi yapmamayı ve almamayı düşünüyordu. ''Kız dediğinin çeyizi olur, bohçası olur, kınası olur, osu olur busu olur.'' derdi sürekli annesi ve yengesi. Ama o bunu da umursamayacaktı. Gereksiz gördüğü ne varsa almayacak ve almayacaktı. Abartıdan değil sadelikten yanaydı. Bu olayların abartılmasını da zaten israf olarak görüyordu. Zihnine üşüşen bu düşünceleri geri atıp içinde bulunduğu ana odaklandı. ''Kaldım ama ne çileler çektim yavrum, ne çileler... Eeey gidii!'' Bahadır bey de Safiye hanım da gülmüyordu artık. Ciddileşmişlerdi. Çektikleri zorluklar zihinlerine gücüm etmişti. Geçmiş yara oluyordu bazen. Onların da yarası çoktu. Eskiden dinlediklerinden biliyordu Asude de. Ama daha dinlemediği neler neler vardı. Hem dinlemekle hissetmek, anlamaya çalışmakla yaşamak bambaşka şeylerdi. ''Sonra biz ne yaptık biliyor musun? Çalıştık çabaladık, aile olduk, bu günlere dek geldik. Evler yaptık, her şeyimizi yaptık bitirdik.'' dedi Bahadır bey. ''Çoluk çocuk sahibi olduk.'' ''Her şeyimiz oldu sonradan şükür.'' ''Elhamdülillah.'' dedi Safiye hanım. ''Sizler oldunuz sonra, torunlarımız. Dört tane torunum var gül gibi maşallah. Çok seviyoruz sizi. Allah razı olsun. Siz bir başkasınız bizim için.'' ''Şimdi ne yaparsak yapalım sizin için yapıyoruz.'' Yaşlı çift duraklayınca Asude kafasına takılan bir kısmı sordu fırsat bularak. ''Sen gerçekten 17 yaşında mıydın?'' ''Yoo!'' dedi Safiye hanım gülerek. ''Yirmi iki yaşındaydım.'' ''Beni kandırdı!'' diye vahlandı Bahadır bey. ''On yedi diyor, ben korkuyorum ceza alırım diye,'' ''Korkutayım dedim bi. Napayım...'' diye araya girdi Safiye hanım. İkisi de aynı anda konuşuyor, gülüyorlardı. ''Yakalandık, savcı karşısına çıktık, 22 yaşındayım diyor! Ben bi baktım bundan iki yaş küçüğüm! Oooh!'' Asude güldü. Dedesi babaannesinden iki yaş küçüktü ve bunu biliyordu. Babaannesi ufak tefek bir kadın olduğu için yaşını belli etmiyormuş gençken de, o sebeple hiç anlamamışlar bile büyük olduğunu. Eh, on yediye bile inanmışlar malum. ''Bir de beni kandırıyor beni korkutmak için! Bak bak bak! Vay anasını be! Ne uyanık kadınsın sen ya!'' Güldükleri anlar yine kısa sürede duruldu. Safiye hanım devam etti. ''Sonra annem babam darıldılar bizimle.'' Bahadır bey yine atladı araya. ''Beni çok severlerdi ama. Sonradan da kaynanam da kayınpederim de beni çok sevdi.'' ''Evet.'' dedi Safiye hanım. ''Biz de birbirimizi sevmiyorduk kaçırdık ama biz ondan sonra birbirimize saygı duyduk. Şimdikiler ''Aşığım, aman Yarabbim!'' diye gülle çiçekle koşuyorlar peşlerine, en fazla gülüm ayı cicim ayı derken üç ay duruyorlar ayrılıyorlar. Bu ne biçim aşıklık, ne biçim sevgi bu ya!'' Asude dedesine hak veriyordu bu konuda. Saygı ve sevgi çok önemliydi. İletişim kurmak, orta yolu bulmak, karşılıklı gerekince birbirini destekleyip gerekince kendinden ödün vermek. Bahadır beyin şikayetinin ve yakınmasının ardından Safiye hanım devam etti. ''Altı ay durduk, sonra deden askere gitti. İki sene askerlik yaptı. O sıralar büyük babaanne huzur vermedi. Üvey kaynatam vardı, Allah rahmet eylesin, o çok iyi insandı. Beni aldı babamlara götürdü. Babamlarda kaldım. Babanı da babamın evinde dünyaya getirdim. Çok zor oldu. Baba evinde doğum yapmak çok zor bir şey, kocam da askerde, yanımda yok.'' ''Yani bizim hayatımız böyle işte. Birbirimizi sevmeden evlendik, belki hâlâ öyle sizin bildiğiniz aşk anlamında sevmiyoruzdur ama saygı duyuyoruz birbirimize.'' ''Çok da yokluklar çektik. Zorluklar geçirdik. Huzursuzluk, yokluk...'' Bahadır bey, karısının yine eskinin hüzünlü defterlerine dalıp üzülmemesi için yine araya girdi. İmalı imalı konuşup yandan yandan güldü. ''Şimdi bana diyor ki, ben sana aşık oldum. Bak bak! Kır beş yıldan sonra ancak aşık oldu!'' ''Artık o kadar da olsun dimi?'' dedi Safiye hanım. ''Hem torunlarım yaptı bana ne yaptıysa. Allah razı olsun.'' Bahadır bey başını salladı. ''Öyle, siz doğmasaydınız yine aşık olmazdı bu bana. Siz olduğunuz için aşık oldu. Torunlarımız olduktan sonra en güzel yıllarımızı yaşadık çünkü.'' Hepsi yine güldüler. Ardından Asude, dedesine bakarak konuştu. ''Ne hissettin askerden dönüp ilk çocuğunu görünce?'' Bahadır bey yine gülerek ve kaşlarını havaya kaldırarak, ilginç bir şeyden bahseder gibi anlattı. ''Valla birtane çocuk geliyordu bana doğru, kimin çocuğu bu dedim, senin dediler! Hahaha!'' Hepsi kahkahaya boğuldu bu laflar üzerine. Gözlerindeki yaşları sildi Asude, gülmekten ötürü gelen yaşlar. ''Daha yaşında değildi o zaman.'' dedi Safiye hanım. ''Emekleye emekleye geliyordu işte.'' dedi Bahadır bey de. ''Saçlı maçlı bir çocuk böyle. Güzel de çocuktu ama. E kimin bu çocuk dedim, senin dediler. Nereden bileyim ben, askerdeydim.'' ''Resmini yollamıştık.'' dedi Safiye hanım. ''Resmini çekmiştik yollamıştık dedene. Mektup da yazardım dedene. Üvey kaynatam sağ olsun yollardı, götürürdü postaneye. Gelen mektupları da verirdi bana. Sonra o gitti. Babaanneye verdim, mektup yazdım. Hem onun ağzından yazdım hem kendim ayrı yazdım. Koydum bir zarfa da, gitmiş postanede benim mektubu açmış okutturmuş.'' Güldü Safiye hanım. ''Cahil anacığım benim.'' diyerek Bahadır bey de güldü. ''İkinci çocuğunuzu da anlatın?'' Asudenin isteği üzerine devam etti Safiye hanım. ''İkinci çocuğum amcan işte. Deden o zaman çalışmıyordu. Cam fabrikasında çalışıyordu ilk, çıktı oradan. Bu sefer biz huzursuz olduk dedenle. Sıkıntılarımız vardı. Ben de sonunda bırakıp gittim onu. Kudret bir buçuk yaşında falandı işte, onu aldım gittim babamın evine. Niye gitim biliyor musun? İşten çıktı, beş lira parası vardı. Ramazana da bir gün var. Dedim ki: 'Git çarşıdan Ramazan için bir şeyler al da gel, oruç tutacağız ya. O zaman deden tutmuyordu, ben tutacaktım. Ramazanlık yiyecek bir şeyler al gel dedim, bu da gitti ne aldı geldi biliyor musun yavrum? Beyaz gömlek, siyah bol paça ispanyol paça pantolon, bir de topluklu ayakkabı. Ee ben de dedim bu adam omayacak, en iyi bırakıp gideyim. Gittim. On gun kaldım babamda. Sonra Kasım'a hamile olduğumu fark ettim. Eh işte kader yuva yıkılmayacak ya! Eğer Kasım olmasaydı dönmeyecektim.'' Bahadır bey gülerek araya daldı. ''Baktım bana haber gönderiyor: Aşık oldum, gel beni al. Ehehehe!'' ''Konuşma be! Uydurma kafandan!'' diye itiraz etti Safiye hanım. Bu adam durmadan işi şakaya vuruyordu böyle. ''Nil de bana ne diyor biliyor musun, amcam sizin evliliğinizi kurtarmış diyor.'' Bahadır bey eliyle zikzaklar çizmeye başladı havaya. ''Hayat nedir biliyor musun? Dalga gibidir böyle, inişli çıkışlı. Hayat böyledir. Bir yere gelirsin, hiçbir şey yok olur, yok olur her şey. Bir zamana çıkarsın, her şey var olur. Çile çekmeyen insan varlığın kıymetini de bilemez. Bunu böyle bilin yani.'' Başını salladı Asude, doğruydu, öyleydi. ''Peki, çocuklarınız büyüdüğü zamanlardan da anlatın.'' ''Bir gün biz düğüne gittik, Karamürsel'e. Kudret sekiz yaşında, Kasım da altı yaşında. Onları götürmedik. Babaannesi ve halasına bıraktık. Günübirliğine gitmiştik zaten. Bir geldik ki çocuklar yok. Meğer Kudret, Kasım'ın elinden tutmuş, bizim eski evin oraya götürmüş. Uzakt da ha, biliyorsun. Arabayla yarım saat, otobüslerle bir buçuk saat.'' Bahadır bey de hayretle güldü. ''Nasıl götürdün, nereden bindin minibüse? Küçücük çocuklar, cesarete bak ya!' Hem iki minibüs değiştir, hem bir de çarşıdan eve kadar yürümüşler.' ''O zaman da telefonlar yok şimdiki gibi. Çok nadir. Oradaki bir komşuda vardı bizim, aradık. Oraya gitmişler! Anaannelerine gitmişler. Rahmetli annem 'Niye geldiniz oğlum?' demiş. 'Annemler bizi düğüne götürmedi, biz de onun için geldik.' demişler. Annem de 'İyi yapmışsınız oğlum.' demiş. O zamanlar deden yarım kalan okulunu bitirdi. Hem çalıştı hem okudu. Sonra okulda çalışmaya başladı. Sonra baban ve amcan büyüdü. Kudret askere gitti geldi, annene aşık oldu. Daha onu nişanlamadan Kasım kız kaçırdı. Babası kılıklı. Gülizar yengenle Kasım amcanı evlendirdik işte. Gülizar da daha on yedi yaşındaydı. Sonra Kudret askerden gelince onu da nişanladık, evlendirdik. Sonra Kasım da askere gitti. O sıralar Gülizar, Tuna'ya hamile kaldı. Dokuz ay sonra Tuna dünyaya geldi. İlk torunumuzdu, çok sevdik onu. Deden diyordu ki: 'Ne zaman büyüyecek de elimi tutacak, bakkala götüreceğim onu?' Büyüdü oğlumuz. Yirmi altı yaşına girdi. Elhamdülillah, şükürler olsun. Sonra sen doğdun, senden bir kaç ay sonra Hasret doğdu. Dört yıl sonra da Nil oldu. Allah razı olsun, çocuklarımdan çok memnunum.'' ''Ben kızlarımın hiçbirini kimseye vermeyeceğim!'' dedi yine Bahadır bey, gururla. Asude kendini tutamayıp ''Ohoo çok geç kaldın dede!'' diyerek araya girdi. ''Hasret elden gidiyorr!'' Ardından elini beline koyup tek kaşını kaldırdı. ''Kendisi kaçırmış kızı, ama tutturmuş şimdi kızlarımı kimseye vermeyeceğim diye.'' ''Kaçırmakla hata yaptık onu ama olsun, ben kızlarımı kimseye vermem.'' Safiye hanım hayretle baktı kocasının yüzüne ''Aa şimdi hata mı olduk be adam?!'' ''Yok canım, o anlamda demedim! Yine seni alırdım ama usulünce.'' Bahadır bey ve Safiye hanım birbirlerine bakıp manidar güldükten sonra anlatmaya devam ettiler. ''Deden depremden sonra düzeldi, dönüş yaptı. Kur'an öğrendi, namazını kılmaya başladı, orucunu tuttu. Kudret de Allah razı olsun, bir kış boyu geldi, tecvit öğretti dedene. Duaları öğretti. Çok güzel öğrendi işte çok şükür.'' Bahadır bey ''Şimdi sen söyle kızım, benim gibi bir adama kim aşık olmaz? Onun için sevdi beni işte.'' diye yeniden lafa girince Asude, Hasret'in de kendini övme huyunu kimden aldığına bir kez daha emin oldu. ''Hayat böyle işte kızım. Sonra bu evi yaptık, sizin oturduğunuz evi yaptık. Deden üniversite çalışmaya başladı, yükseldi. Araba aldık. Umreye gittik, çok güzeldi. Allah herkese nasip etsin. Terminalden gidişimizi hatırlıyorum hep. O arabayla giderken varya yaşadığım önceki bütün günler gözümün önünden geçti. Allah'ım dedim, sana şükürler olsun, neydik ne olduk. Ben hiç tahmin etmezdim ne arabamız olur ne umreye gidebiliriz ne böyle imkanlara sahip olabiliriz.. Ama rabbim vardı. Çok şükür.'' ''Evet.'' dedi Bahadır bey. ''Bu kadar. Bitirelim.'' ''Tamam. El sallayın!'' Safiye hanım ve Bahadır bey kameraya el sallarken Asude tebessümle kaydı kapattı. Bu videoları bir klasörde biriktirip kendince bir proje oluşturmaya karar verdi. Belki ileride yazıya dökerdi. Belki video olarak yayınlardı. Ama sonuçta başkalarının da istifadede edebileceği şekilde güzel bir şeyler yapabilirdi. |
0% |