Yeni Üyelik
55.
Bölüm

Dağına Göre Kar - 55 - Final

@sukunettekelimeler

Hastane koridoru. Özlem. Derman. Ve diğerleri.

Özlem, sedyede hızla ameliyathaneye doğru götürülen kocasının elini sıkıca tutmuştu. Dizilerdeki hastane sahnelerini yaşıyordu resmen. Sedyedeki sevdiği, elini sıkıca tutmaktan kendini alıkoyamaması, sedyeyi iten görevlilerin hızına ayak uydurarak hemen yanlarında ilerlemeye çalışması... Tek fark, genç kadının ağzından tek kelime çıkmamasıydı. O, feyatlarını içinden ediyordu.

Ameliyathanenin kapısına dek geldiklerinde kocasının eli kayıp gitti avuçlarından. O, orada öylece kalırken, Derman'ı götürmüşlerdi. Kendinden geçmiş bir şekilde "Derman," diye ismini sayıkladı adamın. Islak yanaklarını sildi ve bu kez de önünden bir diğer sedyeyle geçirilen Okan başkomiserini gördü. "Allah'ım sen onları koru, bize bağışla," diye içinden bir dua bıraktı. Benzeri duaların binlercesini etmişti buraya gelene dek.

Tam bu sırada Yiğit ve Asude de koridorun başında görünmüşlerdi. Özlem'i görünce adımlarını daha da hızlandırıp genç kadına doğru gittiler.

Özlem, Derman'ın gözleri önünde düşüşünü, teninin kana boyanışını ve avuçları arasında tuttuğu kendinden geçmiş çehresini hatırladığında kendisini gittikçe kötü hissediyordu. İçindeki yangını ne anlatabilirdi, ne de etkisini azaltabilirdi. Hayatına anlam ve neşe katan bu gamsız adama bir şey olursa ne yapardı o? Sıkıca kapattığı gönül kapısından girmeyi başaran tek kişiydi Derman. Hayatını paylaşmayı göze aldığı tek adamdı. Bu denli sevdiği ve sevebileceği tek adam. "Derman," dedi yine kendinden geçmiş bir şekilde. Gözlerinin önü önce yaşlarla bulanıklaştı, ardından karardı. Bedeninin kontrolünü kaybetmişti.

Yiğit, olduğu yerde yığılmak üzere olan Özlem'i son anda yakalamıştı. Kardeşinin acısı ve ona bir şey olacak korkusu varken, şimdi bir de Özlem için korkmaya başlamıştı. Kollarında baygın yatan kadına seslense de cevap alamıyordu. Asude ise arkadaşı fenalaşınca bir görevli çağırmak için koridorun diğer ucuna koşmuştu. Bir kadın ve bir adamla birlikte Özlem'in yanına geri döndüklerinde hemen ikisi de arkadaşının başına çökmüş, bazı kontroller yapmışlardı.

"Bayılmış. Üzüntüden olabilir. Hasta yakını mıydı?" diye sordu hemşire.

"Evet, eşi acil ameliyata alındı."

"Muhtemelen sebebi stres ve üzüntü ama biz yine de tahlil yapalım."

Erkek olanı araya girdi. "Kodirodun sol tarafındaki odalara götürelim hanımefendiyi. Hem bir serum takalım, hem tahlillerini yapalım, hem de dinlensin ve müşahede altında kalsın bir süre. Ben sedye getireyim."

"Taşırım ben, gerek yok," dedi Yiğit. Adam sedye bulup getirene dek koridorun sonuna giderdi zaten. Kucağında baygın yatan Özlem'i taşımak için uygun bir pozisyon aldı ve adamın gösterdiği odaya taşıyıp boş yatağa yatırdı.

"Asude, sen Özlemle kal. Ben Derman ve Okan için ameliyathanenin orada bekleyeceğim. Belki bir haber gelir."

Genç kız tamam anlamında başını salladı. "Bir şey olursa haber ver."

Yiğit "Veririm, sen de bir şeye ihtiyacınız olursa haber ver" deyip odadan çıktı.

Aradan geçen bir saatin ardından Özlem'in tahlilleri yapılmış, iki yaralı polis için kan istenmiş, Yiğit merkezi arayıp uygun kan gruplarındaki görev arkadaşlarından gelip kan vermelerini istemişti. Aynı zamanda bu üzücü haberi alan bir kaç kişi telefon edip Derman ve Okan'ın durumunu soruyordu. Kudret ve Kasım beyler de biraz zaman sonra fırsat yakalayıp hastaneye gelmişlerdi. Okan'ın hanımı ve babası, Şule ve Tülin hanım da.

Doktor, Özlem'in kan testi sonuçlarını söylemek üzere odasına geldiğinde Tülin hanım kızına güçlü olmasını ve sabretmesini öğütlüyordu. Şule telefonundan uygulama açmış Kur'an okuyor, Asude de atış alanındaki depoda telsizden gelen haberi aldığı ilk andan beri sessizce yaptığı gibi dua ediyordu.

Aslında herkesin bu üzücü haberi aldığından beri yaptığı şey duaya sarılmaktı. Çünkü insan acizliğini en iyi zor durumlarda kalınca fark ediyor, aslında hayatta güç yetiremeyeceği ne çok şey olduğunu anlıyordu. Buna karşın Allah sonsuz kudret, merhamet ve hikmet sahibiydi.

"Geçmiş olsun," diye lafa girdi doktor.

"Eşimden bir haber var mı?"

"Bilmiyorum hanımefendi, kendisiyle ilgilenen arkadaşlarımız haber verecektir size. Metin olun lütfen, kocanız inşallah sağ salim o kapıdan çıkar. Sizse o zaman dek kendinize iyi bakmalısınız ve kendinizi koyvermemelisiniz çünkü her ihtimale karşın yaptığımız test sonucunda görüyorum ki gebesiniz. Biliyor muydunuz bilmiyorum. Daha çok yeni. Bebeğinizin sağlığı için güçlü kalmalısınız. Aksi halde onu tehlikeye atarsınız."

Odadaki herkes doktorun söyledikleri üzerine şaşıp kalmıştı. Özlem, inanamıyordu duyduklarına. Doğrulamak, emin olmak ister gibi adamın yüzüne baktı ve bu kez dikkatini tamamen ona verdi. "Gerçekten mi, hamile miyim?"

"Evet. Allah analı babalı büyütsün inşallah."

Tülin hanım mutluluk ve hüznün birbirine girdiği hisleri içerisinde "Amin," dedi doktorun duasına. Adam bir kaç şey daha söyleyip çıktıktan sonra Özlem'in titrek elleri uzanıp karnının üzerine dokundu. Şimdi içinde bir can taşıyordu, Derman'dan bir parça, öyle mi? Ne kadar garipti, dakikalar öncesine dek bundan haberi dahi yoktu oysa.

Kocasının son zamanlarda en çok istediği şeydi bu. Bir çocuk sahibi olmak. Bunun haberini birlikte alabilmeyi dilerdi. Şimdi bir bebekleri vardı, daha minicik, varla yok arası. Ve Derman bundan bihaber ameliyathanede yaşamla ölüm arasında bir savaş veriyordu.

Bir kaç gözyaşı yeniden yanaklarını ıslatınca Tülin hanım kızının nemli yanaklarını sildi ve okşadı. Şule, ablasının yaına oturdu ve ellerini tuttu. "Ablacığım, ben inanıyorum, Derman abimi bebeğinizin hatrına bize bağışlayacak Rabbim. Dua et, Allah'a sığın. Tamam mı?"

Özlem'in de tek dayanağı Rabbiydi ya zaten. Ona inancı olmasa isyan ederdi, Allah korusun. Güçlü kalamazdı.

"Ben artık gitmek istiyorum, Derman'ı bekleyeceğim ameliyathanenin orada" dedi ve toparlandı.

"Emin misin kızım? Burada bekleseydik, zaten Yiğitler haber verir."

"Eminim anne. Ben orada olmak istiyorum."

"Peki madem."

Serum da az önce bitmişti zaten. Toparlanıp odadan ayrıldılar ve ameliyathanenin bulunduğu koridoru adımladılar. Karşılıklı konulan oturma yerlerinde Kudret bey ve Kasım bey oturuyorlardı. Diğerinde ise kucağında küçük bebeğiyle Okan'ın eşi ve babası. Özlem tanımıştı bu tatlı miniği. Derman'ın birlikte fotoğraflar çekilip yolladığı, bizim de bundanımız olsun dediği çocuktu bu. Bir yaşında yahut belki biraz daha büyüktü. Annesinin kucağında her şeyden habersiz sessizce uyuyordu. Gözleri doldu Özlem'in.

"Allah'ım ne olur Derman'ı da Okan başkomiserimi de bizlere, sevdiklerine bağışla. İkisini de yavrularından ayırma. Amin."

Özlem, Okan'ın eşinin yanındaki boş yere oturdu. Genç kadınla konuşmasalar da bakışlarıyla birbirlerine çok şey anlatmışlardı sanki, bir kaç saniyede. Uzanıp kadının kucağındaki ufaklığın saçlarını okşadı usulca, uyandırmamaya dikkat ederek.

Kudret bey ve Kasım bey, yanlarına yeni gelen Özlem'e geçmiş olsun deyip dua ettikten sonra hanımlara yer vermek için kalktılar. Tülin hanım ve Şule de Kudret beylerin kalktığı yere oturdular ve bir bekleyişin içine girdiler.

Asude ise hemen sevdiceğinin yanına gitmişti. Sırtını duvara yaslamış, ayakta dikiliyordu Yiğit. Fazlasıyla bitkin görünüyordu. İçerideki can dostuydu sonuçta. Üstelik onun kendisini kaybetme ve kedere kapılma şansı da yoktu. Özlem için, Tülin hanım, Şule için, ve Okan'ın ailesi için güçlü kalmaya çalışıyor, onları desteklemek adına elinden geleni yapıyordu. Kan bulma meselesi de germişti iyice genç adamı, üzerindeki gerginlik ancak yeni yeni azalıyordu.

Asude, sevdiceğinin yanında durduğunda genç adamın ameliyathane kapısına diktiği yorgun bakışları ona çevrildi. Gözlerinden anlayabiliyordu Yiğit'in hâlini. Üstelik abisini ve yengesini de kaybetmişti o, bu da derinleştiriyordu acısını, korkusunu. Tahmin edebiliyordu. Kendisi de deli gibi üzüldüğü ve korktuğu halde, genç kız sevdiceğinin gözlerindeki o acıyı almak istedi. Paylaşmak, sırtlanmak, omuzlanmak...

"Yiğit, biraz otursana sen de," dedi genç adama. Bütün gün yaşadıkları macera bir yana, sonrasındaki olaylar bir yanaydı. Onun da artık bitap düşmesinden ve Özlem gibi bayılmasından korkuyordu.

"Cık," diye bir itiraz aldı cevap olarak. "İyi böyle."

Kasvetli havaları ve acıları sebebiyle "Ayakta zor duruyorsun be adam, inat etme işte," diyemese de onu ikna etmek için en masum ve mazlum tavrını takındı. Gerçi zaten üzerinde tam olarak o tavır vardı son bir saattir...

"Lütfen, benim için. Bak ben de çok üzgün ve endişeliyim, ama ayrıca bir de senin için endişeleniyorum. Derman ve Okan komiserlerim için duadan başka elimden gelen bir şey yok, bari izin ver, senin yanında olayım."

Asude cümlesini bitirdiğinde biraz ötede duran babasıyla göz göze geldi. Başka zaman olsa kafasına takardı belki, babasını olduğu bir ortamda Yiğit'in yanında böyle durmazdı, ama şartlar normal değildi, kızın ruh hali de öyle. Nasılsa yanlış bir şey yapmıyordu, kötü bir şey de. Bakışlarını yeniden sevdiceğine çevirdiğinde kabullenişle başını salladığını gördü.

Yiğit, Şule'nin yanındaki boş yere Asude'nin isteği üzerine otururken Kudret bey ve Kasım bey mescide inip namaz kılmak amacıyla oradan ayrıldılar. Okan'ın babası da yanındaki gelinine "Ben de namaza gideyim kızım, sen bekle burada olur mu?" deyip onay aldıktan sonra onlara eşlik etti. Yiğit öncesinde kılmıştı, bu sebeple beylerin ardından gitmedi.

Üç adam, dönerken su alıp gelmişlerdi. Herkesin eline bir şişe tutuşturdular. Herkesten teşekkür mırıltıları işittiler. Kimisi suyu içmek yerine şişeyi kucağına koyarken kimisi yudumlamıştı çoktan.

Ne kadar daha beklediklerinin farkında olmadıkları bir ara ameliyathanenin kapısı açıldı ve içeriden üç kişi çıktı. Hepsi merak, korku ve umutla ayaklanmışlardı. İlk konuşan Kudret bey oldu.

"Hastalarımızın durumu nasıl doktor bey? Polislerimiz."

"Ben Okan Karan'ın ameliyatındaydım. Kurşun tehlikeli bir bölgeye denk gelmediğinden çok şükür şimdi iyi. Bir süre ağrıları olacak tabi ama zamanla kendisini toparlar. Ayrıntıları odada konuşuruz, birazdan kendisi odaya çıkartılacak."

Okan başkomiser hakkında duydukları herkesin içine bir nebze su serpmişti, özellikle de eşi ve babasının. Hepsinin dudaklarından "Çok şükür," ve "Elhamdülillah," mırıltıları döküldü. Özlem, eşinin iyi olduğuna sevindiğini belli etmek adına kadına sarıldı. Kadın da kendisine sarılmış, "Derman komiserim de iyi olacak inşallah," demişti. Paylaştıkları acı ortaktı ve birbirlerinin yanında olduklarını üzerlerindeki samimiyetle gösteriyorlardı.

Okan başkomiser sedyeyle birlikte çıkartıldığında ailesi de onunla beraber ayrılmıştı fakat ara ara Derman'dan da haber almak için gelip durumu kontrol ediyorlardı. Derman hâlâ çıkmamıştı, iki saati bulmuştu neredeyse. Özlem'in halsizliğine iyi gelmesi adına Yiğit atıştırması için bir şeyler getirmişti ama kadın zorla bir kaç ısırık almaktan öteye gidememişti.

"Neden hâlâ çıkmadı, haber yok?" diye endişeyle sordu.

Yiğit, kendisi de aynı şeyleri sorguladığı halde Özlem'i biraz rahatlatmak amacıyla buna takılmaması gerekmiş gibi yaptı. "Bilmiyor musun sen kocanı, insanları bekletmeyi çok sever. Ağaç eder, kök saldırır. Yine yapıyor yapacağını işte."

Genç adamın cümleleri, Özlem ve Asude'ye aynı anda bir anıyı hatırlatmıştı. Çok uzak bir geçmişte kamıştı sanki bu anı. Asude, Özlem'le kavuştuklarından kısa süre sonra onu almak için karakola gitmişti. Özlem'in son bir kaç işi toparlamasını beklerken yanlarında Derman belirivermişti. Hemen tanımıştı Asude'yi, yaşadığı vukuatta yalnızca bir gün karşılaşmalarına rağmen. "Aaa masum ve suçsuz ama iyiliğe karşı kötülük bulan kız, Asude!" diye seslenmişti. Yoksalarla dolu sorular sormuş, ardından Özlemle tanıştıklarını öğrenmiş ve ayaküstü lafa tutmuştu onları. Karakolluk olduğunu Özlem'e çaktırmıştı. Özlem ona hiç yüzvermezken, Derman kadının karşısında eriyip bitiyordu o zamanlar. Resmi olarak da ilk kez tanışmışlardı Asudeyle Derman, o gün.

Sonrasında Yiğit çıkagelmiş, "Derman, neredesin sen ya? Seni bekliyorum iki saattir." diye sitem etmişti arkadaşına. Derman, Özlem'in karşısında sorumsuz görünüp suçu kendisinde bulmamak için "Yiğitciğim! Sen de ne sabırsızsın ama ya, iki dakika beklemeye gelemiyorsun. Aa! Sabır çok önemlidir diye kaç kere dedim sana, öğren artık şu sabrı." diyerek yine yapmıştı yapacağını. Sonra, sabır çekmişti genç adam, hem suçlu hem güçlü olan arkadaşı Derman yüzünden. "Bendeki sana karşı olan sabır kimsede yok abicim! Peygamber sabrı derler buna halk arasında. Hem iki dakika diyorsun, ben on dakikadır seni bekliyorum aşağıda. Ağaç oldum ağaç!" demişti.

Derman durmazdı tabi, altta kalır mıydı hiç? "Zaten odundun kardeşim, ağaç olsan ne olur! Belki bir iki çiçeğin açar. Gerekirse de ben dallarını zevkle budarım, üzülme sen! Allah Allaaah! Hem ben geliyordum tam şimdi yanına. Özlem ve Asude hanımlarla karşılaştık, ayaküstü bir selam vereyim dedim. Vermese miydim? Cık cık, ayıp, sonra alınırlardı." diye cevaplamıştı.

Hatırlayınca gülümsedi Asude. Özlem gülümseyebilecek denli güçlü olamasa da içini ısıtmıştı bu anı. O zamanlar gamsız adam diyordu Derman'a. Biri beni bu adamdan kurtarsın diyordu. Haylaz ve sevimli bir çocuk gibi olan bu adamın gönlüne girmeyi başaracağına hiç ihtimal vermiyordu ama o başarmıştı bunu. Hayatı olmuştu.

Yiğit'in de dudaklarına buruk bir tebessüm kondu dostuyla yaşadığı anılar aklından geçerken. "Ah Yiğit, sen sevdaya düş bi, ben sana neler yapacağım ulan!" diye söylenişleri geldi aklına. "Dibinde bitip durmazsam, yaptıklarını sana yapmazsam bana da Derman demesinler!" diye isyan etmeleri. Gerçeklere bakınca hiç de öyle olmamıştı. Tersine, Yiğit mutlu olsun diye elinden geleni yapmıştı.

Kapı açılıp da iki kişi dışarıya çıktığında yine ayaklanmışlardı. Doktorun karşısında duran bu kez Yiğit oldu. "Doktor hanım, Derman'ın durumu nasıl? İyi mi?"

Kadın ince sesiyle "İyi," dedi onları rahatlatmak istercesine. "Fakat bir süre müşahede altında kalması gerekecek. Zorlu bir ameliyat geçirdi, kendine gelmesi zaman alabilir. Kritik bir bölgeye çok yakındı kurşun, neyse ki milimlerle ölümcül olabilecek yahut kalıcı bir hasar bırakabilecek bölgelere saplanmaktan kurtulmuş. Şanslıymış Derman bey. Birazdan odaya alacaklar. Bir süre yanına girmeyin hastanın iyiliği için. Yalnızca bir kişi beş dakika girip çıksın. Ben de tekrar gelip detaylı bilgi vereceğim."

Doktorun açıklaması herkesi rahatlatmıştı. Özlem'in gözleri, hissettiği mutluluk ve şükür sebebiyle doldu. "Çok şükür Allah'ım," dedi birkaç kez. Asude, Tülin hanım ve Şule, Özlem'e sırasıyla sarılmıştı.

Kudret bey de sevinçle Yiğit'in omzuna kolunu attı ve teselli eder gibi yavaşça bir kaç kez vurdu. Arkadaşı için ne kadar korktuğunu o da çok iyi görmüştü. "Oğlum, sen Derman'ı bilmez misin? Bak yine yaptı yapacağını, bizi korkuttu. Ama şükür iyiymiş. Doktorun dediği gibi şanslıdır Derman. Deli şansı var onda."

Yiğit küçük bir tebessümle başını salladı. "Haklısınız amirim."

Asude, sevdiceğinin omzuna kolunu atmış babasına baktı. Müstakbel damadını manen destekliyordu babası, haberi yoktu. Farkında olmadan güldü onların bu hâllerine. İçi boşalmıştı, iyi haberi alınca rahatlamış, kendine gelmişti. Bu sırada Yiğitle göz göze gelince suç üstü yakalanmış gibi hissedip gülümsemesini bastırmaya çalıştı ama beceremedi. Yiğit, sevdiceğinin neye güldüğünü saniyeler içinde anlamış, istemsizce kendisi de gülümsemişti. Ta ki aklına amiriyle bu konuyu nasıl konuşacağı fikri gelene dek. Bu düşünce biraz germişti genç adamı ama bunun için endişelenmeyi sonraya sakladı. Öncelik şimdi arkadaşının sağlığıydı.

👮‍♂️👩‍🎓


Özlem, Derman'ı görmek için içeriye girmişti. Adam hâlâ baygın yatsa da karısının ve bebeğinin varlığını hissedip yanında olmak iyi gelecekti ona, biliyordu genç kadın. Yatağın köşesine sığıştı ve kocasının serum takılı olmayan elini dikkatlice tuttu. Onu böyle görünce gözleri yine dolmuştu. Neredeydi neşeli gülüşleri, parıl parıl parıldayan gözleri, ışık saçan bakışları, esprili sözleri, haylaz tavırları? Hepsini şimdiden çok özlemişti.


"Çok korkuttun beni." dedi. Konuşurken sesi güçsüz, kısıktı. "Sadece beni de değil. Hepimizi. Her an o kapıdan sağ salim, ayaklarının üzerinde çıkmanı ve 'şaka yaptım, bana bir şey olsa ne hâle gelirdiniz görmek istedim sadece, hepiniz yıkıldınız, demek bu kadar seviyordunuz beni' demeni bekledim. Normalde böyle bir şakadan sonra seni ben yaşatmazdım biliyorsun, ama bu kez keşke şaka olsa diye düşündüm. Hiç kızmazdım sana. Sadece 'Evet, çok seviyoruz seni' derdim."

Yanaklarını sildi ve kendisini toparlamaya çalıştı. "Sana böyle ruhsuz ruhsuz yatmak hiç yakışmıyormuş. Çabuk iyileş, tamam mı? İyileşeceksin Derman. Kendin söyledin, sözünü tut. Ben hani hiç "Dermanım yok" demeyecektim? Beni sensiz bırakamazsın. Onca şeyden sonra kalbim sana ve seninle atmışken beni bırakıp gidemezsin! Hem daha buzdolabımıza yeni magnetler alacaktın gezmeye gittiğimiz yerlerden. Bana kendi bebeğimizle birlikte atacağın fotoğraflar var hem. Onları görmedim."

Kocasının kendi parmaklarının yanında oldukça kalın ve uzun kalan parmaklarını şefkatle okşadı.

"Gamsız adam! Buzdolabı dediğin kadını ateşe verdin, kalbini ısıttın, sıcacık ettin, kendine mühürledin. Şimdi de yarı yolda bırakıp gitmeye kalkıyorsun! Evlendik diye rahatladın herhalde, ama hiç rahatlama, uyanamasaydın asla affetmezdim seni! Ona göre! Uyan artık! Yoksa yine buz keseceğim. Bu kez kimse eritemeyecek, sonsuzluğa dek..."

Özlem, tatlı sitemini gülümseyerek etmişti. Söylediğinin aksine, ona hiç kıyamayacağını biliyordu. Nasıl kıysındı ki kalbinde bu denli saflık ve iyilik dolu birine? Ki o biri eşiydi, karnındaki miniğin babasıydı.

En önemli haberi en sona saklamıştı.

"Derman, şu operasyon bitsin bebek sahibi olabileceğim inşallah deyip duruyordun. Öyle oldu, hayırlı haber operasyon bitip de sen vurulduğunda geldi. Bir şeyi kırk kere söylersen olurmuş. Ama birdahakine ayrıntı ver lütfen. Ben sağ salim olacağım, yavrumun haberini beraber mutlu mesut alacağız falan gibi."

"Öyle işte, baba oluyorsun Derman. Artık bir değil iki çocuğum olacak," Sözün burasında küçük bir gülüş yerleşti dudaklarına. "Sen harika bir baba olacaksın, eminim bundan."

Hafifçe iç çekti. Artık çıkması gerekiyordu. Derman'ın yüzüne doğru yaklaşıp alnına ufak bir öpücük kondurdu. Ardından elini de yavaşça bıraktı ve kalkıp isteksiz adımlarıyla odadan çıktı.

👮‍♂️👩‍🎓

Bugün doktor, isteyen herkesin kısa süre de olsa Derman'ı görebileceğini söylemişti. Kendindeydi adam, başında bekleyen eşiyle birlikte hastanede bir buçuk günü atlatmıştı şükür. En başta hasta ayağına karısına nazlansa da, sonrasında baba olacağı haberini almış, "Kurşun öldürmedi ama galiba sevinç ve heyecan sebebiyle geçireceğim küçük çaplı kalp krizinden öleceğim," diye değişik havalara girmişti. Tabi ağzına böyle laflar aldığı için Özlem'den tatlı bir azar işitmişti. Çocukları olacaktı be, anne baba olacaklardı! Nasıl sevinmez, iyi hissetmezdi. Her sorana çok iyiyim deyip duruyordu.

Asude ve Yiğit de haberi duyunca soluğu hastanede almışlardı. Derman'ın kaldığı odaya varıp kapıyı tıklatmış, içeriye girmişlerdi. Geçmiş olsun deyip duygulu bir kaç dakika yaşadıktan sonra Asude sayesinde yine ortam şenlenmişti.

Bu odada yalnız iki hasta yatıyordu. Diğer kişiyi yakını hava almak için odadan çıkartmış, yavaş yavaş koridorda yürütüyordu. Bu sebeple yabancı kimse yoktu. Rahatlardı.

"Derman komiserim, ne oldu sana ya?"

"Ne olmuş canım, hiçbir şeyim yok benim."

Asude güldü. "Tabi canım, altı üstü avcı operasyonunun yan etkileri."

Yiğit "Ne operasyonmuş ama!" diye hayıflandı. Asudeyle alakalı mı olsun, Dermanla alakalı mı olsun, başlarına gelmedik macera kalmamıştı.

"Ava giderken avlandık," dedi Derman. Bu lafı herkesi güldürmüştü. "Gülmeyin, çok ayıp! Yaralı kuşa kurşun sıkılmaz. Asude, senin bu atasözünü biliyor olman lazım!"

Özlem "Yaralı atom karıncam benim," dediğinde hepsinin gülüşleri büyümüştü.

Derman şımarıp "Evladımın anası güzel jaguarım benim" diye karısına gülümsediğinde Asude kıkırdamış, adamın dikkatini üzerine çekmişti. "Hâlâ ne gülüyorsun kız! Sen bana senin amber balığından haber ver, hâlâ kıvrıla kıvrıla yüzüyor mu suda? Yoksa deniz yıldızına kavuşabildi mi?"

Yiğit istemsizce göz devirdi arkadaşına. "Türkçe konuşmaya davet ediyorum sizi. Hem ben buradayken neden yokmuşum gibi konuşuyorsun, Allah Allah!"

Derman iyi be dercesine bir bakış attı genç adama. Ardından biraz olsun ciddileşti. "Şşt, siz naptınız, sonunda konuştunuz mu?"

Yiğit'in yüzünde keyifli bir gülümseme peydah oldu. "Hıı konuştuk. Hatta Asude bana evlenme teklif etti."

Derman'ın gözleri şaşkınlıkla irileşti ve suratına hem mutlu hem de hayret dolu bir ifade yerleşti. "Valla mı kız?!" derken Asude'ye bakıyordu merakla.

Asude biraz utansa da başını yavaşça salladı, evet anlamında. "Eh Derman komiserim, öyle oldu. Yiğit bin yaşar, fırsat bir düşer, dedim ve evlenme teklifi ettim."

"Hem de çatışmanın ortasında." diye devam ettirdi genç adam.

Derman bunu duyunca kahkaha atmıştı. Gülünce de canı yanmıştı. "Hahaha! Ayyy, ahh! Yaram!" Gülmeye son verip sakinleşti. "Bu kız varya çok fena çok. Kıymetini bil Yiğidim. Asude, aferin kız sana da. Bak her zaman sana saygı duymuşumdur."

"Teşekkürler, duygularımız karşılıklı Derman enişteciğim," deyip gururla tebessüm etti genç kız.

---

Okan başkomiseri de ziyaret ettikten sonra ziyaret saati bitimine yakın iki genç ayrılmışlardı hastaneden. Bir yerde oturup ciddi bir şekilde evlilik mevzusunu konuşacaklardı. Derman'ın ve Okan'ın durumu sebebiyle vakit bulamamışlardı ve ertelemişlerdi. Bugün onu sağ salim, güleryüzlü bir şekilde görünce rahatlamışlardı ve artık zamanın geldiğine karar vermişlerdi. Bu yüzden ayrılmak yerine beraber yakınlardaki bir yere gideceklerdi.

Yolda yürürken, genç kızın kafasında bir sürü şey dolanıyordu. Sonunda dayanamayıp dilinin ucuna gelen bir tanesini sevdiceğine soruverdi.

"Yiğit, biz şimdi seninle böyle didişip atışıp tersleşmiştik falan ya. İleride de öyle olmaz, evliliğimiz zarar görmez, dimi?"

"Allah dağına göre kar verir," deyip ona göz kırptı genç adam. Sevdiceğinin bunu kafasına takmasını istemezdi çünkü onların hepsinin sebebi yalnızca Asude'yi operasyondan uzak tutmaya çalışmasına dair durumlar yüzünden gerçekleşmişti.

"Ya ciddi ol ama."

"Ciddiyim." dedikten sonra az evvel aklından geçenleri ona da bir bir söyledi. Operasyon da bittiğine göre, anlaşmazlığa düşeceğimiz pek bir şey kalmamıştır dedikten sonra konuşmaya içten bir şekilde devam etti. "Hem ben seni kıracak, üzecek, canını sıkacak hiçbir şeyi isteyerek yapmam. Kıyamam ki,"

Asude gülümsedi. İçinde kıpır kıpır eden bir şeyler hissediyordu.

"Elbette her evlilikte olduğu gibi bizim de tartışmalarımız, sürtüşmelerimiz olacaktır. Bunları yaşamayan kimse yok. Biz yeterki onları büyütmeyelim, affetmeyi bilelim, özür dilemeyi bilelim. Anlamaya çalışalım. Sevmeye, değer vermeye devam edelim."

"Haklısın."

Aralarına yeniden sessizlik girdikten bir kaç dakika sonra aklına gelen bir başka soruyu heyecanla ve merakla sordu Asude.

"Yiğit! Beni nereye götürecektin? Yani, eğer operasyon yüzünden planımız değişmeseydi. Nereye gidecektik, ne yapacaktık?"

Genç adam "Söylemem," dedi sır tutar gibi.

"Yaa!"

Asude'nin nazlı ve itiraz eden bir 'ya' çekmesi üzerine kendini savunmaya aldı. "Ama o planım ertelense de hâlâ geçerli. Tekrarı olacak. Sürprizi bozamam."

"Çok merak ederim ama ben. Çabuk olsun tekrarı, tamam mı?"

Sevdiceğinin çocukça bir saflık ve heyecanla tembihlemesine gülümsedi ve "Tamam," dedi Yiğit. Bir kaç saniyenin ardından aklına gelen şeyle birlikte konuşmayı sürdürdü. "Hadi sana bi kıyak yapayım. Ufak bir şeyi söyleyeyim."

Asude, devam etmesini bekleyerek başını salladı. Tüm dikkati yanında yürüyen adamdaydı.

"Hani bir keresinde güneşin batışını izlemiştik ya seninle sahilde? Çocukluk hâlimi merak etmiştin, fotoğrafımı görmek istemiştin, ben de göstermiştim."

"Evet, hatırlıyorum!"

"Birine çok tatlı, birine çok komik, birine çok güzel demiştin. Sonra, Yiğit sen küçülsene, biraz sevelim, demiştin."

"Hıhı, öyle ama gerçekten."

"Ben de 'Üzgünüm, elimizde küçük versiyonumuz kalmadı.' demiştim sana."

"Evet," deyip başını salladı Asude. Yiğit'in bunları hatırlaması çok hoşuna gitmişti nedense, gülümsedi.

"Ben çatışmanın çıktığı gün, eğer o planladığım yere gitseydik, 'Beni küçülmeden, böyle de sever misin?' diyecektim sana aslında. Sahildeyken içimden bu geçmişti çünkü, ama böyle hissetmek beni korkutmuş ve şaşırtmıştı. Korkacak bir şey kalmayınca, dile getirmek istedim. Bunu ve daha fazlasını."

Asude'nin adımları sokağın ortasında durdu. Bunu fark eden Yiğit de durdu ve sevdiceğine döndü. Kendisine bakıyordu derin derin. Utangaç, cesur, sevgiyle, minnetle.

"Sor bakalım," dedi sakince.

Yiğit önce bir an neyi soracağını algılayamamıştı sevdiceğinin bu güzel bakışları altında. Hemen sonra anladı ve bütün ciddiyeti ve samimiyetiyle sordu.

"Beni küçülmeden, böyle de sever misiniz Asude hanım?"

Gülümsedi Asude. "Severim,"

Gülümsedi Yiğit.

Ardından ikisinin de gülüşlerini yarım bırakan bir ses duyuldu yakınlarında. "Kim kimi seviyormuş!"

Aynı anda iki gencin de bakışları yan tarafa çevrildi ve gördükleri kişi sebebiyle afallayarak önce adama, birbirlerine, yine adama baktılar.

"Tuna abi..."

"Tuna..."

Tek kelimelik mırıltılarından sonra ikisi de susmuştu.

"Size sordum?" deyip ciddiyetle baktı onlara Tuna. Ellerini cebinden çıkartıp kollarını birbirine bağlamıştı, hesap kitap sorar gibi. Ona yakışmayacak denli ağır bir havası vardı.

Yiğit tam konuşacakken, kendisinin söylemesini daha uygun ve zararsız bulan Asude onun lafını kesti.

"Tuna ben--"

"Tuna abi ben Yiğit'i seviyorum. O da beni seviyor. Hatta ona evlenme teklif ettim. O da kabul etti. Durum bu. Kızmak için çok geç. Gerçi sen zaten kızmazsın, anlayışlı, hoşgörülü, sevgiye aşka saygılı, kuzenine kıyamayan, arkadaşına kıyamayan, merhametli bir adamsın sonuçta. Boşuna sevmiyoruz seni."

Tuna'nın tek kaşı iddialı bir şekilde havaya kalktı. "Diyorsun!"

"Diyorum!"

"Yiğit beyler ne diyor?" deyip bu kez de genç adama doğru döndü Tuna.

Yiğit de gayet ciddiydi ve sevdasının arkasında durduğunu belli edecek şekilde, durabildiğince dik durdu Tuna'nın karşısında. "Asude ne diyorsa o,"

Tuna aniden ellerini birbirine vurup alkış yaptığında iki genç de ne olduğunu şaşırmıştı. "İşte bu!" dedi ardından. "Asude ne diyorsa o, dedin. Demek ki doğru kişi sensin. Cadımızı üzmezsin. Hayırlı olsun kardeşim."

Yiğit kendisine uzatılan ele bir kaç salise şaşkınca baktıktan sonra elini uzatıp sıktı. "Sağ ol?"

"Sana da hayırlı olsun Asudecim."

"Sağ ol abicim, darısı başına!"

Tuna, "İşte orada duracaksın!" deyip işaret parmağını havaya kaldırdı ve elini aralarında bir tehdit unsuru, bir duvar gibi tuttu. "Birdaha benimle uğraşırsan, daha doğrusu benim evlilik ve aşk hayatımla uğraşırsan, Sıla Sıla deyip durursan, çok kötü olur! Gider amcama yetiştiririm bak. Sizden önce benden duyarsa kızar-köpürür. Ona göre!"

"Biz bu hafta içerisinde zaten ailelerimize söylemeyi düşünüyorduk ama olsun. İyi tamam, anlaştık. Bundan sonra ne Sıla'ya senin lafını ederim ne de sana onun lafını ederim. Söz! Ama bak söylüyorum, bir gün gelir kendin istersin, yine de yapmam!"

"Anlaştık!"

"Anlaştık!"

Asude ve Tuna anlaşmaya vardıklarında Yiğit, arkadaşına bakıp başını 'bunu yapmayacaktın' anlamında iki yana salladı. "Tuna, büyük konuştun kardeşim. Büyük..."

"Yok yok, merak etme sen Yiğit. Başımı şişirmelerinden kurtulacağım sadece. Biliyorum ben, Sıla dedikleri arkadaşlarıyla ben olamayız zaten. Düşün yani, çikolatayla ton balığı uyumu gibi."

Yiğit küçük bir kahkaha attı. Bir an kendisini görmüştü karşısında. Bir zamanlar Asude ve kendisi için 'salamla çilek gibi' deyişini anımsadı. Yiğit dersini almıştı ve içinden bir ses Tuna'nın da bir gün bu lafını yutacağını söylüyordu.


son 👮‍♂️👩‍🎓


DURUN BİR SORUM VAR


En sevdiğiniz karakter kim ve neden? Bir de en çok sevdiğiniz kısım/olay? merakımı giderirseniz sevinirim. kocaman sarılıyorum.


Loading...
0%