@sukunettekelimeler
|
Yiğit. Korku. Endişe. Telaş. Aşk. İlgi. Merak. Macera. Yiğit hayatında hiç olmadığı kadar stres içindeydi. Korkuyordu. Kızgındı. Endişeliydi. Telefonun ucundaki Kudret beyi biraz olsun rahatlatabilmek için kendinden emin bir şekilde konuştu. "Merak etmeyin komiserim, Asude'ye zarar gelmesine izin vermeyeceğim. Şimdi telefonu kapatmam gerek, haberleşmezsek endişelenmeyin. Hakkınızı helal edin komiserim." "Helal olsun aslanım. Sen de helal et. Kızım sana emanet." "Canım pahasına koruyacağım onu." Genç adam telefonu kapatıp cebine koydu. Kendisini nasıl böyle bir işin içinde bulmuştu? Ah Asude ah! Yine burnunu şu avcı operasyonunun işlerine sokmuş, ve bu kez başına ciddi bir bela almıştı. Kızın başlarına çorap ördüğünü öğrenen adamlar onu kaçırmışlar, şimdi de koz olarak kullanıyorlardı. Ülkeden kaçış bileti olarak ellerinde tutuyorlardı Asude'yi. Şahin'in sayesinde kızı nereye götürdüklerini öğrenmişti neyse ki. Hemen peşlerine düşmüştü. Sakarya'nın Karasu ilçesindeki limana gidiyorlardı ve oradan bir tekneyle kaçmaya çalışacaklarını tahmin ediyordu Yiğit. Sonunda limana vardıklarında Yiğit önündeki aracı dikkatle gözlemlemeye başladı. Arabadan iki kişi inip uzaklaşmıştı ve bunların biri koruma diğeri Cevher Akbaba'ydı. Asude inmemişti. Hâlâ araçtaydı demek ki. Yiğit'e verilen öncelikli görev Asude'yi onların elinden kurtarmaktı. Gerisi bölgedeki bilgilendirilen kara ve denizden hareket edecek olan polis ekiplerinin işiydi. Onlar da herhalde kısa zamanda burada olurlardı. Belki de çoktan sivil halde etrafta yerlerini almışlardı. Cevherle korumasının gözden kaybolup bir güvenlik kulübesinin içerisine girmesiyle birlikte Yiğit arabasından inip hızlı ve temkinli bir şekilde Asude'nin tutulduğu araca yaklaştı. Ona bir şey olacak diye ödü kopuyordu. İki gündür kafayı yemişti. Araca yaklaşıp şoförün olduğu tarafa geçti ve cama tıklattı. Film kaplı olduğu için içi görünmüyordu. Adam camı açıp sert bir şekilde Yiğit'e baktı. "Ne var?" "Abi arka tekere bir şey saplanmış, lastik iniyor. Görünce söyleyeyim dedim, insanlık öldü mü?" Şoför koltuğundaki adam bir küfür mırıldanıp araçtan inerken "Sağol kardeş," diye ekledi ve arabanın arkasına yürüdü. Tekere doğru eğilen adama vurup bayıltması neyse ki kolay olmuştu. "Ne oluyor lan?!" Olanları aynadan gören diğer adam araçtan inip Yiğit'e doğru atılırken aralarında kısa bir kavga yaşandı. Dövüşün sonunda ikisi de hırpalanmıştı ama şükür ki Yiğit adamı yere serebilmişti. Silahını belinden çıkartıp doğrulttu ve arabanın açık kapısının önünde durdu. İçeride başka bir adam yoktu neyse ki. Yiğit, baygın halde duran Asude'yi fark edince hızlıca araca girdi. Üzerinden büyük bir yük kalkmış gibiydi, onu görmüştü ya! Karşısındaydı. Genç kızın teninin rengi solmuş, göz altları hafiften kararmış ve çökmüştü. Neyse ki ilk bakışta gözüne çarpan ciddi bir yarası veya hasarı yoktu. Bu içini rahatlatırken bir yandan da onu kucaklayıp araçtan çıkarttı. Cevherle diğer korumanın arkalarında bir kaç kişiyle bu tarafa geldiğini görünce kucağındaki genç kızla gidebildiği kadar hızlı bir şekilde kendi arabasına koştu. Onu arkaya yatırıp hızlıca şoför koltuğuna geçti ve oradan uzaklaşmaya başladı. Ne var ki adamlardan kurtulmuş değillerdi. Arkasından bir aracın takip ettiği süreç boyunca izini kaybettirmeye çalıştı. Zor da olsa 40 dakikanın saatin sonunda bunu başarmıştı. Kırk dakikalık kovalamaca yormuştu genç adamı. Üstelik Asude kaçırıldığından beri doğru düzgün uyumamıştı bile, iki üç saatlik uykuyla duruyordu. Bir köy yoluna girmişti ve etraf yeşilliklerle doluydu. Takip edilmediklerinden emin olduğunda arabayı müsait bir yere çekip aşağı indi. Karşısında dağ ve tepecikler, mavi gök vardı. Manzara oldukça hoştu. Bilmeden cennet keşfetmiş gibiydi. Ama şimdi gözü bunlardan ziyade genç kızı görüyordu. Asude'nin ismini seslenirken başını iki avucunun arasına aldı. Yüzüne düşen saçlarını geri itti. Genç kızın gözleri yavaş yavaş açılmış, başı da hareketlenmişti. "Asude?" Hasretle kızın ismini söylerken bakışlarını yüzünün her zerresine dokundurdu. Ne kadar baksa doyamayacak, dinmeyecekti içindeki özlem. Seviyordu onu. Deli gibi hem de. Şu son üç günde çok daha iyi anlamıştı bunu. Tuğçe haklıydı, Derman haklıydı. Başının tatlı belasıydı o ve Yiğit bu tatlı beladan başka kimseyi yanına veya kalbine koyamıyordu. Sonunda genç kızın gözleri aralanmıştı ve kendisine gelmişti. Yavaşça etrafına bakınıp nerede olduğunu idrak etmeye çalışıyordu. "Yiğit?" Genç adamın suratında uzun zaman sonra ilk kez bir gülüş belirdi. "Evet, benim güzelim. Yanındayım." "Çok korktum." derken Asude'nin sesi oldukça bitkindi. Bir umuda sarılır gibi Yiğit'e sarılıvermişti birden. Kendisini güvende hissediyordu şimdi. Geçmişti her şey, değil mi? Yiğit, mantığıyla baktığında yaşadıkları sebebiyle Asude'nin bu tepkiyi vermesini normal karşılamıştı ama bir de aşık kalbine sormak lazımdı... Sevdiği kız ona sarılmış, başını gövdesine yaslamış, sığınmıştı göğsüne. Yutkundu. "Biliyorum, ama korkma artık, geçti hepsi. İyisin, benimlesin." Asude başını evet anlamında oynattıktan sonra bir kaç saniye daha öylece durdular ve geri çekildi. "Şey, su var mı?" "Susadın mı?" derken bir yandan da arabayı karıştırmaya başladı genç adam. Asude "Evet," derken Yiğit'in eline bir şişe geçmişti bile. "Al bakalım, suyunu iç, biraz dinlen. Ben babana haber vereyim. Endişelenmesin artık." Yiğit arabadan inip cep telefonunu aradı fakat cebinde yoktu. Ön tarafta da değildi. Hay Allah! Telefonu yoktu, düşmüş olmalıydı. Telsizi alıp biraz yürüdü, fakat çekmiyordu. Bir kaç kez deneyip bıraktı. Arabanın önüne yaslanıp karşısındaki görüntüye dikti gözlerini. Derin bir nefes aldı. Yorgun hissediyordu. Ciğerleri temiz havayla dolunca biraz rahatlamıştı. Eee sonuçta üç gündür durmadan Asude'ye ulaşmaya çalışıyor, her dakika onu düşünüyordu. Zaten şu an böyle sakinse tek sebebi arabanın içinde sağ salim bulunan kızın varlığıydı. Ona bir zarar gelmemiş olması diğer kötü faktörleri geri plana atmıştı. Telsizden ses gelince hafifçe yan dönüp ön kaputun üzerinde duran aleti eline aldı ve sonunda Kudret amiriyle iletişim kurabildi. Durumlarının iy olduğuna haber verip ne tarafta olduklarını açıklamaya çalıştı. Kudret amiri, bir saate orada olacaklarını haber veriyordu. Kızını da sormuştu, iyi olduğunu ve arabada dinlendiğini duyunca bir kez daha rahatlamıştı adam. Tabi asıl rahatlamayı kızını karşısında görene dek yaşayamayacaktı. Bir saat beklemeleri lazımdı şimdi. Bunu Asude'ye söylendiğinde artık kapalı bir alanda kalmak istemeyen genç kız arabadan inip tekere yaslanacak şekilde oturmuş, karşısındaki dağ manzarasına bakıyordu. Beyaz bulutların şekil alışına, güneşin gittikçe kayboluşuna, yeşil ve mavinin uyumuna doya doya baktı. Yiğit de onun biraz ötesine oturup sırtını araca yasladı. Fakat ara ara manzarayı, ara ara da yanındaki kızı seyrediyordu. Dayanamayıp konuştu sonunda. Kalbindeki duyguları taşıması artık ağır geliyordu. "Sana bir şey olacak diye çok korktum Asude." "Babam senin canına okur diye mi? Ben de olsam korkardım Kudret beyden." Belli ki eski haline dönmüş, kendisini toparlamıştı kız! Hemen laf çarpıtmaya başlamıştı bilmiş bilmiş. Olsun, bu haliyle sevmişti onu. "Hayır tabiki. Tek düşündüğüm sendin. Kendim için endişelenmedim, senin için endişelendim. Ya sana bir şey olsaydı?" "Doğru, vicdan azabı meselesi..." "Vicdan azabı falan değil! Anlamıyor musun..." "Neyi?" Yiğit derin bir nefes aldı. Şimdi tam zamanıydı söylemenin. "Ya şimdi ya hiç Yiğit," Genç kıza doğru dönüp gözlerinin içine baktı. Derinine. Sakince konuşmaya başladı. ''Bak Asude, kaynayan kazan kapak tutmaz. Ben burada patlak veriyorum. Daha fazla içimde tutamayacağım.'' ''Ne-neyi?'' diye ürkekçe sordu genç kız. ''Kalpten kalbe yol vardır ya hani?'' Başını salladı yavaşça genç kız. ''Vardır...'' dedi usulca. Yiğit, Asude'nin eline uzanıp tam dudaklarını aralamıştı ki kucağında duran telsizin sesi böldü cümlesini. İkisinin de dikkati dağılmış, ânın büyüsü bozulmuştu. Küfür eden biri olsa şuan âlâsını ederdi! Zamanı mıydı be! Hey Allah'ım! Tam kıza açılırken! ''Ulan resmen Barış abinin şarkısını yaşadık iyi mi! Tek fark, domates biber patlıcan yerine bizim telsizden gelen seslerin merkezden ve kod olması!" 👮♂️👩🎓 "Keşke hislerimi sana açıkça anlatabilseydim Tuğçe yine kahvaltı hazırlarken müzik açmış, bir yandan dinleyip bir yandan eşlik ediyordu. Yiğit gözlerini açtığında odasının tavanıyla karşılaştı. Ne yani, rüya mı görmüştü! Derin bir nefes alıp verdi. Çok gerçekçiydi! Zihninde rüyası, kalbinde rüyanın verdiği hisler, kulaklarında da barış mançonun sesi vardı. Özellikle rüyasındaki kalbini yakıp kavuran o hasret, endişe, aşk, hepsini bu denli gerçek hissetmesi normal miydi? Nasıl olur da bir rüya bu kadar etkilerdi insanı? Rüyasını düşünmeye son verip uzandığı yerden kalktı. Ah Tuğçe, rüyasında bile bilinçaltı etkilenmişti dinlediği şarkıdan! Bu aralar şarkıları özenle seçiyordu mübarek! En son bir kaç gün önce elinde kalacaktı oysa! Babasının arkasına saklanıp da kurtulmuştu. Unutmuştu demek. Elini yüzünü yıkayıp mutfağa geçti. "Rüyamda bile huzur vermiyorsun kızım! Şu şarkılarını açmasan olmuyor mu?" "Sana da hayırlı sabahlar abiciim! Hayırdır, ne görüyordun rüyanda da rahat vermedim?" "Sakın bilme, bilsen hiç düşmem dilinden!" diye içinden geçirdi genç adam. "Yok bir şey!" "İlan-ı aşkını mı bölüyordum yoksa?" Yiğit bir an şaşıp kalmıştı. Bu kız müneccimliğe doğru adım adım gidiyordu galiba! Tövbe tövbe! "Yok artık, doğru mu bildim!?" Tuğçe gülmeye başlamıştı. Yiğitten ise ses seda yoktu. "Sadece sana takılmak için söylemiştim valla, henüz rüya bekçiliği yapamıyorum abicim. Korkma." "İyi bari, en azından orada huzurumuz olsun." "Demek ilan-ı aşk ediyordun ha.. Kime? Tatlı belana mı?" "Tuğçe!" "Tamam ya şaka yaptım." "Yapma abicim!" "İyi! Ama işin düşerse bana bu konularda, bak bakayım kılımı kıpırdatacak mıyım!" "Aman, eksik kal çingenem!" "Kalıcam!" (evet maalesef rüyaydı :D gerçek itiraflar daha eğlenceli olucak kdfjdk direk o bölüme ışınlanabiliyor muyuz?) 👮♂️👩🎓 Şube. Yiğit. Zihninin içi. Karmaşa. Sevda. Olduk olmadık zamanlarda ve yerlerde sürekli onu düşünmesi normal miydi? Ya göresinin gelmesi, özlemesi, yolunu gözlemesi, bir yerden çıksa diye beklemesi? Bilmiyordu ama bir zamanlar genç kızın çektiklerini şimdi o çekiyordu. Ve çoktan emin olmuş, kabul etmişti: ondan hoşlanıyordu. Bir şeyler vardı içinde bu kıza karşı. Başkasına olmayan, ona özel, hiç fark ettirmeden yavaş yavaş içine yerleşip büyümüş bir şey. Bir rüyayla dahi kendisini derinden sarsmayı başaran bir şey. Derin bir iç çekti. İlk kez ciddi şekilde birinden hoşlanıyordu. Çok garip duygulardı, garip ve güzel. Gülümsedi. Vay be, aklından geçen şu düşünceleri ve kalbinde kıpır kıpır eden hisleri annesi bilse kalkıp yarım saat göbek atar, şükür namazları kılar, sevincinden yerinde duramaz, düğün hazırlıklarına başlardı. Derman'ın imaları da boşuna gitmemişti bu arada. Haklıydı adam, sezgileri kuvvetliydi demek! Ama aceleye gerek yoktu, biraz ağırdan alıp alışmalıydı bu duygulara. Eli ayağına dolanmış, içi içine sığmaz olmuş bir haldeyken gidip mantıksız bir şey yapmamalıydı. Son bir saattir kulağında kulaklıklarla, Asudeyle birlikte tee ne zaman o odaya yerleştirdikleri ses cihazını dinliyordu. İlk yirmi dakika odada kimse olmadığından, sonraki on dakika sıkıcı ve boş konuşmalar, yeniden 10 dakika sessizlik ve 15 dakika boş konuşmalar geçtiğinden Yiğit'in canı sıkılmış, kendisini Asude'yi düşünürken bulmuştu. İşittiği bir kaç kapı sesi ve önemli olduğunu düşündüğü bir konuya giriş yapılmasıyla dikkatini hemen işine yöneltti. Yaklaşık on dakika tanımadığı iki kişi arasında geçen bir diyaloğa kulak vermiş, suratına heyecan verici ve memnun bir gülüş yerleşmişti. Cihazdan önemli bir bilgi gelmişti, operasyonun sonuna onları yaklaştıracak ve onlara delil sağlayacak bir bilgi. Konuşmanın bitip konunun son bulduğuna emin olduğunda hemen kulaklıkları masanın üzerine bıraktı ve odadan çıktı. Kudret amirinin odasına doğru seri adımlarla yürüyordu. Adamı odasının kapısında bulmuştu, içinde değil. Çocuk şubenin amiri ile konuşuyorlardı. Bir kaç adım ötesinde durup konuşmalarının bitmesini bekledi, araya girip saygısızlık etmek istemezdi. Bu sırada istemeden konuştuklarına da kulak misafiri oluyordu. Ama sorun etmedi çünkü ikisi de genç adamın geldiğini görmüş, muhtemelen bir şey söylemek içiin konuşmalarının bittiğini beklediğini fark etmişti. "Bizim kızı görmeye geleceklermiş, talibi çıktı Faruk. O yüzden biraz şaşkınım. Gözümüzde hiç büyümüyorlar ki! Bakalım napacağız, gelme de diyemedik. Tanıdık, iyi bir aile. Bir görüşsünler, belki hayırlısıdır." "Aynen öyle Kudret, hayırlısı olsun inşallah." Yiğit şok olmuştu. Kalakalmıştı orada öylece, transa geçmiş gibiydi. "Allah'ım doğru mu duydum ben?" diye söylendi kendi kendine. Dizlerinde derman kalmamıştı resmen, eli ayağı boşalmıştı. Asude'nin bir başkasıyla görüştüğünü, evlendiğini, güldüğünü, inatlaştığını düşündü de, yok yok! Çıldırtıyordu adamı bu ihtimaller! Hangi herifti o ulan?! İçindeki kabadayı birden su yüzüne çıktı. Onu def etmeye çalıştı. Zor da olmadı çünkü odağında çok büyük bir mesele vardı. Daha yeni bağrına bastığı duyguları acımıştı. Bu acı farklıydı, benzemiyordu diğerlerine. İçinde bir ateş yanmış, alevleri harlanmıştı. Kaybetme korkusu, aşk, sevgi, şaşkınlık ve kıskançlık el ele vermiş; genç adamın beyin hücrelerinin işlevini durdurmuştu. Ne yapmalıydı? Bir şey yapmalıydı. Öylece duramazdı sevdiği kızı birileri görmeye gelecekken! Az evvele dek kullandığı hoşlanmak kelimesi halt etmişti, şu duyduklarından sonra içinde hissettikleri varya, bağırtırdı adamı 'Sevdalıyım işte be' diye. Ama gel gör ki beyni de 404 ERROR vermişti. "Yiğit? Sana diyorum oğlum? Yiğit?!" Omzuna bir el dokununca kendine geldi. Dalıp gitmişti. "Hı? Buyrun amirim?" "İyi misin oğlum? Hâlin hâl değil." "İyiyim amirim. Dalmışım. Ben size çok önemli bir şey söylemeye gelmiştim." "İyi falan değilim amirim. Sizin söylediklerinizi duyduktan sonra! Kapıdan geri çevirseniz o gelenleri, olmaz mı amirim?" "Buyur oğlum, gel odaya geçelim." Birlikte içeri girdiklerinde Yiğit, duyduklarını Kudret beye anlatmıştı. Kudret bey operasyonda görevli diğer polisleri de çağırmıştı. Okan başkomiser, Ada, Derman ve Özlem. Hep birlikte bu bilgiyi değerlendirip üzerine konuştular, bir plan kurdular. Toplantılarının sonunda Kudret bey özellikle olayın saha kısmında görevli olan üç gençte dolaştırdı bakışlarını. "Ne yapıp edin, o belgeyi bizim hazırlayacağımız belgeyle değiştirin arkadaşlar. Size güveniyorum. Kolay gelsin, Allah yardımcınız olsun." "Başüstüne amirim." Odayı boşalttılar. Ada ve Okan başkomiser belgeyi hazırlamak üzere birlikte ayrılmıştı. Derman, Özlem'in peşinden gidip selam vermişti, bütün akşam evde yan yana değillermiş gibi. Yiğitse düşünceli bir halde koridorun sonuna gidip merdivenleri inmeye başladı. Bahçeye çıkıp bir o tarafa bir bu tarafa yürürken temiz hava almak biraz olsun aklını başına getirmişti. "Ah be Yiğit, geçen güne kadar baş belası dediğin kız uğruna şimdi cefa çekiyorsun, iyi mi? Nasıl da eteklerin tutuştu! Ee boşuna dememişler, kel ölür, sırma saçlı olur; kör ölür, badem gözlü olur. Neyse geç bunları, ne yapacağım ben şimdi? Nasıl engel olabilirim ki bu görüşmeye? Evi basacak halim yok! E gidip kıza o adamla görüşme de diyemezsin, sana ne oluyor der. Bıraksam görüşseler? Belki olmaz bile bu iş. Ya olursa! Hem Asude'ye o gözle kimseye baktırtmam! Anacığımı devreye soksam, tamam bizi görüştür sen desem? Zaten biriyle görüşecek kız, sıraya mı soksunlar beni! Tuğçe'ye desem? Daha dün bana trip attı, kılımı kıpırdatmam diye! Haklı da kız! Ah be! En başında annem dediğinde nazlanmayacaktım! Biz salamla çilek gibiyiz demeyecektim! Şimdi önümde tek bir çare var. Korkunun ecele faydası yoktur Yiğit, git konuş kızla. Belki bir şansımız olur. Çıkmadık candan ümit kesilmezmiş hem. Ne oluyor ya, durmadan her şey için atasözü deyim kullanmaya başladım. Eee körle yatan şaşı kalkar. Asudeyle takılan ayaklı atasözleri ve deyimler sözlüğüne döner. Şimdi sözlük bey olmanın faydalarını kıza mesaj atarken de kullanabilecek miyim bakalım?" Bir süre yazıp yazıp sildi. Sonunda birinde karar kıldıç "Asude, bugün müsaitsen görüşebilir miyiz? Seninle konuşmam gereken bazı şeyler var" "Hah bu daha iyi sanki. Göndereyim artık." diye mırıldanıp son yazdığını yolladı genç adam. Gelecek cevabı sabırsızca beklemeye başladı. |
0% |