Yeni Üyelik
30.
Bölüm

Dünya Mı Evi - 30

@sukunettekelimeler

Düğün Salonu. Bahçe. Müzik. Kalabalık.

''Ayy benim amcam bir yaş daha mı yaşlanmış mıı? Kıyamam! Hem yaşlanmış hem kızını evlendiriyor. Fazla duygu yüklemesinden ağlıyor, bak Nil!''

Asude, bir yandan amcasının yanağını sıkıp bir yandan da içindekileri dile getiriyordu. Aslında ayakta zor duruyordu, çok yorulmuştu, ama her zaman devam edecek gücü vardı işte.

Hasret ve Tolga'nın sonunda gerçekleşen düğününün içindeydiler. Öncesi ayrı koşturmacaydı, şimdisi ayrı. Neyse ki ona buna yetişmeye çalışmalar sonunda bitiyordu. Artık sevimli çift derin bir nefes alıp hayatlarına beraber devam edecek, kalanlar da düğün hazırlığı adı altında yorulmaktan kurtulmuş olacaktı. Ve son.

Hasret'in düğün tarihinden ziyade bugün Kasım beyin de doğum günüydü. Hasret ve Tolga ona sürpriz olarak bir pasta hazırlatmışlar, herkesin önünde doğum gününü kutlamışlardı. Kasım amcası alkışları alırken ailecek duygulanmışlardı. Kasım beyle Hasret birlikte kesmişlerdi pastayı. Sonra ailecek kısa bir sarılma faslına girmişlerdi. Şimdi sıra Asude'deydi, sarılıp yanaklarını sıkmıştı amcasının. Gözlerinin dolu olduğunu, yüzünün kızardığını da fark edince laf etmeden geri duramamıştı. Amacı ortamı yumuşatmaktı. Belli ki amcası duygusal bir an yaşıyordu, biraz berbat etmişti ama olsun.

Hasret yanlarına yaklaştı.

''Müsaadenizle ben babamla dans edeceğim,''

''Tabi efendim, müsaade sizin. Buyrun, Kasım Baymak sizindir, sevgili Hasret Yılmaz.''

Hasret babasıyla birlikte dansa doğru ilerlerken Asude az önce yıllardır Hasret Baymak demeye alıştığı kuzenine Hasret Yılmaz demiş olmanın verdiği gariplikle kısa bir an yüzleşti. Aynısı kendisine de olacaktı bir gün belki de, o zaman kim bilir nasıl garip hissedecekti. Asude Baymak, alışmıştı bu isme. Yanına hangi kelime gelecekti acaba. Bir an zihninden Karacan kelimesi geçince ürperdi, heyecanlandı, gerildi ve hemen dikkatini dağıtmaya çalışarak etrafa bakındı. Hah, Tuna abisi şurada boş boş dikiliyordu, onunla uğraşmak iyi bir eğlence olabilirdi.

Bir kaç insana "Af edersiniz,'' deyip yol istemek zorunda kaldıktan sonra kalabalığın arasından sıyrılıp Tuna'nın yanında durdu. Genç adamın koluna girip hafifçe omzuna dayandı. Dans etmeyi sevmese de müzik esnasında hafifçe sağa sola sallanmaya sever, bunu yapmaktan kendini geri alamazdı. Şimdi de yaslandığı omzu kendisiyle birlikte sağa sola hafifçe hareket ettiriyordu.

Tuna sağa sola sallanmaktan biraz rahatsız olsa da sesini çıkartmadı, eh, abiliğin bazı getirileri olacaktı elbet. ''Dans etmek ister misin cadoloz?'' diye sordu gülerek. Genç kızın dans etmeyi, hele de herkesin önünde asla etmeyeceğini bilerek.

''Hıı, tabiki isterim. Hele de böyle yakışıklı ve tüm gözlerin üstünde olduğu bir beyle.''

''Geç dalganı geç.''

Asude hafifçe güldükten sonra etrafa bakındı. Kırmızı başörtülü teyzeyi görünce yeniden güldü. ''Tamam, tüm gözler üzerinde değil tabiki, abarttım. Ama taliplerin çıkmadı değil bu gece.''

''Şaka yapıyorsun?'' diye mırıldandı Tuna. Şu kadın milleti asla boş durmuyordu.

''Yoo, maalesef epey gerçek. Bir teyze seni gösterip kim olduğunu soruşturuyordu, kendi kulaklarımla duydum. Şu hoparlörlerin yanındaki masada oturan, kırmızı başörtülü olan.''

Tuna istemsizce kadına baktı ve başını ahlarcasına iki yana salladı. Bu anneler evlatlarına gelin/damat bakmaktan bıkmıyordu cidden. ''Teyzenin emeklerinin boşa çıkacağı için üzgünüm öyleyse.''

''Aynen, ben de. Sonuçta ben seni Sıla'mla evlendireceğim. Kimse boşuna ümitlenmesin yani.''

''Asude, konuşma şöyle.''

Tuna'nın sesinde bir uyarı havası gizliydi ama Asude pek dikkate almıyordu.

''E öyle ama!''

''Asude...''

Genç kız, Tuna'nın ikinci ikazı üzerine sıkılarak ciğerlerine dolan nefesi uzunca dışarıya verdi. ''Ffüff,''

''Sen kendini düşün Asude. Ne zaman dünya evine giriyorsun?''

Şimdi de Tuna onunla uğraşıyordu.

''Ne? Dünya mı evi? Ben zaten dünyamdayım, evimdeyim, canım evim, canım gezegenim. Bak başka bir dünyamız ve evimiz yok Tuna abi, o yüzden kıymetini bilelim, sevelim, koruyalım onu.''

Tuna gülerek başını salladı. ''Asude'den kamu spotu, altyazı geçin.''

Bir süre sessizce etrafa baktılar, fakat sonra Tuna yavaşça yerinde kıpırdandı ve koluna girmiş olan Asude'yi rahatsız etti. ''Benim arkadaşlar gelmiş, kaçıyorum ben.'' derken karşıya doğru odaklanmıştı.

Asude de onun baktığı yere doğru baktığında Oğuz ve Vehbi'yi görmüştü. Tamam dercesine başını salladı ve dedesinin yanına gitmeye karar verdi. Bugün dedesi için de duygusal bir gündü. Sonuçta kesintisiz her karşılaştıklarında ''Ben kızlarımı kimseye vermem, evlendirmem, onlarsız naparım,'' diyen bir adamdı Bahadır bey. Bunu hazmetmek onun için zor, torununu mutlu ve gelinliğiyle görmek ise oldukça karmaşık hislere yol açmış olmalıydı. Asude tabi yine yapacağını yapmış, ''Ne oldu dede, hani vermiyordun kimseye kızlarını, bak biri gitti bile!'' diye takılmıştı.

Bahadır beyi yaşlı bir akrabaları ile sohbet eder halde buldu. Yanlarına gitmekten vazgeçti, sohbetlerini bölmeye gerek yoktu. Eh, o da babaannesinin yanına giderdi o zaman. Yahut Sıla'nın. Cidden, düğünlerde birileriyle sohbet edip eğlenmedikçe ne anlamı vardı?

En iyisi iki gün önce yaptıkları kızlar gecesiydi. Yakın arkadaşlar/kuzenler olarak toplanmış, abur cubur, müzik, dans, yastık savaşı, altta kalanın canı çıksın ve başka oyunlar gibi çılgınca aktivitelerle zaman geçirmişlerdi. Düğündense o günü tercihe derdi ama elinde olan buydu.

''Asude!''

Kendisine seslenildiğini işitmesiyle kolundan tutulması bir oldu. Bu eylemi beklemediği için korkmuştu. Arkasına dönüp baktığında Özlemle karşılaşmıştı. Tanıdık hatta sevdik bir suret görünce rahatladı, az evvel hızlanan kalp atışları normale döndü. Özlem'e sarıldı. Karşısında duran arkadaşına rağmen ''Geldin mi,'' dedi, gülümsemeden hemen evvel.

''Amirimizin düğününe gelmez miyiz hiç?''

Derman'ın sesini işitince şaşırmıştı. Özlem'in hemen arkasından çıkıvermişti adam. Pantolon, ceket ve gömleği ile oldukça hoş görünüyordu. Genel olarak temiz, tertipli, hoş giyinmeyi sevse de özel günler ve kalabalık yerlerde daha bir özenli giyinirdi Derman. Eee düğüne gelirken bir takım giymeyecekti de ne yapacaktı? Hem Özlem'i de onu ilk kez takımla görmüştü. İnşallah en yakın zamanda smokinle kendi düğünlerinde bulunurdu. ''Amin Allah'ım,''

''Hoş geldiniz!'' deyip gülümsedikten sonra hemen etrafa bakıp boş bir masayı gözüne kestirdi genç kız. ''Şuraya geçelim, gelin.''

''Önce amirimi görseydik,'' dedi Derman.

''Amirin şu an müsait değil, kızıyla dans etmesinin ardından değerli yeğeniyle dans ediyor.'' deyip çimlik alanda sahne gibi boş tutulan, sadece dans eden çiftlerin olduğu kısmı eliyle işaret etti genç kız. Nil ve amcası dans ediyordu.

Kasım amcası pek böyle şeylerin adamı olmasa da itirazı olmaz, ayak uydurmasını bilirdi. Babasıysa hem böyle şeylerin adamı değildi, hem de asla hiçbir güç onu insanların önünde dans ettiremezdi. Nil de dansa bayılan biri olarak babasını ikna edemeyeceğini bildiği için amcasını eş seçmişti demek. Tuna arkadaşlarıyla olmasa onu seçerdi tabi. Tuna yırtmıştı. Şayet o da sevmezdi, ama Nil çok yalakalık yaparsa dayanamayıp kabul ederdi, yüreği el vermezdi, biliyordu.

''Biz oturalım, ben onu size getireceğim sonra.''

''Vaay, amirime bak be! Adamda her meziyet var. Kudret amirim nerede, o dans etmiyor mu?''

Derman'ın sorusu Asude'yi güldürmüştü. ''Kudret amirinizin bildiği tek dans üç ayak, onu da kesin herkes gittikten sonra babası, kardeşi ve yeğeniyle birlikte oynar. Geniş grupları pek sevmez de kendisi, az sayı tercih ediyor.''

''Bizim ekipteki çekirdek kadrosundan belli.'' diye tasdiklerken, yanlarından geçen garsona el etti genç adam. ''Kardeşim, bize de üç tabak koyar mısın?''

Genç garson ''Tabi,'' deyip elindeki tepsiden üç tabak bıraktı masaya. Yanındaki arkadaşı da üç içecek.'

''Ben yedim zaten, iki söyleseydin keşke Derman komiserim.''

''Senin yediğini tahmin ediyorum, düğün sahibisin zaten. Ben sana söylemedim onu.''

Kurabiye ve pastayı çok sevdiği için fazladan bir tabak istemiş olabileceğini düşündü Asude. Konuyu es geçti.

''Ekibin geri kalanı yok mu?''

''Ada ve Okan bir dosyayla ilgili çalışıyorlar, gelemediler. Yiğit de dışarıda. Göl kenarında uzaklara bakıp düşüncelerine dalıyordur muhtemelen.''

Yiğit'in bahsi geçince tüm hücreleri uyanmış gibiydi, ilgisi iyice toparlanmıştı.

''Neden gelmedi sizinle?''

''Şahin sizin akraba ya, şimdi belki buralardadır falan. Yiğit onların mekanda çalışıyor malum, talihsiz bir karşılaşma olsun istemeyiz. Tedbir.''

Asude ''Anladım,'' deyip başını salladı yavaşça. Sonrasında Derman pastasını bir kaç lokmada yerken, sessiz kalan arkadaşı Özlem'e çevirdi bakışlarını. Bir kurabiyeyi yavaşça çiğniyor, hiç acelesiz yiyordu. Durgundu.

''Özlem, Tülin teyzemle Şule nasıllar?''

''İyiler.''

''Ne yapıyorlar?''

Derman sessizce meyve suyunu içerken çaktırmadan da kızların konuşmasını dinliyordu. Özlemle ilgili her şey onu da alakadar ediyor gibi hissediyordu. Onun annesi ve kardeşini bilmek, tanımak, onlar hakkında bir şeyler işitmek güzeldi. Demek isimleri Tülin ve Şule idi...

''Şule ders çalışıyor, annem de bir şeyler dikiyor her zamanki gibi. Farklılık yok.''

''Bana elbise dikecekti, unutmadım bak! Hatırlat.''

''Birlikte kumaş ve model seçin de bir, diker.''

''Tamam, bu hafta pazara gidip seçelim bence!''

''Siz gidip seçersiniz, ben bu hafta full çalışıyorum.''

Asude ''Hımm,'' diye mırıldandıktan sonra ''Neyse, sensiz gideriz artık. Arkandan kaynatırız biraz Tülin teyzemle.'' dedi.

Özlem sorun olmadığını belli eden bir mimik kondurdu suratına, bir diğer kurabiyesini ısırdı. Bu sırada Derman'ın tabağı bitmişti. Diğer tabağı tutup ayağa kalktı. ''Ben şunu Yiğit'ime götüreyim.''

Üçüncü tabağı Yiğit için almıştı demek, diye içinden geçirdi Asude. ''Arkadaşını da düşünürmüş, düşünceli adam!''

Ardından yanlarına doğru gelen babasını ve amcasını fark etti. Zihninden geçen ani planı hiç düşünmeden yürürlüğe koyarak çabucak ayağa kalktı. Derman'ın elindeki tabağa ve meyve suyuna uzandı. ''Babamla amcam geliyor. Sen ver onu bana, ben götürürüm. Siz selamlaşın, konuşun amirlerinizle. Takılın kafanıza göre.''

Genç kızın ani hareketleri Derman'ı şaşırtmasa da Özlem'i şaşırtmıştı. Arkadaşının tavrına anlam veremedi. Babası ve amcasından kaçar gibi koşturarak gitmişti. ''Allah Allah, yine ne delilik yaptı da kaçıyor acaba?''

Özlem ve Derman, Kudret ve Kasım beyle selamlaşıp, tebrikleşip konuşurken; Asude çoktan salonun bahçesinden içeriye girmiş, içeriden çıkış kapısına, oradan da en dıştaki kısma çıkmıştı. Park edilmiş arabaların arasından geçip arkaya doğru yürürken içi rahattı çünkü etrafta insan vardı. Az ötedeki parkta çocuklar oynuyor, kiminin başında ebeveynleri duruyordu.

Bakışlarıyla etrafta Yiğit'i aradı. Karanlık olduğu için zor oluyordu ama sonunda bulmuştu. Bir ağacın gövdesine omzunu dayamış, sırtı kendisine dönük, karşısındaki gece rengi gölü seyreden adamın yanına tereddütlü adımlarla yürüdü ilkin. Yaklaştıkça kim olduğuna tamamen emin oldu ve içi rahatladı. Tereddüt gitmiş, yerini bir ikilem almıştı. Yaptığının ne kadar mantıklı olduğunu sorguluyordu.

Sonunda ''Amaan, sana tabak gönderdi Derman arkadaşın derim,'' diye düşünerek kararlı adımlarla genç adamın yanına yaklaştı. Vazgeçip geri dönmemek için hızlı yürüyordu.

Yiğit kendisine gittikçe yaklaşan adım seslerini işitince arkasına dönmüş, karanlıkta tam seçemediği bir silüeti fark etmişti. Bir kadın olduğu belliydi fakat kim olduğunu çözemedi, saniyeler içinde aklından Özlem olabileceği geçerken Asude'nin bir diğer adımıyla soru işareti ortadan kalkmıştı. Kim olduğunu anlamıştı artık, karanlığa gözleri iyice alışmış, görebilmişti.

Asude genç adamın yanında durdu. ''İyi akşamlar,''

''İyi akşamlar.''

Yiğit biraz şaşkındı, yanında Asude'yi bulmayı beklemiyordu. Neden burada olduğu merak konusuydu, ta ki kızın elindekileri görene dek.

Asude elindekileri genç adama doğru uzattı. ''Derman komiserim senin için ayırdı. Babamlar gelince o selamlaşsın, ben getireyim dedim.''

Yiğit ''Teşekkür ederim.'' derken bir yandan da kızın uzattıklarını aldı.

"Nasılsın?''

Asude gitmeye karar vermişti fakat dudaklarının arasından çıkan soru buna engel oldu. Yiğit de konuşmanın uzamasını beklemiyordu fakat bundan rahatsızlık da duymadı.

"İyiyim şükür, sen nasılsın?''

Birbirlerinin gözlerine pek bakmayıp etrafta, özellikle de göle vuran gölgeler ve ışık yansımalarında dolanıyordu.

"İyiyim. Tuğçe ve Şeyda nasıl?"

Asude içten içe "Yiğit bu sorularımı saçma buluyor mudur" çatışmasına girse de, Yiğit kızın soruşundaki samimiliği hissetmişti, alalede ve öylesine sormuyordu, bu sebeple hiç rahatsız olmadan cevapladı.

"Tuğçe bir kaç sınavıyla cebelleşiyor, onun haricinde iyi. Şeyda da iyi, gittikçe akıllanıyor, söylediğimiz bazı şeyleri anlamaya başladığını düşünüyorum. Öyle, iyiler yani."

Hafif bir sesle konuştu genç kız. "Sevindim..."

Ardından bir kaç saniyeyi rüzgara kattılar, salondan gelen hafif müzik ve parkta oynayan çocukların sesi haricinde bir de gölde kıyıya vuran dalgalar vardı işittikleri. Bulutların arasından yavaşça çıkan Ay'ı gördüler. Hemen sonra bakışları birbirlerine rastladı.

Asude bakışlarını çimlere çevirirken ''Ben gideyim. Şahin gidince haber verebilirim istersen?'' dedi.

''Olur, teşekkür ederim."

"Rica ederim. Görüşürüz."

"Görüşürüz."

Asude acelesiz adımlarla içeriye doğru yürürken içinde bayram sabahına uyanmış bir çocuk sevinci, sükunet ve rahatlama vardı. Beş dakika süren bu görüşme bile çok şey ifade ediyordu onun için. Tebessüm kondu dudaklarına, küçük ama tatlı bir tebessüm. Müzik sesi daha fazla işitilir oldu yolu adımladıkça. Tekrarladı sözlerini.

"Sana aşık oluverdim / Sen aşk nedir bilmez misin / Ferhat gibi dağlar deldim / Sen Şirinden de güzelsin"


Loading...
0%