@sukunettekelimeler
|
Sokak. Yavaş adımlar. Hücum eden düşünceler ve anılar. Geçmişin izleri. Sevinçleri. Bugünün özlemleri. Hasretleri. Çocuk kalbi. Asude, ilk okul öğretmenini ziyaret etmişti. Oradan dönüyordu. Hâlâ irtibatı kesmediği, görüştüğü, bazen ziyaret ettigi tek öğretmeni oydu. Çünkü kalbinde kocaman kökler salmıştı adam. Ah, ne çok özlemiş onu! Yanına gidip samimi tebessümünü ve nurlu yüzünü görünce daha iyi fark etmişti onu özlediğini. Ama fark ettiği bir şey de adamın gülüşünün ardında artık yalnız samimiyet değil, hayatın ve yılların verdiği yorgunluğun da olmasıydı. Yorulmuştu artık öğretmeni, belliydi. Onca zaman ve imtihan, adamın yüzünde çizgiler bırakıp gitmişti. Ama kalbi yine eskisi gibiydi; tertemiz. Bir insanın öğretmeni olması, hele de iyi bir öğretmeninin olması gibisi yoktu hayatta. İlk öğretmenler, iyi öğretmenler, sevgiyi hissettiren öğretmenler unutulmuyordu. Şanslıydı Asude, bunu da biliyordu. Gözlerinden süzülüp yanaklarını ıslatan yaşları sildi. Ağlıyordu evet. Çünkü öğretmeninin evinden çıkmış, gidiyordu. Ve bu bir ayrılıktı. Ayrılıklar ağlatırdı. Acıtırdı. Öğretmeni artık bu şehirden taşınacak, uzaklara, ülkenin öbür kıyısına gidecekti. Memleketine. Onu son görüşüydü belki de. Tabi ağlardı! Emindi ki öğretmeni de evinde buğulu yahut yaşlı gözlerle Asude'nin mektubunu okuyordu. Mektup yazmıştı adama. İçinden geçenleri anlatan satırlar. Hatıra bir hediye almıştı öğretmenine. Arasına küçükken birlikte çekildikleri bir fotoğrafı sıkıştırıvermişti. Ve mektubu. İki gün önce rüyasında öğretmenini görmüştü. Otobüstelerdi. Kocaman bir otobüs. Onu görüyordu arka koltuklarda. Yanına gidiyordu. Eşi ile karşılıklı oturmuşlar. Asude de selam verip yanlarına oturuyor. Asude'yi görünce hemen ellerine uzanıp avuçlarının arasına alıyordu adam. Hasretle, sevgiyle, şefkatle, hüzünle ve yorgunlukla sarılıydı duyguları. Asude de adama sarılmıştı usulca. Nasıl özlemişti onu! Sonra öğretmeni konuşmuş, Asude arada bir iki cümle söylemişti. Öğretmenine nereye gittiklerini sorunca ise aldığı cevap canını yakmıştı. Taşınıyordu öğretmeni. Bavulları-eşyaları toplamışlardı. Otogarda otobüsten inecekti ve başka bir şehre doğru yola çıkacaktı. Bu son görüşleriydi birbirlerini yani. İçine bir hüzün, ağır duygular çökmüştü genç kızın. Rüyasından uyandığında hâlâ etkisindeydi. Uzun zamandır öğretmenini aramadığını fark etmiş, aramıştı o gün. Ve sohbet esnasında gerçekten taşınacaklarını, evde eşyaları toplama hazırlıkları içinde olduklarını öğrenmişti. Rüyası resmen malum olmuştu kıza. Ama hüzünlü bir malum... Eh, son kez görüşmek için iki gün sonraya evine davet etmişti öğretmeni onu. Asude de gitmişti koşa koşa. İşte oradan, o ziyaretten dönüyordu. Asude ağlıyor, öğretmeni de ağlıyordu. Asude sokakta her adımda biraz daha zorlanıp hıçkırıklardan sarsılmamak için tutuyordu kendisini. Adam gerçekten de bahçedeki sandalyede oturmuş, mektubu okuyordu o sırada. "Çok değerli öğretmenim, Okulun ilk günü ve hatta ilk haftası herkes anneleri yanında kalsın istiyordu. Alışmamışlardı henüz o yeni ortama. Ben ise daha ilk günden itibaren gitmesini ve beni beklememesini söyledim anneme. Çünkü ben yalnız değildim, korkmuyordum, siz vardınız. Böyle deli dolu bir kız olduğuma bakmayın, herkesin yanında öyle olmadığımı biliyorsunuz. O zamanlar da girdiğim yeni ortamlarda çekinirdim hep, geride kalırdım, kendimi saklardım. Susardım, dinlerdim. Bildiğim şeyleri söylemezdim. Kolay arkadaş edinemezdim. Küçük bir çocuğun kocaman bir adada yalnız kalması gibi yalnızdım belki de. Cesaretsiz. Özgüvensiz. Ama siz her seferinde benim ismimi söylediniz. Beni arkadaşlarıma kattınız. Beni sevdiniz. Tebrik ettiniz. Ödüllendirdiniz. Desteklediniz. Her davranışla beni topluma kazandırdınız. İçimde özgür ve rahat kalmak isteyen çocuğu da bana... En önemlisi sevgiydi. Sizin sevginiz bana okulu ve öğrenmeyi de sevdirdi. Varlığınız güç verdi. Zaman geçtikçe biraz daha güçlü hissettim. Biraz daha adım attım insanlara. Konuştum. Oynadım. Güldüm. Parmak kaldırdım. Cevap verdim. Korkmadım. Siz vardınız. Bana bir şey olmasına göz yummazdınız. Hatırlıyor musunuz bilmiyorum, ben hiç unutmuyorum. Bir gün teneffüste bahçe nöbetçisiydiniz. Bahçe duvarının önünde dikiliyor, etrafa bakıyordunuz. Yanınıza geldim. Sohbet etmeye başladık. O sırada başka arkadaşlarım da geldi. Beni kollarımdan tutup havaya kaldırdınız, döndürdünüz. Birden havvada dönüyor bulunca kendimi, etraf hızlıca gözlerimin önünden akıp giderken, kapattım gözlerimi. Gülüyordum. Özel hissediyordum. Mutluydum. Gülüyordunuz. Birinin beni havada mutlulukla döndürdüğü tek sahnedir bu, anılarımda. Özeldir. Sonra ayaklarımın yere bastığını hissedip gözlerimi açtım. Bir de baktım ki bahçe duvarının arkasındayım. Tam o sırada zil de çaldı. Hemen benimle eğlenmeye başladınız. "Şimdi nasıl gireceksin içeriye? Kaldın orada." diye. Eh, 'siz beni alırsınız' dedim ama sizin şakacı yanınız eylemdeydi. Almadınız. "Ders zili de çaldı. Öğretmenler zili çalmadan sınıfta olman gerek. Ne yapacaksın şimdi?" dediniz. Ben de umutsuzca etrafıma bakındım. Bu duvar benim küçük boyumu aşıyordu, tırmanamazdım. Okulun etrafı da duvarlarla çevriliydi, nasıl girecektim sahi içeri? Etrafından dolaşmak fikri aklıma geldi ama hem dikenlikler vardı hem de hiç okulun o tarafına gitmediğim için korkuyordum. Düşünceler içinde kafamda onu bunu ölçüp tartıyordum. Sonra birden kendimi yine ayaklarım yerden kesilmiş buldum. Kucağınıza aldınız beni. Yeniden yanınıza bıraktınız. Siz beni hiçbir zaman duvarların ardında bırakmadınız. Hiçbir zaman. Tersine, her seferinde boyumdan büyük duvarlarla, engellerle karşılaştığımda siz beni tutup geçirdiniz karşıya. Ayağım takılıp düşünce beni kaldırdınız. Yaramı sardınız. Bazen ihtiyacım olan cesaret, bazen ihtiyacım olan destek, bazen ihtiyacım olan merhamet oldunuz. Sevdiniz siz beni öğretmenim. Sevgi her şeye kafi değil mi zaten? İnsana her şey için güç veren sevgi değil mi? Bilin ki ben de sizi çok seviyorum. Size ne kadar teşekkür etsem yetmez, elimden gelen ise sadece bu. Ve dua. Bolca dua. Nefesim yettiğince. Allah razı olsun sizden. Size daha sayfalar yazabilirim çünkü insan kalbine kök salan kişileri tarif etmeye kelimeler yetiremez. Siz de benim yüreğime eskiye dayanan, kocaman kökler saldınız. Bu sebeple yavaş yavaş bitireceğim sözlerimi. Öğretmen, bir yıldızdır bence. Işığı ile yol gösterir öğrencilerine. Kimisinin ışığı sönüktür, kendine bile zor yeter. Kimisi parıl parıl parlar, fener olur. Ben güneş gibi parlak bir yıldıza sahip oldum çok şükür ki. Siz benim yıldızımsınız. Sevgilerle, İşte böyleydi mektup. Asude, yazdıklarının hissettiklerini ve yaşadıklarını anlatmaya yetmediğini biliyordu ama öğretmeni için bu satırlar o kadar değerliydi ki, fazlasına gerek yoktu. Her harfi bir ömre bedeldi. "İyi misiniz hanımefendi?" Asude, birden zihninin derinliklerinden çıktı. Ağladığını görüp kendisine bu soruyu soran kadına çevirdi gözlerini. En azından öyle olduğunu tahmin ediyordu. "İyiyim, sağ olun." deyip başını salladı kadına. Minnettar bir tebessüm ikram edip yoluna devam etti. Yavaş yavaş kendini teselli etti, o şehre gezmeye gider, öğretmenimi de ziyaret ederim dedi. Sonunda gözyaşları akmayı bıraktı, yanakları kurudu. Biraz daha yürüyüp durağa yaklaştığında otobüsün geldiğini, insanların bindiğini fark etti. Kaçırmamalıydı bu bu otobüsü. Koşmaya başladı. Peşinden koşmadığı bir otobüs kalmıştı zaten.. Neyse ki yetişmişti. Aceleyle araca binip kartını bastı. Boş bir yere oturdu, camdan dışarıyı seyretti. Bir süre sonra telefonu çalmaya başlamıştı. Çantasından çıkarttığı telefonun ekranına baktı hızlıca. Özlem arıyordu. Bugün onunla da buluşacaktı. Uzun zaman sonra kavuşacaklardı. Ne garipti hayat, hem ayrılıklara gebeydi hem de vuslatlara. Hem de aynı gün içinde. Dengeleniyordu işte insan bir şekilde. Özlemin aramasını yanıtlayıp nerede olduğuna dair olan sorusuna cevap verdi. On beş dakika sonra inşallah bir arada olacaklardı. Öyle de oldu.
Hâlâ inanamıyordu! Karşısında oturan Özlem resmen güzel mi güzel bir kadındı yahu! En son onu gördüğünde Özlem yirmi yaşındaydı. Şimdi ise yirmi yedi! "Sen yaşlandıkça güzelleşmişsin, haksızlık bu!" demişti Asude. "Artık suratım mayın tarlası gibi sivilcelerle dolu değil, çok normal!" deyip gülmüştü Özlem de. Özlem için sevilesi, tatlı, sempatik bir kardeş ve arkadaştı Asude. Ha tabi bir de başına lisede açtığı belalardan korunası bir kardeş. Aralarındaki yaş farkı hiç fark etmeksizin anlaşabiliyorlardı. Özlem, Asude'ye merakla neler yaptığını, görüşmeyeli hayatında neler olup bittiğini sormuştu sonra. Kahvelerini içip tatlılarını yerken dinlemişti Asude'yi. Anlatırken esprili, şakalarla karışık anlattığı için kâh tebessüm etmiş kâh gülmüştü. Yorumlarda bulunmuş, konuşmuşlardı. Asude anlatmayı bitirip "Yeter bu kadar, çenem düşecek gerçekten şimdi. Konuşmaktan ağrıdı vallahi. Biraz sen anlat! Neler yapıyorsun? Neler yaptın?" deyip topu Özlem'e attı. Özlem gülerek başını salladı ve Asude'ye dinlenmesi için fırsat verip kendisi devam etti. Buradan taşındıktan sonra çok fazla sürmeden babasını kaybetmişti. Asude bunu duyunca çok üzüldü. Arkadaşına başsağlığı dileyip üzüntüsünü paylaştı. Özlem anlatmaya devam etti. "Babamı kaybettikten sonra annem işe girdi evi çekip çevirebilmek için. Biliyorsun, pek akrabamız yok bizim. Olan da yabancı gibi. Yalnızdık yani anne-kız. Annem benim okulumu bitirmem için çabaladı, sağ olsun. Ben de ona elimden geldiğince destek olmaya çalıştım. Bulduğum fırsatlarda eve katkıda bulunmak için işlere girdim, bir şeyler yaptım. Öyle yaşayıp gidiyorduk. Babamı özlediğimiz, birlikte ağladığımız çok oluyordu tabi. Annem çok eksikliğini çekti. Onsuz uyuyamazdı bile, işe gidince sabahlara dek ayakta durur onu beklerdi. Ama alışmak zorunda kaldı onsuzluğa." "Canım Tülin teyzem yaa..." diye mırıldandı Asude. Kadının çok hassas ve temiz kalpli olduğunu biliyordu. Özlem, eskiden gelen bir derdin sesine taşdığı şekilde "Ya, canın Tülin teyzen." dedikten sonra devam etti. Bir gün kapılarının çaldığını, elinde bir çanta ile 11 yaşlarında bir kızın ve bir kadının geldiğini anlattı. Varlıklarından haberlerinin dahi olmadığı kardeşi ve babasının diğer karısı. Asude şaşkınca arkadaşına bakarken Özlem artık kendisini şaşırtmayan ve alıştığı bu durumu kısa geçecek şekilde anlatıyordu. Gerçi, kimseyle paylaşamadığı için içinde kalan o zamanki hislerini ve yaşadıklarını anlatmak pek de kısa olmamıştı. ''Altın teyze babamla evliymiş, imam nikahı ile. Babamın evli olduğunu bilmiyormuş. Öğrendiğinde çoktan hamileymiş kadıncağız. Zaten köyden, zalim bir babanın evinden çıkıp da gelmiş babamla buralara. Yani çocuğunu alıp gitse geri gidecek kimsesi de yokmuş. Annemden helallik isterken ve tüm bunları anlatırken halini bir görseydin kadının, şoka girmiş olan annem bile bir şey diyemedi. Kocası artık ölmüş gitmiş, ne desin kadıncağız ölen adamın arkasından? Ama hayal kırıklığını, babamın bunu yapmış olmasının verdiği acıyı gözlerinden okumak çok kolaydı... Sustu öylece. Annemin o hali beni de çok etkiledi, yıprattı tabi. Annem de Altın teyze de karşılıklı bir süre ağlarken Şule ve ben öylece onları seyrediyorduk. Şule de kardeşimmiş işte. İlk kez gördüm onu o gün. Annem, Altın teyzeye neden onca zaman sonra çıkıp kendisine geldiğini sordu. Kocasının başka bir evlilik yaptığını bilmiyordu, bilmeden yaşamaya devam etmesi onun için daha kolaydı. Sonuçta şimdi kalbinde bir de yaşadığı hayal kırıklığının yükünü taşıyacaktı.'' ''Doğru... Neden gelmiş peki onca zaman sonra?'' ''Altın teyze hastaymış. Zaten o gün de rengi benzi soluk, epey zayıf, çökmüş bir haldeydi bize geldiğinde. Ben ölürsem kızımı emanet edebileceğim kimse yok diye bize gelmiş. Bir ay sonra ameliyat olacakmış. Riski epey yüksekmiş. 'Kocanın da kızı, onun hatrı olmasa benim hatrım için sahip çık Şule'ye. Sen de annesin, anlarsın beni biliyorum.' dedi anneme. Düşünsene, onun için de çok zor. O kadar çaresiz kalmış ki kadın, kocasının diğer karısına emanet etmek için alıp kızını gelmiş. Neyle karşılaşacağını bilmeden hem de.'' Özlem önündeki bardağa uzanıp su içti. Kuruyan boğazı rahatlamıştı biraz. Asude dinlediklerinin ağırlığı ve arkadaşının yaşadığı hislerin farkındalığıyla durgunlaşmıştı. Dikkati tamamen ondaydı. Anlatması dinlemesi kolaydı da, yaşaması çok zor şeylerdi bunlar. Nasıl omuzlanmışlardı... Güçlü kadınlardı. Evet, Tülin teyzesi de Özlem de güçlü kadınlardı. Emindi zaten buna hep. Severdi Asude, güçlü kadınları. ''Annem o gün bir şey diyemedi, ne desin. Altın teyze kızını alıp gitti. Annem bir iki hafta boyunca ruh gibi dolandı durdu. İçinde bir savaş yaşıyordu. O zamana dek özlediği babama kızıyordu. Sonra ölen adamın arkasından kızıp kırıldığı için kendine de kızıyordu. Bu şekilde geçti günler. Destek olmaya çalıştım elimden geldiğince ama ne kadar fayda etmişti bilmem. Sonra ameliyat gününden bir kaç gün evvel annem gitti Altın teyzeyle Şule'yi aldı, bizim eve getirdi.'' Asude merhamet, şaşkınlık, tebrik ve hayranlıkla kaşlarını kaldırdı. Tülin teyzesinin yaptığını her kadın yapamazdı doğrusu. Başkası olsa Altın hanımı suçlar, bütün öfkesini, hayal kırıklığını ve acısını ona yöneltirdi. Allah rızası için, zor da olsa bir insana el uzatmak ne büyük iyilikti. Tülin teyzesinin eskiden de çok merhametli, şefkatli, duygusal, iyi, vicdanlı bir kadın olduğunu biliyordu ama bu kadarını duymayı beklemiyordu işte. İmandı hepsi, iman. İçinde Allah korkusu, Allah aşkı, Allah sevgisi olunca insana dikenli yollar çayır çimen haline gelirdi. Asude, ''Altın hanımın adı altınmış, huyunu bilemem; ama Tülin teyzenin kalbi altınmış.'' dedi ufak bir tebessümle. Özlem başını salladı. ''Öyle... Altın teyzeye baktı bir kaç gün, ameliyata dek. Sonra ameliyat günü geldi. Ameliyatı sağ salim atlattı kadın. Bir kaç hafta daha baktı annem ona, bizim evde. Bir o ağlıyordu bir annem. Altın hanım da iyi kadındı. Saf kalpli, zararsız, yumuşak, merhametliydi o da. Allah'a ve dinine bağlıydı. Başka şartlarda tanışsalar iyi arkadaş olurlarmış. O bir aya yakın sürede de pek konuşmadılar, genelde sustular, dualaştılar, ağlaştılar ama belliydi ikisinin de birbirine kötü duygular beslemediği. Olan olmuş, biten bitmişti artık. Zaten ameliyattan bir kaç hafta sonra Altın teyze vefat etti. Şule ile ben de biraz yakınlaşmıştık o sırada. Annesini kaybedince nasıl üzüldü meleğim, göğsümde ağlayışını unutamıyorum.'' Özlem, o hüzünlü, kalbinin üzerine bir kaya gib çöken anının tekrar canlanması üzere bir an duraksadı. Anıyı gerilere itip etkisinden kurtuldu ve devam etti. ''O günden beri ailemiz üç kişi olarak devam ediyoruz işte yaşamaya. Şule, annem, ben. Şule annemi de annesi gibi seviyor, annem de onu. Hatta bazen kıskanıyorum onları biliyor musun? Ben bunu söyleyince de gülüşüyoruz.'' Son cümlelerde Özlem güldüğünden, Asude de onun gülümsemesine eşlik etti. Özlem'in Şuleyi sevdiği ondan bahsederken gülüşünden ve gözlerindeki parıltıdan belliydi. Az evvel anlattıklarının ağırlığı, Şule'den bahsetmeye geçince uçup gitmişti kızın üzerinden. Özlem gülümsemesini silmeden, Asude'nin gözlerine baktı. ''Şule'ye senden bahsettim. Lisedeki çılgınlıklarına değindim anlatırken.'' ''Yapmaaa!'' diye atıldı Asude kızın lafına. Özlem gülerek ''Yaptım bile! Daha tanışmadan fanın oldu. Buraya gelirken de peşime takılacaktı neredeyse, zor durdurdum kızı. Tanışmak istiyor seninle.'' dedi. ''Hahaha! Kıza ne anlattın da fanım oldu ya!? Delilikten başka bir şey yapmadım ki ben lisenin o döneminde!'' ''Casusluk olayını, koridorlara astığın afişleri, sınıf kapılarına gizlice yapıştırdığın notları, sınıftaki dolaba uyguladığın hileyi, sınıfta garnitürlü makarna yaparken camdan aşağı akıttığın suyun alt katta camdan bakan bir kızın kafasından aşağı akıp kıza banyo yaptırdığını falan.'' Asude elleriyle yüzünü kapatıp ''Nasıl yaparsın bunu ya?'' diye şakayla karışık bir sitem etti. Casusluk olayına girmek dahi istemiyordu şimdi, başına iş açmıştı sonuçlarıyla. Koridorlara astığı afişlerden ve sınıf kapılarına yapıştırdığı notlardan hiç pişman değildi. Hepsinde gıcık, havalı, şımarık ve kendini bir şey sanan insanlara verilen dersler vardı. Hepsi okumuştu onları. Hepsi de kendilerine hitap edildiğini fark etmişti, isimleri geçmediği halde. Ders almışlar mıydı Allah bilirdi tabi. Dolap olayı en iyilerindendi. Sınıftaki dolabın kilidi vardı ve sadece öğretmen açabilirdi, okul idaresine göre. Ama Asude evden tornavida getirmiş, bir kaç ayarlamayla dolabı kilitli gözüktüğü halde açılabilecek hale getirmişti. Müdür ve öğretmen dolabı açmayı denediğinde kilitli olduğunu sanırdı. Ama Asude bu kilitli sanılan dolaba alttan ufak bir darbe vurup açılır hale getiriyordu. Böylece öğretmenlerin, öğrencilerin ellerinden alıp dolaba gizledikleri eşyalarına sınıfça kolay kolay ulaşabilir olmuşlardı. Bu beceriyi biraz da o sıralar tamirat işlerine kafa yorup kendisine de bir iki şey öğreten Tuna abisine borçluydu. Garnitür olayı da epey rezilceydi. Malzemeleri ve makarnayı evden getirmişlerdi. Garnitürü kavanozdan çıkarmışlar, suyunu süzmek için evden getirdikleri süzgeçten geçirmeleri gerekiyordu. Eh, pencereden aşağı süzeceklerdi suyu normal olarak, sınıfın ortasına değil. Özlem süzgeci tutmuş, Asude garnitürü dökmüştü. Tam hallettiler derken aşağıdan ''Ne oluyor be?'' sesini duymuşlar, alt kattaki sınıfın penceresinden bakan kızın başından aşağı garnitür suyu akıttıklarının farkına varıp içeri kaçmışlardı. Daha neler vardı neler yaptığı...Ama bahsetmemelilerdi! Gülüşmeleri azaldığında Asude ''Ben de Şule ile tanışmak isterim. Kaç yaşında şimdi?'' dedi merakla. ''On sekiz.'' ''Ooo süper. Bizim Nil ile aralarında bir yaş var. İkisini de tanıştırırız.'' ''Süper olur.'' dedi Özlem. Aralarına bir iki dakika sessizlik çöktü, tatlılarından yediler. Asude yeniden sessizliği bozacak olan soruyu attı ortaya. ''Evli falan değilsin dimi? Uzat bakayım ellerini?'' derken bir yandan da Özlem'in ellerini tutup parmaklarına baktı. Yüzük yoktu. ''Değilim değilim.'' ''Şaşırmadım!'' ''Aaa neden? Sen bana ne demek istiyorsun?'' ''Bu çirkinlikle kim seni alsın demek istiyorum!'' diye şaka yaptıktan sonra gülüp gerçeği söyledi Asude. ''Kolay kolay ısınmıyor, güvenmiyorsun insanlara. Ondan dedim.'' ''Doğru..'' dedi Özlem. Kolay güvenemiyordu. Zordu şu zamanda güvenmek. Hele babasının ölümünden sonra ortaya çıkan başka evliliği onun erkeklere olan inancına büyük balta vurmuştu. ''Eee, işi unuttuk? Ne yapıyorsun sen?'' ''Polisim.'' Asude, inanamayarak bakışlarını tatlıdan çekip Özlem'e çevirdi. Şaşkınlıkla kaşlarını havaya kaldırıp gözlerini belertti. ''Hadi canım! Dalga geçme!'' ''Gerçekten ya! Kimliğimi göstereyim istersen!'' ''Göster!'' Özlem, çantasından polis kimliğini çıkartıp Asude'ye gösterdiğinde Asude mutlulukla gülümsedi. ''Çok iyi ya, çok havalı! Babamla meslektaşsınız ha?!'' ''Aynen.'' ''Eee peki hangi şubedesin?'' ''KOM'dayım şuan.'' Asude, Özlem'den aldığı cevap üzerine daha da şaşırmıştı. Özlem ''Buraya geçeli iki hafta oldu işte.'' derken bu kısmı zar zor duymuştu. ''Kızım, babamlarla aynı yerdesin!'' Özlemdi bu kez şaşıran. ''Gerçekten mi?'' Asude başını hızlıca öne arkaya salladı. ''Hemen babama bunu söyleyeyim. Bir gün bir arıza falan çıkarsa sakın korkma, artık arkanda Kudret baymak var! Hatta amcam da var! Kasım Baymak ve Kudret Baymak hizmetinizde Özlem hanım.'' Özlem gülümsedi. Gülümsemesinin hemen ardından suratına baygınlık ve bıkkınlık benzeri bir ifade de çökmüştü. ''Ay Kudret amcaya söyleyeyim, ilk iş olarak beni şu Derman denen adamdan kurtarsın.'' ''Derman?'' ''Bizim şubede bir adam. İlk geldiğimden beri bana takmış mıdır ne, her yerde karşıma çıkıyor! Bir de çok geveze, sinirimi bozuyor. Gamsız resmen adam, dünya yansa umrunda değil.'' Asude bu ismi bir yerden hatırlıyordu ama tam çıkaramadı. Aman neyse, önemli olan o değildi. Suratına imalı bir gülüş yerleştirdi. ''Takmış mı yoksa abayı mı yakmış?'' ''Ne abası ya? O adam bu yaşa kadar bu kafayla nasıl gelmiş hayret ediyorum ben şahsen. Ne aba ne baba olurmuş gibi gelmiyor bana.'' Asude sahte bir hayal kırıklığına uğradı. ''Hmm neyse, ben de bu işten hayırlı bir iş çıkabilir diye düşünmüştüm ama nasip tabi.'' ''Asude! İyi ki bir şey dedik sana da ha!'' Özlem'in hafiften uyarıcı sesi üzerine Asude dudaklarını kapatıp fermuar çekiyor gibi yaptı. ''Tamam, bir şey demedim ki. Derman kim bilmiyorum bile hem.'' |
0% |