Yeni Üyelik
14.
Bölüm

Gökten Üç Elma Düşmüş - 14

@sukunettekelimeler

Ev. Oda. Çalışma masası. Bilgisayar. Klavyede gezen parmakların çıkardığı tuş sesleri. Yorgunluk. Ortama aniden yayılan mide gurultusu sesi. Gur gur. Evet açlık.

"Şu kısım da bitsin yemek yiyeceğim işte ya! Az sabret midecim! Hep sahibine çekmişsin, böyle olmaz ki ama! Biraz başkalarına çek de sabırlı ol! Sabırsız sabırsız nereye kadar gider bu?"

Asude, midesinden yeniden gurultu sesi gelince isyan bayrağı çeker gibi aniden arkasına yaslanıp bilgisayarın ekranını karartarak uykuya aldı.

"Tamam be! Yemek hazır olana dek mutfakta ne bulursak onunla idare et midecim! Çünkü bir makale yazmaya çalışıyorum. Daha doğrusu makale yazmak için ön okumalar yapıyorum ama neyse. Kısacası sabret! Kurtlandın mı ne?! Önemli işler peşindeyiz burada!"

Ayağa kalkıp mutfağa doğru yürürken midesine dokundu. Yüzüne hüzünlü bir ifade yerleşti.
"Tamam biliyorum sen de çok önemlisin! Hemen küsme, özür dilerim! Ne alıngan çıktın ha!"

Buzdolabını açıp şöyle bir göz gezdirdi. Dişine göre bir şey yoktu. Kapattı. Kuru yiyecek dolabını açtı bu kez. Yine hayal kırıklığı ile kapağını kapattı.

"Benim artık bu sevdaya dair umudum kalmadı midecim." diye huysuzca mırıldanıp mutfağın geneline şöyle bir bakındı.

Bakışlarına az ötedeki elmalar takılınca gülümsedi. "Erken çöküş!" diye yeniden canlanarak heyecanla gözlerini belertti ve elmaların birini eline aldı. Top oynar gibi bir kaç kez havaya atıp tuttu, böyle eğlenmeyi severdi. Biraz daha atıp tuttu. Nasıl da yakalıyordu ama her seferinde?
"Çok iyi oyuncuyum be! Koordinasyon harika. Refleksler yine harika. Attığını tutma ve tutturma yine harika! Kısacası ben harikayım! Basketbolcu falan olsam?!"

Elmayı son tutuşundan sonra yeniden havaya atmak yerine çeşmeyi açıp yıkarken yine içinden kendiyle olan sohbetine devam etti.
"Haaa tabi bu boyla da çok iyi basketbolcu olurdun zaten."

"Aman neyse. Düşünmek de mi yasak?"

Mutfaktan çıkarken elmadan bir ısırık aldı. Önce dilimleyip dilimlememe konusunda kararsız kalsa da hiç uğraşmaya değmeyeceğine ve ısırarak kolayca yiyebileceğine karar kalmıştı. Holden geçip odasına doğru yürürken kız kardeşi aniden karşısına çıktı. Nil ile göz göze geldiler.

"Naber kız?"

"İyiii. Ders çalışman bitti mi?"

"Yooo. Ömür biter ders bitmez demiş güzel atalarımız. Öğrenemedin mi kardeşim?"

Nil aldırış etmeyip omuz silkti. O ablası gibi düzenli çalışan, çok çalışan, yahut kısaca ders çalışan bir tip değildi. Sınavlardan önceki gün sınava çalışır, geçecek kadar not alırsa sevinir, konu bildik yerden gelip yüksek not alırsa daha da sevinirdi ama sevinci de bir kaç saniye sürerdi. Çünkü neden basit iki rakam için havalara uçsun ya da canını sıksın?

Bir kaç saniye sonra Nil, Asude'nin elindeki elmaya bakarak konuştu.
"Abla o ne?"

Asude "Elmaa?" deyip elindekini biraz havaya kaldırdı ve gösterdi. Ne saçma soruydu bu böyle?! Görmüyor muydu ne olduğunu? Asude gereksiz soruları hiç sevmezdi. Gereksiz hiçbir şeyi sevmezdi. Gıcıklık hariç. Bir de evlenmesine sebep olan şeyler. Pardon klavye yanlış yazmış. Evlenmesine değil eğlenmesine. Ne var canım? Evlenmeye meraklı bir kız mı sandınız? Hiç değil! Hasretle karıştırmayın onu. O baba evinde mutlu, keyfi yerinde.

Nil, ablasının bu hâline aldırmadı. Alışıklı. "Elmayı nerede buldun?" dedi gayettabi.

Asude elmayı göstererek"Gökten düştü." deyip sahte bir sırıtış kondurdu yüzüne. "Başıma üç elma düştü, birini yiyorum, ikisini mutfağa koydum. İstersen gidip birini yiyebilirsin. Birini de masalın kahramanlarına bırak ama!"

Nil, ablasının dalga geçtiğini anlamıştı. Sahte bir gülüş de o patlattı. "Hahaha!! Ya dalga geçme, nerden buldun?"

Asude içinden ya sabır çekti. Elma ya bu, evin hangi odasında olabilirdi acaba? Ne boş soruydu bu böyle? Acaba sorun onda mıydı başkalarında mı?

"Nerden bulmuş olabilirim acaba Nil?"

"Ya nerden çıktı elma? Elma mı vardı evde?"

"Yahu elmayı nerden bulabilirim acaba? Evde vardı işte. Mutfakta. Çok komiksin Nil ya, hahaha!"

Asude kendini tutamayıp ciddi anlamda gülmeye başlamıştı. Gerçekten komikti! Hayır yani Nil de akıllı kızdı güğyaa! Gözleri yaşardı gülmekten.

Ablası gülünce istemsizce Nil de güldü. Gülümsemek bulaşıcıydı. Gerçi neden ciddi anlamda güldüğünü anlamamıştı. "Niye komiğim be?" diye şaşırarak ve bir cevap bekleyerek sordu ablasına. Asude de gülmeli sesiyle cevap verdi.

"Çok saçma sorular soruyorsun çünkü. Elmayı nerden bulabilirim acaba? Tabiki mutfaktan! Banyodan almış olacak halim yok ya! Bazen böyle çok saçma basit şeyler soruyorsunuz ya hani? Diyorum ki acaba ben mi çok akıllıyım yoksa başkalarının mı IQ'su daha düşük? Böyle gereksiz sorular neden sorulsun?"

Evet kendine pay çıkartmıştı işte ablası. Normalde kendini öven biri de değildi hani, ne oluyordu bu kıza? Hem ne diye Nil'le dalga geçmişti ki şimdi? Gayet doğal sorulardı ona göre.

Nil sahte ve yapmacık bir gülüş ile ablasına baktı.
"Haha çok komik! Ne var, sordum işte! Belki bir yerden buldun! Sen bulursun! Belki bir tane var? Mutfağa gidip bakana kadar sana sorarım, daha kolay."

"Şey mutfağa bir kaç adım uzaktasınız ama olsun." diye içinden geçirip dışından kuru bir "Peki." dedi Asude.

Köprüde karşılaşmış iki inatçı keçi gibi geçen zamanın ardından biri odasına biri mutfağa gitti. Asude eğlenmişti. Gülmekten gözleri yaşadığına göre bugünlük enerjisi yerine gelmişti. Elmasını yerken bakışlarını ekranda gezdirip karşısındaki makaleyi okudu.

Filistin ile ilgili derin araştırmalar yapıyordu. Eskiden de ilgilendiği bir konuydu ama meğer ne çok şey eksikti kafasında. Öğrenirken zevk alıyor, bilmek güzel hissettiriyor, siyonistlere ve BM'ye bol bol sövüyor, oradaki kardeşlerinin yerine kendini koyup üzülüyor, yaşanan hak ihlallerine sinirleniyor, zarar gören ve şehit edilen insanlara ağlıyor, Mavi Marmara adı geçince gözleri doluyordu. Çeşit çeşit duygudan geçiyordu yani.

Öğrendikçe fark etmişti ki sadece üzülmek yetmiyor. Bir meseleyi gündeme getirmek istiyorsak onu önce en ayrıntılı haliyle bilmemiz lazım. Tarihini, kültürünü, siyasetini, insanlarını, bugününü, dününü... Ve sadece bilmek değil bildirmek. Bu konuda yazılar yazmak, yayınlar yapmak, güncelliğini koruması için her alana sokmak lâzımdı. Makaleler yazılmalıydı, kitaplar yazılmalıydı, filmler çekilmeliydi, belgeseller, videolar çekilmeliydi, haberlere konuk etmeliydi, konferanslarda anlatılmalıydı. Akademiye sokmalıydı.

İlk önce hem Yahudiler, hem Hristiyanlar hem de Müslümanlar için Kudüs'ün önemine dair okumalar yapmıştı. Eldar Hasanoğlu isimli hocadan da 'Yahudilik ve Hristiyanlıkta Kudüs' isimli bir ders dinlemişti. Ondan çok şey öğrenmişti. Gerçekten ilgisini çekmişti hepsi.

Mesela Hristiyanlara göre ilk insan olan Hz. Adem Kudüs'te yaşamış, ölmüş ve orada defnedilmiştir. Yani mezarı oradadır. Hz. İsa da orada çarmıha gerilmiştir. İsa çarmıha gerildiğinde akan kanın damladığı yer tam da Adem'in mezarının üstüdür. Adem ilk günahı işleyen, İsa da halkı tarafından çarmıha gerilip öldürülen peygamberler olduğundan, Hristiyanların inancına göre, o kanın oraya düşmesi ile böylece ilk günah kefaret bulmuştur. İlginç bir inanıştı, öğrenmesi zevk vermişti Asude'ye. Tabi Müslümanlara göre Hz İsa çarmıha gerilip öldürülmemişti, Allah (cc) onun ruhunu göğe yükseltmiş, onu kurtarmıştı.

Mesela Kudüs'ün kutsallığının Yahudilikle birlikte başlatılmaması gerektiğini öğrenmişti. Kudüs'ün kutsallığı Yahudilikten önce de vardı. Çünkü şöyle ki, yeryüzündeki ilk mescid Kabe idi. İkinci mescid ise Mescid-i Aksa idi, Kudüs'te inşa edilmişti, aralarında yaklaşık kırk yıl vardı. Bu İslami argüman Hristiyanlarca da doğrulanıyordu.

Hz İbrahim, Filistin'in el-Halil şehrinde yaşıyordu ve dini vecibe için Kudüs'e gitmişti. Hz Musa zamanında ise Mısırda yaşıyorlardı ve Kudüs'ü vaadedilmiş topraklar olarak görüp oraya gitmeye çalışıyorlardı. Yuşa bin Nun vardı sonra. Yuşa, Tanah'a göre Hz Musa'nın ölümünden sonra İsrailoğullarının lideriydi. Tora'da adının Efraim kabilesinden Nun oğlu Hoşea olduğu ve Hz Musa'nın ona Yuşa olarak hitap ettiği yazılıydı. İsrailoğulları Mısır'dan çıkmadan evvel o da Mısır'da doğdu. Lider Yuşa, Kudüs'e önem verip oraya giden ilk Yahudi liderdi. O zamana dek Kudüs şehrine bizzat önem verilmemişti, öncekiler El-Halil gibi çevre illerde yaşamışlardı. Yuşa bin Nun Kudüs'ü de içeren o topraklara sahip 5 kralı yenmiş, ve orayı ele geçirmiş fakat yine de orada yaşamamış, sadece egemen olmuştu.

Kudüs ilk kez MÖ 1010-990 yılları arasında Hz Davut ile İbraniler tarafından sahipleniliyor ve önemseniyor. O dönemde o topraklara hakim 12 kabile birleşiyor, bir bayrak altında toplanıyor. Hz Davut, hiçbir kabile kendini diğerinden üstün saymasın ve birlik bozulmasın diye baş merkez olarak tarafsız bir yer olan Kudüs'ü seçiyor. Kudüs hiçbir kabile için sahip olunup önem arz eden bir yer değil çünkü. Ve böylece ilk kez stratejik-siyasi bir sebeple Kudüs Yahudilerin gözünce önem kazanıyor. Ayrıca Kudüs'ün önemi Hz Davut'a vahiyle de belirtiliyor.

Hz Davut savaşan, harplere giren ve toprak kazanıp krallığını genişleten bir peygamber. Hem pegamber hem kral. Halkının önderi. Yahudilerin inanışına göre ''şehina'' yani ''Tanrı'nın özü'' denen bir şey var. Ve bu öz, Ahit sandığının içinde saklanıyor. Ahit sandığı da bir çadırın içinde muhafaza ediliyor. Yahudilerin inanışına göre, Hz Davut sarayında yaşarken bir gün Tanrı ona ''Bana da saray-ev yap! Sen kendin saraydasın.'' diyor. Ahit sandığı çadırda ya hani. Böylece Hz Davut da bugünkü Harem-i Şerif'in olduğu yere Tanrı için ev yapmak üzere malzeme alıyor, oraya götürtüyor ama yapmaya ömrü yetmiyor. Vefat ediyor.

Ondan sonra gelen Süleyman peygambere nasip oluyor bu mabedi yapmak. Hz Süleyman'ın onlarca adı Şulomo. Yahudilere göre bu madebi yapmak Hz Süleyman'ın kaderi çünkü ismi içinde 's-l-m' harflerini içeriyor, kökü s-l-m olduğu için ona nasip oluyor. 'Selamet' anlamından ötürü. Böylece ''Süleyman Mabedi'' dediğimiz yapı inşa ediliyor. Yıl MÖ 940. Dönem de adını buradan alıyor, Birinci Mabed Dönemi.

Bu dönemden sonra devlet ikiye ayrılıyor: İSRAİL ve YAHUDA. Bu iki taraf arasında sürekli kavgalar ve savaşlar oluyor. Kudüs, Yahudalarda kalıyor. Hatta çatışmalar sırasında Süleyman Mabedindeki şeyleri yağmalıyorlar. Bu demek oluyor ki orası hâlâ Yahudi halkı tarafından kutsal sayılmıyor. Kutsal saysalar yağmalamazlar. Orada ibadet falan da edilmiyor, "bama" denen bizdeki türbeler gibi daha küçük çaplı yerlerde ibadet ediyorlar. MÖ 720 yıllarında İsrail devleti Asurlar tarafından yıkılıyor. Yahudalılar da onlardan korunmak için Kudüs'e sur inşa ediyor.

Hristiyanlara göre İsa Kudüs'e beddua etti çünkü orada çarmıha gerildi. Yani aslında burası Hristiyanlara göre kutsal değil, lanetli bir yerdi. Ama siyasi nedenlerle ve Bizans sebebiyle ülkenin doğu sınırı önemli hale geliyor. Hatta ilk yüzyıllarda ''İsa zaten üçüncü gün yeniden dirildi, yani mabedin de Kudüs'ün de değeri yok'' diyorlar.

Hz Ömer devrinde Kudüs fethediliyor. Hz Ömer çok özen gösteriyor Kudüs'ü alırken kan akıtmamaya. Sırf bu sebeple ordunun başındaki Halid bin Velid'i (ki kendisi en başarılı ve meşhur komutandır) ordunun başından alıyor ve yerine Ebu Ubeyde bin Cerrah'ı getiriyor. Çünkü Halid komutan olduğu için her türlü savaşa girmekten çekinmeyecek biri ve tüm askeri mantaliteye sahip. Ebu Ubeyde ise aslen askeri bir komutan değil, yani savaşsız bir şekilde şehri teslim almak için daha uygun. Ah, ah, ne ince düşünüyorlardı mübarekler. Asude hayrandı hepsine...

Kudüstekiler ''Anahtarı sadece halifeye veririm'' dediği için Hz Ömer tee Medine'den kalkıp Kudüs'e gidiyor. İsteseler bir arbede ile yine o anahtarı alıp şehre girebilir İslam orduları ama istenen kan dökmek ve can yakmak değil. Bu sebeple gidiyor Allah'ın halifesi.

Hz Ömer'den Haçlı zamanına dek 4-5 asır Kudüs Müslümanlarda kalıyor. Hristiyanlar hiç rağbet etmiyor, şehri unutuyor. Gündemlerine gelmiyor. Ama asırlar sonra Bizans siyasi çıkarları için yeniden Kudüs'ü önemli hale getirip, Hristiyan halkın gözünde yükseltmek için elinden geleni yapıyor. Kıyamet Kilisesi'ni inşa ediyor ve burasının kutsallığını gündeme getiriyor. Haçlı Seferleri ile de bu kutsallığı çiviliyor, sağlamlaştırıyor. Yani hiç yokken bir kutsal değer uydurup, argüman üretip kabul ettiriyor.

1187'de Selehattin Eyyubi yeniden fethediyor Kudüs'ü. O da kan dökmeden, sivillere zarar vermeden şehri almak için her şeyi yapıyor. Müslümanlar kan dökmekten yana değil.

İşte böyle, sonra Osmanlı hakimiyeti, İngiliz mandası, Siyonist işgali derken...

Müslümanlar varken barış, diğerleri varken arbede vardı şehirde. İngilizler, Siyonist Yahudiler... Hocanın söylediği sözü hatırladı Asude:
''Müslümanların tarihi, gayrimüslimler için huzur-liman olmuştur. Ama Yahudi tarihi - Hristiyan tarihi kanlıdır, kan doludur.''

Bu arada, unutmadan, bahsedilen şu Ahit Sandığı vardı ya hani, içinde 'tanrının özü'' olduğuna inanılan? Heh, işte o. Kız Kulesi'nin üzerinde bulunduğu kayanın Ahit Sandığını gizlediğini söyleyen ve buna inanalar var. Evet şu bizim İstanbul'daki Kız Kulesi. Hatta baya baya insanlar araştırıyormuş bunu. Sebepsiz güzel gelmişti bu gizem, Asude'ye.

''Asudee! Hanimiş benim baş belam?''

İsminin seslenildiğini işitince daldığı satırların içinden çıktı genç kız. Şu konular kızı içine ne çekmişti ama! Zevkliydi öğrenmesi. Neyse, Tuna gelmiş ona sesleniyor, ama o hâlâ okuduklarında kamıştı. Çabucak kalktı masanın başından. Elması çoktan bitmişti, ortasındaki yenemeyen kısmını çöpe atıp içeriye geçti ve babasıyla sohbet eden Tuna abisine selam çaktı.

"Oo hoş geldiniz Tuna bey. Siz baş belası isimli birini sordunuz bana seslenip sanırım ama kendisini tanımıyor ve nerede olduğunu bilmiyorum. Üzgünüm.''

''Haha güleyim bari!'' dedi Tuna yapmacık bir kahkaha ile. Sanki dersin bilmiyordu kimden baş belası diye bahsedildiğini! Saf ayaklarını yemezdi bu adam.

Asude, adamın bu haline gülümseyerek yanına oturdu. ''Gül gül, sana da çok yakışıyor zaten gülmek. Canım benim. Bak nasıl güzel kısılıyor gözleri.'' derken bir yandan da yanaklarını iki yandan parmakları arasına alıp sıkmıştı.

Tuna pek hoşlanmazdı böyle suratına dokunulmasından. ''Yapma be!'' diye çıkıştı kıza. Eh, Asude umursamadı tabi. Bilerek yapıyordu zaten. Yani inadına değil, bunu yapmayı sevdiği için. Ama yalan yok, biliyordu sonuçta Tuna'nın da pek sevmediğini. Tabi kimin umrunda? Kimin umrunda bilinmez ama Asude'nin değil. Bu adamı sevmeyi seviyordu, ne yapsındı yani?

''Oyy, yakışıklı olduğunuz kadar huysuzsunuz da Tuna bey.'' deyip yanaklarını bıraktı genç adamın.

''Sağ ol ya.'' diye mırıldandı Tuna. Bu sırada Kudret bey telefonu çalmış ve odadan çıkmıştı. Tuna ve Asude bir hal hatır faslına girip sohbet etmişti. Bir kaç dakika sonra Tuna geliş sebebini Asude'ye hiç çekinmeden söyledi.

''Bana yine kurabiye yapman için ikna edebilir miyim seni diye geldim. Eh, yemeyeli oldu biraz. Hasret ve Tolga oyununda beni kullanalı epey zaman geçti üzerinden. Özledim kurabiyemi.''

Asude kaşlarını hafifçe havaya kaldırdı ve ''yaa demek öyle?' bakışlarıyla baktı genç adama. ''İkna edebilir misin acaba? Hııımm? Bir düşüneyim?''

Tuna ''Ederim bence.'' deyip göz kırptı ve sevimlice güldü. ''Rüşvet de kabulüm.''

''Rüşvet? Bir polis kızına? Bir polis oğlu teklif ediyor hem de? Çok ayıp!'' diye sahte bir cıkcıklama sesi çıkardıktan sonra güldü kız. ''--Dersem yalan olur! Çok iyi fikir! Rüşvet güzeldir. O zaman sen bir ara ben bir yere giderken beni gideceğim yere bırakırsın. Anlaştık mı? Malum, otobüsleri hiç sevmem. Yarım saatlik yol bir saate çıkıyor falan. Can sıkıcı.''

''Anlaştık.'' dedi Tuna.

Asude ayağa kalktı. ''E o zaman kalk da bana yardım et.''

Tuna şaşkınca ona baktı. ''Ha hem rüşvet var hem yardım etmek de zorudayım öyle mi?''

''Hıhı.'' dedi Asude şirince.

Tuna ''Beni hiç mutfağa sokma ya!'' diye yakındı.

Asude yalandan yere kaşlarını çatıp genç adamı kolundan tutup çekeledi ve oturduğu yerden kalkmasını sağladı. ''Aaa çok ayıp ama Tuna abi! Şimdiden alış! Daha ileride eşine yardım edeceksin. Senin iyiliğin için yapıyorum ben bunu. Pratik. Ön hazırlık. Fragman.''

Asude tarafından mutfağa sürüklenirken ''Ben hanımcı bir adam olmayacağım! Mutfağa da girmem!'' diye söyleniyordu genç adam.

Asude kocaman bir kahkaha attı. Tuna'yı mutfağın ortasında bırakıp dolapları açtı ve malzemeleri tek tek çıkarıp masanın üzerine yığmaya başladı.

''Ne gülüyorsun be!?''

''Sana gülüyorum birtanem! Sen mi hanımcı olmayacaksın? Sen? Güldürme beni!? Sen daha bizim gibi serseri-deli-çılgın kardeşlerine kıyamıyorsun, aşık olduğun kadına hiçten kıyamazsın. Gör bak nasıl da hanımcı olacaksın! Mutfağa girmeyi bırak, koltuk altlarına girip toz alan, halı altlarına girip ev süpüren, baza altlarına girip eşya toparlayan bir adam bile olabilirsin. Benden söylemesi.''

Tuna ''Yapma yaa? O kadar mı?!'' diye hayal kırıklığı ile omuzlarını düşürdü.

Asude başını sallayıp güldü adamın bu haline. Sonra biraz acıdı. Karşısına geçip ellerini Tuna'nın omuzlarına koydu ve bakışlarını yakaladı. Teselli eder gibi sıcacık gülümsedi.

''Ama merak etme, şanslısın ki senin müstakbel eşin bizim kadar çılgın-serseri-acımasız bir manyak değil. Sana öyle çok eziyet çektirmez. Kıyamaz sana. Birlikte güzel güzel, el birliği ile yaparsınız hepsini. Korkma yani.''

Tuna bir an rahatladı ve derin bir nefes aldı. ''Oh be! İyi bari.'' dedikten sonra masanın başına geçti, kuru kayısıları küçük küçük kesmek için eline bıçağı aldı. İçi rahatlamıştı. Demek müstakbel eşi öyle biri değildi, bunlar gibi deli de değildi pek, daha aklı başındaydı. Sevinmişti buna. Başında yeterince deli vardı. Ama bir dakika? Ne oluyordu ulan? Asude nereden biliyordu ki onun var olmayan müstakbel eşini de, böyle geleceği görmüş gibi konuşuyordu? Bıçağı bırakıp aniden kıza döndü.

''Kız?! Ne biliyosun benim kiminle evleneceğimi de öyle bilmiş bilmiş konuşuyorsun sen? Ben de saf saf dediklerini dinleyip ona göre havaya giriyorum! Vallahi senden korkulur!''

Asude dişlerini gösterek güldü. ''Şöyle bi geleceğe uğrayıp geldim de, oradan biliyorum. EHEHEHE. Üç tane de çocuk var ufukta.''

''Dalga geçme kızım!''

Asude biraz ciddileşip ''Tamam ya.'' dedi hemen. ''Seni ben evlendireceğim, ondan öyle dedim. Evlendireceğim kızı tanıyorum sonuçta. Ondan şeyettim yani. Gelinimi ben seçicem canım!''

Tuna gülerek teş kaşını havaya kaldırdı. ''Hadi ya? Kiminle evlendirecekmişsin beni?''

''Sıla ile!'' diye birden yükseldi ve heyecanla şakıdı genç kız. Bu konuyu düşünmek onu heyecanlandırıyordu. Ama daha Tuna ve Sıla işini pratiğe dökme aşamasına geçememişti, başka şeylerle meşguldü de. Bu sanırım ilk adım olmuştu, Tuna'ya bahsetmesi yani.

''Sıla mı? Hani şu Hasretle senin ortak arkadaşınız? Üç silahşörler gibi dolanıyorsunuz?''

Asude başını sallayınca Tuna hemen atıldı. ''HAYATTA OLMAZ!''

''Nedenmiş ya?''

''Yani, kızı tanımıyorum ama sizinle arkadaş olduğuna göre pek farklı değildir. Risk almam.''

''Risk almaktan kaçmak korkakların işidir canım! Sıla ile aranızı yapacağım, görürsün!''

''BİR GİT İŞİNE KIZIM! HAYIR DİYORUM SANA! KORKAKSAM DA KORKAĞIM. KABULÜM. SİZİN ARANIZA BİR ARIZA DAHA KATILMASINI KALDIRAMAM.''

Tuna, Asude-Hasret-Nil üçlüsüne benzer birinin daha sorumluluğunu aldığını hayal dahi edemiyordu. ''Allah'ım koru Yarabbim'' diye mırıldandı.

Ama Asude onu kaale dahi almamıştı. ''Görürsün sen! Bak nasıl da korktuğun başına gelecek! Ben de kız istemeye giderken keyifle senin heyecanlı haline bakıp 'ben demiştim!' diye yüzüne haykıracağım. Hatta çeyiz bahşişi, kapı bahşişi, gelin elini açmıyor bahşişi, gelin kapıyı açmıyor bahşişi ve konvoy bahşişi alacağım senden! Sömüreceğim seni!''

Tuna ufak bir kahkaha attı. ''Böyle büyük planların olduğunu bilmiyordum Asude. Söylemen iyi oldu.''

''Aynen iyi oldu. Şimdiden hazırlıklara başla, ileride birinde bile 'param kalmadı Asude' dersen 'banane, ben önceden bilgilendirme yaptım, hazırlıklı olsaydın' derim. Cebindeki son beş kuruşa kadar alırım. Acımam.''

Tuna kayısıları bitirip kuru incirleri küçük parçalar haline getirirken gülüyordu. ''Bu sömürgecilikten öte, asıl şimdi korktum. Evlenmemek en iyi çözüm gibi göründü şimdi gözüme.''

''Evlenmeden olmaz! Ayıp!''

''Kızı kaçırayım ben iyisi. Bu masraflardan kurtulurum belki.''

''Sıla'yı mı? O hiç olmaz! Sıla sakin küçük bir düğün istiyor. Kaçmak yok. Arkadaşımın ilk heyecanlarını çalamazsın. İzin vermeyiz!''

''Tövbe tövbe, taktı Sıla'ya!'' diye söylendi Tuna. Kızı bir iki kere uzaktan görmüştü, bir iki kere de kızlarla çekildiği fotoğraflardan. Ama hiç konuşmuşlukları yoktu, tanımıyordu. Tanımadan hakkında önyargılar oluşturmak istemiyordu ama kendi kardeşi ve kuzenleri ile arkadaşlık kuracak kadar yürekli ve deli olduğu kesindi. Eh, bu sebeple hiç oralı olmuyordu.

Onların kurabiye işlemi de sohbetleri gibi devam ederken, Kudret bey bugün tatilde olmasına rağmen işi çıkıp evden ayrılmıştı. Şaşırdı Asude. Acaba şu avcı operasyonu ile mi ilgiliydi? Özlem'in o operasyonda olduğunu anlamış ve öğrenmişti ama oradaki Şahin, Şahin abisi mi öğrenememişti. Ve kafasına takılıyordu bu. Sebepsizce meraklıydı bu işe. Neyse, o da Asude ise ne yapar eder öğrenirdi.

Kurabiyeleri tepsiye dizip fırına atmadan önce ''Evveett! Patlıcan görünümlü kurabiyelerimiz hazırdır efendim! Tabi piştikten sonra!'' diye bir reverans yapıp fırına yaklaştı. Patlıcan kurabiyesi diyorlardı bu kurabiyeye kendi aralarında, çünkü kesip kakao sürünce şekli kesilmiş bir patlıcan dilimini andırmıştı onlara, ilk yediklerinde. Tuna görüntüsünü incelemiş, ''Bu kurabiye mi yoksa patlıcan mı, beni kandırmıyorsun dimi?'' demişti Asude'ye. Asude de onu ikna edip yedirmişti. Tuna hayran kalmıştı. Tarifi ona ilk veren de Sıla idi. Ayy dur, aklına gelmişken bunu da es geçmemeliydi.

Fırındakilerin pişmesini beklerlerken Tuna telefonunu kurcalıyor, Asude karşısındaki koltukta kitap okuyordu. Az evvelki ayrıntı aklına gelince kitaptan ayırdı bakışlarını. Bu sohbetin üzerinden zaman geçse de yine açtı konuyu. Artık çok açacaktı çook!

''Tuna abiii?''

''Hımm?''

''Sen bu kurabiyeye hayransın, bayılıyorsun, bağımlılığın oldu ya hani?''

''Eee?''

''Onun tarfini bana ilk veren kimdi biliyor musun?''

''Kim?''

''Sıla! Bence onu sevmen için bir neden daha bulduk!''

Tuna ekrandaki bakışlarını çekip Asude'ye çevirdi ve göz devirdi. Belli ki nu konuda radara girmişti ama inşallah bugünlük bir şeydir bu diye dua ediyordu. Asude gülüp kitaba dönerken Tuna da telefonuna döndü.


👮‍♂️👩‍🎓


Bu arada, ben Asude ve Tuna ilişkisini çok kıskandım ya. Ben de bir Tuna istiyorum 😭
Iç ses: kendine gel, yazdığın karakterlerin ilişkilerini kıskanamazsın
Ben: öyle bir kıskanırım ki!


Loading...
0%