@sukunettekelimeler
|
Salon. Sükut. Sohbet. Samimiyet. Dede. Torun. Fırtına öncesi sessizlik. Safiye Hanım güne gitmişti. Evde sadece Asude, Bahadır Bey ve bir kaç haftada bir gelip evin ince temizliğini yapan yardımcıları Ferhunde Hanım vardı. Ferhunde Hanım'ın işleri bitmişti, çıkmak üzere toparlanıyordu. Bahadır Bey biraz kitap okumuş, Asude de o sırada duş almış ve saçını tarayıp kurutmuştu fakat kurutma makinası sağ olsun şimdi kabarık kabarık ve yine karışıktı saçları. Dedesinin önüne oturmuş, saçlarını taratıyordu. Küçükken de dedesine taratırdı saçlarını. Babaannesi ve annesi acıtırdı, hızlıca tararlardı. Ama dedesi hiç öyle miydi? Torununun tek saç teli bile kopup canını yakmasın diye özenle tarardı. Uzun sürerdi ama neredeyse hiç acıtmadan hallederdi Bahadır Bey bu işlemi. Asude'nin de epey hoşuna giderdi. Hem saçlarınla uğraşılmasının hem de bir yandan dedesinin kendine anlattığı o masallardan çıkmış gibi büyüleyici çocukluk ve gençlik anılarını dinlemenin tadına doyum olmazdı. Eh, kısacası dedesi saçlarını tararken ondan mutlusu yoktu. Şimdi de bir yandan bir şeyler anlatıyor ve Asude'yi güldürüyordu. ''Canım dedem.'' diye geçirdi zihninden, ve dedesinin cümlelerine kulak verdi yeniden. Duygulanmıştı bir de dedesini ne kadar çok sevdiğini, ona bir şey olma ihtimalinin nasıl canını yakacağını düşününce. Allahtan dedesi yüzünü göremiyordu şuan, dolu gözlerine rastlayamazdı bakışları. Arkasında oturuyordu sonuçta, saçını tarıyordu. "Küçükken her şeye saç derdin. Kirpiklere, kaşlara, hayvanların tüylerine ve kıllarına... Bir komik olurdun ki sorma. Ben de bal yanaklarını öper öper dururdum." Bunu Asude de anımsıyordu. Yahut onlardan bir kaç kez dinlediği için tanıdıktı, ama aklındaydı işte. Tam gülerek cevap vereceği sırada odanın kapısı açılmıştı. Ferhunde Hanım kapıda dikilip "Öğrencileriniz ve torununuz geldiler Bahadır Bey." dedi. Kapının çalışını onlar da işitmişti ama Asude, babaannesinin günden dönmüş olacağını düşünmüştü. Bunu duymayı beklemiyordu. Bahadır Bey "Gelsinler gelsinler!" diye heyecanla başını salladı. O heyecanlıydı fakat önünde oturan torununun zihninde birden şimşekler çakmıştı. Ferhunde hanım ''Ben de çıkıyorum Bahadır Bey,'' diye kendi gidişini de haber verdikten sonra odadan ayrılırken Asude dedesine doğru döndü. ''Kim geldi dede? Hangi öğrencilerin?'' Bahadır beyin akademisyenlik yaptığı dönemlerden beri iletişimi koparmadığı bir çok öğrencisi vardı fakat bu gelen dördü bir başkaydı. Hem buralarda da oturdukları için görüşmeleri daha kolay oluyordu. Çok vefakar çocuklardı, arar sorar, arayı açmazlardı. Arada da böyle evinde ziyaret ederlerdi Bahadır beyi. Aynı dönem hatta aynı okulun öğrencileri olmasalar bile bu dörtlü Bahadır Bey sayesinde tanışmış, birbirleriyle çok iyi arkadaş olmuştu. ''Tuna abin var, Oğuz, Yiğit ve Vehbi var. Her zamanki tayfam işte.'' Asude başını salladı. Dedesinden arada duyardı bu isimleri. Tuna abisi zaten kuzeniydi. Oğuz da geçen gün arabada onlarla gelen Tuna abisinin arkadaşı, kendisinin de eski okulundan arkadaşıydı. Fakat Vehbi ve Yiğitten haberi yoktu. Kimlerdi, necilerdi, bilgisi yoktu. Sormamıştı da, kendisini ilgilendirmeyen şeylere pek bulaşmazdı. Gerçi bazı konularda bu huyuna ihanet ettiği oluyordu ama insandı sonuçta, hıh. Madem gelmişlerdi, kısaca ön bilgi almak için sormak istedi. ''Yiğit ve Vehbi kim dede?'' ''Vehbi Seçir, Çanakkale'de bir ara görev yapmıştım, orada öğrencimdi. Memleketli olduğumuzu öğrenince sohbeti ilerletmiştik. Diğeri de Yiğit Karacan, o polis ama öğrenmeyi de çok sever. Bir ayağı üniversitelerde ve eğitim kurumlarındadır. Vakit buldukça tabi. Konferanslardan ve özel çalışmalardan falan tanışıyoruz onunla.'' Duydukları yüzünden Asude'nin gözleri kocaman açılırken şok içinde salonun kapısına doğru baktı. Yiğit demişti dedesi, Karacan demişti. Polis demişti. Başka kaç tane polis olan Yiğit Karacan olabilirdi? Ne yani, Yiğit burada mıydı? Adım sesleri! Buraya gelmek üzereydi! Saçları, saçlarına gitti hemen elleri. Kabarık kabarık duruyordu, cadı gibi. Başını eğip kendine şöyle bir baktı, Beli kurdeleli kırmızı/beyaz/gri çizgili pijaması ve üzerinde de denizyıldızı baskılı siyah penyesi vardı. Ama bunlarla insan karşısına çıkılmazdı ki! Hele Yiğit'in karşısına! Beyni donmuşçasına bir kaç saniye duraksadıktan sonra yaşadığı şoku atlatabilmek için hızla dedesinin elindeki tarağı kaptı. Adamcağız ne olduğunu şaşırmıştı. Asude'nin ise derdi başkaydı. İki saattir ne diye odadan kaçmak yerine burada durmuştu ki! Yiğit olsa ne olur olmasa ne olurdu? Bu halde kimseye gözükmemeliydi, ayıptı ya! Eve misafir gelmiş sonuçta. Ama madem Yiğit vardı daha büyük sorundu çünkü-- çünkü ona cadı gibi saçla görünmek istemezdi. ''Eyvah! Beni görecekler! Benim ise onların arasına çıkma niyetim yok ki!'' Hem, Bahadır beyin torunu olduğunu bilmiyorlardı. Yani, Yiğit bilmiyordu. Hemen kaçmalıydı. Çünkü aralarında onun tüm rezilliklerini bilen deli Tuna abisi, bazı rezilliklerini bilen eski okulundan arkadaşı Oğuz, hiç tanımadığı Vehbi ve aşık olduğu ama henüz pek kendisine itiraf etmediği adam Yiğit vardı! Çabucak dedesinin dizinin dibinden kalkıp elindeki tarağı aldıktan sonra adım seslerini kapının önünde hissedince saçlarıyla bilerek yüzünü örttü. En azından yüzünü saklayıp kenarıdan kenarıdan çıksa belki odadan sıvışabilirdi. Hem bu kabarıklıkla yüzü görünmüyordu ki Yiğit onu tanısın! Heh! Kapıya doğru bir kaç adım atmıştı, kenarına saklanma ve onlar girince çıkma planı vardı, ki odanın kapısından içeriye boy boy delikanlılar girdi. ''Hay maşallah! En çok da Yiğitime maşallah.'' Çok geç kalmıştı. Odanın ortasında dikili kalmıştı. Yüzünü de hemen elleriyle kapatıp kendini gizlemeye çalıştı ama delilik ondaydı işte! Salonun ortasında dikiliyorken onu fark etmemeleri imkansızdı. Elbet biri soracaktı 'bu suratını cadı gibi saçlarıyla gizleyen kız da kim' diye. Elbet dedesi tanıştıracaktı. Şu an ağlamak istiyordu. Hüngür hüngür hem de. Gençler Bahadır Bey'e selam verip tokalaşmış, sarılmıştı. Tuna ise garip garip hallere giren Asude'ye ''kendini düşünmüyorsun bari biz düşün de doğru dur, bu hal ne, rezil ettin bizi rezil'' diye düşüne düşüne bakışlar atıyordu. Asude'nin ise Tuna'nın içinden geçenlerden habersiz bir şekilde tam bu an yerin dibine girme ya da görünmez olma dileği vardı, ''Allah'ım nolur görünmez eyle beni.'' diye dua ederken gerçek olmasını gönülden istiyor, bütün mantık ve fizik kurallarını yok sayıyordu. ''Ah dede ne vardı da profesör oldun! Hadi oldun oldun da, öğrencilerin ile niye böyle arandan su sızmıyor be adam! Bunlar kesin benden çok görmüştür seni! Bak bir de hocam diyorlar nasıl efendi efendi! Ay bir dakika bu Yiğit'in sesi mi? Kalbimde bir şeyler yumuşamaya başladı sanki.'' ''Olmaz! Yumuşayamaz Asude! Cephe aldık ona! Gardını indirmek yok! Yüz vermek hiç yok! Of sanki yüz bekleyen var da yüz vereceksin! Şu haline bir bak Asude! Çocuğun seni ciddiye alacağı varsa da bu saatten sonra kalmamıştır!'' "Bu da benim torunum. Kızım? Niye öyle duruyorsun?" Eyvah, dedesi ona mı seslenmişti? ''Şey, benden başka bu odada kız yok maalesef.'' Görünmez olma duaları etmişti oysa en derinden... Ağlamak istiyordu. Ağlamak. Ama hâlâ aynı halde duruyordu. Saçı öcü gibi yüzünü kapamış, elleri de geri kalanını kapamış. İki parmağı arasından baktı gizlice odadakilere. Belki geçer giderler, benim varlığını önemsemezler. Ama nerdee! Dibine girdi birisi. Bileklerinin kavrandığını hissetti. Bunu yapmaya kim cüret edebilir uleen diye ortalığı ayağa kaldırmayı plânlamıştı ki elleri yüzünden indi. "Eheh, kusura bakmayın, biraz utangaçtır da kendisi!" Tuna'nın iğneleyici sesi ve yapmacık gülümsemesi üzerine Asude çığlık atmak istemişti. ''Sen var ya sen, kuzen kelimesine hakaretsin! Sen şimdi böyle şirin şirin sırıtıp ellerinle usulca saçlarımı düzeltiyor ve millete yüzümün doğru dürüst görünmesini sağlıyor olabilirsin ama bu insanlar gidince ben sana göstereceğim gününü! Kafandaki saçlar yer değiştirecek! Yüzün tanınmaz hâle gelecek! Hatta sonra---'' "Bu Asude. Kuzenim. Yani Bahadır hocanızın torunu." Tuna'nın daha çok Vehbi ve Yiğit'e yönelik yaptığı bu açıklama sonrasında Tuna yalnızca kolunun altına aldığı kuzeninin duyabileceği şekilde ''Hoş geldin desene.'' diye dişlerinin arasından mırıldandı. Asude yalnızca kaybolmak istiyordu. Fakat kolunun altında olduğu adamın da deli damarını biliyordu. Anlaşılan sinirliydi de. Yapmacık yapmacık gülüyordu. Mecburen ''Hoş geldiniz.'' diye zoraki bir şekilde konuşup gülümsedi. Fakat bu gülümsemenin ardında içinde bulunduğu garip ruh hali aşikardı. Vehbi olayın üzerinde durmayıp hafifçe başını salladı. Kızcağızı hazırlıksız yakalamış olabileceklerini düşündüğü için ondan tarafa bakmamıştı da zaten, yalnızca hoş geldiniz demesine ''Sağ olun'' diye cevap vermişti. Yiğitle göz göze geldi. Hemen kaçırdı gözlerini. Sonra Oğuz ile de aynı şeyi yaşadı. O ikisi de kısaca hoş bulduk deyip oturmuştu koltuklara. Yiğit de şaşkındı, Asude ile burada karşılaşmayı asla beklemiyordu. En son bir iki hafta önce görmüştü onu, Derman ve Özlem ile birlikte otururlarken. Kızın nereden çıkacağı belli olmuyordu gerçekten. O değil de, en çok haline şaşırmıştı. İlkin bi şaşakalıp gerilemişti şöyle bir. Sonra gülesi gelmişti nedense ama tutmuştu kendisini. Belli etmemişti hiç gülme isteğini. Saçlarıyla ve elleriyle yüzünü kapamak neydi, çocuk gibi, böyle yaparak saklanabileceğini falan sanıyordu herhalde. Gerçekten değişik bir kızdı ama eğlenmişti. Asude ise eğlence kelimesini duysa, Yiğit'in zihninden geçenleri okuyabilse Tuna'dan önce onun üzerine taarruz eederi. Of offff. Nereden seçmişti zaten buraya gelip kalmak için tam da bu günü? Rezil olmuşluk hissi damarlarında dolaşırken eli ayağı titremek üzereydi. Tuna'nın kolundan altından hışımla çıkıp, misafirlerinin sırtını kendisine dönük şekilde oturmasından faydalanarak genç adamın boşluğuna dirseğini geçirdi. Tuna aniden karın boşluğuna yayılan sancıyla ''Ah!'' diye ufak bir inleme sesini dışarıya salıverince herkesin bakışları yine onlara dönmüştü. Asude, Tuna'nın bakışlarına aldırmadan koşarcasına odadan çıktı. Sonra görüşeceklerdi! Çok pis ödeşeceklerdi! Bu daha başlangıçtı! Hemen başka bir odaya geçip yatağın üzerine sırt üstü attı kendini. Tuna'ya yapacaklarını zihninde kurgularken zihninde bir aksiyon filmi çekiyordu adeta. Başka komplo teorisi kalmadığında o rezillik hissi yeniden su yüzüne çıktı. Sinirle yumruk yaptığı ellerini sıktı ve kolları ile bacaklarını bir kaç kez yatağa vurdu, zıplayıp geri kondu. ''En berbat günümü yaşıyorum resmen! Nasıl Yiğit dedemin öğrencisi olur da bugün buraya gelir ya, nasıl! Dünya küçük lafına inanmam ki ben! Birini arasam yıllarca bulamam! E bu ne o zaman! Mesele aramayıp da bulmak mı! Of offf! Allah'ım sen bana sabır ver. Nolur az önceki o çalı süpürgesi cadılı hallerimi içeridekilere unuttur, özellikle de Yiğit kuluna! Amin!'' Dudaklarının arasından ağlamağa benzer bir ses çıktı, kaşlarını çattı, dudakları gerildi. Suratını yastığa gömüp ahlayıp vahlandı ama ne ağladı ne de yaşadıklarını geri alabildi. Olan olmuştu bir kere. ''Kaderde ilk kez birini sevip en temizinden rezil olmak varmış.'' ''Sevmek derken? Hop hop! Ne tarafa deliriyoruz?!'' |
0% |