@sukunettekelimeler
|
Oturma odası. Yiğit. Derman. Başak Hanım. Sadullah bey. Tuğçe. Akşam çayı. Başak hanım uzun zamandır içinde tuttuğu, lafını açmak için bir türlü müsait vakit yakalayamadığı konuyu tam da şimdi ortaya yatırmak niyetindeydi. Derman akçam çayına gelmiş, her zamankinden on kat daha neşeli ve enerjik bir biçimde, kıpır kıpır, oturduğu koltuğa sığamaz vaziyette olunca Başak hanımdan "Hayırdır evladım, içinde bir avuç kurt mu var? Bir duramıyorsun durduğun yerde?" yorumunu almıştı. Hemen büyük bir zevkle sevdiceğiyle evlilik görüşmesi yaptığını, onun da artık kendisi için olumlu düşündüğünü, sevdasına kavuşacağı için bu kadar mutlu olduğunu anlatmıştı Derman. Sadullah bey ve Başak hanımdan tebrikleri toplamıştı. Eh, madem konu evliliğe ve gönül işlerine gelmişti, Başak hanım kendi oğluna çevirebilirdi okları! "Ne güzel yavrum, çok sevindim senin adına. Eh yaşın geldi geçiyor tabi artık, çok iyi olmuş. Tam zamanı. Aile kurmak mühim, insan geç kalmamalı. Gençken sevdin sevdin, beğendin beğendin, yoksa sonra herkese burun kıvırıyor, insan kimseyi beğenmiyor, öyle ortada dümbük gibi tek başına kalıveriyor!" Başak hanım bu kez yandan yandan oğluna bakarak konuşmaya devam etti. "Ah bizim Yiğit de artık birini bulsaydı da yuvasını kursaydı pek iyi olurdu. Yaşı geldi, işi elinde, sağlığı yerinde. Daha ne olsun?" Yiğit gözlerini belerterek annesine baktı. "Anne tebrik ederim, yine lafı bana getirmeyi başardın yani." "Niye öyle diyorsun oğlum!" diye çıkıştı kadın. "Kime getirecektim ya! Sıra sende! Evlen artık. Torun severiz hem ne güzel. Ailemiz genişler. " "Torunun var ya zaten anacığım, aha bak, odada uyuyor." "O ayrı canım! Bir tane daha olur işte, fena mı? Şeyda'ya arkadaşlık eder. Birlikte büyürler." "Ben önce Şeyda'mı büyüteyim bir anne, dur sen." "Durmak falan yok! Durmuyorum! Evleneceksin Yiğit! Sana kalsa sen böyle tek başına devam edersin hayatına. Ne diyordunuz siz gençler, sap sap! İlerde arkadaşlarının eşinin dostunun da yuvası olacak, öyle her istediğinde onlarla da vakit geçiremeyeceksin. Sanma ki böyle önümde aşım dertsiz başım gezebileceksin. Az laf dinle yavrum. Akşam evine gelince yamacında dinleneceğin bir eşin, dostun, karın olur hem. Yüzüne bakarsın şöyle, derin bir iç çekersin, için ferahlar valla." Derman ve Tuğçe, anne oğulun bu atışmasına kıkır kıkır gülüyor ve keyifle izliyordu. "Hasbinallah..." diye mırıldandı genç adam. "Baba sen herhalde her akşam annemin yüzüne bakıp derin bir iç çekiyorsun, için ferahlıyor ha?" diyerek annesinin söylediğiyle alay etmek için babasına pas attı genç adam. Fakat aradığı desteği bulamamıştı. "Tabi oğlum. Gün olur ki sen kendini çıkmazda hissedersin, derdin başını aşar sanırsın, ama eşin elini omzuna koyar, seni toparlar, yanında olur, ferahlatır. Yeterki sevgi saygı bilinsin, evlilik huzura dönüşür. Ha her evlilikte tek tük sıkıntılar tartışmalar olmaz mı, elbette olur. Onlar tuz biberdir. Karşındakini onarılmayacak derecede yıkma, sınırını bil, tartışmanın suyunu çıkartma, gönül almaktan çekinme yeter." Sadullah beyin de desteğini alan Başak hanım daha atılgan bir şekilde devam etti üstelemeye. "Ayen öyle! Yok mu oğlum etrafında şöyle huyu güzel, ahlakı güzel, edepli, temiz kalpli, uygun biri?" Bu konuları konuşmayı hiç sevmeyen genç adam sakince iç çekti. "Yok anne, düşünmedim hiç." dedi. "Hem bunların yanında Şeyda'yı da evladı kabul edebilecek biri olması gerekiyor. Konuşmuştuk bunu. Sanmıyorum ki kimse bunu istesin." Derman sıranın kendisinde olduğunu düşünüp lafa girdi. İçinde sinsice gülen bir tilki dolanıyordu şu an. "Niye öyle diyorsun Yiğitcim? Gayet var öyle hanım kardeşlerimiz. Yeterki gönüller bir olsun. İnsan birini gerçekten severse onu her şeyiyle kabul eder, onun sevdiklerini de sever demişti biri bana hatta." "Öyle mi? Kimmiş o Dermancım?" derken arkadaşının kendisini evliliğe ılımlılaştırmak için böyle söylediğini düşünüyordu genç adam. Vereceği bir cevap olduğunu sanmıyordu. O sebeple böyle rahat, kendinden emin, ''hadi söyle bakalım kimmiş, gerekirse düşünürüz, madem var!'' havasında konuşmuştu. "Asude! Onunla konuşurken sohbet arasında demişti. Bak görüyor musun, tanıdık bir de." Yiğit beklemediği bu cevap karşısında şaşkındı. Duyduğu isim bir an algılarını kapatmış, yudumladığı çayın neredeyse genzine kaçmasına yol açacaktı. Aniden sıcakladığını, kalbinin daha hızlı attığını fark etti. Başak hanım, Derman'ın araya girmesine öyle mutluydu ki! Sonuçta Asude'den bahsedebilmesi için önüne kırmızı halı serilmişti! "Ayy, o kızı da çok beğendim, çok hoşuma gidiyor gerçekten." diye lafa girdi. "Sadullah bey de beğendi. Yani olsa hayır demeyiz. Maşallah cıvıl cıvıl, saygılı, ahlaklı, oturmasını kalkmasını bilen, düşünceli, hanım hanımcık bir kız. Öyle gelinim olsa yaşlanmam valla. Tuğçeyle de arası iyi, Şeyda'yı da pek seviyor, ilgili." Annesinin alttan alta verdiği mesaj genç adama ulaşmıştı. Çok umursamıyor, dikkatini vermiyor gibi görünse de zihnini şu an işgal etmişti bile kız. Onu eşi olarak hayal etti bir an, yanında düşündü. Midesindeki kasılmaya ve boğazında oluşan düğüme anlam veremedi. Sahi, ne oluyordu böyle?! Onu düşününce devreleri yanmıştı. Gülüşü, o imalı bakışları, bilmişçe kullandığı atasözü ve deyimler, inatlaşması, iknaları, koluna girişi, olmadık yerlerde yanındaki varlığı, göz göze gelmeleri... Bir çok anı zihnine hücum etmişti ve kovsa da gitmiyorlardı. Aklına kendisini etkileyen bu anılar yerine söz dinlemeyişlerini, burnunun dikine gidişlerini ve illallah ettirişlerini getirmeye çalıştı. Yok, yine de kötü bir şey düşünemiyordu hakkında! Neden? "Sizi bir görüştürsek mi oğlum? Hı?" "Ne? Yok, olmaz." diye etekleri tutuşmuş bir şekilde atıldı. "Nedenmiş o?!" "Olmaz, biz farklıyız onunla." dedi sakince. Kendini de buna inandırmak isteyerek. "Salamla çilek gibi." diye tamamladı cümlesini fark etmeden. Kullandığı garip metafor bile ondan duyduğu bir şeydi! Derman anlamsızca baktı arkadaşına. "O ne alaka kardeşcim?" "Alakasızız işte, onu kast ettim ya zaten." "Bu işler ona bakmıyor Yiğitcim, bak benle Özlem de farklıyız. Huyumuz karakterimiz farklı. Ama gönüller bir, fikirler bir, ruhlar bir." Başak hanım hemen onaylamıştı bu yorumu. "Hay çok yaşa Derman, ne iyi söyledin!" Kendisini köşeye sıkışmış hisseden genç adam konuyu kapatma girişiminde bulundu. Yoksa baş edemeyecekti bunlarla. "Neyse ne, benim medeni durumumdan başka düşünecek şeyiniz yok mu sizin? Allah Allah! Rahat bırakın beni." Sadullah bey oğlunun hâline kıyamadı ve gülerek lafı değiştirdi. "Tamam hadi hanım, daraltmayın çocuğu, bu günlük dozunu aldı. Sen de hele bakalım, ne zaman kız istemeye gidiyoruz Derman oğlum?" 👮♂️👩🎓 Bir kaç gün olmasına rağmen hâlâ Özlemden ilişkilerine dair bir konuşma ya da buluşma girişimi alamayınca Derman sabırsızlanmıştı. "Oğlum ya, beklediğim sensen beklemek de güzel falan diyor bu şairler ama hiç öyle değil valla, acı çekiyorum ben beklerken. Bir an evvel kavuşalım istiyorum. Gözlerinin içine istediğim kadar bakabileyim Özlemcimin istiyorum." "O senin sabırsızlığın kardeşim." deyip bardağını tezgahın üzerinden aldı Yiğit. Kahvesinin üzerinden dumanlar yükseliyordu. En yakındaki masaya yürüyüp oturdular karşılıklı. Bu sırada kantinde etrafa bakınıp tanıdık bir yüz arayan genç kız da onları görmüştü. Oturdukları masaya doğru hızlıca yürüdü. "Kaçırsam mı ne yapsam ki? Kestirme yoldan helletmiş olurum." Yiğit neredeyse kahvesini dışarı püskürtecekti gülerken. "Saçmalama Derman!" "Niye ki?" diye çok sıradan bir soru soruyormuş gibi rahatça sordu Derman. Kahvesinden bir yudum aldı. Yiğitten boş bakışları haricinde tepki alamayınca çocuk gibi tutturmaya başladı. "Kardeşcim hadi ya, yardım et de kaçıralım işte şu kızı." "Abartma Derman." "Bak sen de bir gün seversin görürüz; ben de sana yardım etmem! Sevginin hatrı yok mu ya?" Cevap başka birinden gelmişti. "İki tane polis, adam kaçıracaksınız öyle mi? Bu devirde polise bile güven olmaz!" Yanıbaşlarında duydukları ses üzere iki adam da aynı anda başlarını çevirmişti. Asude yüzündeki gülümsemeyi soldurmadan Yiğit'in yanındaki sandalyeyi çekti ve oturdu. Derman'ın yüzünü daha rahat görmek için onun karşı tarafında olmayı seçmişti. Eh bu da Yiğit'in yanı olmak zorundaydı. Genç kızın dalga geçtiğini sesinin tonundan ve söyleyiş şeklinden anlamışlardı zaten. "Sen miydin kız? Hoş geldin." "Hoş buldum Derman komiserim." Yiğit, yanına Asude'nin oturmasıyla az evvele dek gayet normal olan nabzında ciddi oynamalar olduğunu fark etmişti. Ayrıca onu gördüğüne mutlu olmuştu. Yine de normal davranmaya çalışıyordu. "Hoş geldin," "Hoş buldum Yiğit komiserim." Derman "Sana da bir kahve söyleyelim mi?" diye sordu genç kıza. "Ben biraz açım da, tost ve çay alacağım." deyip sandalyesini geri çekti ve gidip tezgahın önünde dikildi. Görevli adama ne istediğini söyleyip parasını ödedikten sonra masaya geri döndü. "Peki benim canım dostum nerede? Onunla buluşacaktık güya burada." "Özlemcim namaz kılacaktı, gelir birazdan." "Haa tamam. Eee nasılsınız?" İki adamdan da iyiyiz yanıtı aldıktan sonra Asude merak ettiği bir soruyu çekinmeden yanındaki genç adama yöneltti. "Şu yerleştirdiğimiz ses kayıt cihazından bir şey çıktı mı bari? Bana ayrıntı vermeyeceğinizi biliyorum, işe yaradı mı anlamında soruyorum." Yiğit başını iki yana salladı. "Boşuna uğraştık o kadar. Peşinde olduğumuz konularla alakalı bir şey konuşulmadı. Normal iş toplantısıymış, restoranla alakalı." "Ama dinlemeye devam ediyoruz. Bakarsın bir gün işimize yarar." diye ekledi Derman. "İnşallah." Asude'nin tostu gelmişti. Yanmamak için hemen bir ısırık almadı, biraz beklemek istedi. "Gençler, ben Özlemcim'e evlenme teklifi etsem mi?" "İyi ama sen şu an kızın yeniden seninle konuşmasını beklemiyor musun kardeşim? Aceleci davranmış olma, zaman ver biraz, sonra zararlı çıkma bu işten. Doğru zaman olduğuna emin misin?" "Atın ölümü arpadan olsun Yiğidim." Asude, Yiğit'e katılmadığını belli ederek, Derman gibi duygularının coşkusuna kapılarak atıldı. "Tembele "kapını ört" demişler, "yel eser örter" demiş. Durursan olmaz, yürü be komiserim!" Yiğit, genç kızın dediğine önce gülse de sonrasında ciddileşti. "Tezcanlı davranıyor olabilir misiniz?" Asude bir an durup düşündü. "Galiba yaa," deyip tostuna uzandı, bir kısmını bölüp böldüğü kısımdan ısırık aldı. Bir şeyleri bölerek yemeyi severdi. "Haklısın." dedi Derman da. "En azından fark etmeniz ve kabul etmeniz güzel." dedikten sonra burnuna gelen tost kokusuyla genç adamın canı çekmişti. Ama karnı da tıka basa doluydu, kendisine alsa yiyemeyeceğini biliyordu. Ziyan etmek istemezdi. Tadımlık bir parça da o koparsa ne olurdu sanki bu deli kızınkinden? O kadarlık hatırları vardı herhalde artık? Uzanıp Asude'nin önündeki tabakta duran tosttan küçük bir parça kopardı ve ağzına attı. Asude "Yaaa tostuum!" diye çocuksu bir tepki vermişti. Yanındaki genç adama gözlerini kısıp baksa da ciddi olmadığını Yiğit'in bildiğini bildiği için rahattı. Lokmasını boğazına dizdirmiş olmayacağının farkındaydı. Yiğit suratına yerleşen küçük ama imalı ve anlamlı bir gülümsemeyle mızmızlanan genç kıza baktı. "Komşuda pişer, bize de düşer. Veren el alan elden üstündür. Az veren candan çok veren maldan. Ekmeğini yalnız yiyen, yükünü yalnız taşır. Ne verirsen elinle, o gider seninle. Daha sayayım mı yoksa bunlar yeterli mi mesajı vermek için?" Asude, genç adamın kendisine gönderme yaptığının farkındaydı. Cihazı yerleştirme işinde o da aynısını yapmıştı genç adama, onu susturmak için. "Afiyet bal şeker olsun," deyip beyaz bayrak salladı genç kız. "Alabilirsin istersen daha." "Yok yok, öyle anlık canım istedi sadece." Asude başını sallayıp anladığını belirttikten sonra biten çayına üzgünce baktı. Oysa tostunun büyük kısmı duruyordu. "Ben bir çay daha alacağım. Bir şey ister misiniz?" deyip kalktı. İkisi de olumsuz anlamda başlarını iki yana sallamıştı. Genç kız uzaklaşınca Derman bir süredir suratına dik dik baktığı arkadaşına doğru masada hızlıca eğildi. "Şşştt! Sen ne ayaksın?" "Ne oldu ya?" diye sordu Yiğit. Suç işlemişti sanki, öyle bir bakıyordu ki arkadaşı, kuşku ve şüpheyle! "Başkasının şeyinden yedin farkında mısın kardeşim? Sen? Yiğit Karacan? Kimsenin dokunduğu ısırdığı veya kullandığı şeyleri kullanmayan yiyemeyen arkadaşım?" Biliçsizce yaptığı şeyin farkına yeni varmıştı genç adam. Küçüklükten beri alıştığı üzere Yiğit kimsenin kullandığı bardağı yahut diğer yemek materyallerini kullanmaz, kimsenin yediği tabaktan yemek de yemezdi. Sadece annesi ve babasınınkilerden iğrenmezdi. İçi almıyordu çünkü, ne yapsındı. Annesi ve babasını da kendinden ayrı görmediği için sorun etmiyordu. Onların çocuğuydu, onların genini taşıyordu, onların elinde büyümüştü sonuçta. Onlardan gayrı görmüyordu kendini. Ama başkaları, asla olmuyordu. Mesela arkadaşının ısırdığı çikolatadan canı deli gibi istese dahi yemezdi. Yahut içtiği gazozdan bir yudum da o alamazdı. Mümkün değildi. Kaç kere yaşamıştı bunu. Hatta bir keresinde beden eğitimi dersinde ceza almışlar, bahçede kaç tur koşmuşlar, susuzluktan ölecek kıvama gelmişlerdi. Diğer arladaşları, sınıftaki kızların izniyle onların sularından içerken Yiğit tenefüse dek susuz kalmak zorunda kalmıştı. O yarım saat ona bir asır gibi gelmişti oysa. Ama yıllar sonra gitmiş Asude'nin tabağından ve dokunup böldüğü tosttan yemişti. Hem de hiç tiksinmeden! "Isırmadı ki tosttan, bölmüştü zaten. Sorun yoktu yani. Abartmasana ya!" diye çıkıştı arkadaşına. Dudaklarını büzüp peki diye arkasına yaslandı Derman. İnanmıştı. Şimdilik. |
0% |