Yeni Üyelik
42.
Bölüm

Seni Vermem Ellere - 42

@sukunettekelimeler

Derman. Özlem. Karakol önü.

Genç adam şaşkındı. Tam da telefonda Özlem hakkında konuşurken sevdiceğinin karşısında belirmesine sevinse mi korksa mı bilemedi. Onu görmekten her an mutluluk duyması bir yana, olabilecek şeylerden korkuyordu. Ya yaptığı şey Özlemciğini çok kızdırmışsa, aralarının iyice açılmasına sebep olursa? Tam normal bir ilişkileri varken, Özlem artık onun yanında daha rahatken, ilk zamanlardaki gibi soğuk sert duvarlar döşenirse ne olurdu? Dayanamazdı ki aşık kalbi.

Aceleyle kapattığı telefonu ceketinin cebine sokuşturup yanına yürüyen genç kadına baktı. Aralarındaki mesafe neredeyse kapanmıştı, artık göz gözelerdi. Bir kaç adım ötesinde durmuştu Özlem. Ciddi bir konuşmanın onları beklediğini sezmişti hemen sevdiceğinin yüzüne bakınca.

''Özlemcim, iyi akşamlar.'' dedi sonunda akıl edebilip. Sanki ''Şimdi önemli şeyler söyleyeceğini biliyorum, farkındayım yaptıklarımın.'' der gibiydi.

''İyi akşamlar Derman.''

''İstersen bir yere oturup da konuşalım, hı? Ayakta kalma, bütün gün yoruluyorsun zaten.''

Özlem bu teklifi kabul etmişti. ''İyi olur. Ayaküstü konuşulacak şeylerle gelmedim zaten.''

Bu cümle Derman'ı biraz daha germişti. Özlem de ondan farklı değildi aslında. Evde annesinden olanları dinlemiş, şaşkına dönmüştü. Üstüne bir de annesi ile uzunca konuşmak durumunda kalmışlardı. Ciddi, önemli, duygusal, yıkıcı ve yapıcı bazı anlardan sonra sonunda dışarıya çıkıp biraz dolaşmış, hava almıştı. Düşünmüş taşınmış, kafasını toplamaya çalışmıştı. Her şeyi süzgeçten geçirip ince eleyip sık dokuduktan sonra ''Bu böyle olmaz, Dermanla konuşmamız gerek.'' diyerek onu bulmak ümidiyle karakola gelmişti. Bugün mesaisi olduğundan haberdardı. Ve tam ara verdiği sırada onu bahçede yakalamış olmaktan mutluydu.

Bir kafeye karşılıklı oturduklarında Derman aşinası olduğu adama ''Abi bize iki çay getirir misin? Biri açık olsun. İkisi de şekersiz.'' demişti. Özlemi çayı açık içiyordu, ve ikisi de şekersiz! Bu detayı bilişi Özlem'in dikkatini çekmişti o an. ''Yanına bir şey de yer miyiz?'' diye sordu sevdiceğine.

''Yok, teşekkürler.''

''Emin misin? Buranın un kurabiyesini çok seversin sen, söyleyeyim mi?''

Özlem bir kez daha şaşırmıştı. Kendisi fark etmeden Derman bunca şeyi nasıl öğrenmişti onun hakkında? ''Sen bunu nereden biliyorsun?'' diye sordu plansız bir şekilde. Anlık merakı onu sormaya itmişti.

Derman önce un kurabiyesinden söyledi, ardından ona yanıt verdi. ''Nasıl bilmem Özlemcim? Haftada iki üç gün alıyorsun bu kurabiyelerden. Öğle arasında yiyorsun. Kurabiyelerini yerken yüzünde o iyi hissettiğini belirten ifade oluşuyor. Birine denk gelirsen hemen ikram ediyorsun, o kişi de teşekkür edip yiyip beğenince çok daha mutlu oluyorsun. Bir keresinde bana da denk gelmişti hatta. İlk o zaman gülümsemiştin bana. Senin bana gülümsemene yol açtı ya, benim de en sevdiğim kurabiye oldu o andan itibaren.''

Özlem başını salladı, anladığını, bu kadarının yeterli olduğunu belirtircesine. Duydukları içinde garip bir şeyin varlığını tetiklemiş, sanki bir boruyu delmiş ve içinden su sızmasına sebep olmuş gibi o şeyin bedenine yayılmasına sebep olmuştu. Neydi bu his? Her neyse, diye geçiştirdi. Bu sırada çaylar da kurabiyeler de gelmişti. Konuşmak üzere konuya girdi. Ciddiliğinin yanında arada kalmışlık, kaybolmuşluk, belirsizlik ve yorgunluk vardı üzerine sinen.

''Konuya direk girmek istiyorum Derman. Benden habersiz bir şekilde annemle konuşman doğru bir davranış değildi. Sence de böyle önemli bir atılımdan önce insanların karşı tarafın iznini alması, bilgilendirmesi, fikrini sorması falan gerekmez mi?''

''Haklısın Özlemcim, ne desen haklısın. Ama benim aklım başımda değil ki, sen de beni anla. Karaya sabun, deliye öğüt neylesin, demişler, o misal. Aşık adamın kalbine de söz geçmiyor.''

Genç kadın son cümle yüzünden biraz afallamış ve utanmıştı. Bu hisleri bertaraf edip kendisini o ciddi çizgileri ve sınırları içinde tutmaya çalıştı. ''Bir de beni istemişsin öylece? Annem mi şaka yapıyor diye bir süre sorguladım bunu.''

''Oldu öyle bir şey.''

Özlem'in kaşları hafifçe havalandı. Öyle rahat söylüyordu ki bunu adam, inanılmazdı! Çok olağan bir şeymiş gibi.

''Ne? Bakma öyle. Yine olsa yine yapardım muhtemelen.'' diye devam etti Derman. Fakat artık ciddi ve olgun yanını da bu kadına gösterip ispatlamalıydı kendisini. Onu görenlerin tanımayacağı şekilde konuşuyordu şimdi. Ses tonunda ve tavırlarında hiçbir rahatlık emaresi sezilmeden.

''Yolumun sana varması için yaptığım hiçbir şeyden pişman değilim, olamam da. Ben sadece--- sana çok değer veriyorum Özlem. Daha önce böyle bir duyguyla tanışmamıştım. Her yanımı sarıp sarmaladı, benim bir parçam oldu varlığın. Bu sevgi olmadan, sen olmadan ben sanki bir hiçmişim gibi. Gözümün değdiği her yerde sen varsın. Ama senin beni ve hislerimi ciddiye almadığını düşünmek ayazda kalmak gibi. Üşütüyor içimi. Amacım sana sahip olmak değil, sen zaten benim içimdesin. Amacım sana bunun gerçekliğini göstermekti. Hataydı belki de, sonuçta karşındaki bilmese de hislerinin varlığı ve büyüklüğü değişmiyor. Bilmiyorum, zaten senin çiçeklerin içimde filizlendiğinden beri mantıklı da düşünemiyorum. Ne yaptığımı bilmiyorum. Annenle olan konuşmamız ve o diyaloglar falan, senin için rahatsız edici olabileceği ihtimali karşımda hiç belirgin şekilde durmamıştı. Ama şimdi sen karşımdasın, bu sebeple hem de. Özür dilerim. En son istediğim şey sana doğru bir adım attığımı sanarken seni kendimden uzaklaştırmak, geri itelemek, aramıza mesafeler döşemek olurdu. Galiba bu hataya düştüm.''

Derman avuçlarının arasında tuttuğu sıcak çay bardağını sıkıca tutuyor, ellerindeki yanma hissini duyumsamasına rağmen söylediklerinin ağırlığı sebebiyle aldırmıyordu. Bu yakıcılık ve acı onu şu an hayata bağlayan bir ince ipti sanki. Ve tabi bir de karşısında kendisini dikkatle dinleyen kadına ait bir çift göz. Duraksadı, yutkundu. O gözlere baktı.

''Sana alnının yazısı olabilir miyim derken şaka yapmıyordum. Annene zamansız bir kız isteme merasimi yaparken de. Sadece biraz zamansızım sanırım. Bilmiyorum. Senden tek bir şey duymak istiyorum Özlem. Ufak bile olsa kalbinde bana ait bir yer var mı? Kıvrılabilir miyim orada bir köşeye? Lütfen dürüst ol. Bu masadan kalktığımızda sen de ben de ihtimallerle ayrılmayalım. Onların bizi getirdiği nokta tam olarak burası çünkü. Gerçeklerle, netliklerle ve kabullenişlerle ayrılalım. Ben acı da olsa hazırım o gerçeklere ve kabullenişlere. Zor da olsa.''

Derman'ın bu haline tanık olan Özlem çok değişik hisler içerisindeydi. O gamsız, rahat ve eğlenceli görünen adam bir kılıftan sıyrılmış, ardındaki ağırbaşlı, anlayışlı, güçlü ve ciddi kişiyi konuşturmuştu ilk defa. Yalnızca gülmeyen, canı da yanan; hep mutlu olmayan, içinde çok daha derin duygularla savaşan. Onu böyle derinden ilk kez algılamıştı. Bu da kendisini dumura uğratmaya yetmişti. Uzanıp bu adamın ellerini sıkıca tutmak istiyordu.

Şimdi kendisine önemli bir soru yöneltilmişti. Buradaki dürüstlüğü hem kendisi hem de karşısındaki adam için oldukça mühimdi. Ne ona boş bir ümit vermeli, ne de onu üzmemek adına kendisini bir oyunun içine sokmalıydı.

''Derman...'' diyebildi sonunda, bir kaç kelimeyi toplayabildiğinde. "Sen..." deyip duraksadı. Nasıl devam edeceğini düşündü.

"Ben seni gerçekten çok seviyorum." diye tamamladı onun cümlesini genç adam. Bu açıklıktan cesaret alarak devam etti Özlem.

"Sen gerçekten tanıdığım en güzel yürekli insanlardan birisin."

Bu cümleyi duymak Derman'ın gülümsemesine yol açmıştı. Fakat ikilemdeydi. Bu, acı verici sözlerden evvel dozu hafifletmek için sunulan bir iltifat da olabilirdi; kendisini mutluluğa götürecek bir kapıya anahtar da.

"Seni ciddiye alıyorum. Haklısın ilk zamanlar almıyordum, ama alıyorum. Söylediğin hiçbir şeydeki samimiyetinden şüphem de yok."

Düşündü de, kim vardı güvendiği, canını bile emanet edebileceği? Başı sıkışsa telefona sarılıp numarasını tuşlayacağı? Güzel bir gününde yanında olsun isteyeceği? Parmaklarının sayısı kadar insan, tek bir erkek. Bu fark ediş kalbini çarptırsa da bu kez ötelemedi, itelemedi, kabullendi.

"Hayatımda güvendiğim tek erkek var," deyip karşısındaki adamın gözlerine baktı.

"Ve o da ben değilim muhtemelen," diye mırıldandı Derman, umutsuzlukla. Tek erkek demişti kız, hadi iki olsa belki biri o olabilirdi ama yok, ihtimali yok kendi olmazdı. Ah ulan, yanacaktı kavrulacaktı sevdasından, çilesini çekecekti artık, yapacak bir şey yoktu. Aşkın cefasına da razıydı. Tüm enerjisi çekilmiş gibiydi, birden dakikalardır avucunda duran ve hiç içmediği çayı dikleyip bir kaç yudumda bardağın dibini getirdi.

"Ve o da sensin."

Sancılı bir süreç de olsa söylemişti Özlem. Bu gerçeği dile getirmenin omzularından büyük bir yük kaldırdığını fark etti ama bir dakika! Bu deli adam boğulacaktı neredeyse! Duyduklarının etkisiyle aniden derin bir nefes alan, kulaklarına inanamayan, çayı dışarı püskürtmeyeyim derken de genzine kaçıran adam öksürüyordu delice. Gözleri hemen kızarıp yaşarmış, yanakları ıslanmıştı.

Özlem endişeyle bakıyordu adama. Ne yapacağını da bilemiyordu. "Derman, iyi misin? Derman?"

Derman başını salladı ve Özlem'in uzattığı mendille gözlerini sildi. Öksürüklerinin arasından zar zor "Bunu duydum ya ölsem de gam yemem." deyiverdi.

Bir kaç öksürükten sonra biraz kendini toparladı. Genzindeki o yakıcı his gitmişti epey. Boğazını son kez temizleyip karşısında telaşla her an kalkabilecekmiş gibi duran kadına baktı, başını hafifçe yana eğdi. "Yoksa öldüm de hayat yerine film şeridi gibi gözümün önünden geçen sen misin Özlemcim? Sonuçta hayatım sensin."

Özlem istemsizce gülmüştü Derman'ın bu cümlesine. Geri dönmüştü işte o bildiği, aşinası olduğu adam. Aralarına giren sessizliğin ardınan genç kadın yeniden lafa girdi. Onun sevincini bozmak niyetinde değildi ama konuşulması gereken başka şeyler de vardı. Bunu belirtip devam etti kendini açıklamaya.

"Derman, birinin elimi tutmasına müsaade edecek olsam, yahut birinin eline uzanacak olsam, o kişi sen olurdun."

"Bunun önünde bir engel varmış gibi konuşuyorsun?"

Yavaşça başını salladı. "Gibi. Ben yıllardır ailemle yaşadım, durumu belki biraz biliyorsundur. Annemle kardeşimden başka kimsem yok benim. Birbirimize tutunduk onca zaman. Tutunuyoruz. Şule neşemiz, mutluluğumuz, sevgimizi ilgimizi yönelttiğimiz biriciğimiz. Annem başımızda duran, bize sahip çıkan, yol yordam gösteren; bilirsin işte; anne. Ben onları nasıl bırakırım ki? Şule'nin üniversiteden mezun olduğunu görmeden, ya da annemi günlük yaşantının telaşına düşmekten kurtarmadan onlardan ayrılmam imkansız. Kendimi sorumlu hissediyorum. Onları bırakamam. Yanlarında olmalıyım, destek olmalıyım. Bu bana bencilce geliyor."

"Bana bencilce gelen de senin bu düşüncen, Özlem."

Genç kadın böyle bir cevap beklemediği için dumura uğramıştı. İlk kez bu adamdan kendisi hakkında bir eleştiri, bir olumsuzluk işitiyordu. Üstelik haklı olduğunu düşündüğü bir konuydu bu! Nasıl yani? Neyse ki adam onu merakta bırakmadan devam etmişti konuşmasına.

"Sorumluluktan, sevgi ve bağlılıktan ziyade alıştığın hayatı bırakmaktan; kendini güvende hissettiğin çemberin sınırları dışına çıkmaktan geri duruyorsun gibi hissediyorum. Neden? Korkuyor musun Özlem? Korkmana gerek yok ki, ben her daim orada, yanında olacağım. Yeni bir hayat tarzına alışmakta zorlanmaz insan, yamacında sevdikleri olduktan sonra. Daha önemlisi, ne var biliyor musun? Onlar benim de ailem olur Özlem. Ben desteğimi esirgemem, ilgilenirim, severim, sayarım, kollarım, gözetirim; size özel mevzularınızda karışmam. Seni ailenden ayırmak değil, aileni büyütmek istiyorum sadece. İstersen altlı üstlü otururuz, yakın oluruz hep. Aklımız kalmaz. Beraber yer içeriz çoğunlukla. Kalabalıklar güzeldir hem, severim ben.''

''Seni ailenden ayırmak değil, aileni büyütmek istiyorum sadece.'' cümlesinde takılı kalmıştı Özlem. Aylar önce Asudelerle otururken aklından geçen o soruya cevap olmuştu sanki Derman'ın sözleri. Onu daha bir şey anlatmadan anlayan bir adam vardı. Çok daha fazlası vardı karşısında. Üstelik onun sevgisini ve temiz kalbini haketmek için hiçbir çaba sarf etmemişti bile. Gözleri yaşlarla doldu.

Derman bu nemli gözlerin ne anlama geldiğini anlayamadı. İçinde endişe kırıntıları vardı. Bir cevap duymak için sevdiceğine baktı.

Özlem'in cevabı çoktan içinde verilmişti. Fakat annesiyle tekrar konuştuktan sonra Derman'a kesin bir cevap vermek istiyordu. Bakışlarını ona çevirip yaşlı gözlerini elinin tersiyle sildi. ''Bana ailemle konuşmam için ve düşünüp taşınıp kendimi hazırlamam için biraz zaman verir misin Derman?''

Derman başını salladı. Bu cevap içindeki umut tohumlarını yeşertmişti. Hafifçe gülümsedi. Özlem de ona gülümsemişti üstelik. Nemli gözlerle, küçük tebessümlerle, yolun sonuna yaklaşmış biçimde sustular. Suskunluğun içini ikisinin de en sevdiği olan un kurabiyelerini yerken arada bir birbirlerine dokunan bakışlarla doldurdular.

Sonunda Derman hesabı ödediğinde birlikte çıktılar kafeden. Yeniden merkeze doğru yürürlerken Derman kendini tutamayıp konuşmuştu. Suratında memnun bir tebessüm vardı.

''Şimdi bu bizim ilk evlilik görüşmemiz oldu diyebilir miyiz?"

"Galiba," dedi Özlem.

"İnanmıyorum ya, canım Allah'ım dualarımı kabul etti çok şükür. Ben eve gider gitmez bir şükür namazı kılacağım."

Zaten hemen karşıdaki bir kafeye oturduklarından şimdi gelmişlerdi bile merkezin önüne. Derman'ın arabası az ötede duruyordu.

"Beni de eve bırakabilir misin?" dedi genç kadın yine anlık bir kararla. Evden öylece çıktığından hem biraz üşüyor, hem de otobüslerle gideceği yol gözünde büyüyordu.

Derman garip şekilde bakmıştı genç kadının yüzüne. "Sizin o taraf bana çok ters kalıyor ya, şimdi oralara dek gidemem Özlemcim."

Özlem'in şaşkın bakışları, hayretle açılmış gözleri ve aralanmış dudakları üzerine küçük bir kahkaha attı genç adam. "Şaka şaka, sen istersin de bırakmam mı? Atla hadi."

"Cıkcıkcık, gıcık!" diye mırıldandı Özlem. Arabanın önüne varmışlardı.

"Kafiyeli oldu ha,"

Hayatındaki en güzel yolculuktu bu Dermana göre. Sevinçten ve heyecandan içi içine sığmıyordu. Sevdiceğinin evinin önüne geldiğinde vedalaşmak üzere baktı gözlerine. Artık kendi gözlerine yabancı gibi bakmadığını bildiği gözlere...

"İyi geceler Özlemcim, Tülin anneme ve Şule'ye selamlar."

"İyi geceler, aleykümselam. Teşekkür ederim Derman."

"Rica ederim. Her zaman hizmetinizdeyim. Fizana da gitmek istesen götürürüm seni."

Özlem çaktırmadan güldü ve arabadan indi. Dermansa evin kapısından girene dek beklemişti sevdiceğini. Sonra içinde kaynayıp taşan mutluluğu bir an evvel dışarıya vurmak adına radyoya uzandı. Tam da istediği gibi bir türkü çalıyordu.

"Ağasar dereleri
Bulanık akayisun
Gözlerumun içine
Sevdali bakayisun"

Bir yandan türküye eşlik ederken bir yandan sağa sola sallanıyor, yerinde duramıyordu. Ellerini kaldırıp parmaklarını şıklattığı, avuçlarını birbirine vurduğu da oluyordu. Hem araba sürüp hem oynamak eylemini gerçekleştirdiğinin bilincinde olmadan eve dönüş yolunu sürdürmüştü.

"Burası derin orman / Görünmeyelim aman / Senin gibi güzelin / Canım yoluna kurban"

"Canım yoluna kurban!" bağırdı keyifle. "Heyt be!"


Loading...
0%