Yeni Üyelik
10.
Bölüm

Yoksa - 10

@sukunettekelimeler

Karakol. Koridor. Heyecan. Mutluluk. Akşamüstü. Karmaşa.

Asude, ikinci katın koridorlarında yürürken bir yandan da etraftaki uğultu, gürültü ve memurlar arasında arkadaşını bulmaya çalışıyordu. Bugün okuldan sonra şubeye uğramıştı çünkü Özlem'i alıp kendi evlerine götürecekti. Babası ile yola çıkacaklar, Özlemlere gidecekler, Tülin teyzesi ve Şule'yi alacaklar, hep birlikte kendi evlerinde akşam yemeği yiyip çay içeceklerdi.

Aslında Kudret bey direkt Özlem ile buradan çıkıp aynı planı uygulayabilirdi ama Özlem yalnız başına Kudret beyle olmaktan çekindiği için Asude yanlarına gelmişti.

Kudret bey de geçen haftalarda kızından Özlem'in kendi şubelerinde çalıştığını duyunca sevinmiş, karşılaşmadıklarına şaşırmış ve ertesi gün hemen uğramıştı Özlem'in yanına. Hal hatır sormuş, her zaman kapısının açık olduğunu belirtmişti. Özlem de çok teşekkür etmiş, kendisiyle ilgilendiği için Kudret beye dua etmişti.

Sonunda Asude'nin bakışları tanıdık bir yüze rastlayınca gülümseyerek yanına doğru yürümeye başladı. Bulmuştu arkadaşını. Çok fazla kadın polis yoktu, çok fazla başörtülü kadın polis de yoktu. Eh, bu sayede seçebilmişti hemen Özlem'i.

"Selamün aleyküm! " diye neşeyle arkadan Özlem'in omzuna dokundu. Arkadaşı masaya doğru hafifçe eğilmiş, bir kaç kağıtla uğraşıyordu.

Özlem bir an irkilse de açık etmeyip arkasına döndü. Asude'yi sesinden tanımıştı zaten. Gülümseyerek arkadaşının selamını aldı. Sarıldılar.

Yorgun bir gülümsemeydi bu, anlamıştı Asude. Bugün işler yoğundu ve arkadaşı koşturmuştu anlaşılan.

"Kuzum sen beni burada beş dakika bekle, şu dosyayı hemen amirime verdikten sonra geleceğim."

"Tamamdır, bekliyorum ben. Hallet sen işini."

Özlem masanın başında bir iki dakika daha bir şeylerle uğraştıktan sonra dosyayı alıp Asude'nin yanından uzaklaşmaya başladı. Asude etrafa bakarken aklına bir ay kadar önce onu buralara getiren olay geldi. Hatırlayınca yine sinirleri zıpladı ve üzerine negatif hisler hücum etti. Unutmak için başını iki yana salladı hızlıca. Düşüncelerini başka bir şeye odaklamalıydı. Babasının nerede olabileceği? Ne yapıyor? Ne zaman çıkacaktır?

Neyse ki Özlem'in geri dönmesi uzun sürmedi ve Asude'nin odağı arkadaşı oldu.

"Kusura bakma beklettim seni de."

"Ne kusuru yahu! Halkına hizmet için çalışıyorsun kızım burada sen! Duymamış olayım."

İki arkadaş birbirlerine tebessüm ettiği sırada Asude duyduğu ses ile birlikte şaşırarak etrafa bakındı. Biri kendi ismini kullanmıştı ama ne babası ne amcasıydı. Ses yabancıydı.

"Aaa masum ve suçsuz ama iyiliğe karşı kötülük bulan kız, Asude!"

Asude, sesin sahibi ile birden göz göze gelince bir kaç saniye içinde anımsadı adamı. Karakolluk olduğunda onunla ilgilenen memurlardan biriydi! Hani şu ödünü patlatan. Hem komik hem isteyince korkutucu olmayı başaran.

Adam konuşmaya devam edip bir yandan da yanına doğru gelmişti.
"Yoksa yine birine iyilik yapayım deyip vicdanının sesini dinledin de şu zalim dünya seni buralara mı düşürdü? Yoksa bu kez daha ciddi bir soruna mı bulaştın? Yoksa--"

Adam, Asude'nin karşısındaki kişinin Özlem olduğunu görünce bir an duraksadı ve bakışlarını ikisi arasında gezdirdi. Gözleri hafifçe irileşmiş, kaşları havaya kalkmış, yüz ifadesinde değişiklikler meydana gelmişti.

"Yoksa siz ikiniz tanışıyor musunuz?"

Asude başını sallarken, Özlem umursamaz bir şekilde adamı görmezden geliyordu. Tıpkı sesini duyduğu ilk dakika itibariyle yaptığı gibi. Bir yandan da bu adamın Asude'yi nereden tanıdığını sorgulamıştı tabi içinde. Ta ki Derman'ın az evvelki cümlelerini anımsayana dek!

Asude, adamın adını tam hatırlayamamıştı. Zaten bir daha görüşeceğini ve kendisi için önemli olduğunu düşündüğü insanlar hariç insanların isimlerini aklında tutup hafızasını doldurmayı sevmezdi. Ama adamın Özlem ile arkadaş olabileceğini, yani şubeden, buradan tanışıyor olabileceğini düşündüğü için bu soruyu (yani tanışıp tanışmadıklarını) sorduğunu düşünmüştü.

Özlem ise adamı umursamaz görünse de söylediklerini umursamış, demin bin tane cümle ile Asude'ye neyi kast ettiğini tam olarak anlamaya çalışıyordu. Yoksa bu kız hâlâ tam olarak büyüyememiş, başını belaya mı sokmuştu?

"Asude, sen karakolluk mu oldun?!" diye arkadaşına biraz kızgınlık biraz ciddiyet ve şaşkınlık ile baktı. Normalde kardeşini çok sevip, kendine zarar verecek bir hata yaptığında sert bir duvara dönüşen ablalar gibiydi tam olarak.

"Ne alakası var canım! Sonra konuşuruz bunu." diye dişlerinin arasından hafifçe gülerek konuyu geçiştirmeye çalıştı Asude. Yoksa Özlem'den iyi bir azar işitecekti. Normalde aralarındaki yaş farkını gözetmeyip arkadaş gibi hatta arkadaş olasalar da, konu böyle sıkıntılı işlere gelince Özlem pençelerini çıkarıp kızgın bir abla edasına bürünüyordu. Ve açıkça belliydi ki görüşemedikleri yıllar onun bu huyunu değiştirmemişti. Eh, Asude'nin şimdi burada pençe yemeye hiç niyeti yoktu. Konuyu nasıl dağıtacağını da çok iyi biliyordu. Yanlarındaki adama döndü çabucak.

"Siz de tanışıyorsunuz sanırım komiserim, canım arkadaşım Özlemciğimle?"

Derman gülümseyerek başını salladı. Gülümsemesi, gururlanacağı bir şey yapmış gibiydi. Asude anlamasa da bunun sebebi, Derman'ın Özlem'i tanımayı kendi için bir gurur saymasıydı. Onu tanıdığı ilk günden beri ne olduğunu anlamamış, bu kadının etrafında deli divane olmuştu. Abayı yakmıştı. İlk kez yaşadığı bu duyguları kucaklamış ve bağrına basmış, Özlem'i çoktan kendi içinde benimsemişti.

"Evet, biz de tanışıyoruz canım - ay pardon canın Özlemciğim - amaan Özlemciğinle..."

Özlem'i öylesine sahiplenmişti ki Asude'nin cümlesindeki iyelik eklerini değiştirmeden söylüyordu ama içinden bunu yaparken rahatsız olmasa bile Özlem'i rahatsız etmemek için söylediklerine dikkat etmesi gerektiğini düşünüyordu. Bu sebeple düzeltmişti hemen güya ama Asude'nin gözünden kaçmamıştı bu durum. Özlem için zaten aşikardı, Derman belli etmemeye çalışsa da. Çünkü Derman'ın öylesine içi dışı birdi ki, ne kadar çabalasa da içindekileri dışarıya vurmaması yahut belli etmemesi imkansızdı.

Eh, her sabah kendisi ve Yiğit'e alırken artık Özlem'e de simit poğaça alıp çay getirmesi vardı mesela. Ya da her görüşünde kısaca bir selam vermesi, çeşitli sebepler üretip onunla bir cümle de olsa konuşması, aklınca havalı görünmeye çalışması ve daha fazlası...

Özlem saf bir kız değildi, insan sarrafı olma yolunda ilerleyen biriydi. Gözlerine bakınca anlıyordu insanları biraz biraz. Eh, Derman da kendi farkında olmasa da apaçık bir adam olduğundan, sonuç ortadaydı: Özlem, Derman'ın ilgisini görüyordu.

Görüyordu ama hoşlanmıyordu bundan. Böyle işlere hiç adım atmamıştı bu yaşa dek, yabancıydı. Üstelik bu adamı tanımıyordu. Hem Derman'ı gördüğü kadarıyla epey rahat bir adamdı. Dünya yansa kalkıp bakmayacak türden. Kim ne der ne anlar düşünmeden ona karşı rahat davranması da hoşuna gitmiyordu. Özlem sınırlarını koruyup kollayan, daha oturaklı, ağır başlı ve ciddi bir kızdı. Karşısındaki insanın da öyle olmasını tercih ederdi. Derman ise bu karaktere taban tabana zıttı.

Aralarında geçen bir kaç cümlenin ardından Asude yine bir soru sormak için giriş yaptı cümleye.

"Ben sizin isminizi hatırlayamadım da komiserim? İsminizi rica etsem?"

Derman kaşlarını kaldırıp "Aaaa! Nasıl benim adımı unutursunuz? Ben unutulacak insan mıyım? Aşk olsun!" diye sahte bir kırgınlık gösterdi. Asude, adamın bu hâline içinden gülmüştü. Büyümemişti bu adam, belliydi. İçinde bir çocuk vardı.

"Valla haklısınız! Benim hafıza işte, pek sağlam değil. Mazur görün. Birdaha unutmam, söz! Hem artık tanıdık sayılırsınız."

"Aynen öyle!" dedikten sonra Özlem'e kısa bir bakış attı adam. Onu tanıyan herkesi tanımak isterdi. Ona dair her şeyi bilmek isterdi. Duygularına kapılmadan hemen ismini bahşetti karşısındaki kıza. Yoksa şimdi ayaküstü Özlem'in sülalesiyle tanıştığı bir anın hayaline dalabilirdi. Müstakbel damatları olarak tabi!

"Adım da Derman, bu arada."

"Eh o zaman memnun oldum Derman komiserim."

"Ben de, Asude hanım."

Aralarına bir sessizlik girdiğinde Özlem adamın gitmesini bekliyor, Derman daha fazla kalmak için sebep arıyor, Asude de yalnız kaldıklarında Özlem tarafından çekileceği sorguyu bildiği için o olası anları olabildiğince ileri tarihlere ertelemek istiyordu. Şimdi konuşurlarsa babası gelip duyardı falan mazallah...

Üçünün arasında bir dakika kadar sis gibi çöken sessizliği, bir genç adamın sesi dağıttı. Bu seste şikayetçi bir eda vardı. Belli ki sıkılmıştı sahibi.

"Derman, neredesin sen ya? Seni bekliyorum iki saattir."

Üç çift göz, bir kaç adım ötelerinde duran üniformalı gence çevrildi. Onun bakışları ise sadece arkadaşındaydı.

Derman birilerini bekleten sorumsuz bir imaj çizmek istemiyordu Özlem'in yanında. Abartan Yiğitmiş gibi hayretli bakışlarla ona döndü.

"Yiğitciğim! Sen de ne sabırsızsın ama ya, iki dakika beklemeye gelemiyorsun. Aa! Sabır çok önemlidir diye kaç kere dedim sana, öğren artık şu sabrı."

"Hasbinallah.." diye mırıldandı genç adam. Bu arkadaşı bir gün delirtecekti onu! O gün yakındı sanki! Hem suçlu hem güçlüydü resmen!
"Bendeki sana karşı olan sabır kimsede yok abicim! Peygamber sabrı derler buna halk arasında. Hem iki dakika diyorsun, ben on dakikadır seni bekliyorum aşağıda. Ağaç oldum ağaç!"

"Zaten odundun kardeşim, ağaç olsan ne olur! Belki bir iki çiçeğin açar. Gerekirse de ben dallarını zevkle budarım, üzülme sen! Allah Allaaah! Hem ben geliyordum tam şimdi yanına. Özlem ve Asude hanımlarla karşılaştık, ayaküstü bir selam vereyim dedim. Vermese miydim? Cık cık, ayıp, sonra alınırlardı."

Özlem, içinden "Vallahi alınmazdım!" diye geçirirken Asude de içinden kahkaha atmıştı. Bu adamın duman bacayı sarmıştı! Özlem'in yanındaki kıvranışlarından belliydi.

Hemen sonrasında dönüp yeni gelen genç adama baktı ve tam o sırada Yiğit de onlara dönünce göz göze geldiler. Başıyla selam verdi ikisi de birbirlerine. Tanımışlardı birbirlerini. Eh, adam ipten döndürmüştü Asude'yi. Olayı çakıp amcasından kurtarmıştı. Sağ olsun.

Yiğit "Müsaadenizle ben bu arkadaşı alıyorum hanımlar." deyip kibar, bir o kadar da mesafeli bir sesle konuştu.

Özlem "Tabi tabi, müsaade sizin!" deyip kibarca tebessüm etti. İçinden de Yiğit'e dua ediyordu, onu Derman'dan kurtardığı için.
"Allah razı olsun senden Yiğit komiserim! Allah ne muradın varsa hayırlısı ise versin! Ömrün bereketli olsun! Hayırlı huzurlu yuvan olsun! Allah sevdiğine kavuştursun be abicim!"
Sona doğru çiçek satan romen kadınlara benzeyince iç sesi, başını iki yana salladı Özlem. Bu Derman yüzünden o da aptallaşacaktı. Allah korusun.

Asude de "Tabi, sizi alıkoymayalım." deyip usulca cevap verdiğinde Derman ve Asude hariç herkes durumdan memnundu. Gerçi Asude de pek yıkılmamaya karar vermişti, Özlem'den sonsuza dek kaçamazdı. Eninde sonunda anlatacaktı olanları. Hem ne vardı canım, o sadece iyilik yapmak istemişti! Belaya bulaşmak değil! Ama iyilik yapayım dediği insanlar bela olmuştu o ayrı. Güzelce açıklardı bunu, yırtardı paçayı. Anlayışlı biriydi Özlem.

Derman ise sevdiceğinden uzaklaşacak olmanın verdiği hüzünle doluydu. Yiğit'e içten içe kızıyordu. Ne vardı sanki biraz daha bekleseydi! Gözünün nurunu görecekti şurada beş dakika! Nasıl da ağırbaşlı duruyordu ama Özlem! Hiç yüz vermiyordu. Bu hâlini de ayrı seviyordu kadının. Helal olsundu ona be!

Gidiyor olduğunun verdiği kırıklık sesine biraz yansımış şekilde "Görüşürüz o zaman, Allah'a emanet olun." dedi karşısındaki iki hanıma. Onlar da Allah'a emanet cevabını verdikten sonra aklı ve kalbini orada bırakıp Yiğit'in kendisini sürüklediği yere doğru yürümeye başladı.

"Ah Yiğit, sen sevdaya düş bi, ben sana neler yapacağım ulan!" diye söyleniyordu bir yandan da. "Dibinde bitip durmazsam, yaptıklarını sana yapmazsam bana da Derman demesinler!"

Eh, Yiğit farkında olmadan yahut bazen olarak Derman'ın yollarına taş koyuyordu. O da kendince haklıydı. Bu deli arkadaşı aşırı saf kalpliydi. Kafası kötülüğe ve şeytanlığa falan çalışmazdı hiç. Bu yüzden hep rahat davranırdı. Herkesi kendi gibi sanardı. Ama öyle değildi işte. Özlem'i sevmişti belli ki, ama fazla etrafında dolanırsa millet neler anlamazdı ki? Hem Özlem de bireysel takılan biriydi, gördüğü kadarıyla. Erkeklerle işler dolayısı ile muhattap olsa da ciddi bir şekilde davranıyordu. Kimseye gülümsediği bile olmamıştı hiç. Şimdi Derman simittir çaydır, günaydındır iyi akşamlardır derken ufak tefek de olsa kıza yakın davransa rahatsız olabilir, yanlış anlaşılabilir, Derman'dan soğuyabilirdi.

Onlar uzaklaşıp didişedursun, Özlem o sorgulayan bakışları ile ciddi abla rolüne bürünüp Asude'nin kolunu tuttu. Gözlerine dikkatle baktı.

"Yine başını belaya mı sokuyorsun? Sen hâlâ büyümedin mi yoksa kuzum? Lütfen bana bir saçmalık yapmadığını söyle. Derman zaten pek normal değil, onun uydurmaları falan de. İnanayım."

"Derman komiserim uydurmuyor hiçbir şey Özlemciğim. Hem şeker gibi adam. Neyine gıcık oldun anlamadım?"

Asude, sorusunun ardında 'anladım ama hadi anlamamış gibi yapayım' manası gizlemişti.

Hem Özlem onu her haliyle seviyordu. Eninde sonunda yumuşardı, ne olursa olsun. Dostlukları güçlüydü. Görüşemedikleri onca zamandan sonra bile hiç ayrı kalmamışlar gibi yakınlardı ilk görüşmelerinde.

"Off, boşver onu şimdi. Konuyu dağıtma. Benden kaçmaz. Başını belaya sokmadın dimi?"

Asude işveli işveli gülümseyerek Özlem'in koluna sarıldı. "Yar ben belanın ta kendisiyim!" diye dalga geçip yanağından bir makas aldıktan sonra onu koridorda babasının odasına doğru sürüklemeye başladı.

Özlem iç çekti. "Ona ne şüphe!"


👩‍🎓👮‍♂️


Vâbisa, yeni Müslüman olmuş bir sahabiydi. Neyin iyi neyin kötü olduğu konusunda bilgi almak istiyordu. Zihnindeki soruları sormak üzere sevgili Peygamberimizin yanına gitti. Onun gelişini fark eden Peygamber Efendimiz “Yaklaş Vâbisa! Yaklaş!” buyurdu ve onu dinledikten sonra sorusunu şu şekilde cevapladı: “Vâbisa! İyilik ve kötülük konusunda kalbine, vicdanına danış! Zira iyilik, kendisiyle gönlünün huzur bulduğu ve vicdanını rahatlatandır. Kötülük ise, insanlar onaylasalar bile gönlünü huzursuz eden ve vicdanına endişe verendir.”
(İbn Hanbel, IV, 227)

Kandilimiz mübarek olsun 🌸

10.03.2021


Loading...
0%