@sukunettekelimeler
|
Ev. Oturma odası. Yemek masası. Sohbet. Kaşık çatal sesleri. Derman, Yiğitlere yemeğe gitmişti. Arada böyle gelirdi yıllardır. Başak teyzesi, yani Yiğit'in annesi ikinci bir anaydı onun için. Hiç teyzesi yoktu ama o kendisine aynı kandan olmasa da aynı candan bir teyze edinmişti. Yiğit gibi bir kardeşi de vardı, daha ne istesindi! Onca kız kardeşi varken bir de erkek kardeş edinmek güzeldi. Her zaman yaptığı gibi Başak teyzesine iltifatlar yağdırıyordu. Sevdiği insanlara olan övgülerini yahut onlar hakkındaki güzel düşüncelerini asla saklayamaz, hemen diline vururdu. ''Başak teyze, eline sağlık! Yine mükemmeel olmuş! Parmaklarımı yiyeceğim şimdi. Sen bir mekan aç, yemin ederim ileride o mekanın restoran zinciri falan açılır!'' Başak hanım aldığı övgülere memnuniyetle gülümseyip teşekkür ederken Yiğit de yine adeta yağ çeker gibi annesini öven arkadaşına hafifçe göz devirdi. Annesi de her seferinde oltaya geliyor, nasıl seviniyor, nazlanıyordu bak! Şu kadınlar övgü almayı, iltifat edilmesini epey seviyordu cidden. Derman bu kez de yanında oturan Sadullah beyin koluna dokunup kendisine bakmasını sağladı. Bakışlarıyla Yiğit'i işaret edip güldükten sonra didişerek anlaştığı arkadaşına laf çarpıttı. Sadullah bey güldü. ''Bence de kıskanıyor. Ben Yiğit'in bu kadar kıskanç olduğunu bilmezdim. Uğur abisini de Tuğçe'yi de hiç kıskandığını görmemiştim şimdiye dek. Uğur evlenip gitti, evde tek erkek o kalmıştı. Şimdi sen de oğlumuz sayılınca kabul etmek istemiyor herhalde.'' Derman başını sallayıp cıkcıkladı ve ''Çok ayıp, çok. Arkadaş diye koynumuzda yılan besliyoruz!'' diye kınayarak baktı Yiğit'e. Sadullah bey de Derman da şaka yaptığından ve Yiğit bunu bildiğinden, oldukça rahatlardı. ''Saçmalamayın ya!'' diye sakince söylendi Yiğit. ''Kıskansam ahanda bu Tuğçe'yi kıskanırdım. Herkesin ilgisi onda, onun ilgisi de herkeste. Benim değil Derman'ın kardeşi sanki, çok meraklı samimiyete, sarılıp öpmeye.'' Sakince yemeğini yiyen Tuğçe, abisinin kendisine okları çevirmesi üzerine kaşlarını hafifçe çatarak ona baktı. Abisinden dört yaş küçük ve yirmi iki yaşında olmasına rağmen bazen ondan liseli muamelesi görüyordu ve bunu her zaman çok takmasa da Derman yanlarındayken özellikle rahatsız oluyordu. Şimdi de sarılıp öpmek, samimiyet kötü bir şey gibi konuşmuştu! Kendisi genelde ciddi ve mesafe seven biri olunca milletin samimiyetini de garip karşılıyordu. Ama garip değildi, Allah Allah! Her önüne gelenle samimi olmuyordu sonuçta onlar da! ''Sen mesafe seviyorsun diye samimiyet sevenleri kınamaya hakkın yok abicim. Sarılmak, güzel söz söylemek, sevgini belli etmek gayet güzel bir şey bence. Dimi Derman abi?'' Derman başını sallayıp ''Aynen öyle güzelim! Helal olsun sana!'' dedi genç kızı takdir ederek. Bu takdir Tuğçe'nin de hoşuna gitmişti. Gururlandı ve gülümsedi. Abisine 'gör bak' işareti yaptı kaşlarını oynatarak. Sohbet devam edip yemek sürmüş, didişmeyi bırakıp oradan buradan konuşmuşlardı. Yemeğin sonunda Tuğçe ve Başak hanım sofrayı toplamış, Derman ve Yiğit de tabak çanağı mutfağa taşımaya yardım ettikten sonra oturma odasına geçip oturmuştu. Biraz dinlenip işten güçten, oradan buradan sohbet ettiler yine. Namaz vaktinde üç adam camiye gittiler. Namazlarını cemaatle eda edip eve dönüklerinde çay hazırdı bile. Fakat Sadullah bey camide uzun zamandır görmediği, buradan taşınan bir dostunu görüp Derman'dan müsaade istemiş ve eve dönmek yerine arkadaşıyla hasret gidermek için caminin yanındaki çay evinde oturmuşlardı. Tuğçe'yi üst katta oturan arkadaşı çağırmış, o da gitmişti. Başak hanım da az sonra müsaade isteyip yukarıya çıktı. Derman yabancı olmadığı, sık gelip gittiği için sorun etmiyorlardı böyle şeyleri. Derman da hiçbir şeyi sorun edecek biri değildi zaten. İki genç adam baş başa kalmıştı. Bir yandan TV'den maçı takip ediyor, bir yandan muhabbet edip çay yudumluyorlardı. TV'de alt yazı haber geçince ikisinin de gözleri manşete takıldı. İşte bu yüzden haberlere çok sık bakmıyordu Derman. Enerjisini alıp götürüyor, hayatla arasına duvar örüyordu haberler. Bu kadar mı sık, bu kadar mı çok kötü şey olurdu yahu?! Daha fazla iyi güzel şeyler de gösterselerdi ya, insanlara belki örnek olurdu? Ah, hele şu kadın ve çocukların cinayet yahut taciz haberleri yok mu, genç adamı çileden çıkarıyordu. Ekranda yine benzer bir haber görmüştü şimdi. Kaşları çatılmış, morali bozulmuştu. ''Şerefsizler, ne hakla birinin canına, namusuna kast ediyorlar! Güç yetirebildiklerine karşı böyle bu pislikler! Yoksa gelsin bakayım benim karşıma, nasıl kuyruğunu kıstırıp köşeye siner! Sahipsiz mi sanıyorlar lan bu kadınları ve çocukları?! Sahipsiz mi sanıyorlar!'' Yiğit, Derman'ı yalnızca böyle üzüldüğü yahut öfkelendiği zamanlar ciddi görürdü. Şimdi de o anlardan birindeydi ve iki duyguyu birden taşıyordu arkadaşı. Kendisi de ondan farksız değildi, yalnızca daha soğuk kanlıydı. Derman her zaman olduğu gibi burada da duygularını sonuna dek yaşıyor, tadıyordu. ''Ne sanıyorlar bilmem ama anlayacaklar kardeşim, merak etme sen. Kadınların sahipsiz olmadıklarını, kıymetli olduklarını, güçsüz olmadıklarını, hepsini anlayacaklar. Anlatacağız.'' Derman başını sallasa da Yiğit'in dediklerinin üzerinden gitmek yerine söylenerek içindekileri boşaltmaya devam etti. Öfkeli sesine şimdi kararlılık ve irade hakim olurken, bakışlarını ve gövdesini arkadaşına çevirdi. ''Yapacak çok şey var bu dünyada Yiğit. Bu şerefsizleri ve kirli zihinleri temizlemek, yeni yetişen nesli bilinçli, adaletli, ahlaklı, cesur ve çalışkan yetiştirmek lazım. Sevgisiz yetişen çocuklar, şiddeti basit sanan, oyun sanan, şaka sanan çocuklar; şiddeti normalleştiren aileler yüzünden bunu normal gören çocuklar olmamalı hayatta kardeşim! Yoksa böyle haberler izlemeye devam ederiz! Ne kadar kadına şiddete hayır desek, orada burada kınasak da bir yerlerde canlar yanmaya devam eder!'' Yiğit de arkadaşına sonuna dek katılıyordu. ''Haklısın Derman.'' dedi, onun da bunu dert ettiği sesinden beliydi. Herkes de etmeliydi zaten. ''Kadınlar bize emanet kılınmış, ama hatırlayan yok.'' ''Aynen öyle! Emanet kılınmış! Ben kendi emanetlerime, anneme kardeşlerime de, adaletsizlik görünce başka kardeşlerime de gözüm gibi bakacağım Allah'ın izniyle! Nasıl vicdansızca canını yakıyorlar karılarının, kızlarının?! Güya seviyorlar, kıskanıyorlar, yok bilmem ne! Öyle sevmek mi olur! Ben Özlem'ime bırak el kaldırmayı, sesimi bile yükseltemem!'' Yiğit, arkadaşının son cümlesine istemsizce gülümsedi. ''Kimseye yükseltmezsin sen sesini zaten de, Özlem'i iyice sahiplendin bakıyorum? Bu gidiş nereye dostum böyle? Ortada bir şey yokken kendini alıştırma, üzülmeni istemiyorum.'' Konunun Özlem'e gelmesi üzerine Derman bu kez öfkesinden sıyrılmış, bir başka dünyaya dalmıştı. Düşünceli görünüyordu şimdi. ''Hadi ya? Ne ara karar verdin buna peki?'' ''Şimdi. Elin şerefsizleri seviyoruz ayağına can yakıyor, ben temiz temiz severken niye güzel güzel mutlu etmeyeyim ki sevdiğimi? Niye elimi kaldırmak yerine elini tutmayayım ki? Tabi bunun için onu sevdiğimi bilmesi lazım ki evlenebilelim, dimi?'' ''Eh, yani.'' diye tasdikledi Yiğit. ''Bence doğru bir karar vermişsin. Ciddiysen beklemene gerek yok. Yüzleş.'' ''Yüzleşeceğim. Beni hemen reddetmezse ona istediği kadar zaman veririm. Ben beklerim, sorun yok, sen emin ol yeter ki derim. Tersi olursa da canım çok yanar ama canın sağ olsun derim. Devam ederim uzaktan sevmeye, napalım...'' Yiğit, Derman'ın ilk ihtimali nasıl heyecanla ve aşkla, ikinci ihtimali ise nasıl gerçekmiş gibi acı ve sancıyla söylediğini fark etmişti. Sesi kısılmış, kabullenişle omuzları çökmüştü. İki ihtimali de içinde yaşamıştı adeta. Gerçekten çok seviyordu bu adam, ve bu sevginin boyutunu yeni fark ediyordu. Ciddiliğini, büyüklüğünü, güzelliğini ve arkadaşı için önemini... ''İnşallah mutlu olursun abicim. Hayırlısı olsun.'' dedi ve Derman'ın omzuna dokundu. Onun mutlu olmasını, hep böyle gülmesini, deli dolu olmasını, kendi sakinliğine heyecan ve hareketlilik katmasını diliyordu. Hak ediyordu bu adam güzel şeyleri be! Derman ''İnşallah, sağ ol kardeşim.'' dedi ve boşalan bardağını Yiğit'e uzattı. ''Hadi misafirine bir çay daha koy bakayım şimdi.'' Yiğit bardağa uzanıp ''Koyayım bakalım.'' dedi ve mutfağa geçti fakat çay bitmişti. Mutfaktan içeriye doğru seslendi. ''Çay bitmiş!'' ''Hadi ya! Dibinde de mi yok!'' ''Yok valla! İstersen yeniden demleyelim?'' Derman soluğu mutfakta almıştı. ''Yok, bir bardak daha çıksa yeterdi bana.'' deyip çaydanlığın üstündeki kapağı usulca açtı. ''Puff'' diye çayın bitmesine üzüldükten sonra çaydanlığın altına baktı, hâlâ sıcak su vardı. Sıcak sudan üste biraz döküp karıştırdı, ardından bardağına biraz açık da olsa bir çay doldurdu. ''İşte budur. Bizde çareler tükenmez.'' deyip Yiğit'e gururluca baktı. Yiğit hayretle başını iki yana salladı. ''Ulan Derman, sen çaycı olsan demlediğin çay bitince içinde kalanı kurutur kuruyunca yine aynı çaylarla çay demlersin.'' ''Aşk olsun Yiğit, ben öyle bi adam mıyım?'' ''Tam da öyle bir adamsın abicim.'' İkisi de gülerek içeriye geçti. İyiydiler, iyi. |
0% |