Yeni Üyelik
5.
Bölüm

•Sessizlik Oyunu• / Kuyu

@sukunettekelimeler

"Salih! Salih, kendine gel! Kalk hadi!" Biri beni sarsıyordu ama umursayamıyor, yerdeki ve ellerimdeki kanlara bakıyordum öylece. Ellerimdeki kanlar onundu. Önce hikayesine ilgi duyup tanımaya çalıştığım sonra tanıdığım kadarıyla hayatıma kattığım ve nasıl oldu bilmeden kalbime öylece aldığım Ruveyda'ya. Kız kardeşim Sevde'den hiçbir fark gözetmeksizin sevdiğim kıza. Yarasına merhem olmak istediğim bir kardeşim olan, suretiyle onu ömür billah tanıyormuşum hissi uyandıran, içimdeki derin sancıyı bana bırakıp giden Ruveyda...


"Salih!"


Yanağıma yayılan hafif karıncalanma ile başımı kaldırdığımda Ahmet Yasin'in bakışları karşıladı beni.


"Kalk artık, hadi. Gitmemiz gerek." derken beni kolumdan tutup çekelemeye koyulmuştu.


Gitmek. Hayatın en büyük gitmelerinden birine şahit olmuştum az evvel. "O gitti." dedim ve ayakucumdaki boşluğa baktım. Almışlardı dizlerimden onu. Boşluk kalmıştı geriye, koskocaman.


"Salih! Bak, lütfen beni dinle. Gitmemiz gerek şuan."


Ahmet Yasin beni kolumdan tutup götürdü. Ne engel olabildim ne de kalabildim. Gittim. Arabanın önünde durup kolumu bıraktı ve kapıyı açıp içeriden bir şişe su aldı. Bileklerimi tutup öne doğru çekti, kanlı ellerime su döktü. Sularla beraber kayıp gittiler ellerimden. Şişeyi kapattı, içeriye attı. Arabadan "Press" yazılı temiz bir yeleğini çıkartıp üzerime giydirdi. "Bin hadi."


Arabaya bindim, hastaneden uzaklaştık. Tepe gibi bir yere çıkmıştık. Araba durdu, Ahmet Yasin önce kendi indi sonra da benim kapımı açıp inmemi belirtti. İndim arabadan, yere çöktüm. O da yanıma. "Anlat bana şimdi, tam olarak ne oldu? Neden o kız sana doğru koşuyordu? Sana ne söyledi? Neler oluyor Salih? Başına iş almandan korkuyorum."


Önce biraz sustum. Sonra zihnimde Abdullah Assinvar ismi dolanmaya başladı. "Bizim birini bulmamız gerek Ahmet Yasin. Bana yardım etmen gerek."


"Kimi buluyoruz, neden buluyoruz Salih? Söyle de ona göre sana daha iyi yardımcı olayım."


Başımı salladım ve en kısa haliyle ona olanları anlattım. İşlerin ciddiyeti, dinlerken kaşlarını çatmasına neden olmuştu. "O zaman şu amcayı acilen bulsak iyi olur. Kızın annesine soralım, muhtemelen onu nerede bulabileceğimizi biliyordur. Ama dikkatli olmalıyız. İzlenme ihtimali var."


"Ne olursa olsun o adamı bulacağım ve o hainin kim olduğunu mücahitlerin bilmesini sağlayacağım, Ahmet Yasin."


"Ben de yardım edeceğim kardeşim." deyip ayağa kalktı ve pantolonundaki tozları sirkeledi. "Gidelim hadi."


Hastaneye geri dönüş yolculuğumuzda Ahmet Yasin bir ezgi açmıştı. Sessizliğin kuyularında kaybolmamam için yapmıştı bunu ama ben sessizliğin değil, içimdeki gürültülerin kuyularında kayboluyordum. Ezgi kulaklarıma son kez doldu; "Madem ölüm tek bir defa gelecek, o da neden Allah için olmasın?" Ve indik arabadan, yürüdük içeriye.


Meryem Ahed teyzeyi Ruveyda'nın yattığı kısımda eşyalarını toparlarken bulmuştuk. Gözyaşları içinde bir bez çantaya kızının bir kaç parça eşyasını dolduruyordu. Yastığı düzeltirken eline bir kağıt geçti. Kâğıdı alıp katlandığı yerden açtı ve yatağa oturdu. Satırları okurken bir yandan da gözyaşlarını sildi parmaklarına. Kâğıdı tekrar ikiye katladığında yanına doğru yürüdüm, yamacına çöktüm. Tüm ailesini vatanı uğruna şehit veren teyzemin ellerini tutup öptüm, alnıma koydum. Yaşlı gözleriyle baktı nemli gözlerimin içine ve başımı iki yanından tutup alnımdan öptü. "Gece bunu yazmış. Hissetmiş gibi..." diyerek avcundaki kağıdı uzattı. Kağıdı tedirginlikle ellerimin arasına alıp açtım. Bakışlarım harflerde dolanırken, Ahmet Yasin de Meryem Ahed teyzeye bir şeyler söylemeye başlamıştı bile.


"Riyad Hamza...


Seni hep sevdim, öyle çok sevdim ki! Öyle çok sevdim ki, gidişin hâlâ içimde fırtınalar estiriyor. Geceleri soğuktan tir tir titreyerek uyanıyorum, yaz günlerinde bile. Yokluğunun kışını yaşıyorum nice haftalardır. Bak, parmağımda hâlâ yüzüğün, hiç çıkarmadım.


Koy kalbime elini, rüyama gir de bu gece, koy bak! Nasıl sıcak hâlâ orası, tüm bedenime inat. Soğuk ellerim, senin ellerin olmaksızın. Gözlerim boşlukta. Dudaklarım buzdağlarına tırmanırken donakalmış. Ama kalbim hâlâ sıcak; içinde sen varsın diye.


Özledim seni. Öyle çok özledim ki... Bak ben de donuyorum şimdi, sensizlikle birlikte. Belki bu donmanın sonu ölümdür, vuslattır. O günü bekliyorum yüreğimde emanetinle."


Kendini salıveren yaşları kollarıma sildim. Ahmet Yasin elimdeki kağıdı alıp Meryem Ahed teyzeye uzattı ve bana tek cümle kurması yeterli oldu bu kez kendime gelebilmem için. "Görevimizi tamamlayalım."


Meryem Ahed teyzeden helallik alıp ayrıldık yanından. Arabayı yine Ahmet Yasin sürüyordu. Nereye gittiğini biliyor gibiydi. "İkindiye cenazeye yetişeceğiz inşallah." dedi bir aralık. Pek konuşamadık ikimiz de. Hayatın insanı suskunluğa ittiği zamanlardaydık.


Küçük bir mahallede araba durdu. Ahmet Yasinle beraber indik arabadan. "Sen sol taraftaki ben de sağ taraftaki sokağa bakalım. Gerekirse her evin kapısını çalarız."


Başımı salladım onayladığımı belirtircesine ve sokağı adımlamaya başladım. İçimde bir tedirginlik yahut heyecan vardı. Ayırt edemiyordum, seçemiyordum duygularımı. Acı üstün geliyordu.


Bulamamak beni umutsuzluğa itiyordu. Sonunda selam verdiğim bir adam "Ne yapacaksın Abdullah'ı, kimsin, necisin?" dediğinde ümitsizlik tuğlaları kırıldı gitti. "Önemli bir şey iletmem gerek kendisine."


"Kim gönderdi seni?"


"Allah gönderdi.. " dedim. Birden ağzımdan çıkıvermişti. Yanıtım adamın hoşuna gitmiş olacak ki tebessüm etti. "Orası öyle elbet." dedi. Elindeki bidonu bıraktı, bahçenin bir köşesini işaret etti. "Abdullah Assinvar benim. Gel, otur. Söyle bakalım neymiş bana iletmen gereken önemli mesaj."


Gösterdiği yere gittik ve iki taşın üzerine oturduk karşılıklı. "Size gelmemi Ruveyda söyledi. Şehit Nahid Ammar Habib'in kardeşi, Riyad Hamza Kavare'nin nişanlısı. Yerinizi de Meryem Ahed Habib'den öğrendim."


Adam başını salladı, az öncekine kıyasla epey rahatlamış görünüyordu.


"Park olayından sonra mücahitlerin de bir operasyon yapacağını düşünüyorlardı ve bu tehlikeliydi. Riyad Hamza, aralarında bir hain olmasından şüpheleniyormuş. Bundan sonra da mücahitleri ele vereceğinden korktuk."


"Bundan ben de şüpheleniyordum." deyip başını salladı. "Araştırıyorduk. Bir kaç tahminimiz var."


"Ruveyda ve Riyad Hamza, kim olduğunu bulmuş." dedim.


"Kimmiş?" deyip sorgulayan gözlerle bana baktı. Elimi cebime sokup Ruveyda'nın verdiği kağıdı çıkardım. Uzattığım kağıdı alıp gözlerine yaklaştırdı ve sessizce okudu. "Mukhales Zida."


Kağıttan bakışlarını ayırıp bana yöneltti. "Tedbirli olmak amacıyla senden yine de şüphe duyuyordum fakat bu yazı Ruveyda'ya ait, tanırım onun yazısını. Ona okumayı yazmayı ben öğretmiştim. Artık şüphem kalmadı. Benim de tahminim o yöndeydi ama emin değildim. Artık eminim. Onlar diyorsa öyledir. Senin ismin neydi genç adam?"


"Ben Salih. Bana güvenmenize sevindim. Bunu iletmek benim için çok önemliydi. Emanet yerine ulaştı.."


"Salih, Allah razı olsun. Bizler için bu çok önemliydi. Bu yolda attığın her adım cihat yerine geçti ve geçecek Allah'ın izniyle. Sen vazifeni yerine getirdin, sıra bende. Bunu mücahitlere hemen iletmeliyim. İzninle. Daha sonra tekrar beklerim."


Ayağa kalktım ve anladığımı belirterek başımı salladım. Helâlleştik, vedalaştık. "Ruveyda kızıma selam söyle."


Öylece dalıp gitmem ona bir şeyler anlatmıştı ki "Bir şey mi oldu?" dedi.


"O gitti." dedim. "İkindi namazında cenazesi olacak. Orada görüşürüz."


Arkamı dönmüş giderken ismimi seslenerek durdurmuştu beni. "Salih!" Dönüp ona baktım. Tebessüm etti. "Unutma, Allah yolunda kaybolan hiçbir şey yoktur."


Söylediği cümle içime işlerken başımla selam verdim, bahçeden çıktım. "Allah yolunda kaybolan hiçbir şey yoktur..." diye mırıldandım. Yanan yüreğime biraz su serpmişti bu cümle.


"Salih! Neredesin, seni arıyorum."


Ahmet Yasin'e doğru yürüdüm. "Buldum." dedim. "Emaneti yerine teslim ettim. Cenazeye gidelim."


Gittik. Omuzlar üzerinde taşıdık onu ve toprağın kollarına bıraktık. Bir gök bir de topraktı herkese kucak açan, şu dünyada. Ne çok şey öğrenmiştim, birden bire ne çabuk büyümüştüm bu yerde.


Filistin'de bir cenaze nasıl olur, yaşamış, her zerreme dek ürpermiştim. Ölüm aniden hayatıma girmişti. Ensemdeydi sanki. Birini toprağa vermek nasıl olur, biliyordum artık.


Tüm o dualar, nâralar, pankartlar, flaşlar... Sağlık görevlisi Muhammed Subhi el-Cudeyli'nin ve Ruveyda Habib'in toprağa verilişi...Kalabalığın uzun süre orada kalması, dağıldıktan sonra Meryem Ahed teyzenin yanıma gelmesi...


İşlenmiş bir tülbent tutuyordu avuçlarında. Tülbenti bileğime bağladı. "Bu; Riyad Hamza'nın, Ruveyda'ya hediyesiydi. Anlamı çok, değeri çok. Bunu sana vermeyi uygun gördüm oğlum. Bir şehidin bir şehideye aşkını simgeler bu başörtüsü. Ömrünü uğruna vermeyeceğine sen de bunu verme. Ömrünü uğruna vereceğine ise hiç bekleme, koy ellerine."


"Söz." dedim, elini öptüm. O emaneti önce yüreğimde taşıdım, sonra bileğimde.


Nurullah Abi de cenazeye katılmıştı. Her şey bittiğinde bizi sahil kenarına götürdü, zorla bir şeyler yedirdi. Boğazımdan geçmese de onun "Hakkım olur bak." gibi lafları dolayısıyla bir şeyler atıştırmıştım. Sessizlik etrafı sarıp da güneş ufukta alçalmaya başlayınca Ahmet Yasin'in elini omzumda hissettim.


"Nasılsın?"


"Derin bir kuyunun dibinde gibi." diyebildim. Sustum. Sustu. Sonra Nurullah abinin sesi duyuldu.


"Kuyunun dibine düşersen eğer, çıkar Yusuf olursun."


Sözünün üstüne söz söyleyemedim. O da yüreğime işlemişti. Bazı cümleler vardı ki çiviyle çakılıyordu içime. Onlardandı. Tıpkı Abdullah amcanın cümlesi gibi.


Kaldığımız eve dönerken kameramı aldım, içindeki fotoğraflar arasında gezinmeye başladım. Ruveyda'nın ve Meryem Ahed teyzenin fotoğrafı üzerinde durdum, büyüttüm. Hissettiğim şeyden emin olmuştum o an ; onlar benim hayatıma büyük bir yol çizmişti. Bilmeden de olsa, yapmışlardı bunu. Yalnız onlar da değil, bu ülke, bu şehir, bu insanlar, bu topraklar...


Fotoğrafa bakıp fısıldadım istemsizce şairin dizelerini :


Sen attın bilmeden kuyuya taşı, dinemez yankısı mahşerde bile


*


31Temmuz2019


Loading...
0%