Yeni Üyelik
11.
Bölüm

•Başkası• 11

@sukunettekelimeler

~4 Temmuz 2017 Salı


Lale Cemre, mahallelerinde tanıştığı Suriye'den gelmiş bir ailenin evindeydi. Üç tatlı ufaklık vardı. Birisi 4 yaşındaki Halep, birisi 9 yaşındaki Mahmut ve birisi de 11 yaşındaki Ahmet. Hepsi birbirinden tatlıydı. Çocukları çok seviyordu Lale Cemre fakat başka ülkelerden gelip kendi vatanına konuk olan muhacir çocuklarına karşı ayrı bir sevgi besliyordu. Hayır bu onlara acıdığı için değil, onların hak ettiği lakin sahip olamadığı bir çok şeyin farkında olduğu içindi. Özellikle de huzur ve sevgi.


"Biliyor musun , o öğretmenimiz bize kumbara aldı. Hem de böyle küçük anahtarı olan kumbara."


Bunu söyleyen Mahmut'tu. Biz dediği de Ahmet'le kendisiydi. Aralarında üç yaş olmasına rağmen aynı sınıfa gidiyorlardı. Çünkü eğitim hayatları burada böyle olmak zorundaydı. Her şeyi en başından Türkçe olarak görmeliydiler. İşte çocukları mutlu etmek bu kadar kolaydı. Bir kumbara alan öğretmenlerinden nasıl da sevgiyle bahsediyorlardı.


Az sonra öğretmen konusu geçti ve "Ben doktor olmak istiyorum." dedi Ahmet. "Ben de Kur'an kursu hocası." diye atıldı Mahmut da. Onlara gülümseyip "Ben ikinizin de bunu başaracağınıza inanıyorum." dedikten sonra kapıdan içeriye kafasını uzatan Halep göründü. Utangaç bir kız çocuğu olduğu için odada bir kaç dakika durmuş, hemen kaçmıştı. Ama kapıdan da ayrılmıyor, kenarında oturup arada bir içeriye kafasını uzatıyordu.


"Halep! Sen de gelsene kuzum buraya. Niye utanıyorsun? Gel." Halep yine de gelmemişti. Yanındaki Mahmut ve Ahmet'e döndürdü tekrar, bir saattir suratından eksilmeyen tebessümünü.


"Biliyor musun, ben birinci oldum!"


Ahmet'in bu müjdeli haberi üzerine çok sevinmişti. "Gerçekten mi? Aferin sana. Böyle devam et, doktor olacaksın inşallah."


İçeriye çocukların anneleri Ğufeyde hanım girdi bu esnada. Az evvel Lale Cemre'nin bitirdiği kahveyi mutfağa götürmeye gitmişti. Kendisine Suriye kahvesi ikram etmişlerdi. Türk kahvesiyle çok benziyorlardı. Aralarında az bir tat farkı vardı. Annesini görünce "Biliyor musun Farukların civcivi büyüdü tavuk oldu. Bizimkiler daha civciv. Ama annem diyor ki tavuk olunca kesecekmişiz onları. Ben kendiminkini kestirmem! Halepinkini kessinler." Halep daha küçük olduğu için aklı ermiyordu pek. Bu yüzden Ahmet böyle demişti. Mahmut da başını sallayıp abisinin dediğini onayladı. Anneleri hafifçe gülümsedi. Lale Cemre de eğer elinden gelirse civcivlerin üçünün de kesilmemesini sağlamayı aklına not etti. Gerekirse kendi tavuklarından keser onlara hediye ederlerdi ama çocuklar üzülmesindi!


"Yarın babaanne gelecek Hac. Babaanne Suriye'de, oradan Hac gitti. Hac, buraya." Ğufeyde hanım da sohbete katılmıştı tekrar. Çocuklar Türkçeyi iyi konuşsa da o çat pat konuşabiliyordu. Yine de dediği anlaşılıyordu. "Hepsine takım almış."


Bu cümleyi Ğufeyde hanım ilk söylediğinde Lale Cemre ne demek istediğini anlamamıştı. "Takım?"


Mahmud eliyle üzerini gösterdi. "Takım."


"Hee. Takım. Takım elbise." diye dank etti Lale Cemre'ye. Arada bir oluyordu böyle.


"Hepimizin aynı. Annem de bize aynı eşya alıyor. Çok seviyor aynı giydirmeyi." Mahmut'un dediği anlaşılır bir şeydi. Zaten şuan da iki erkek kardeşin üzerilerindeki tişörtler aynıydı. "Yarın babaannemi karşılamaya gidince hepimiz fistan giyeceğiz."


"Ne yapacaksınız?" Bugün Lale Cemre'nin anlama sorunu yaşadığı günlerden değildi, hayır. Hem sohbet edip hem anın değerini düşünürken karşısındakini tam dinleyememişti, o kadar.


"Fistan." dedi Ahmet.


"Aa Fistaan. Yaa senin fistan demene kurban olurum." Fistan diyordu çocuk resmen! Elbise anlamında olan fistan.


Yarım saat daha sohbetin ardından artık kalkma zamanı gelmişti. Hepsine sarılıp veda ettikten sonra "Yarın da gel." diyen Ahmet ve Mahmut'a "Yarın için söz veremem ama bundan sonra ara ara uğrayacağım inşallah. Siz de bize gelirsiniz hem." deyip bir daha sarıldı.


Eve döndüğünde annesi "Kızım sana bir zarf geldi. Makinenin üzerine bıraktım." deyip fasulyeleri kırmaya devam etti. Zarfı eline aldığında biraz durakladı. O zamanları hatırlamış ve duygulanmıştı.


Lale Cemre Düğümcü


19.12.2013


Dört yıl sonrası da böyle mi? Bugün yine bir haber okudum, ağlayan çocuklar vardı. Yine evleri başlarına yıkılan çocuklar. Yine kaybolan umutlar. Yine ve yine vicdansızlık. Körelen vicdanlar. Susturulmuş vicdanlar. Susturulmuş insanlar. Sağır kulaklar. Kör gözler. Yine insanlar! Ben anlam veremiyorum. Düşmanıma dahi kurşun sıkamam ben. Nasıl masumları böyle hunharca katlediyorlar? Nasıl masumlara kıyıyorlar ya!?


Suriye ağlıyor, Yemen ağlıyor, Arakan ağlıyor, Filistin ağlıyor...Daha niceleri ağlıyor!


Kimileri telefon markası yükseltirken kimilerinin ölen yakın sayısı yükseliyor. Kimileri ıspanağı beğenmeyip sofradan kalkarken kimileri kuru ekmek bulamıyor. Kimileri okuldan, ailesinden şikayetçiyken; kimilerini sokaklarda köpekler yiyor! Yemende köpekler sokaklardaki insan cesetlerini yemekten vahşileşmiş! Şu satırlara bir bakın! Yemen'in komşu ülkeleri zenginlik içinde, onca yemeği israf ediyor. Ama Yemen ölüyor. Yanı başlarını görmüyorlar. Arakan'da Müslümanlar yakılıyor! İşkenceler ediliyor, ama kimse bilmiyor! Filistin desen yıllardır İşgalcilerin zulümlerine uğruyor.


Dünyanın ipi kopuyor. Tüm bunlar olurken biz oturuyoruz. Eyleme ne zaman geçeceğiz? Kıyamet günü gelince mi?


Sabırlarla,


Lale Cemre


Elindeki kağıda bir iki yaş damlamıştı Lale Cemre'nin. "Maalesef dört yıl sonrası da böyle." diye geçirdi içinden. İnsanlık kör, sağır, dilsiz, duasız kaldıkça kırk yıl sonrası da böyle olacaktı. Tabi suskunlukları yüzünden Allah'ın gazabı kendilerine uğramazsa.


Loading...
0%