Yeni Üyelik
16.
Bölüm

16 - Yoldaş

@sukunettekelimeler


Kaçıncıya olmaz deyişiydi, bilmiyordu Nidal. Bir bomba yalnız evine değil yüreğine, ömrüne, geleceğine ve tüm güzel hislerine de düşmüştü. Bunca şey enkaz altında kalmışken nasıl olur da evlenebilirdi? Nasıl olur da Mervan'ı tutup kendi bataklığına iyice çekerdi?

"Kızım, olmaz deme, n'olursun! Görüyorsun hâlimi... Ben gidince kim senin yanında olacak? Kim elinden tutacak?"

"Gerek yok kimsenin olmasına Süreyya teyze." deyip yaşaran gözlerini kuruladı üzerindeki hırkanın koluna. Onun hırkasının...
"Bakıcıya ihtiyacım yok benim. Artık kendim sürebiliyorum rahatça tekerlekli sandalyemi. Hem her şeyi alçağa koyarım, yemek de yaparım. Başımın çaresine bakarım."

Yaşlı kadın yorgun bakışlarını Nidal'in ellerine çevirdi, ellerinin arasına aldı ellerini. "Güzel kızım, bakıcı tutmuyoruz sana. Ömrüne yoldaşlık edecek, nefesine nefes olacak biriyle evlendirmek istiyoruz. Her şeyden evvel elini değil yüreğini tutacak biri lazım sana, bana, herkese..."

"Olmaz Süreyya teyze." derken bir kez daha sildi gözyaşlarını hırkanın koluna. Yaptığı bu hareket ellerini çekip almıştı kadının elleri arasından.

"Neden kızım? Mervan'ımı uygun görmüyor musun? Seninle yapamaz diye mi korkuyorsun?"

Başını iki yana salladı, hayır dercesine. Mervan, dünyanın en güzel adamlarından biriydi ve bunu biliyordu genç kız. O, herkesle yapardı. Yüreğinde sevgi olan herkesle yapardı hem de. Çünkü ne kırabilir ne kızabilirdi o. Kendini unuturdu bir köşede, karşısındakine giden en sakin yolu bulabilsin diye. Sokaklarında dolanmıştı Mervan'ın, çocukluğundan beri. Biliyordu içindeki bazı mühim adresleri. Mervan herkese uygundu. Ama kendisi değildi.

Evet, kendisi değildi. Yüreği hâlâ Eymen Mahir'in gidişine sızlarken Nidal, Mervan'a koşabilir miydi? Tutabilir miydi ellerinden, ömründen? Böylesine yarımken...

O daha güzellerini hak ediyordu. Yarası olmayan, yarası kanamayanları hak ediyordu. Hem o doktorluğu bırakmış, direnişe vermişti ömrünü. Kendisine doktorluk yaptıramazdı genç adama, bu saatten sonra. Ayrıca Mervan, elinden tutup koşabilmeliydi sevdiğiyle, çayırlarda... Tıpkı hep hayal ettiği gibi.

"Neden o zaman?"

"Sorma bana..." dedi Nidal.

Eymen Mahir'in hatırasına zarar vermek istemiyordu çünkü. Korkuyordu. Ondan başkasına öyle bakmaktan korkuyordu. Onu kırmaktan korkuyordu. Ve olur da bakarsa, yine kaybetmekten korkuyordu.

"Bu benim size vasiyetimdir. Yapıp yapmamak senin vicdanına düşer bundan böyle Nidal. Ama bil ki ben göçünce bu evde tek başına yaşarsan gözüm arkada kalır. Madem bir nedenin yok, madem bir açıklaman yok, bunlar da benim son sözlerim bu konuda. Benim gönlüm, Mervanla evlenmenden yanadır. Ölmeden önce de buna şahit olmak isterim. Hadi, Allah rahatlık versin kızım."

Saçlarını ellerinin arasına alıp sıktı, hıçkırarak ağlamaya başladı genç kız. Başını yastığa bırakıp nevresimi ıslattı uzun süre. Uzun zaman sonra erkenden uyuyakaldı.

Enes Hamza'nın ellerinden tutup onu takip etti, bir odaya girdi. Onun da burada olduğunu biliyordu,onu göremese de. Gözleri doldu hemen, etrafa bakındı. Yüzünü görmek istiyor, bulamıyordu onu. Ama konuşuyordu çünkü kendini duyduğunu biliyordu.

"...Kalbimde gözyaşları varmış, tuzları canımı yakıyormuş gibi hissettiriyor. Bir parçam kayıp sanki Eymen Mahir. Kalbim yırtılmış, içine rüzgarlar dolmuş. Denedim, deniyorum ama dönmüyor yelkovan, hareket etmiyor akrep o günden beri. Geçmiyor saniyeler. Yüzümdeki gözyaşlarını silemiyorum, yetişemiyorum artık. Ağlayışımı duyuyor musun?"

"Duyuyorum Nidal."

Onun sesini duyunca kalbi hızla atmaya başlamıştı, eskisi gibi. Uzun süredir duran kalbi...

Etrafa bakındı, sesin nereden geldiğini anlamaya çalıştı ama sanki her yerden yankılanıyor gibiydi.

"Tutabilir misin o zaman beni? Kollarına alabilir misin? Başka hiçbir yerde olmak istemiyorum. Karanlıktan kurtar beni... Kayboldum."

"Daha değil Nidal. Henüz değil, güzelim."

"Ne zaman?"

"Bin yıl daha..."

"Bin yıl mı?!"

"Korkma, Nidal. Ben seni kaç bin yıldır seviyorum. Bin yıl daha seveceğim."

"Seni beklerken her gün öldüm ben."

"Zaman, kalbimi getirdi ya sana."

"Peki sen neredesin? Bak, buldum sandım. Yoksun."

"Bana gelme zamanın değil Nidal. Canlı hissetmeni istiyorum. Dışarıda korkularınla savaşmanı istiyorum. Sese doğru gitmeni istiyorum Nidal."

Eymen Mahir'in cümlesi bittiğinde etraf sisli bir bahçeye dönmüştü. Göz alabildiğine uzanan çayırlar dumana boğulmuştu, bir şey göremiyordu. Dinlemek için gözlerini kapattı ama bir sürü ses duruyordu. Hangisine gidecekti? Kuşlar, rüzgar, ağaç, kedi, kalp atışı...

"Hangi sese?" diye sordu heyecanla.

"Kalbinin sesine, Nidal. Yaralarına bu kadar sıkı sarılmayı bırak. Bırak da o yaralarını sarsın. Güzel sarar, bilirim. İhtiyacın olduğu zaman omuz verir. Aşkı hissetmediğin zaman sana aşkı gösterir. Sen vazgeçmişken, savaşmanda yardım eder. Gülüşünü kaybettiğinde bulur, geri getirir sana. Hâlâ dayanma sebebin olur. Yapabilse, ölüm sana geldiğinde senin için hayatını verir. Yazık etme ona. Yazık etme kendine. Ben seni yine burada bekleyeceğim ama şimdi git, Nidal. Kalbinin sesine doğru git."

"Ki-kim?.." dedi, cevabı bildiğini hissetse de.

"Mervan."

Eymen Mahir'in son sözcüğü her yanda yüksek sesle yankılanmaya başlarken gözlerini açtı terler içinde.

"Mervan..." diye fısıldadı. Ardından "Eymen Mahir..." deyişi takip etti onu. Neden bu kadar gerçekçiydi rüyası? Neden her zerresine dek hissetmişti, hâlâ hissesiyordu? Neden her hücresi ürpermiş, sesler hâlâ kulaklarında yankılanıyordu?

"Peki onun canını yakarsam, sonra ben ne yaparım?" diye fısıldadı gecenin kollarına. Namaz vaktinin geldiğini fark ederek ellerinin yardımıyla sandalyesine oturmaya çalıştı, beceremedi. Çıkardığı gürültüye Süreyya hanım uyanmış, genç kıza yardım etmişti. Abdestini aldırmış, sonra kendi de abdest alıp hazırlanmış ve namaza durmuşlardı birlikte.

Namazdan sonra omuzları sarsılarak dua etmişti yine. Sonunda ellerini suratına sürdü ve kendini toparladı.

"Ben uyumayacağım." deyip kadının ışığı söndürmesini engelledi Nidal. Süreyya hanım başını salladı, yorgun ve hasta hissettiğinden ötürü biraz daha uyuyacağını söyleyerek odasına gitti.

Masanın üzerindeki defteri araladı, içindeki fotoğrafları kenarı itip aylardır açmaya cesaret edemediği zarfı aldı. Besmele çekip zarfın ağzını açtı, içindeki kağıdı çıkarttı ve katlanmış kağıdı tek kat haline geri getirdi.

Bakışları satırlarda dolanmaya başlar başlamaz gözleri yine yağmur yağdırmaya koyulmuştu.

" Sevgili Nidal,

Bu satırları yazmayı ertelememe sebebim sanırım şuan içimde fazlası ile tezahür etmiş olan duygular... Daha sonra bu kıvamı yakalayamam da satırlarım sönük kalır diye korkuyorum. Biliyorsun, ben pek edebiyat yapabilen bir adam değilim. Ama öyle bir yeteneğim olsaydı eğer, Filistin'e ve sana yazardım tüm satırlarımı. Yani vatanıma. Çünkü sen de benim vatanımsın, Nidal, en gerçeğinden.

Hep dersin ya hani, Eymen Mahir neşeli, enerjik, tebessümler saçan bir adam diye? Benim neşem akşam mahalleye gelince annem yerine koyduğum kadını görebilecek olmamdandı, bundan ötürü sabah gözümü açınca yakama takardım neşemi. Enerjim, Mervan'ın her daim bana hissettirdiği güçten gelirdi. Allah yolunda yaptığımıza inandığım işlerden... Ve tebessümlerim, Nidal, onlar da aslında seni bana verene şükretmek adına dağıttığım sadakalardı. Önüne pat diye çiçek uzatamazdım belki ama tebessüm edebilirdim, gülümseyebilirdim sana değil mi?

Bir gece vakti işgalcilerden kaçarken sığındığım ev, bana gerçek anlamda yuva oldu Nidal. O ân bir kaç dakikada kurduğum evcilik oyunu, gerçeğin mayasıyla mayalandı. O kadın cidden annem oldu, sense karım değil ama yârim, yaram. Şimdi, Allah izin verirse, o da olacaksın inşallah.

Nidal, bir gün aniden fark ettim. Zaten hep birden bire olmaz mı? Aniden kalbin çarpar, aniden kıskanırsın, aniden fark edersin, aniden kabul edersin. Aniden seversin. Kalp sormaz sana, bağlanıverir birden. Ne de olsa en iyi yaptığı şeydir bağlanmak, bazen doğru bazen yanlış insanlara... Bazen kaderin, bazen kederin olur insanlar. Bazen göz yaşın bazen gülüşün. Elhamdülillah doğru olduk birbirimize, kader olduk.

Yalnız Allah vardır aramızda. Ondandır gözlerine, yüzüne uzun bakamayışlarım. Dilediğimce yanında kalıp konuşamayışlarım. Dilimin ucuna gelen kelimeleri zorla geri çevirişim, yutuşum.

Allah izin verirse bundan böyle yüzüne bakınca Kudüs havası solumuş kadar olacağım. Gözlerinde yıldızları sayacağım. Dilimin ucuna gelen her kelimeyi itinayla sunacağım zâtına, güzelim...

O zamana dek yine Allah'a sığınırım, ve seni de O'na emanet ederim. "

🇵🇸


Kalbinin sesini dinleyecekti ama unutmuştu ki kalbinin dilini! Tek bildiği, iyice yatağa düşen yaşlı kadının bu dünyadan göçmeden evvel görmek istediği şeyi ona vermek istediğiydi. Gerisi kayıp olduğu, bulamadığı ve anlayamadığı şeylerle doluydu. Diğer bildiği şey ise Mervan'a eziyet etmek istemediğiydi... Kendine, kendi gibi bir kıza mahkum olsun istemiyordu. Ama kabul etmişti bir kere Mervan, tereddütsüz.

Genç adam uzak tuttuğu bakışlarını bir kaç saniyeliğine ona çevirmişti, Nidal konuşunca. "İstemememin seninle hiçbir alakası yok Mervan, tamamen benimle ilgili. Bu halimle, yarım yamalak -ki yalnız bedenimi kast etmiyorum burada- nasıl evleneyim? Evlilik ciddi bir şey, hep buna inandım ben. Sorumluluk getirir insanın omuzlarına. Ben herhangi bir sorumluluk kaldıracak denli güçlü değilim. Senin elinden gelen her şeyi yapacak bir adam olduğunu biliyorum, sana güveniyorum. Ama kendime inanmıyorum, hiç güvenmiyorum kendime."

"Senden hiçbir beklentim yok, Nidal. Senin tercihlerin dışında hiçbir isteğim de olmayacak."

Dolan gözlerini genç adama çevirdi. "Neden?" dedi gözlerine bakarak. "Neden yapıyorsun bunu kendine?"

Mervan'ın sesi yumuşak olduğu kadar sertti. Sağlam olduğu kadar güçsüzdü. "Çünkü sana değer veriyorum Nidal. Neden anlamak istemiyorsun? Çünkü ben düşünce sen elini uzatırdın, ben de tutar kalkardım. Şimdi sen düştün, ben elimi uzatıyorum ama sen ne tutuyorsun ne de kalkıyorsun. Düştüğün yerde kalmakta ısrarcısın aylardır. Kalkma zamanı geldi Nidal ama sen ne yapıyorsun? Acılarımızı yarıştırıyorsun! Boşuna uğraşma hiç, ben söyleyeyim sana Nidal. İkimiz de bu toprakların evladıyız. İkimizin de yaraları aynı, bir fark yok, eşitiz. Yaramız işgal altındaki yuvamız, yaramız ailemiz, genç yaşında parmaklıklar altında haksız yere duran çocuklarımız, ailesinden sökülüp alınan babalarımız, evlatlarını toprağa veren annelerimiz, koşup oynamak yerine kefene sarılan bebeklerimiz. Yaramız, her an başına bir şey gelme ihtimali olan yahut çoktan gelmiş olan sevdiklerimiz, halkımız, kardeşlerimiz. Yaramız, sevip de kavuşamayan gençlerimiz. Yeter mi bu kadarı? Yetti mi?"

Genç adamın sözleri uzun zaman sonra kalbinden bir iz buldurmuştu Nidal'e. Evet, atıyordu işte. Havalar soğuktu, tipi vardı, fırtına vardı sis vardı ama atıyordu kalbi ağır ağır. "Yetti, Mervan." dedi.

"Arkanı dönüp gidecek misin yine de? İnadına yaralarına sarılıp onları sarmamıza müsaade etmemeye devam edecek misin?

"Hayır." dedi ve yutkunmaya çalıştı ama boğazına kelimeler dizilmişti. Hepsinin cam kesiği gibi canını yakıp içine kaçtığını hissetti.

"Sonunda, elhamdülillah." diye mırıldandı Mervan ve ayağa kalktı. "Akşama müsait olur musun? Oturup boylu boyunca konuşalım. Yarın da ona göre nasipse hazırlık yaparım."

Yalnızca başını sallayarak yanıt verdi genç kız. "Allah'a emanet ol." deyip sessizce ayrıldı odadan genç adam.

Ellerini cebine soktu, üşüyordu. Havalar epey serinlemişti son dönemlerde. Vücudunu bir titreme ele geçirdi, az sonra bedeni sakinleşse de içi hâlâ titriyordu. Cebindeki kekin varlığını hissettiğinde onu bırakmayı unuttuğunu fark etti fakat bunun için geri dönmeyecekti elbette. Yolda gördüğü bir çocuğa cebinden çıkardığı keki uzattı. Çocuk gülümseyerek teşekkür ettiğinde o da gülümsedi. Çocuğun gülümseyişi, içindeki yaralardan birini daha kapattı.

Gövdesi yara doluydu genç adamın, boyundan büyük dalgalara karşı kulaç atmıştı uzun zaman. Fakat her seferinde Allah dediğinden, dalgalar durulmuştu artık. Yalnız çer çöp vurmuştu ruhunun kıyılarına sanki, öyle hissettiği oluyordu.

Tabi bir de genç kız vardı, yaralarının en derini, en insafsızı. İyileşmek bilmemişti aylardır. Kızın yaşadığına sevinirken öldüğüne şahit oldukça, zamanla ayağa kalkmasını beklerken düştüğüne şahit oldukça yarası derinleşiyordu Mervan'ın. Tıpkı dediği gibi, ellerini tutması gerektiğini biliyor, kendisine de söylüyor, hatta oturup hıçkırıklara saatlerce ağlıyordu genç kız kalkması gerektiğini kendine anımsatarak ama eyleme geçmiyordu. Ne Süreyya hanım, ne Meryem, ne Mervan başarabilmişti henüz onu kaldırmayı.

Ciğerlerindeki yangından gelen sıcak soluğu soğuk güne bıraktı ve içinden inşirah okumaya koyuldu iyi gelsin diye.

"Mervan abim! Nasılsın?"

Emced'in sesini duyunca adımlarını durdurdu, çocuğa tebessümle baktı.
"Emced ! İyiyim çok şükür, seni sormalı aslanım?"

"Çok şükür!" deyip selam verdi ve yürümeye devam etti çocuk. Mervan geri döndünce onunla karşılaştığında kendini suçlu hissedip ondan öte dursa da birlikte erkek erkeğe konuştuktan sonra ikna olup normale dönmüştü Emced. Araları iyiydi.

Mervan da devam etti yoluna kafasında bir dolu karmaşayla.


🇵🇸


Evliydi. Şaka gibiydi ama Mervanla evliydi artık. Süreyya hanım kendi evini onlara vermiş, son günlerini yaşadığına herkesi de kendi gibi ikna etmiş ve hazırlamıştı. Çok şeye şahitlik eden o oturma odasında nikah yapılmıştı. Mervan'a erkek kardeşi şahitlik yapmıştı, Nidal'e de Osman. Babası gidince fırını düşünmeden verdiği, emanet ettiği Osman. O her ay paranın yarısını da genç kıza getiriyordu ama Nidal istemediğinden Süreyya hanıma veriyordu lazım olan şeyleri almak için. Artık Mervan'a verecekti, evin başında o vardı.

Mervan'ın ailesi ve Osman'dan oluşan misafirlerini uğurladılar hep beraber, içeriye kaçtı genç kız. Evli olmak nasıl bir duyguydu bilmiyordu. Sanki hiçbir şey değişmemiş gibi hissediyordu. Süreyya hanım genç kıza hayırlı geceler dileyip odasına gitti. İki odalı evde Nidal'in kaldığı oturma odasından başka gidecek yeri olmayan genç adam ağır adımlarla girdi içeriye. Etrafa bakındıktan sonra köşedeki dolabın üst kapaklarını açıp temiz yastık, yorgan ve çarşaf çıkarttı. Koltuğun birini açarak genç kıza yatak hazırladıktan sonra karşısındaki koltuğa da kendi için bir yatak serdi. Çünkü söylemişti, sorumluluk yüklemeyecekti ona. Hiçbir beklentisi yoktu sevgi-saygıdan başka.

"İstersen evine gidebilirsin." deyip bir süredir dikkatle hareketlerini izlediği adama baktı. "Geceleri çok ağrım olunca uyuyamıyorum. Seni de uyutmam sonra..."

"Benim evim artık burası Nidal." deyip yatağın üzerine oturdu. "Uyuyacak mısın? Işığı kapatayım mı, açık mı kalsın?"

"Kapatabilirsin." dedi kestirip atarcasına ve tekerlekli sandalyesini yatağın yanına doğru sürdü. Bu sırada genç adam ışığı kapatmış, kendi yatağının yanına varmıştı. Üzerindeki gömleği gri bir tişörtle, pantolonu da lacivert eşofmanla değiştirip yatağa girdiği sırada genç kızın kısık sesini duydu.

"Mervan? Bana yardım eder misin? Kendim yapamıyorum."

Üzerine çekmek üzere olduğu yorganı geri itip kalktı, karşıdaki koltuğa yaklaştı. Tekerlekli sandalyede oturan genç kıza doğru uzandı parmakları. Besmele çekti, parmakları kıza dokunurken yansa da onu yatağa rahatça bıraktığına emin oldu. "Hayırlı geceler." diye fısıldarken kendine serdiği yatağa geri döndü ve arkasına dönüp yattı. Besmele çekip dua ettikten sonra gözlerini yumdu fakat ne kadar istese de uzun süre uyuyamadı.

Sonunda dayanamayıp yorganın altından çıktı, uyuyamadığı için karanlığa çoktan alışmıştı bakışları ve etrafı ayırt edebiliyordu. Odadan çıkıp abdest aldı, geri dönüp seccade serdi ve namaz kıldı. İçindeki boşlukları dolduran, ağırlıkları dindiren, sırları ve yüklerini paylaştığı Rabbine el açınca yine rahatladı ve hemen peşine bu rahatlama için şükrederken gözleri yaşardı.

Nidal ise genellikle zaten geceleri uyuyamıyor, sabaha karşı biraz uykusunu alabiliyordu. Bu kez karşısındaki koltukta Mervan yatarken bunun da etkisiyle uyuyamaması doğal geliyordu kendine. Gözlerini açtığında seccadenin başında ellerini açmış, omuzları çökmüş, başı eğilmiş duran adamı fark etti. Onu hiç böyle görmediğini fark etti ardından. Ne olursa olsun başını bu şekilde eğmez, omuzlarını düşürmez, yorgun yahut güçsüz görünmezdi o. Lâkin yalnız Rabbine karşı her hâlini paylaşıyordu, demek.

Zaten Mervan, Eymen Mahir'in tam tersiydi hep. Mervan ciddi görünürdü. Mervan gülmez sanırdın ama tabi yanılırdın. Duygularını belli etmezdi, edemezdi. Bazen belki gözlerinden bir kaç şey yakalardın. Kimseye şımaramayacak denli büyüktü, olgundu.

Gerisi aynıydı. Kalpleri merhamet ve sevgi doluydu ikisinin de. İki günlük dünyada kalp kırmaktan köşe bucak kaçarlardı. Bu dünyalık şeylerin, malın mülkün hesabını yapmaz, kimseye bu konulardan ötürü ters düşmezlerdi. Çocukların başını okşar, ihtiyacı olanın elini tutarlardı. Ellerinde iki ekmek varsa birini verirlerdi. Bir ekmek varsa yarısını kendileri paylaşır, diğer yarısını yine verirlerdi.

Nidal'in aklına Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer geldi. Onlar da nasıl birbirlerini tamamlarlardı... Ebubekir, kendisinden sonra halifeliğe Ömer'in gelmesini uygun gördüğünü Abdurrahman bin Avf'a söylediğinde güzel sahabe Ömer'in şüphesiz çok hayırlı bir kul olduğunu fakat fazla sert olduğunu belirtmişti. Ebubekir'in cevabı ise Nidal'in yüreğine dokunan tarzdandı. "Ömer'in sertliği benim yumuşaklığımdan kaynaklanıyor. Yönetime geçtiğinde sertliği kaybolur. Bir gün ben adamın birine çok kızmıştım, Ömer ise çok yumuşak davranmıştı. Ben yumuşak davransam o sertleşiyor." Gülümsedi Nidal, bu olayı hatırlayınca. Sonrasında Ömer'in sert olduğunu söyleyen Abdurrahman bin Avf, o Ömerle birlikte geceler boyu Medine sokaklarını dolaşarak asayişi sağlar, halifeyle halk arasına köprü olurdu.

Mervan seccadesini toplayıp yatağına döndüğünde genç kız gözlerini tekrar yumdu. Yine uyuyamadı, bir ara tam dalıyordu ki bacağındaki ağrı sebebiyle inleyerek gözlerini araladı. Mervan'ı uyandırmak istemediğinden ötürü dudaklarını birbirine bastırıp dişlerini sıktı. Bu bacağını da söküp atmak istiyordu böyle zamanlarda. Üzerindeki yorganı eklemlerini ağrıtacak kadar sıkıca tuttu, gözünden bir damlanın süzülüp yastığa düşmesine engel olamadı. Bir süre bu şekilde kendini sıksa, ağrıyı unutmaya çalışıp gözlerini yumarak uyumaya çalışsa da sonunda dudaklarından bir hıçkırık isyan edercesine dışarıya çıktı. Derin bir nefes alıp parmaklarıyla gözünün altındaki nemliliği gidermek istedi.

Mervan belli belirsiz duyduğu sesler üzerine gözlerini aralayıp karşı koltukta yatan genç kıza baktı. Nidal'in uyumadığını, yorganı sıkıca kavrayıp iyice kendi içine çekildiğini fark ederek yattığı yerde doğruldu. "Nidal, iyi misin?"

Nidal'den ses gelmeyince kalkıp karşısındaki koltuğun yanında dizlerini yere dayayarak oturdu. "Nidal..."

Nidal sıkıca yumduğu yaşlı gözlerini aralayıp Mervan'ın bakışlarıyla karşılaştığında içine hücum eden hıçkırarak ağlama isteğini bastırarak "Bir şey yok, geçer şimdi." diye fısıldadı. "Git, yat sen."

Ne yapacağını bilemese de gidip yatamayacağını biliyordu Mervan. Bir kaç dakika öylece durup düşündükten sonra "Biraz masaj yapayım mı? İyi gelir mi?" dedi aklına gelen tek çare olarak.

"Teşekkür ederim Mervan. Ama gerek yok... Çünkü, sanki içinden geliyor ağrı. Ne yaparsam yapayım geçmiyor. Şimdi uyumaya çalışırım, uyuyunca geçer belki."

Sakince açıklamıştı genç kız lakin sesinden canının yandığı besbelliydi. Uyuyunca hiçbir şeyin geçmediğini bilecek kadar büyüse de bu umut dalına tutunmuştu.

"Tamam, uyumaya çalış o zaman." Mervan, oturduğu yerden kalkmayarak içinden besmele çekti, dua okumaya başladı. Okuduğu duaları kıza hediye etti.

Nidal, cümlesi bittikten sonra genç adama tekrar gidip uyumasını söyleyecekken dudaklarının arasından kaçan fısıltılara dayanarak dua okuduğunu anlamış ve susmuştu. Başında dua okuyan adama bakamasa da yatmadan evvel çıkarıp kenarı koyduğu başörtüsüne dikti gözlerini. O okuyup bitirene dek öyle kalmaya karar kıldı fakat uzun süre okudu Mervan. Bir süre sonra yavaşça gözlerini yumdu, dikkati hâlâ fısıltılardaydı. Farkında olmayan uyuyakaldı.


💐

"Çünkü ben seni kendimden çok sevdim. Seni sevişimden de çok sevdim ben seni." dedi içinden. Sustu dışından.

💐


18.05.2020


Loading...
0%