@sukunettekelimeler
|
Bu kaçıncı akşamdı, genç adamın kaçıncı dua okuyuşuydu emin değildi genç kız. İki hafta mı olmuştu, yoksa üç mü? Bilmiyordu tam olarak. Ama yine kalkmış, okumuş ve şimdi hayırlı geceler deyip yatağına geri dönmüştü. Dualarını nasıl içten hediye ediyordu bilmiyordu ama etkisini her zerresinde hissediyordu Nidal. Emindi ki eskisine nazaran daha rahat uyuyuşu, ağrıları sebebiyle daha az ağlayışı Mervan'ın samimiyetle okuduğu o dualardı. Ve ona eklenen Süreyya hanımın duaları da tabi... Dün Mervan evde yokken Süreyya hanımla aralarında geçen diyaloglar düştü hatrına. Yaşlı kadının sözleri içine akmıştı, tıpkı Mervan'ın her gece kendine dua okuyuşunda bir rahatlama hissinin içine akması gibi. "Bir gün Eymen Mahir eve geldi, oturdu yamacıma ama morali bozuk, anlıyorum yüzünden. Hani bir akşam senin biraz moralini bozmuştu ya, o vakitten sonra. Sordum, ne oldu yavrum dedim. Hiç dayanamaz bilirsin içinde tutmaya, anlattı. Babandan arabasını almayı rica etmiş, lazım olmuş ; baban da vermiş tabi. Fırına gelirken uzaktan Osman'ın sana zarf verdiğini görünce yanlış anlamış ilkin, morali bozulmuş, kıskanmış. Sonra burada Mervanla senin çocukluk anılarınızdan söz açınca yine kıskanmış meğer. İkisi üst üste gelince de öyle bozuk moraliyle yapmış bir eşşeklik. Ben demiyorum bunu, onun sözleri hepsi, eşşek de dahil." deyip gülümsemişti hasretle yaşlı kadın. Ve devam etmişti anlatmaya. "Kıskançlığım yüzünden hemşire hanımı kırdım diye sızlanıp durdu burada. Ben de içini ferahlattım, konuştuk. Nidal sana dargın kalmaz, merak etme sen, özür dile yeter dedim. Sahi mi diye heyecanlandı ama o hâlini bir görsen! Sahi dedim, morali düzeldi, keyfi yerine geldi. O akşam emin oldum ki gönlü sendedir." Nidal'in yaşlı gözlerini sildiğinden duraklamıştı burada, Süreyya hanım. "Senin gönlünün onda olduğu zaten evvelden belliydi. Aslında bahsedecekti duygularından ama sol gözünü kaybedince eksik hissetti, yarım, yetersiz. Koyamadı bir an kendini senin yanına." Nidal, titreyen sesiyle verdiği yanıtı anımsadı. "İnsan sevdiği insanla bütün olur Süreyya teyze. Zaten hepimiz yarımız. Hem, gözünü kaybetti diye sevgim mi eksilecekti sanki? Hiç eksilmezdi ki! Neresini kaybederse kaybetsin eksilmezdi. Eksilmedi." Süreyya hanımın dudakları hafif bir tebessümle kıvrılmıştı. "Eksilmez tabi, kızım. Ne güzel dedin, bak! Hepimiz yarımız, insan sevdiğiyle bütün olur. Eymen Mahir'i ne kadar tanıyorsam Mervan'ı da, seni de tanıyorum kızım. Belki onunki gibi değil ama kalbinde Mervan için de kocaman yer var, biliyorum. Bildiğim diğer bir şey de Mervan'ın kalbinde de senin kocaman yerinin olduğu. Sana yemesen de her gün kek getirmekten bıkmayacak, bir gün belki yersin diye. El uzatmaktan yorulmayacak, bir gün uzanıp tutar da kalkarsın diye. Yanında durmaya devam edecek, hâlâ yalnız olmadığını fark edersin diye. Bundandı ısrar edişim, kızım." Derin bir iç çekmişti kadın. "İşte böyle... Belki senin için zor olacak ama korkma, sakın korkma yeniden sevmekten Nidal'im. Sakın her şey bitti sanma, bitmez. Nefes aldıkça birileri girer, çıkar hayatına. Nefes aldıkça imtihan devam eder bu dünyada. İşte bu yüzden biraz daha gayret et, biraz daha tutun ona ki zaman akıp giderken sen aynı yerde kalmayasın. Çünkü akan yalnız zaman değil, geçen yalnız aylar değil kızım, bir de ömürdür... O'nun yoluna harcamak gereken ömür." Kadının haklı olduğunu biliyordu Nidal, çok iyi biliyordu fakat bunu yapacak gücün kendinde olup olmadığını bilmiyordu. Babasın nasıl hep güçlü kaldığı sırrını bilmeyi öyle çok istiyordu ki... Babası... Babası her şeye rağmen inatla hayata devam ediyordu. Onu çok özlemişti. Onun gibi olabilir miydi? Denemeliydi en azından, babasının kızı olmayı denemeliydi. Yarından başlayarak eyleme geçeceğine, bir adım atacağına dair kendine söz verdi. Enes Hamza ve halasının da yüreğine vuran hasretleriyle gözlerini kapattı, onları düşünürken uyuyakaldı. Mervan'ın ismini seslenişiyle gözlerini araladığında genç adamın gömleğinin düğmelerini iliklediğini, odanın da yavaş yavaş aydınlanmak üzere olduğunu gördü. Yattığı yerde doğruldu, önüne düşen bir tutam kısa saçını kulağının arkasına itti. Yavaş yavaş uzayan kahkülleri tokanın içinde durmuyordu. Son düğmesini de ilikleyen genç adam, Süreyya hanımın rahatsız hissedip gücünün yetmediği bazı sabahlarda yaptığı gibi abdest almasına yardımcı olmak için Nidal'in yanına gitti fakat bu kez bir farklılık yapıp kızı kucaklamıştı. Nidal şaşkınlığını bir kenarında tutarken düşmekten korkarak koluyla genç adamın boynuna tutundu. "Ne yapıyorsun Mervan?" Bir kaç saniye içinde kızı banyoya koyduğu uzun sandalyeye oturtmuştu bile Mervan. "Boşuna iki adım için tekerlekli sandalyeye oturtmuyorum seni." diyerek yanıt verirken kendi elleriyle yaptığı ahşap ve yüksek sandalyeyi lavaboya doğru yanaştırdı. Boyunu böyle yapmıştı çünkü böylece Nidal hem oturup hem rahatça abdest alabiliyordu. Nidal ağzına ve burnuna su verip yüzünü, başını ve kollarını yıkarken bekledi genç adam. Sıra ayağına geldiğinde kız çeşmeyi kapattı. Henüz onun bir şey yapmasına fırsat olmadan Mervan ayağının altına denk gelecek şekilde bir kap koymuş, elindeki diğer kapla da güzelce yıkamıştı. Gözleri istemsizce doldu, kalbinde bir şeylerin oynadığını hissetti Nidal. Hem canını yakan, hem ağlama isteğine sebep olan, hem de onca zaman sonra kalbinin nasıl attığını hissettiren bir şeydi bu. Kucağındaki havluyla yüzünü, kollarını kuruladı. Mervan ise ayağını kurulayıp çöktüğü yerden doğrulurken bakışlarını hızlıca kaçırdı ve gizledi. Genç adamın tekrar kendini kucaklayıp içeriye götürmesine izin verdi. Alıştığı üzere Mervan'ın seccadesini öne sermediğini fark edince bakışlarını ona çevirdi. "Sen kıldın mı?" Yavaşça başını sallarken üzerine ceketini giydi Mervan. "Bu sabah Osman'a yardım edeceğim. İhtiyacı olan ailelere ekmek dağıtacağız. Erkenden gitmem gerek." İlkin biraz morali bozulsa da cümlelerin devamını duyunca tekrar normale dönmüştü içinde çalkalanan duyguları. Başını salladı anladığını belirtircesine. "Allah razı olsun, güzel düşünmüşsünüz." "Amin, cümlemizden inşallah. Ben çıkıyorum, bir isteğin var mı?" "Yok." "Allah kabul etsin öyleyse." "Teşekkür ederim." deyip başını salladı ve kapıdan çıkmak üzere olan genç adamın arkasından baktı. "Mervan!" Durdu, Mervan. Arkasına dönüp ona çevirdi bakışlarını. Gözlerine takıldı bir an, düştü. Kız "Allah'a emanet ol." dedi yalnızca ama gülümseyesi geldi içinden adamın. "Sen de Allah'a emanet ol." deyip hızla çıktı evden. Nidal, namazını eda edip uzunca dua ettikten sonra biraz Kur'an okudu. Gün çoktan ağarmış, etraf aydınlanmıştı. Kur'an'ı masanın üzerine bırakıp defterini çekti önüne. Kalemini eline alıp besmeleyle yazmaya başladı. Bugün yeni bir gün doğacaktı ve o da tekrar doğmaya çalışacaktı kendi içinde. Tıpkı dün kendine söz verdiği gibi. "...İşte bu yüzden, babamın bana olan son cümlelerini vasiyet biliyorum. Ayağa kalkamıyor olsam da yürüyeceğim bu yolda. Bir yanım değil, her yanım yara olsa dahi pes etmeyeceğim. "Allah bize yeter, o ne güzel vekildir," diyeceğim. Karanlıkta bir ışık yakacağım. Elbet bir gün biri o ışığa koşacak. Elbet bir gün biri bizi duyacak, hatırlayacak bizi. Elbet bir gün biri bize değil, bizimle ağlayacak! Elbet bir gün tüm zamirler atılacak, geriye sadece 'hepimiz' kalacak. 'Hepimiz' insanız çünkü..." Yazdı, biraz daha yazdı. Sonunda yorularak kalemini bıraktı. Biraz daha Kur'an okudu, tesbih çekti. Sonra ne yapabileceğini düşündü. Hem sandalyesinde oturup hem fayda sağlayacağı bir şeyler mutlaka olmalıydı. Uzun süren kafa karışıklığı sonucunda çocuklara Kur'an öğretebileceği fikrini uygun bulmuştu lakin ne kadar iyi bir öğretici olduğu konusunda emin değildi, deneyecekti. Saat on bire gelene dek kendini oyalayacak bir şeyler bulmuştu. Süreyya hanım birazdan uyanırdı. Mutfağa geçip genellikle çok lazım olan şeyleri alta koyduklarından zorlanmadan kahvaltı için bir şeyler hazırlamaya başladı. Normal birinin yapacağından daha yavaş ve uzun sürse de yapıyordu işte. Yalnız ocağa rahat erişemediğinden Süreyya hanımın bunu beş dakika pişirip sofraya koyması gerekecekti. Dış kapının açılma ve kapanma sesini duyunca bakışlarını mutfağın kapısına çevirdi. "Nidal!? Süreyya anne!?" "Buradayım!" Rahat bir nefes alıp ceketini astı ve selam vererek mutfağa girdi. Nidal selamını alıp sofraya elindeki çatalı koydu. "Hoş geldin Mervan. Gelmeni beklemiyordum, sana da çatal-bardak koyayım." Mervan oldukça şaşkın olmakla birlikte mutluydu. "Teşekkür ederim. Zaten çok erken çıktığım için bitti işim. İçerisini de toparlamadan çıkmıştım, o yüzden eve uğrayayım dedim." Başını salladı yavaşça Nidal. Mervan içeriye gidip yatakları toparlarken Nidal de hazırladığı şeyi pişirmek hariç her şeyi tamamlamıştı. Mervan mutfağa geri geldiğinde "Sen bunu pişirir misin? Ben de Süreyya teyzemi uyandırayım." diyerek ona baktı genç kız. "Tabiki." deyip tavayı eline aldı Mervan. Nidal, yaşlı kadının odasına girdi suratında tebessümle. Yatağa yaklaşıp arkası dönük olan Süreyya hanıma seslendi. "Süreyya teyze? Hadi, uyan. Kahvaltı hazırladım! Sözünü dinlemeye karar verdim." Kadından ses gelmeyince parmaklarını uzatıp kolunu hafifçe sarstı. "Süreyya teyze? Uyanmayacak mısın?" Cümlesi bittiğinde odayı sessizlik, içini de korku kaplamıştı. Daha sertçe kadının kolunu sarstı. "Süreyya teyze!" Sesi yükselmiş, gözleri dolmuş, canı yanmaya başlamıştı. "Mervan!" diye bağırdığında sesinin her şeyi ele verdiğinin farkında dahi değildi. Genç adam telaşla odaya girip kızın nemli gözlerine baktı ve yatağa yaklaştı. "Uyanmıyor, Mervan!" derken gözleri yağmur yağdırmaya başlamıştı bile. Mervan'ın yutkunuşu boğazında takılı kaldı. Yatağın yanına geçip yaşlı kadının boynuna dayadı parmaklarını. Ardından fısıldayarak üzerindeki battaniyeyi yüzünü örtecek şekilde çekti. "İnna Lillâhi Ve İnna İleyhi Raciun..." Nidal, omuzları sarsılarak ağlamaya başlarken diyecek daha anlamlı bir şey bulamadı genç adam. Tekrar etti aynı sözcükleri. Sonra bir daha tekrar etti... 🇵🇸 Yeni bir gün doğarken o da içinde yeniden doğmaya karar vermişti ya hani? Yapamadı. İkindi vakti Süreyya hanımı defnedince en başa dönmüş gibi hissetmişti. Sonra ona Kur'an okumuşlardı. Gelen giden olmuştu. Şimdiyse akrep dokuzun üzerindeydi, yelkovan altının. Fatıma hanım, Mervan'ın annesi, yaşlı kadının eşyalarını ayırmıştı ihtiyacı olanlara vermek için. Sonra da oğluyla göndermişti onları. Şuan ise odayı yeniden ayarlıyordu. Sabah orada Süreyya hanım kalmıyormuş gibi, orası onun odası değilmiş gibi, sanki onun kokusu her şeye sinmemiş gibi içerideki yastığı yorganı onun boşalan dolabına koymuştu. Mervan'ın eşyalarını ve hatta kendi eşyalarını da o odaya koymuştu. Ama Nidal girip o odada yatamazdı, bundan habersizdi. Fatıma hanım beş dakika sonra içeriye girdi, Meryem'in yanına oturdu. Osman ve Mervan karşı koltukta, Nidal de Meryem'in diğer yanındaydı. "Ben hallettim yavrum her şeyi. Artık kalkalım, siz de dinlenin. Yoruldunuz, üzüldünüz zaten bütün gün." Nidal tüm gün yaptığı gibi hiçbir tepki vermedi. Fatıma hanımla beraber Meryem ve Osman da kalktı. Meryem, arkadaşına sarılıp veda ettikten sonra Mervan'a başıyla selam verip çıktı önden. Osman da genç adamla tokalaştı, Nidal'e hayırlı akşamlar dedi ve hanımını takip ederek odadan çıktı. Mervan, onları yolcu ettikten sonra içeriye döndü. Koltuğa oturup arkasına yaslandı, gözlerini yumup derin bir nefes aldı. Yorgundu... Çok yorgun. Tam düştüğü kuyudan çıkmaya niyetlenmişken daha da içine kapanan Nidal'i görmek ise onu daha çok yoruyordu. Bir süre sonra işittiği hıçkırık sesleri nedeniyle gözlerini araladı, oturduğu yerden kalkıp Nidal'in yanına geçti. "Nidal..." Omuzları sarsılarak ağlamaya devam ediyordu Nidal. Kendisini kötü hissediyordu. Yalnız Süreyya hanım vefat ettiğinden değil, o yaşarken ve aylarca kendisiyle ilgilenirken takındığı tutumlara üzgündü. Hatta kızgındı kendine. Kendine delicesine kızgındı. İyice başıboş, kalpsiz, sorumsuz biri olmuştu. Neden daha önceden hazırlamamıştı ona kahvaltı? Neden daha önceden karar vermemişti yeni bir güne doğmaya? Haketmiyordu böyle iyi insanları o. Hak etmiyordu... Neden hep yanlış zamanları seçiyordu? Hep geç kalıyordu! Hak etmiyordu... "Nidal, yapma böyle." derken yorgun bakışlarını onun nemli yanaklarına misafir ediyordu Mervan. "Lütfen, kendini harap etmeni istemiyorum. Biliyorsun, kaybetmek yok bizim için." Hıçkırıklarının arasında zorla bir cümle kurdu genç kız. "Be-beni yalnız bıraktı. Bi-biraz daha ka-kalsaydı..." "Ecel vaktini Allah takdir eder Nidal. Hem yalnız değilsin, ben varım." Mervan'ın yumuşak ses tonu canını daha çok yakmıştı sanki. Daha çok nefret etmişti kendinden. Aniden bakışlarını onun bakışlarına çevirdi. "Olma!" Genç adam şaşırmıştı. Hayretle kaşlarını çattı, duyduğu kelimeye mantıklı bir anlam vermek isteyerek Nidal'e baktı. "Nasıl yani?" "Olma Mervan! Yanımda, yakınımda, etrafımda olma. Git! Ya da ben gideyim!" Kızın ani çıkışı karşısında kalbinin duracak denli yavaşladığını hissetti genç adam. Boğazına, burnuna ve gözlerine dek bir yanma hissi geldi dayandı. "Ne diyorsun Nidal... " diyerek kırık sesini zorla bir araya getirdi. "Duydun! Git! Git diyorum! Git Mervan!" Genç adamın şaşkın hârelerinde rastladığı acı canını yaktı Nidal'in. Fakat çabucak kaçırmıştı gözlerini ve başını yavaşça sallamıştı Mervan. Ağlaması şiddetlendi kızın. Gözlerinin dolmasını engellemeye çalışarak hızla kalktı, annesinin diğer odaya koyduğu ceketini bir kaç saniye bakındıktan sonra buldu ve üzerine giyip hızla evden çıktı. Canı çok yanıyordu, uzun zamandır yandığından daha da çok. Mervan'ın gözlerindeki sönmüş yıldızlar, solmuş çiçekler, dumanlanmış dağlar ve kararmış bulutları görmek ağır gelmişti. Ona git derken böyle olmasını beklemiyordu. Kendinden nefret ederken başkalarını da kendinden nefret ettiriyordu. Kendi canını yakmak, kendine ceza vermek isterken en günahsız adamı kurban ediyordu. Ölçülü keder sevgiyi gösterirdi ama ölçüsüz keder akılsızlığa işaretti. Nereden gelmişti okuduğu bu mısralar aklına bilmese de kendisini anlatmıştı şair burada işte! Akılsızdı! Arkasındaki pencereye hızla dönüp acıyan bacağına aldırmadan pencere kolunu tutup açtı, hıçkırıkları arasından sıyrılmaya çalışıp son bir güç kırıntısına tutundu. Dış kapıdan çıkmak üzere olan genç adamın durmasına sebep olacak seslenişini gecenin karanlığına pat diye bıraktı. "Mervan!" Evin kapısını değil de kalan tüm güzel hislerinin kapısı çarpıp gitmişti sanki genç adam, öylesine sızlıyordu yüreği. Tutunduğu dallar kırılıp elinde kalmış, düşmüştü yüksekten. Güçlü omuzları çökmüştü bir anda, dünya üzerlerine yıkılmışcasına. Gözlerinde güneş tutulmuştu. Çiçekler kökünden sökülmüştü. Kızaran gözlerini ve ıslanan yanaklarını ceketinin kol kısmına sürttü, nefessiz kalan ciğerlerini havayla doldurmaya çalıştı lakin dışarıda olmasına rağmen tüm oksijen bitmiş gibiydi. Sonunda derin bir nefes almayı başardı, kapının önünde duran adımlarını kıpırdattı. Biraz yürümesi, biraz uzaklaşması gerekiyordu. Yapamadı, demir kapıya uzanan eli havada kaldı. İsmini ve ardından gelen hıçkırıkları duydu, kendisi de orada kaldı. Yutkunmaya çalıştı, çok zor da olsa bakışlarını pencereye çevirdi. "Mervan..." Nidal, isminden başka bir şey demediğinden ötürü kaçırdığı bakışlarını elmecbur kızın yüzüne değdirdi. Susuyordu, susuyordu ama belliydi işte; onu yolundan geri çevirmekti niyeti. Bakışlarından anlamıyor muydu sanki? Tek başına kalamayacağını bilmiyor muydu sanki? Göğsünün tam ortasında misafir olan gri dumanlara rağmen ağır adımlarla kapıya doğru yürümeye başladı. Cebindeki anahtarla kapıyı açarken pencerenin kapanma sesini işitti. İçeriye girdi, kapıyı ardından örtüp bir kaç saniye durdu öylece. Ceketini çıkarıp astı, titrememesi için ellerini yumruk yaptı. İçeriye girdi girmesine ama az evvel çıkarken burayı mezar bellediğinden çok ağır oldu girmesi. Nidal, odaya girse de bir kaç adım attıktan sonra orta yerde öylece dikilerek boş bir noktaya gözlerini diken adama elini uzattı. "Mervan?" Bakışlarını yerden ayırıp ona çevirdi zorla. Eskiden bakmamak zorken şimdi bakmak zor geliyordu, ne garipti... Kendine doğru uzanan eli görünce kalkmak istediğini, yardım istediğini düşündü kızın. Yanına vardı, tekerlekli sandalyesine oturtmak üzere destek olmak için kollarına doğru uzanmak isteyerek eğildi fakat orada donup kaldı. Nidal kollarını boynuna sarıp sıkıca sarılınca donup kalmaktan başka ne yapabilirdi, bilmiyordu. Hâlâ ağlıyordu kız, burnunu çekişinden anlıyordu. "Özür dilerim..." diyebildi Nidal, konuşmakta zorlanarak. Mervan'ın sonbaharı andıran kokusu burnuna doldu gömleğinin yakasından. Bir kaç dakika sonra genç adamı eğik tuttuğunu fark ederek onu bu rahatsız pozisyondan kurtarmak adına serbest bıraktı. Oysa onun için rahatsız olmaktan çok uzak bir yerdeydi, orada olmak. Az evvelki duygularının verdiği ağırlık biraz gitse, yanına şaşkınlık eklense de acıyordu hâlâ. Ne yapacağını bilemeyerek dikilmeye devam ettiğinde genç kız koluna uzandı, bileğinden yakaladı. "O-oturur musun yanıma?" Oturdu Mervan. İçindeki tüm yaralara sarılarak dayadı sırtını koltuğa. Nidal, ağlamasını durdurmaya çalışarak, hıçkırıklarını dizginlemeye çalışarak zorla bir kaç cümle bıraktı aralarına. Burnunu çekti, gözlerini ve yanaklarını sildi. "Ben kendime ceza vereyim derken senin canını yakıyorum. Özür dilemekle geçmez ama özür dilerim." Yavaşça başını salladı genç adam, dili bir şey demeye varmıyordu. Konuşmak istemiyordu. Kırmaktan ve daha çok kırılmaktan korkuyordu. Neyin cezası demedi, bırak artık Allahın cezası inadını diyemedi. "Yatağını sereyim." deyip kalktı, odadan yastık yorgan alıp döndü, sessizce hazırladı kızın yatağını. Diğer odada kalamayacağını biliyordu. Zaten orada bir yatak vardı... "Affettin mi beni?" Yastığı başucuna koyarken işittiği soruya cevap vermedi, veremedi. İncitmek istemiyordu ama yalan söylemek de istemiyordu. Susarak kızın yanına gitti, kucaklayıp yatağına bıraktı. Üzerindeki feraceyi çıkarttığında içinde rahat edebileceği kıyafetleri olduğunu biliyordu. Yorganı üzerine doğru çekti, hâlâ oturur gibi bir pozisyonda olsa da. "Hayırlı geceler Nidal." deyip ışığı kapattı ve diğer odaya girdi. Nidal, başını yastığa sertçe bırakıp dudaklarını dişledi. İçinden çığlık atmak gelse de yapamadı. Çok kırmıştı, çok acıtmıştı ve bu yüzden şimdi kendi daha çok acıyordu. Bunu en son hakeden adamdı o. Kendi ise ona bu zulmü etmekle zalim olmuştu şüphesiz. Ağlayarak uyuyakaldı. Mervan, pencerenin önüne oturdu, göğe baktı. Geceleri sessiz dünyaya kulak verince hayatın tüm geçiciliği yüzüne çarpardı genç adamın. Dokunsan darmadağın olacak bir yerde yaşıyorlardı; dünyada. Yarını olmayan bir hayatta. Havayı ciğerlerine doldurdu, bir süre yüreğini Rabbinin muhabbetine bıraktı. Hayatı dinlerken O'nu da dinlemeye çalıştı. Kuş sesleri geceye renk katmıştı, biraz daha huzurlu hissetti. Bir saati devirdi geceyle baş başa. Sonunda suratının buz gibi olduğunu fark etti, içi de titredi. Pencereyi kapatıp odadan çıktı, diğer odaya girdi. Karanlığa aşina gözleri, Nidal'in üzerindeki kaymış yorgana takıldı. Üzerini güzelce örtüp her gece yaptığı gibi dizlerini yere koyup oturdu, dua fısıldamaya başladı. Kıza hediye etti ve kalkıp masanın üstünde duran Kur'an'ı alarak odadan çıktı. 🇵🇸 Mervan normal davranmaya çalışsa da eskisinden farklı olduğunu fark edebiliyordu Nidal ve bu durum canını yakıyordu. Keşke konuşamasa da ona git demeseydi, ama demişti. Keşke dili tutulsaydı ve ona yakınımda olma demeseydi, ama demişti. "Yemeğini ye, Nidal." Tabaktaki yemekle oynamaya son verip "Doydum." dedi ve kaşığını kenarı bıraktı kız. "Hiçbir şey yemedin ki." "Canım istemiyor." "Kaç gündür doğru dürüst yemek yemiyorsun. İyice güçsüz düşeceksin." Nidal, az öncekini yanıtını tekrarlayınca iç çekmekle yetindi genç adam. Onun üstüne gitmeme kararı almıştı, karışmıyordu artık. Fakat yine dayanamadı, kararını çiğnercesine elindeki böreği ikiye böldü. Fatıma hanım yapıp göndermişti. Aslında eskiden Nidal de çok severdi... Elindeki adaletsiz bölündüğü âşikar parçanın büyük kısmını kıza uzattı. İlkin başını iki yana sallayıp istemediğini belli etse de pes etmedi. "Paylaşınca daha tatlı oluyordu. Kendin için olmasa bile benim için ye ki benim yediğim de tatlansın. Olmaz mı?" Çocuk değildi, niyetini biliyordu ama dayanamadı ve aldı böreği Nidal. Küçük bir ısırık kopardı. "Sen her ısırışında ben de ısıracağım. Yemezsen yememiş olacağım, ona göre." Isırdı tekrar ve sonra tekrar. Yarım börek bitince sofrayı toplamaya başladı. Nidal yardım etmeye kalkınca da "Ben hallederim." deyip elindekileri aldı. "Sen içeriye gidebilirsin." Tekerlekli sandalyesini içeriye soktu, düşme tehlikesi atlatsa da kendini koltuğun üzerine bırakmayı başardı. Yastığa başını koyup sırtını kapıya döndü ve gözlerini yumdu. Mervan'ın bu güzelliğini haketmediğini düşünürken ağlamamak için kendini sıkarak hiç beklemediği bir şekilde uyuyakaldı. Gözlerini araladığında ağladığını fark etti. Rüyasını hatırlamaya çalıştığında bir çok parça eksikti ama ağlıyordu işte onun sebebiyle. Eksik olmayan parçalar yetmişti suratına güçlü bir tokat atmaya. Oturur pozisyona geldiğinde yatağında olduğunu gördü. Bakışları saati aradı ama karanlıkta akreple yelkovanı ayıracak denli net göremiyordu. Gözlerinin altını silip sakinleşmeye çalıştı fakat az sonra kendisini bağırır halde buldu. "Mervan!" Odanın kapısından telaşla bir silüet süzüldü içeriye. "Nidal? Bir şey mi oldu? Ağrın mı var?" Yavaşça başını salladı Nidal. "Okuyayım yine..." deyip besmele çekti genç adam fakat kız onu durdurmuştu. "Ama bu kez kalbime oku. Ağrıyan o." Göğüs kafesindeki kuşlar derin bir sessizliğe büründü. Beslemeden sonra sükut okuyabildi yalnızca. "Neden okumuyorsun Mervan? Artık iyileşme zamanı gelmedi mi yüreklerimizin?" Bakışları Nidal'in bakışlarını kucakladı bir ân. "Geçti bile çoktan." diye fısıldadı. "Oku o zaman." deyip boğazına gelen düğümü yuttu. Artık acıyı tatmaktan ve acı kusmaktan yorulmuştu. Acıyı zehir etmişti kendisine de, çevresine de. Korkuyordu ama besmele çekti. Ürkekçe Mervan'a yaklaşıp git dedikten sonra içinin gittiği adamın göğsüne yasladı başını. Kolunun birini yarım yamalak misafir etti yanına. Sonra ikisinin de göğüs kafesindeki kuşlar sükutlarını yırtıp kafeslerini kırmak istercesine sağa sola çırpınmaya başladı. Yüreklerini delip dışarıya kaçacaklardı ellerinden gelse. "Mervan, sen benim dediklerimi duymasan olur mu? Sadece gözlerimin dediklerini duysan? Sadece kalbimin söylediklerini okusan? Çünkü dilim akılsızlığımın meyvelerinden başka bir şey vaat etmedi." Gözlerini istemsizce yumdu Mervan. Nidal'in, göğsüne yaslı başının altında atan kalp atışlarını duyup duymadığını merak etti, duymamasını umdu. Kalbi bir süredir ona böyle atıyordu, bilmesinden korktu. "Benim yaralarıma merhem olan, içime iyi gelecek olan tek insan burada. Sen buradasın... Dünyada bana kalan anlamlı tek şey sensin Mervan. Ben gidemem. Sen de gitme, ben ne dersem de gitme. Git desem de sen hiç gitme. Çünkü ben artık gitme diyemiyorum kimseye..." Nidal sustuğunda elinin üzerine bir sıcaklık hissetti Mervan, avcuna sığınan eli parmaklarının himaye etmesine izin verdi. O uzanmazken uzanmazdı eline belki ama o uzanırsa, en sıkısından sarardı parmaklarını. "Ben gitmek ne bilmem, Nidal. Hele senden gitmek ne onu hiç bilmem. Ama sorun şu ki ben gelmeyi de bilmem, Nidal. Bilsem de gelmem, sen istemedikçe gelemem." "Biliyorum." dedi ve sakince kulağının altındaki yüreğin ritmini dinledi kız. Bir süre sonra uzun zamandır yanına uğramayan huzura kapısını araladı, içeri buyur etti. "Saçımı karıştırır mısın yine?" deyip başını adamın göğsünden ayırdı ve gözlerine baktı merakla. Dudakları uzun zaman sonra ilk kez tebessümle kıvrıldı Mervan'ın. "Karıştırmak değil o, sanat." Dudakları çok uzun zaman sonra ilk kez tebessümle kıvrıldı Nidal'in. "Sanatını icra et öyleyse. Bakalım hâlâ eskisi kadar yetenekli misin?" "Peki..." deyip sırtını duvara dayayarak oturdu ve bacaklarını uzattı. Nidal, başını dizlerine bıraktığında hafifçe titreyen elini, daha çok titreyen kalbini susturmaya çalışırken kızın saçlarına değdirdi. Evet, kesinlikle yeteneksizdi artık. Çünkü parmakları nereye gideceğini dahi bilmiyordu. Sonunda bir yol tutturup yavaşça kurcaladı ince tellerini... Nidal, saçlarında dolanan parmakların verdiği hissi oldu olası severdi ama daha önce hiç bu kadar özlediğini hissetmemişti. Küçükken kuaförcülük yapmak niyetine kızın saçlarını karıştırıp durur, dağıtırdı Mervan. Nidal beceremediğini, yalnızca saçlarını karıştırdığını söyleyince de sanat icra ettiğini iddia ederdi küçük çocuk. Kız da saçları birbirine karışmasına rağmen her seferinde izin verirdi onun sanat icra etmesine. Çünkü çok hoşuna gidiyordu saçlarıyla oynanması ve oyun bahanesiyle gizliden gizliye keyif çatıyordu küçük kız. Büyümüşlerdi bir gün, hepsi hatıra olarak kalmış, geçmişe gömülmüştü. Gömülen bazı anıları çekip çıkarmaya karar verdi Nidal. "Gerilemişsin..." derken istemsizce gülümsedi. Sonra gülümsediğine şaştı. Ölmemişti demek o gece tüm tebessümleri, gülümsemeleri. Ortaya çıkma vaktini beklemişti demek kimisi... "Eskisi gibi olman için biraz pratik yapman lazım." Mervan'ın omuzlarındaki yük hafifleyip gerginliği yavaş yavaş aradan çekilmeye başlamıştı. "Yaparız o zaman arada bir, izninizle." "Hıhı..." diye mırıldandı ve bir süre ikisi de sustu. "Mervan, güvercinimizi hatırlıyor musun? Yaralıydı bulduğumuzda." "Hatırlıyorum tabi. Ben hayvancağızı iyileştikten sonra özgür bırakınca ne çok ağlamıştın." "Evet. Sen de özgür olmasının daha doğru olduğundan bahsetmiştin." "Evet..." "Beni de öyle varsayabilir misin Mervan? O yaralı güvercin gibi... İyileştirir misin? Özgürleştirir misin?" "Sen istediğin sürece her şeyi yaparım, Nidal. Ama anlamadığım bir kısım var, neyden özgürleştireceğim seni?" "Yaralarımdan. Geçmişimden değil ama onun beni bağlayan zincirlerinden. Kendimden." Yavaşça başını salladı genç adam. "İnşallah, Nidal. Elimden geleni yapacağıma emin olabilirsin." "Eminim zaten. Daha on iki yaşındayken bir İsrail askerine nasıl korkusuz baktığını unutmadım. O görüntünün içime kazıdığı hayranlık da inanç da taptaze duruyor hep." "Sahi mi?" "Sahi." 💐 Ben kendimi yaralamak isterken yarayı en günahsız insanın yüreğinde açtım. Sonra onun yarasından akan kanda boğuldum, gözyaşının tuzunda nefessiz kaldım. 💐 19.05.2020 |
0% |