@sukunettekelimeler
|
İçine parça parça ekilen tohumlar yeşeriyor, büyüyordu. Kalın duvarların arasından sızmaya başlayan tüm güzel duyguları yine soluna dolmaya başlamıştı yavaş yavaş. Umuda tutundu, güvene sarıldı, inadının oklarını başka bir hedefi vurmak için kullanmaya başladı. Süreyya hanım gittiğinde yarım kalan gün doğumu, başını Mervan'ın göğsüne dayadığı günün sonrası içinin güneş ışıklarıyla aydınlanmasıyla yeniden zuhur etti. Sabah heyecanla ve biraz da korkuyla çocuklara Kur'an öğretme isteğinden bahsetmişti Mervan'a. Korkma nedeni yeni bir yolda adım atıyor olması ve eline yüzüne bulaştırma ihtimaliydi. Mervan onu sonuna dek desteklemiş, bu fikrini çok güzel bulmuştu. Fatıma hanımın kulağına giden bu girişim, komşularının da çocuklara Kur'an okuttuğu fakat onca çocuğa tek başına yetişemediği, isterse ona yardım ederek bu işe koyulabileceği teklifini getirmişti yanında. Severek kabul etmişti Nidal ve yaklaşık iki buçuk haftadır hocalık yapıyordu çocuklara. Mervan sabahları onu götürüyor, ders saatinin tahmini bitiminde de almaya geliyordu. Yine o günlerden biriydi. Sokakta dikilmiş, evden çıkan çocukları tebessümle seyrediyordu genç adam. Bir kaçına el salladıktan sonra çocuklar neşeyle dağıldılar etrafta ve en sonunda tekerlekli sandalyesini dışarıya süren Nidal'i gördü. Adımladı yolu, onunla orta yerde buluştu. "Selamunaleyküm hocam." "Aleykümselam." deyip genç adama tebessüm etti. "Bugün biraz hava almak, dolaşmak ister misin?" "İsterim tabi, senin için uygunsa." Ayaküstü verdikleri karar üzere yavaş yavaş yürümeye başladı Mervan, önündeki tekerlekli sandalyeyi iterek. Nidal bir süre sonra bakışlarını etraftan çekip ona baktı ve önüne döndü. Arkasında değil de yanında yürümesini ne çok isterdi genç adamın. Ama nasip böyleydi. Caddede ilerlerken kurstaki çocuklardan bahsediyordu Nidal. Mervan da arada sorular soruyor, eşlik ediyordu sohbete. "Nidal abla! Hemşire abla!" diye bir bağırış duyunca adımları durdu Mervan'ın. Nidal de sesin sahibi bulmak istercesine etrafa bakınıyordu. Sonunda göz bebeklerine bir çocuğun görüntüsü düştü. Bir an yüreği sızlasa da gülümseyerek yanına koşan, bir eliyle de düşmemesi için başındaki kipayı tutan Caleb'e tebessüm etti. "Caleb!" Çocuk tekerlekli sandalyeye aldırmadan kollarını çabucak Nidal'e sardığında Mervan şaşırarak önündeki manzaraya bakıyordu. Şaşkınlığına bir tebessüm de eşlik etti az sonra. Tanımasa da kim olduğunu anlamıştı çocuğun, Eymen Mahir anlatmıştı ona Caleb'i... Caleb kollarını kızdan ayırıp gözlerine heyecanla baktı. "Seni kaçıracağım sandım! Çok mutluyum seni gördüğüm için! Bu kez haberi var herkesin burada olduğuma, bak, annemler orada." Son cümlesini bitirince parmağı ile biraz ileride dikilen adam ve kadını işaret etti çocuk. "Onlardan izin aldım, bizi evine götürür müsün? Ben Enes Hamza'yla oynarken onlar sessizce oturur, üzmezler sizi. Hem, babam Eymen Mahir abiyi sevmiş. Cesurmuş, öyle dedi." Islanan gözlerini Caleb'den kaçırıp yavaş yavaş yanına doğru yürüyen çifte baktı, ardından omzunda Mervan'ın elini hissetti. Yanına geçip çocuğun boyuna denk olabilmek için eğilen Mervan ufaklığa elini uzattı. "Merhaba, tanışalım mı? Ben Mervan." "Ben de Caleb. Memnun oldum. Biz Nidal abla ile tanışıyoruz. Ben düşmüştüm, kaybolacaktım neredeyse, bana yardım etmişlerdi Eymen Mahir abiyle. Sonra Enes Hamza ile oyun oynamıştık. Çikolatamızı da paylaşmıştık. Peki sen kimsin? Seni ilk kez görüyorum." Bir an duraksasa da yanıt verdi genç adam. "Ben...Ben Nidal ablanın eşiyim." "Gerçekten mi! O zaman sen de çok iyi bir insan olmalısın." Kimse cevap vermeden evvel Ethan beyin sesi duyuldu. Eşiyle birlikte yanlarına varmışlardı. "Merhaba." deyip ikisine de selam verdiler. Adam, elini Mervan'a uzattı. "Ethan." Mervan da tokalaşmakta sakınca görmedi. "Mervan." Kadın Nidal'e baktı. "Kusura bakmayın, Caleb söz dinlemedi, ısrar etti yanınıza gelmek için. Umarım rahatsız etmemiştir." "Hayır, tabiki rahatsız etmedi." deyip küçük çocuğa samimi bir şekilde gülümsedi Nidal. Bir kaç saniye sonra "Gidebilir miyiz size?" diye tekrar heyecanla sordu Caleb. Nidal hüzünlü hârelerini onun heyecanlı bakışlarına değdirdi. "Caleb," dedi, cesaretini toplamıştı. "Gidemeyiz.. Çünkü artık o ev yok." Çocuğun hayal kırıklığı sesine yansımıştı. "Neden?" Zorlansa da boğazına dek gelen düğümü yuttu Nidal. "Bir gün kötü bir şey oldu, çok kötü bir şey. Evimizin üzerine yürüyen bir yıldız düştü. Yürüyen yıldız düşünce de evimiz yıkıldı, Caleb." "Peki nerede kalıyorsunuz? Enes Hamza nerede? Babanlar nerede?" "Onlar Cennette kalıyor Caleb, artık bu dünyada yoklar." "O yıldız mı götürdü onları Cennet'e?" Yavaşça başını salladı kız, onay vererek. "Senin bacağını da mı o yıldız götürdü?" Tekrar başını salladı Nidal. "Çok acıdı mı, ben düştüğümdeki gibi." "Çok acıdı, sen düştüğündeki gibi." diye mırıldandı henüz düşmeden bir damla gözyaşını parmaklarıyla silerek. "O zaman ben de seni öpeyim, geçer belki." deyip kızın yanaklarını iki eliyle tuttu, alnını öptü, bir zamanlar onun kendisine yaptığı gibi. Beklenti dolu bakışları umutla Nidal'in gözlerinde konaklıyordu. "Geçti mi?" Gülümsedi genç kız. "Geçti Caleb, çok teşekkür ederim." Çocuk mutlu olarak annesine baktı fakat annesinin hiç de mutlu görünmediğini, gözlerinin kızdırdığını fark etti. Babası ise oldukça ciddiydi. Mervan, Ethan beye bakarak konuştu. "Kusura bakmayın. İsterseniz buyrun, evimize misafir olun." "Sorun yok Mervan bey. Teşekkür ederiz teklifiniz için. İyi dileklerimiz sizinle, Nidal hanım." deyip ikisine de baktı Ethan bey. "Tanrı onları en güzel şekilde misafir edecektir." diye ekleyip kıza zoraki bir gülümseme gönderdi kadın. "Teşekkürler." Hem canını yakan hem de kendisini mutlu eden bu karşılaşma az sonra adamın gitmeleri gerektiğini söylemesi ile son buldu. Küçük çocuğa tekrar sarıldı ve veda etti Nidal. Yürüyüşlerinin kalanı sessiz geçti. Eve döndüklerinde hava kararmak üzereydi. Namaz kılıp yemek yediler ve Kur'an okudular. Saat geç olduğunda genç adam kızın yatağını serdi. Onu yatağına bırakıp giyinmesi için müsaade etti, bu sırada gidip mutfakta oyalandı. İçeriye geri döndüğünde Nidal için serdiği yatağa sırtını duvara yaslayarak oturdu. Bir kaç dakika sonra o da başını dizlerine bırakmıştı. Saçlarında parmaklarını dolaştırdı sakince. İkisi de sessizdi uzun süre. Aradan geçen zaman zarfını ölçemese de başını çevirdi, sırt üstü uzanır hâle gelip yüzünü genç adama döndü. Bakışlarını adamın suratında gezdirirken az sonra nasıl oldu anlamadan parmaklarını da adamın yüzünde geziyor halde buldu kız. Mervan gözlerini yumup yutkundu, kalbinin çırpıntısını hissetti. "Nidal..." Başını adamın dizlerinden kaldırıp oturdu, sakallarında dolanan parmaklarını kaşının kenarındaki yara izine dokunurdu. Az sonra bakışlarıyla birlikte hareket eden parmakları bir diğer izin üzerinde durakladı. Sakalları kesikken uzunluğu daha belirgindi bu izin, şimdi sakalları büyük kısmını örtmüştü lakin kızın ezberinde vardı zaten. Ezberindeki izi takip etti, çenesinin altından yanağına doğru izledi ve durdu. "Sen çok güzel bir adamsın Mervan." deyip genç adamın yanağındaki izin üzerine dudaklarını dokundurduğunda karşısında bıraktığı etkinin büyüklüğünden habersizdi. Daha hızlı inip kalkan göğsünü durdurmaya çalıştı Mervan, başaramadı. İçinde boy gösteren fırtınaların hortuma dönüp boğazına takılışını hissediyordu. Kendinden bağımsızca hareket eden elini Nidal'in yanağının üzerinde durdurdu. Çok uzun zamandır sıkça ıslansa da şu sıralar kuru kalmakta ilerleme kaydeden yüzüne değdirdi parmaklarını. "Bir şey sormak istiyorum." Bir kaç saniye duraksayan genç adam soracağı soruyu unutmuş gibi sustu, dudaklarını tıpkı onun kendine yaptığı gibi, yanağına dokunurdu. "Bu adama eziyet değil mi yaptığın?" Alnından öptü usulca. Kokusunu ciğerlerine doluyordu. İçini titretirken her şey, sözünü çiğnemekten korktu. Derhal bu odadan çıkıp gitmeliydi. Tam geri çekilecek, sonra da buradan kaçacakken yapamadı çünkü yüreğini titreten kadın ona sarılmış, parmaklarını saçlarında dolandırmaya başlamıştı. ''Mervan, uyurken bana sarılır mısın?'' ''Emin misin?'' Sanki dünyadaki en zor savaşını şuan veriyordu Mervan. Kendisiyle. Tereddüt. ''Hıhı. Kollarının arasına sığınacağım. Benimkileri de sana saracağım. Sen yokken soğuktum hep, sen gelince bahar da geldi. Gündüzüme de gelsin geceme de. Olmaz mı?'' Genç adamın dudakları bir tebessümle kıvrıldı, ardından onları kızın saçlarına dokundurdu. Bu kez, farkında olmadan yüreğine çoktan baharı getiren kadına haberlice baharını getirecekti.
Gözlerini duvardaki yazıdan ayırıp gülümsedi Nidal. Bu yazıyı kimlerin birlikte yazdığını çok iyi biliyordu. Zihnine kazınan bir görüntüydü, çok sevdiği. "Ey zalim, gittik sanma! Bedenimiz toprağın altındaysa da ruhumuz hâlâ geziniyor bu sokaklarda!" İçine doğru "Eymen Mahir..." diye fısıldadı. "Ruhun hâlâ geziniyor bu sokaklarda. Enes Hamza'nın da elinden tutmuşsun gibi..." "Eymen Mahir'in fikriydi." dedi Mervan. Anlamıştı kızın duvardaki yazıya takılıp gülümsediğini. "Beraber yazmıştınız, değil mi?" "Evet. Biraz ilgilense ne edebiyatçı olurdu Eymen Mahir. Şair gibi adamdı. Gerçi, onun okumaya ihtiyacı da yoktu ki. Hayat ona en güzel şiirleri, sözleri söyletiyordu yeri gelince." Mektubu hatırladı, derin bir hasretle iç çekti Nidal. "Öyle... Hayattan daha iyi öğretmen mi var ki bize şiiri öğretsin?" "Yok." diye mırıldandı Mervan. Caddeye varana kadar sessizce geçti zaman. İnsanların yıkık, ölmüş sokakların duvarlarına umut, aşk, direniş yazması oldu olası hayran olunasıydı onun için. Ve bazen bir çok şeyden daha mânalıydı. Caddeye vardıklarında bir taksi buldular, hastane yolunda döndü arabanın tekerlekleri. Hastanenin önüne gelince indi genç adam, tekerlekli sandalyeyi arkadan çıkarttı, karısını üzerine bıraktı ve içeriye doğru ittirdi. "Burada her gün onca acı görüp yaşamama rağmen özlemişim, çok garip gerçekten." deyip hastaneye baktı dikkatle, uzun zaman sonra. Koridorda ilerlerken Muaz'la denk geldi, ayaküstü selâmlaştı epeydir görmediği genç adamla. Mukaddesi de gördü, onunla da kısaca sohbet etti ve sonunda Mervanla birlikte girmeleri gereken odanın kapısını tıklattılar. "Hoş geldiniz, buyrun." diyerek sevinçle onları ağırlayan ellili yaşlarda adam gözlüklerini düzeltip gülümsedi, oturmalarını işaret etti. "Sizin de tahmin ettiğiniz gibi haberlerimiz güzel. Biz çok sevinçliyiz, inşallah sizin için de hayırlı bir süreç olur." Nidal mutlulukla Mervan'ın gözlerinde misafir etti gözlerini. "İnşallah." Bu sırada odanın kapısı tıklatıldı, içeriye Omar girdi. Suratında aydınlık bir gülümseme vardı adamın. "Nidal! Senin geldiğini duyunca hemen geldim vallahi kardeşim. Hoş geldin." "Teşekkür ederim." deyip gülümsedi Nidal. Omar, Mervan'ın elini sıktı. "Hoş geldin kardeşim." "Eyvallah abi." Bir bir sandalyeye oturup her zamanki enerjik haliyle konuşmaya devam etti Omar. "Kusura bakmayın hocam, sizi de böldüm ama... Tebrik etmek istedim bu arkadaşları." "Ben de tam tebrik kısmındaydım zaten Omar, birlikte tebrik etmiş oluruz." deyip tebessüm etti yaşlı adam. "Eee, bu kararı vermenize sebep olan şey ne?" "Nidal'in sayesinde." diye yanıtladı Mervan. "Eğer Mervan desteklemese, kabul etmese bir önemi olmazdı tabi." "Mervan'ı onca zaman sonra hastaneye döndürmeyi başardığın için tebrik ederim Nidal. Vallahi biz zamanında az dil dökmedik, gel doktor olarak çalış diye. Ama adam daha ciddi işler peşinde koştu." "Nasip..." diye mırıldandı Mervan. "Nasip tabi. Neyse, sonunda buradasın işte. Yarın başlıyorsunuz değil mi?" İki genç de yaşlı adama baktı cevabı merak ederek. "Teşekkür ederim." Omar iç çekti, gururla kıza baktı. "Helal olsun Nidal sana. Engel dinlemeyip tekerlekli sandalyede de olsa mesleğine devam etmek, insanlara faydalı olmak istemek çok takdir edilesi bir şey. Mervan'ı hastane koridorlarına geri döndürmek daha da takdir edilesi." Gülümsedi Nidal, gülümsedi Mervan. Yalnız hocalık yapmak onu bir süre idare etse de daha faydalı olmak istemişti. Hemşireliğine devam etmek, olabildiği kadar faydalı olmak istemişti. Onun alıştığı, uzmanlaştığı şey buydu. Lâkin Mervan tereddüt etmişti karısının bu kararına onay vermeye. Nidal ne yapmış etmiş, onu doktorluk mesleğine geri dönmeye, böylece hastanede de yanında olmaya, hem faydalı işler de ortaya koymuş olmaya ikna etmişti. İkna süreci zor olsa da genç adamın kendine kıyamaması sonucu buradalardı. Biraz daha sohbet edip hastaneden ayrıldılar, eve döndüler. Birlikte yemek hazırladılar, yediler, mutfağı topladılar. Her akşam yaptıkları gibi Kur'an okudular. Bu kez biraz okuyup "Sen sesli okusana, ben dinleyeyim." diyerek Mervan'a baktı, Nidal. O da sesli okudu, Nidal dinledi. Ardından dua etti, Yasin'i tüm şehitlere ve şehitlerine hediye etti. Nidal, arada bir yaptığı üzere defterine bir şeyler yazdı yine. O yazarken Mervan da duş almaya gitmişti. Defteri kapatıp kalemi üzerine bıraktı, masanın üzerindeki ayıcığa hasretle bakıp okşadı. Hasreti ne çok öğretmişti hayat ona... Koltuğun yanında durup artık kolayca yaptığı üzere koltuğa geçti ve oturdu kız. Bu sırada içeriye girmiş, saçlarını elindeki havluya kuruluyordu adam. Havluyu sandalyenin sırt kısmına kuruması için asıp Nidal'in yanına oturdu. Genç kız adamın dağılan saçlarını düzeltip üzerlerine bir buse bıraktı. Mervan, karısının saçlarından uzaklaşan elini yakalayıp üzerinden öptü. Bakışları masanın üzerindeki deftere takıldı. Ve yanındaki keke. Kalkıp keki aldı, açıp ikiye böldü. İkisi de yarım parçalarını yerken "Okuyabilir miyim ne yazdığını?" diye sorarak parmağı ile masanın üzerindeki defteri işaret etti Mervan. Hayır anlamında başını iki yana salladı Nidal. "Belki sonra. Kekimi seninle paylaşamayacağım zaman gelince..." "Ya önce benim sana kek getiremeyeceğim zaman gelirse?" demek istedi adam, diyemedi. Kızın yanına ilişip kollarını sıkıca doladı ve sarıldı. 💐 Özgürlük şiirleri getirecek mi rüzgar bu diyarlardan? Çiçeklerimizi arasına koyduğumuz defterlere yazabilecek miyiz sevda türküleri? Yoksa sürecek mi kalemimizin acı işlemesi her satırda, her sayfaya, her dakika... Koruyabilecek miyiz içimizdeki aydınlıkları, sarmışken karanlıklar her yanı! 💐 19.05.2020 |
0% |