Yeni Üyelik
19.
Bölüm

19 - Rüya

@sukunettekelimeler


Nidal, kollarının arasındaki yıpranmış bez oyuncağa biraz daha sarılmıştı farkında olmadan. Mervan odaya girdiğinde tahmin ettiği gibi karısının uyuyakaldığını gördü. Üzerindeki örtüyü güzelce omuzlarına dek çekip tebessüm ve şefkat, aşk ve merhametle baktı ona. Bir buçuk yılın ardından hayata devam ediyor, içindeki tüm yaraları göğsünde nişan olarak taşıyordu ikisi de. Buna çok mutluydu, şükrünü etmekten geri kalınmaması gereken kocaman bir nimetti ikisi için de. Her şeye rağmen sonunda Mervan'ın elini tutmuş, Rabbine sarılmış, unutmamıştı dünyaya geliş nedenini ve kalkmıştı düştüğü yerden. Tekrar birini sevmek imkansız görünse hatta böyle bir şeyi düşünemese bile Allah koyunca sevgiyi kalplere, sevebiliyordu insan yeniden, öğrenmişti Nidal. Eymen Mahir'i unutmuş demek değildi bu, hayır. Sevgisi öylece yüreğindeydi.

Mervansa evlendikten sonra nasıl olmuş da yıllarca birlikte olduğu kıza aşık olmuştu hayret etmişti. Onca zaman değil de o zaman... Allah her şeyin en hayırlısını biliyordu, inanıyordu. Çünkü bu zamanlama iki yaralı insana şifa olmak için ayarlanmıştı. Birbirlerine destek olmaları, birlikte çalışmaları, birlikte başkalarının yaralarını sarmaları, birlikte ömür almaları içindi.

Masanın yanına gitti, bakışları deftere takıldı. Merak etse de sözü vardı, okumayacaktı elbette. Yalnızca defterin üzerindeki fotoğrafı eline aldı ve tebessüm ederek baktı. Muaz evlenmiş, onun düğün töreninde hatıra olarak fotoğraf çekilmişlerdi hep birlikte. Bunun yanında hiç fotoğrafları olmadığını fark edince birlikte bir fotoğraf daha çekilmişlerdi Mervan ve Nidal. Nidal tekerlekli sandalyede, Mervan ise onun hemen bitişiğine koyduğu bir başka sandalyede oturuyordu. El ele tutup tebessüm etmişti ikisi de. Sıcacık bir tebessüm. Fotoğrafı defterin üzerine geri bırakıp ışığı söndürdü ve Nidal'in yanına uzandı. Yüzünü ona doğru dönüp bir kolunu başının altına aldı ve bir süre ona baktı, dua hediye etti, gözlerini kapattı.

''Mervan!'' Aniden gözlerini araladı Nidal. Yalnızca rüyasında değil gerçekten de ağladığını fark etti. Genç adam, ''Rüya görüyordun.'' diye fısıldayıp kızın yanaklarındaki ıslaklığı parmaklarıyla sildi. Rüya görüyordu...

Rüyanın etkisinden çıkmakta zorlanmıştı genç kadın. Sabah namazından sonra defterine karaladığı satırlarda da sanki gidecekmiş havası vardı. Bir zamanlar gitmeyi kendisi de çok istiyordu ama şimdi arkasında yaralı bırakmaktan korktuğu bir adam vardı.

Mutfağa gidip genç adamın kahvaltı hazırlamasına yardımcı oldu, birlikte güzel bir kahvaltı yaptılar. Bu sırada aralarında komşularının üç çocuğu hakkında konuşmalar geçmişti. Anne ve babalarını işgalciler tutuklayınca üç çocuk evde yalnız başına kalmıştı öylece. Onlarla ilgilenmişlerdi, misafir etmişlerdi bir süre fakat sonra Fatıma hanım kendi yanına almıştı onları. Hâlâ gidip ilgileniyorlardı elbette lakin onlar çalıştıkları için hep yanlarında olamazlardı. Bu nedenle Fatıma hanımla yaşıyorlardı artık. Yavrucaklar anne-babalarının dönmesini bekliyordu dört gözle ama ne zaman dönerler, dönerler mi Allah bilirdi...

Kahvaltıdan sonra hazırlandılar, hastaneye gittiler. Her zamanki gibi yoğun bir gün geçiyordu fakat dünyaya gözlerini açan gök gibi bakışlı minik kız tüm yorgunluklarını almıştı sanki. Saat öğlene gelirken bir grup personelle birlikte Mervan ve Nidal de hastaneden ayrıldı. Çit protestoları vardı ve oraya gidecek, sağlık personali olarak destek için orada bulunacaklardı.

Alışageldikleri üzere yaralanan oldu, kargaşa oldu, adaletsizlik oldu. Filistin'de normaldi, hiçbir yerde normalleşmemesi gereken bazı kavramlar, eylemler! Sıkça Eymen Mahir'in vurulduğu ve gözünü kaybettiği o günü hatırladı genç kız. Az sonra Mervan ve Muaz'ın taşıdıkları bir hastaya yardım etmek üzere tekerleli sandalyesini onların yanında durdurdu Nidal. Yaralı adamla ilgilenmeye başladı.

''Nidal, şunu bastırır mısın?'' Mervan'ın dediğini yaptı genç kadın. Ardından Mervan, adamın yarasına müdahale etmeyi sürdürürken ona yardımcı oldu. Mervan'ın kaşları çatık, bakışları yorgun, yüzü ciddi ama duruşu güçlüydü her şeye rağmen. ''Bir dakika, sen devam et, geliyorum.'' deyip sargı bezi almak üzere hızla kalktı ve kenarıdaki çantalarda duran malzemelerin içinden hızlıca bir paket alarak geri döndü Mervan. Nidal'e devrettiği işlemi kendi devam ettirip sargı bezini kızın eline verdi. Adamı yarası daha iyi duruma geldiğinde sarmak üzere ''Nidal, sargı bezini uzatır mısın?'' deyip elini uzattı fakat avucuna bırakılan hiçbir şey olmamıştı. Bakışlarını adamı yarasından kaldırıp Nidal'e çevirdiğinde kızın gözlerine takıldı gözleri. Anlam veremediği bir şekilde bakıyordu kendine. ''Nidal, iyi misin?'' deyip bakışlarıyla kızın bakışlarını takip etti, omzularından sarkan örtüsünün hemen altında, beyaz önlüğünün üzerinde durdu bakışları. Beyaz önlüğünün üzerindeki lekede...

''Nidal!'' Muaz, arkadaşının bağırışı üzere o yana baktı. Tanık olduğu ân bir kaç saniyeliğine zamanı durdursa da , koşup Mervan'ın yanına geldi.

Nidal'i kucaklayıp tekerlekli sandalyeden aldı genç adam, kucağına yatırdı. ''Biraz dayan tamam mı? İyileştireceğim seni...'' diye mırıldanıp konuşuyor, kızın göğsündeki kurşun yarasına müdahale etmeye çalışıyordu Mervan. Muaz, ona yardım etmek adına genç kadının yarasıyla ilgilenmeye çalıştı. Mervan'ın yaşlı gözleri önünü görmesine engel oluyordu, önlüğünün koluna hızlıca gözlerini silip bakışlarını karısının yüzüne değdirdi. '''Nidal, bu kadar erken bırakma beni ne olursun.''

Göğsüne saplanan derin sancı gittikçe azalıyordu, rahatladı Nidal. Başında korkuyla duran, onunla ilgilenen adamın gözlerine misafir oldu bakışları. ''Defter-- artık... okuyabilirsin Mervan.''

Gözünden düşen yaş, kızın beyaz önlüğüne damladı. Zalimlerin hemşire, doktor, sağlıkçı dinlemediği; bir başkasının hayatını kurtarmaya çalışırken vurdukları kadının önlüğüne... ''Okumayacağım Nidal, okutmayacaksın. Lütfen, okuma şansını verme bana.''

Damarlarındaki kanın çekildiğini hissetti bir an Nidal, halsizdi. Son gücünü kullanarak genç adamın parmaklarını yakaladı, sıkıca tuttu. Rüyasını hatırladı, tebessüm etti. ''Mervan..Bekleyeceğim gelmeni.''

Mervan'ın elini sıkan parmaklar gevşedi. Önce şehadet fısıldadı, ardından sustu kız; gözleri yavaşça kapandı dünyaya, genç adamın kolları arasında. Uyandı rüyadan. Rüya içinde gördüğü rüya zihninden geçerken...

Uzun zaman sonra hepsini bir görmüştü rüyasında. Hep birlikte yemek yiyorlardı yemyeşil bir bahçede Ayşa hanım, Süleyman bey, annesi, eniştesi, Tarık, Enes Hamza ve Eymen Mahir. Mervanla birlikte çimlerin arasından geçerek yanlarına doğru yürüyorlardı. Mervan'ın elini sıkıca tutmuştu, gülümsüyordu. İçini yakan hasret ile içine ferahlık veren vuslat birbirine karışmıştı. Gözleri doluydu. Enes Hamza onu görünce kalktı, ablasına doğru koşmaya başladı. Bunun üzerine Mervan'ın elini bırakıp kardeşine doğru koştu Nidal. Ona sıkıca sarıldı, kokusunu içine çekti. Küçük çocuğa doymak istercesine kokladı, öptü, sarıldı, baktı. Ardından bakışları masaya uzandı. Annesine doğru gidip sarıldığında ağlamaya başlamıştı. Babası da ortak oldu kucaklaşmalarına. Halası ve eniştesine de sarılmıştı. Hepsinin gözü yaşlıydı. Son olarak sakındığı bakışları Eymen Mahir'i buldu. Burnunun direği sızlıyor, boğazına dek hasretle yanıyordu. Genç adam mütevazi bir tebessümle birlikte yanına yaklaştı, başı iki yanından tutup alnına dudaklarını bastırdı. ''Hoş geldin Nidal.'' Sonunda görmüştü onu, sonunda karşısındaydı. Hiç yapamadığı şeyi yaptı, sarıldı ona Nidal. ''Bin yıl oldu mu?'' dedi başının altındaki göğsünün inip kalkışını hissederken. ''Bin yıl oldu, Nidal.''

Bir kaç dakika sonra başını kaldırdı, bakışlarını hâlâ yanlarına varamayan Mervan'a çevirdi. ''Mervan! Gelsene, hadi.''

''Gelemiyorum, Nidal.'' deyip önündeki nehri işaret etti genç adam. Az evvel orada yoktu oysaki!

''Henüz değil, kardeşim.'' deyip nehrin diğer ucuna doğru yavaş yavaş yürüdü Eymen Mahir. Nidal de takip etti onun adımlarını. Gürül gürül akan suyun bi tarafında onlar, diğer tarafında Mervan vardı. ''Artık bana emanet, merak etme Mervan.'' dedi Eymen Mahir, başıyla selam verdi dostuna.

''Sana emanet...'' dedi Mervan ve karşılık verdi genç adama. Bakışları Nidal'i buldu sonra. ''Görüşürüz Nidal, yakında görüşürüz.'' Aniden uzaklaştı Mervan.

''Mervan!'' diye seslendi uzakta arkası dönük giden adama. ''Çok bekletme, olur mu!? Mervan!''

Rüyası, rüyadan uyanacağının habercisiydi. Uyandı. Mervan ise hâlâ rüyada olmanın sancısı içinde kıvranıyordu. En büyük yaralarından birini almıştı. Kardeşi Tarık'ı şehadete uğurladıktan sonra bir de karısını uğurlamak düşmüştü payına. Mervan hep sevdiklerini toplarken, bu kez kendi dağılmıştı. Onların yüreklerini tutup can kırıklarını ayıklarken, kendi ellerindeki kesiklerin iziyle yaşamaya mahkum kalmıştı. Gözlerini her sabaha açtığında, her canı yandığında "Ağaran sabahın Rabbine sığınırım." dedi. Ağladı ama ağlarken yine Rabbine sığındı. Karanlık çökünce gecenin şerrinden, hüzün sarınca fazlasının şerrinden, yorulunca düştüğü yerde kalmanın şerrinden Rabbine sığındı.

Bir kaç gün içinde hastaneden tekrar ayrıldı, Direniş'e katılma zamanının geldiğini haber verdi ona takvimler. Hapisten çıkınca yapacaktı bunu lakin aldığı yıkıcı haberler ve Nidal'in durumu bunu ertelemesine sebep olmuştu. Sonrasında evlenince rafa kaldırmıştı bu konuyu uzun süreliğine. Artık yeniden kalemle, sağlıkla, protestoyla ve benzeri şeylerle değil, silahla duracaktı düşman karşısında.

İçi artık sessiz, boş olan eve girdi ve eşyalarını toparladı. Özenle düzenlese de açıp okumaya cesaret gösteremediği defterin başında yine bir süre dikildikten sonra derin bir nefes aldı, defteri alıp oturdu ve soluklandı. Kapağını araladığında bir mektup gördü, biraz incelediğinde Eymen Mahir'den Nidal'e olduğunu anlayıp mektubu zarfa yerleştirdi okumadan. Onların anısına saygısı sonsuzdu. Sayfayı çevirdi, okumaya başladı. Göz yaşları defterin yapraklarını ve genç adamın üzerindeki üniformayı ıslatıyordu. Sayfaları tekrar tekrar çevirdi...


"Bazen insan gerçekten yoruluyor. Mesela şuan o denli yorgunum ki.. Her cümlemin, her kelimenin ardına bir üç nokta kondurmak istiyorum ki yazamadıklarım, anlatamadıklarım o üç noktanın içinde barınabilsin."

"Küçük bir çocuğun gözlerinde saklısın. Ardında bırakamadığım anılarımda. Korkularımda, göz yaşlarımda, tebessümlerimde, kahkahalarımda; dünümde, yarınımda, uzaklarda ve yanıbaşımda, rüzgârlı şehrimin sokaklarındasın. Basit mi sevmek? Yahut temiz mi bir çocuğun dilinden dökülürkenki 'seni seviyorum' sözcükleri gibi. Basit değil, öğrendim. Temiz mi bilmiyorum. Ama eminim, küçük bir çocuğun gülen gözlerinde saklısın."

''Rüya gördüm. Bir adam vardı, her şeyiyle bana gelmiş ama ben ona gidememişim. Bir gün gönlümdeki yol gönlüne çıkmış, her yerde beni ona vardıracak doğru adresi aramışım. Evinin kapısında beklerken ben, içeride tüm yaralarına sarılmış yaşamaya çalışıyormuş o. Kapıyı vurmuşum, hikayemizdeki anahtar kelimeyi bulmuşum. Meğer ben o kelimenin üzerine dokunurken aslında bir adamı hayatta tutmuşum ve bir adamın hayatına tutunmuşum. Ben yokkense adam gülmemeye and içmiş, göğsündeki kuşlar ötmez, çiçekler yeşermez olmuş. Adamın göz bebeklerine dokunmuşum sonra, dünyalar onun olmuş. Yalnız onun değil benim de yüreğime bahar getirmiş bu geliş. Meğer ben geç kalmaya ne çok yakınmışım. Daha fazla geç kalmadan adımlarımı onun kapısına çıkaran Allah ne büyükmüş. Her şeye rağmen bana kapılarını, pencerelerini sonuna dek açan adam ne güzelmiş, ne temiz seviyormuş.''

"Sonbahar kokulu adam, ruhuma bahar oldu.
Acılarıma merhem, adımlarıma yön...
En önemlisi, ciğerime nefes
Boğazımda soluk
Ömrüme ömür. "


Son olarak son sayfayı, son paragrafı okudu Mervan.


''Hayalim, gerçeğim, imkansızım, mümkünüm. Umudum, inancım, geçmişim, geleceğim, şimdim. Uzağım, yakınım, sevgilim, sevdiğim. Ben bu dünyada üç adamda bu kelimeleri gördüm, sevdim, öğrendim. Üç adama bu kelimeleri ithaf ettim. Babama, sana, Eymen Mahir'e. Ben üçünüzü de çok sevdim. Sizinle güç buldum, sizinle ümit topladım hayatın dallarından. Yalnız bu hayatta değil, asıl hayatımızda da bu böyle kalacak. Bir an bile şüphe etmedim sevginden, bir an bile şüphe etme sevgimden. Seni seviyorum Mervan, seni seviyorum hocam, kocam, doktorum, şimdim, yarınım. Seni de seni bana vereni de...''


Şüphesiz genç adam da seviyordu, çok seviyordu. İçindeki fotoğrafları alıp cebine koydu, defteri kapattı. Ama ömrünün defteri kapanmadıkça yüreğinde bu defter de kapanmayacaktı, biliyordu.

Evden çıkmak üzere kalktı, kapıya gitti fakat karşısında uzun saçlı, sarışın, renkli gözlü o genci bulmak epey şaşırtmıştı Mervan'ı. ''Jacob?''

Adamın şaşkınlığını fark eden genç, elini uzattı. ''Selamünaleyküm Mervan.''

''Aleykümselam. Welcome. I'm sorry about this...I became surprised when I see you here.'' (Hoş geldin. Kusura bakma...Seni burada görünce şaşırdım.)

Jacob içinde yıldızlar parıldayan gözlerini Mervan'ın gözlerinde misafir etti. Ses tonu ve konuşması içindeki kızgın, hüzünlü ama sağlam genci gözler önüne seriyordu. ''I came here to visit Nidal.'' (Nidal'i görmek için buraya geldim.)

''She martyrized.'' (O şehit oldu.) derken bunu dile getirmenin verdiği acı hissedilir şekilde kendini göstermişti.

''I know.'' (Biliyorum.) dedi Jacob. Gözleri dolmuştu. ''I saw it in the news. I want to visit her tomb. Can you take me there?'' (Haberlerde gördüm. Mezarını ziyaret etmek istiyorum. Beni oraya götürür müsün?)

''Of course.'' (Tabiki.) dedi Mervan, götürdü uzaklardan gelen ziyaretçisini, uzaklara giden karısının mezarına. Jacob, yolda biraz solsa da aldığı çiçekleri bıraktı toprağın üzerine. Mervan'ın gözlerine kararlılıkla bakıp burada Kelime-i Şehadet getireceğini, yanlış söylerse düzeltmesini istedi. Jacob, Yakup oldu bir zamanlar evinin önünden geçip okuduğu Kur'an'dan etkilenerek araştırmaya başladığı din yolunda ömrünü sonlandıran kızın yanında. Ertelediği bu kararı, gördüğü haber ve yüreğine yediği darbe nedeniyle daha fazla ertelemekten vazgeçerek Filistin'e ilk bileti almıştı. Ve kalbinin huzurla yıkandığı dine ilk adımını atmıştı. Ardından Jacob, yani Yakup, müziğiyle duyurdu Filistin'in sesini dünyaya. Fotoğraflarıyla duyurdu. Nidal'in defterindeki satırları da işledi notalarına.

Mervan nöbet tuttu cephesinde. Gazze'de yalnız Filistin'i ve Gazze'yi değil, Şam'ı, İstanbul'u savunduklarına inanıyordu genç adam. Çünkü bu İslam şehirlerinin ruhları birdi. Gazze düşerse İstanbul düşerdi, Şam düşerdi ve peşinden daha niceleri düşerdi.

Gün geldi, bir kaç bin yıl daha geçti ve Mervan da rüyasından uyandı.


💐

Bir rüyandan uyandım, bir başka rüyanın içine. Bir rüyandan tekrar uyandım, bir parçam rüyada hâlâ. Rüyada olmanın sancısı içinde kıvranmakta. Ağaran sabahın Rabbine sığınarak bekliyor bin yıl daha.

💐


20.05.2020

-SON-


NOT : Rezzan Eşref Abdülkadir el-Neccar bilinen adıyla: Rezzan el-Neccar. Sağlık görevlisi olarak beyaz renkli kıyafeti ve bandajıyla 2018 yılı Ramazan ayında Gazze Şeridi ile İsrail arasındaki sınırda çit protestoları sırasında yaralananlara yardımcı oluyordu. Filistinki sağlık gönüllüsü hemşire Rezan el-Necar 1 Haziran 2018'de yine Gazze Şeridi-İsrail sınırında yaralılara yardım etmek üzere çalışırken İsrail askerlerinin açtığı ateş sonucu 21 yaşında vurularak ölmüştür.

Loading...
0%