Yeni Üyelik
3.
Bölüm

3 - Tebessüm

@sukunettekelimeler


Uyuyan genç adama gitti Nidal'in bakışları son kez, ve ayağa kalkıp Süreyya hanıma baktı. "Ben artık eve gideyim Süreyya teyze, geç oldu. Yarın yine gelir Eymen Mahir'i kontrol ederim."

"Peki kızım. Dikkatli ol giderken."

Mervan ayağa kalkan kıza, ardından saate çevirdi gözlerini. O da ayaklandı hemen peşine. "Ben bırakayım seni. Zaten Eymen'i görmeye gelmiştim ama uyuyor. Hem eve geçerim sonra."

Süreyya hanım bu fikri beğenmişcesine başını salladı. "İyi olur, sen bırak Nidal'i, Mervan. "

İki genç de kadının elini öpüp vedalaştı ve evden çıktılar. Sokakta yan yana sessizce yürümeye başladılar. Sessizliği bozan genç adamdı.

"Nasılsın Nidal?"

İçinin üşüdüğünü hissetti genç kız, ellerini feracesinin ceplerine soktu. "İyiyim çok şükür, bildiğin gibi...Sen nasılsın?"

"Elhamdülillah.." dedi Mervan. Yorgundu, kırgındı ama memnundu, razıydı her şeye. "Hastanede durumlar nasıl?"

"Her zamanki gibi. Eksik bir çok tıbbî malzeme var, yetmiyor bazen. Onları temin etmeye çalışıyoruz. "

"Allah yardımcı olsun inşallah. Yapabileceğim bir şey olursa mutlaka söyle."

Nidal başını sallarken bir yandan da "Teşekkürler Mervan," dedi. "Allah razı olsun." Bakışlarını kaldırıp sokakta yürüyen küçük kıza baktı. Bu sokakta oturduğu için tanıyordu onu, etrafta görüyordu lakin adını bilmiyordu.

Gülümseyerek yürüyen kız çocuğu yaklaşık on yaşlarındaydı. Elinde bir kase şeker taşıyor ve dökmemek için dikkatle kaseye bakıyordu. Elindeki bir kase şeker onun için çok değerliydi çünkü annesi ona sevdiği tatlıdan yapacaktı, hem de uzun zaman sonra!

Kız karşıya geçerken bir arabanın kıza göz göre göre çarpması üzerine gözleri şaşkınlık ve korku ile açıldı Nidal'in. "Mervan!" diye yanındaki adama yere düşen kızı işaret ettiğinde genç adamın da durumu çoktan fark ettiğini gördü.

Küçük kız yere yığıldı, elindeki kase kırılıp şekerler etrafa saçıldı. Dudaklarındaki tebessüm dondu, soldu. Oysa minik kalbinde heyecan yer ediyordu az evvel, çok sevdiği tatlıyı uzun zaman sonra yiyebileceği için. Sonunda malzemelerinin çoğunu tamamlayacak paraları olduğu için.

Mervan, yanlarından geçen arabanın peşine koşmaya başlamıştı hırsla, sanki durdurabilecekmiş gibi. Eline aldığı bir taşı arabaya fırlatırken bir yandan da "Zalim pislik!" diye bağırmıştı istemsizce. Nidal, koşarak kızın yanına gitmiş ve iyi mi diye kontrol ediyordu. Kızın yavaşlaysan kalp atışları onu korkutmuştu.

"Mervan! Araba bul hemen! Hastaneye götürmemiz lazım! Mervan!"

Mervan kaçan arabanın arkasından öfkeyle bakıp koşarak Nidal'in yanına gitti. Bakışları yerde yatan ufacık kıza takıldığında canı yandı. Kardeşini hatırladı, Tarık'ı. Daha kaç fidan kör kurşunlara, acımasızların nefretlerine kurban gidecekti?

Bu sırada Nidal'in bağırışlarını duyan insanlar evlerinden çıkıp toplanmaya başlamıştı etrafta.

"Yahudi yerleşimcinin biriydi!" diye öfkeyle ortaya bıraktı cümleyi Mervan. "Sizin arabanız vardı, değil mi Nidal?"

Nidal başını sallayarak yanıt verdi ve kıza kalp masajı yapmaya başladı. Herkes şaşkınlıkla bakıyor ve ne olduğunu soruyordu. Mervan arabayı almak için sokağın sonuna doğru koşmaya başladı.

Kalabalığın arasından bir adam sıyrılıp endişe ile yanına çömeldi küçük kızın. Adamın gözleri dolmuş, şaşkınlık ve korkudan ne yapacağını bilemiyordu.
"Kızım! Hatice! Ne oldu kızıma?!"
Dünyanın tüm acıları sanki adamın yüreğine çöreklenmişti. Kalbini sökül almışlardı sanki.

Nidal, kalp atışları normale dönen kıza rahat bir nefes alarak baktı. Gözleri dolmuş, sesi titrekti. Minik bedenlere uğrayan zulüm, ona ağır geliyordu. "Bir Yahudi, arabasıyla çarpıp kaçtı."

Adam yaşlı gözlerini sildi, kızının suratını okşadı. "Keşke ben gitseydim! Komşudan şeker almaya gitmişti sadece! Şeker!"

Mervan, arabayla yanlarında durdu bir kaç dakika içinde. Babası, Hatice'yi kucaklayıp Nidal'in yardımıyla arabaya bindirdi.

Mervan genç kıza baktı, durumdan ne kadar etkilendiğini görebiliyordu. "Sen eve git Nidal. Biz hallederiz." deyip gaza bastı ve uzaklaştılar.

Kalabalık dağılmıştı artık, insanlar içeriye girmişti. Nidal, yaşaran gözlerini sildi feracesinin koluna. Az evvel küçük kızın yattığı yere baktı, etrafa dağılmış şeker tanelerini ve kırık kase parçalarını seyrederken dudaklarından bir hıçkırık firar etti. Az evvel Mervanla yürürken üşümesi üşümek değildi. Nidal, asıl şimdi üşüyordu. Her zerresi donuyordu ve elinden hiçbir şey gelmiyordu ısınabilmek adına. Bu soğuk fırtınalar vatanında eserken nasıl ısınabilirdi, bilmiyordu.


🇵🇸


Nöbeti bitmişti ve çok yorgundu genç kız. Derin bir nefes verip başını masanın üzerine bıraktı, bakışlarını alalede bir yere sabitledi. Bütün gün koşturmuştu, hastadan hastaya. İmkanların kısıtlı olması çok can sıkıcıydı. Bir haftada iyileşecek insanlar, bir ay sürünmek zorunda kalıyordu hastane köşelerinde.

Dün akşam araba çarpınca getirdikleri minik Hatice'yi de ziyaret etmişti Nidal. Onu iyi görmek kızın içini rahatlatmıştı çünkü yeterince kayıp yer ediyordu zaten yüreğinde. Hele de hemşire olduğu için şahitlik ettiği onca şehadet..

Derin bir nefes daha aldı, saate baktı. Akşam olmuştu neredeyse. Daha fazla oyalanmayıp kalktı ve üzerindeki beyaz önlüğü çıkartıp siyah feracesini giyerek hastanenin çıkışına doğru adımladı koridorları.

Yürüyerek kattettiği uzunca bir yoldan sonra babasının çalıştığı fırına varmıştı. Süleyman bey fırından yeni çıkardığı ekmeklerden bir kaçını gazeteye sardığı esnada kızının kapıdan girdiğini görerek gülümsedi.
"Hoş geldin kızım!"

"Hoş buldum babacığım. Kolay gelsin." deyip tezgahın arkasına geçti ve sarıldı adama. Bu sırada arka taraftan Osman gelmişti. "Selamunaleyküm Osman, kolay gelsin."

"Sağ olasın Nidal. Hoş geldin."

Süleyman bey gazeteye sarılı ekmekleri kızın kucağına tutuşturdu. "Sen bunları al, arabaya geç. Geliyorum hemen."

Nidal onaylayarak başını sallarken Süleyman bey dükkanın arka kısmına geçti. "Nidal, nasılsın?"

Osman'a çevirdi bakışlarını genç kız. "İyiyim, sen nasılsın Osman?"

"Ben de iyiyim şükür. Sana bir şey söyleyecektim ben."

Çekinerek kendine bakan genç çocuğa kaşlarını kaldırıp ne olduğunu sorarcasına baktığında "Şey, özel bir mevzu. Kapıda iki dakika konuşabilir miyiz?" diye alçak sesle konuşmuştu Osman.

Başını salladı ve dükkandan çıktı. Osman da ardından geliyordu, adım seslerini duyuyoru Nidal. Durdu, arkasına dönüp bir kaç adım ötesinde dikilen genç adama baktı. Osman çekindiğini belli eden tavırlarıyla elini üzerindeki ceketin iç cebine soktu ve bir zarf çıkardı. Ardından utangaç bakışlarını genç kıza çevirdi.

"Nidal, nasıl söylenir bilmiyorum ama...Dimdirek söyleyeceğim. Ben bir sevdaya düştüm."

Nidal, şaşkınlıkla Osman'a baktı. Ne diyeceğini bilemeyip susmuştu. Tek dileği, Osman'ın kendini sevmiyor olmasıydı. Çünkü onun gibi narin bir insanı incitmek istemiyordu. Osman devam etti cümlelerine.

"Uzun zaman içimde tuttum ama artık dayanamadım, söylemeye karar verdim. Cesur olmalıyım dedim. Her şey olacağını varır nasılsa. Ben de mektup yazdım."
Osman, zarfı Nidal'e uzattığında kız alıp almamakta kararsızdı. Ne yapacağını bilememiş, eli ayağına dolanmıştı. Ne söyleyecekti?

"Bunu Meryem'e verir misin Nidal?"

Nidal rahat bir nefes aldı istemsizce. "Osman, Allah seni iyi etsin!" diye istemsizce ona sitem edip uzattığı zarfı elinden aldı, cebine soktu. "Bir kaç saniye daha Meryem demeseydin burada şaşkınlıktan ölecektim!"

Genç adam çekinerek tebessüm etti. "Benim hatam, özür dilerim. Pat diye girdim konuya, adam akıllı belirtemedim. Seni de sitrese soktum sanırım. Hakkını helal et."

"Helal olsun tabiki. Cevap yazınca Meryem, getiririm sana."

Osman yerdeki bakışlarını ona çevirdi. "Yazar mı dersin?"

Nidal istemsizce tebessüm etti. "Yazar derim."

Osman rahat bir nefes alıp inanamıyormuşcasına güldü. "Allah razı olsun Nidal. Meryem senin en yakın arkadaşın, hem size yakın oturuyor diye sana şey ettim.. Gerçi senden başka da kimse yoktu yardım isteyebileceğim."

"Sorun değil Osman, içini rahat tut." deyip teskin edercesine göz yumdu Nidal.

"Hadi gidelim kızım. Osman, dükkan sana emanet. İstersen bugün yarım saat erken kapatabilirsin. Eve de ekmek götürmeyi unutma, ayırdım sana oraya."
Süleyman bey dükkandan çıkıp gençlere hitaben konuşmuştu. Nidal arabaya bindi, pencereyi açtı.

"Eyvallah Süleyman amca. Allah razı olsun. Allah'a emanet olun."

Baba kız yola çıkarken, Osman suratına yayılan tebessümü silmeye çalışıyordu. Başaramayınca vazgeçti. Kocaman bir adım atmıştı, öyle hissediyordu. Yolun sonunun hayra çıkması için dua etti.

Nidal, Süreyya hanımın evinin önünde indi arabadan. Babası ise eve geçti. Kapıyı açan yaşlı kadına sarılıp selam verdikten sonra içeriye girdi genç kız. Eymen Mahir'in kucağında bir yastık, üzerinde Kur'an ile sessizce dudaklarını kıpırdattığını görünce gülümsedi. Ona bakınca yorgunluğunu, onca acılı yüzü, hastaların iniltilerini unutmuştu bile. Sessizce boş koltuğun bir köşesine ilişti ve genç adamın sayfasını bitirmesini bekledi.

Okumayı bitirince kapattı Kur'an'ı Eymen Mahir. Süreyya hanım Kitab'ı alıp yerine götürürken, Eymen Mahir de "Hoş geldin Nidal." dedi genç kıza.

"Hoş buldum." deyip kalktı, köşede duran yardım çantasını alıp genç adamın oturduğu koltuğun yanında çöktü. Pansuman yapması için gereken malzemeleri çıkarıp koltuğun yanındaki sehpanın üzerine koydu. Eymen Mahir, kızın oturması için yer açarak öteye doğru kaydığında aralarına biraz mesafe koyup oturdu Nidal. "Nasılsın?" diye normalden daha alçak çıkan sesiyle sordu. Başını hafifçe yana çevirip pansuman yapacağı kısmı daha rahat görmesini sağladı Eymen Mahir ve "İyiyim elhamdülillah." demekle yetindi.

Nidal, sardığı yarayı açtı, bakışları yaraya konuk olunca istemsizce suratını buruşturdu. Canının yandığını hissetti. Elinden geldiğince hassas davranmaya çalışıp pansumanı yaptığı sırada Süreyya hanım "Ben namaz kılacağım çocuğum, vakit geçmesin." deyip odadan çıktı.

"Ağrın var mı?"

"Biraz." dedikten bir kaç saniye sonra fark ettiği durum üzerine hafifçe tebessüm etti Eymen Mahir. Lakin tebessümünün sesine yansımasından kaçındı. "Pamuğu yaraya dokundurmaktan çekinirken nasıl pansuman yapacaksın?"

Nidal istemsizce gerilmişti. Tam kaşlarını çatıp, dudaklarını aralayıp "Keyfimden değil, senin canın yanmasın diye.." cümlesini daha duygusal olmayan bir şekilde ifade edecekken ondan önce davranmıştı Eymen Mahir. "Korkma, rahatça yap Nidal. Acımıyor."

Genç adamın sesindeki şefkat, minnet ve seçemediği diğer başka duygular Nidal'in yüreğine dokunmuş, hoplayıp zıplamasına sebep olmuştu. Kalp atışlarını yavaşlatmaya çalışırken bir yandan da çabucak bitirmeye uğraştı pansumanı. Ne yani, şimdi anlamış mıydı onun canı yanmasın diye düşünerek hareket ettiğini? Bu ne demek oluyordu? İçinde ona verdiği özel bir parça yerden de haberdar mıydı? Belki de sadece hassas bir hemşirenin hastasına (kim olduğu fark etmeksizin) özenli davranıyor oluşuna vurmuştu bu durumu. Sonuçta Nidal hassas bir kızdı, biliyordu.

Sonunda içine ağır gelen kalbini de alıp uzaklaştı ondan. Burnuna dolan kokusu da gitmişti uzaklaşınca ama olsundu. Ciğerlerinde yer ediyordu hep zaten yangını. Malzemeleri toparladı, atılacaklardı çöpe attı ve içeriye geri döndüğünde Süreyya hanım da dönmüştü.

"Baksana, ne buldum bugün." dedi yaşlı kadın ve kıza bir fotoğraf uzattı. Siyah beyaz fotoğrafı alıp baktı Nidal. Yüzünde gururlu bir gülümseme ile oğluna sarılmış kırklı yaşlardaki kadına baktı. Yüzünde kırışıklıklar yoktu, acılar bu denli derin değildi fotoğrafta. "Oğlum yeni mezun olmuştu üniversiteden. Çok sevinmiştik." diye hasreti sesini işgal etmiş bir şekilde iç çekti Süreyya hanım. "Âh ah, çok özledim kuzumu. Allah'a şükür Eymen Mahir var, Mervan var. Bir oğlum vatanının topraklarına karıştı gitti ama başka oğullarım oldu. Evlât hasretime deva oldular."

Tebessüm etti Nidal, elindeki fotoğrafı geri uzattı kadına. Süreyya hanım oğlunun mezuniyetini görmüştü, buna şükrediyordu, şanslıydı. Oysa bazı anne-babalar feryatlarını beşikteki bebeklerden, kundaktaki yavrulardan, ufacık masumlardan sebep göğe bırakıyordu. Kimseye hiçbir kötülüğü dokunmamış, daha dünyanın karanlık yüzünü bile bilip ayırt edemeyecek denli masum çocuklar; asla anlayamayacakları bir nefretin ve kaosun kurbanı oluyorlardı.

Şans mı? Evladını diğer anne babalardan daha uzun süre görmek ve büyütmek şans değildi ki! Şans kelimesi böyle bir şey için kullanılamazdı. Bu kelimenin burada yeri yoktu. Çünkü bir anne-babanın, evlatlarının varlıklarına şahitlik etme hakkı en doğal hakkıydı zaten. Şansa bırakılmayacak denli doğal. Lâkin Filistin gibi bazı beldelerde, ellerinden alınan bir şekilde doğal...


💐

Bir çocuğun gülümsemesi normaldir. Bir çocuğun ağlaması da öyle. Düşmesi de hatta. Lâkin çocuğun ağlaması, düşmesi, kanaması, yarası çocuğa karanlık eller tarafından giydirilmiş bir elbise ise, tüm bunlar normal olmaktan çıkar. İnsanlığın yüz karası hâline gelir. O an dünya üzerinde nefes alan her bir insanın hatası...

💐


29.04.2020Çarsamba


Loading...
0%