@sukunettekelimeler
|
"Bu çorbaya yıldızlar kaçmış abla." Enes Hamza'ya gülerek, şefkatle baktı Nidal. "Yıldızlar kaçmadı ablacığım, onlar yıldız şeklinde şehriye. Hamurdan yapılmış yani. Yiyebilirsin." Enes Hamza kararsızca çorbaya bakıp kaşığını daldırdı, hüzünle ablasına baktı. "Eğer yemeseydim yıldızları asardım." Nidal dayanamayıp çocuğun saçlarının üzerine bir öpücük bıraktı. İçine soksa bu çocuğu, yine doyamayacaktı sanki ona. "Afiyet olsun sana benim küçük bilginim. Ben gidiyorum, sonra görüşürüz, tamam mı? Allah'a emanet ol." "Görüşürüz abla, Allah'a emanet ol." Nidal mutfaktan çıkıp içeriye geçti. Bugün neşesi yerindeydi. "Hala, Ben gidiyorum." "Hastaneye mi?" diye sordu kadın ve ördüğü hırkadan çektiği gözlerini genç kıza çevirdi. Nidal tebessüm ederek başını salladı. "Önce Süreyya teyzeye uğrayıp Eymen Mahir'in pansumanını yapacağım, oradan hastaneye geçeceğim inşallah. Aa bir dakika, hastaneden önce Meryemlere de uğramam gerek." "Yine çok meşgulsün Nidal hanım. İyi, git bakalım geç kalmadan. Selam söyle herkese. Allah'a emanet." deyip elindeki hırkaya verdi dikkatini tekrar Ayşa hanım. Nidal son kez kendine bakıp başını düzeltti, çantasını takıp evden çıktı. Süreyya hanıma uğradığında Eymen Mahir'in üçüncü bir günü evde oturarak geçiremeyeceğini söyleyip kaçtığını öğrenmişti. "Haftaya yürüyüş var biliyorsun, onun için yapacak şeyleri varmış. Kalktı gitti, tutamadım işte. Koca adam, bağlasan bağlayamazsın." deyip gülümsedi Süreyya hanım, yarı yakınır ses tonuyla. "Haklısın Süreyya teyzem. Ben o zaman gideyim, bugün yapacak çok şeyim var. Sana sonra yine uğrarım." "Ah Eymen Mahir, bir gün daha oturamadın yani! Neyse, inşallah bir sıkıntı olmaz da kendine dikkat edersin. Başına dert almayı çok iyi beceriyorsun gerçi, korkutuyor bu beni..." Kendi kendine içinden söylenirken aklına onunla ilk tanıştığı zaman düştü. Yine Eymen Mahir başına dert almış ve bu sayede tanışmışlardı. Kader, çözülemez ağlarını örmüştü dikkatle. Yaklaşık iki yıl önceydi. Enes Hamza küçüktü, hasta olmuştu. Nidal de o zamanlar hastanede çalışmıyordu, okuyordu. Halası ve babası apar topar çocuğu hastaneye götürmüşler, Nidal'in de gece gece evde yalnız kalmasını istemedikleri için Süreyya hanımın yanına bırakmışlardı. Yaşlı kadın uykusundan uyanmış, onu içeri buyur etmiş, koltuklardan birini ona yatak yapıp sermiş ve gidip uyumuştu. Nidal'i uyku tutmamıştı, onun için saat erkendi, henüz on birdi. Uyuyamayınca daralmış, içine bir sıkıntı oturmuştu. Kalkıp önce ışığı sonra da pencereyi açmıştı ve temiz hava aldıktan sonra pencereyi açık bırakıp ışığı kapatarak yatağın bir köşesine oturmuş, öylece bir şeyler düşünüyordu. Aniden kapı çalınca irkilmişti Nidal. Süreyya hanımdan ses seda gelmeyince korkarak kapının önüne gidip delikten bakmıştı, ve ilk kez göz bebeklerine misafir olmuştu Eymen Mahir. Telaşlı, endişeli görünüyordu. Kapıya tekrar vurmuştu hızla. Aynı anda da kızın orada olduğunu anlamışcasına konuşmuştu. "Lütfen açın kapıyı, peşimde askerler var." Bir an tereddüt etse, korksa da hiç düşünmeden başındaki örtüyü düzeltip kapıyı açmış, içeriye adeta dalarcasına hızla giren genç adamın peşinden kapıyı kapatmıştı. Eymen Mahir içeriye girip saklanmış olmanın verdiği rahatlıkla derin bir nefes almış, minnetle bakışlarını bir kaç saniyeliğine genç kıza çevirip "Teşekkürler." diye fısıldamıştı. Kim olsa yapardı bunu, kapısına zalimden kaçan biri gelince onu ortada bırakmazdı. Süreyya hanım da uyanık olsa, o da yardım ederdi, biliyordu genç kız ve içi rahattı. Nidal, kapının vurulduğunda beri hızla çarpan yüreğini susturmaya çalışarak "Önemli değil, iyi misiniz? Bir şeyiniz var mı?" diye sormuştu genç adama. Bir şey olmadığını belirtircesine başını iki yana sallamıştı o da. Bu sırada kapı tekrar hızla çalınmıştı. Nidal'in kalbi daha da hızlanarak çarparken, bir yandan da korkuya bulanmıştı. Eymen Mahir hızlı davranarak önce delikten bakmış, ardından "Allah kahretsin." diye fısıldayıp üzerindeki ceketi ve başındaki şapkayı çıkarmaya koyulmuştu. Süreyya hanım uyanmış, odasının aralık kapısından çıkıp dış kapının biraz ötesinde gördüğü yabancı gence ve Nidal'e anlam veremeyerek bakakalmıştı. Gençler onu fark etmemiş, birbirlerine bakıyorlardı endişe ile. Lâkin genç adamın Nidal'e fısıldayarak konuşması esnasında söyledikleri, yaşlı kadının her şeyi anlamasını sağlamıştı. "Yüzümü görmediler, kapalıydı. Sorun yok, korkma tamam mı? Anlamayacaklar." deyip ceketini ve şapkasını rastgele açtığı dolaba tıkıştırmıştı genç adam. Dolabı kapattığı sırada dışarıdan "Açın kapıyı!" diye bir bağırma sesi gelmişti ve tekrar sertçe vurulmuştu kapı. Nidal başını onaylayarak sallarken, Eymen Mahir, kendilerini izleyen yaşlı kadını fark etmişti. Hızlı adımlarla kadının yanına gidip kırk yıldır tanıyormuşçasına güvenle konuşarak, güvenle bakmıştı. "Teyze, ben senin oğlunum. Eymen Mahir. O da--" deyip kıza dönmüştü. "İsminiz neydi?" "Nidal." Tekrar kadına çevirmişti bakışlarını. "Nidal de gelinin, tamam mı?" Yaşlı kadın başını sallayıp onaylamış, kararlı adımlarla gidip kapıyı açmıştı. Karşısında gördüğü askerlere kaşlarını çatmıştı Süreyya hanım. "Gece gece ne istiyorsunuz?!" Askerin biri cevap verirken, sokağın karşısındaki evlerin de aralık kapılarında uykulu insanlar ve işgalcilerin konuştuğunu görmüşlerdi. "Birini kovalıyorduk, bu sokağa girip kayboldu." Süreyya hanım "Biz kimseyi görmedik, duymadık! Hadi, iyi geceler." deyip kapıyı örtmeye yeltenmişse de askerlerin biri eliyle kapıyı tutup engel olmuştu. "Ne hakla!" diye kızmıştı Süreyya hanım. Yaşı kadar yüreği de büyüktü. Hatta daha fazla. Eymen Mahir kadının yanına geçip elini omzuna koymuştu. "Tamam anne, bırak girip baksınlar. Bizim saklayacak bir şeyimiz yok." Askerler içeriye girerken, Eymen Mahir de Nidal'e çevirmişti bakışlarını. "Canım, sen annemi yatağına götür hadi." Nidal, canım kelimesini o zaman çok da anormal karşılamasa da şimdi hatırlayınca gülümsemesine engel olamıyordu. İç organlarının aralarına hava kaçmışcasına gıdıklanıyordu. İlk tanışmalarından kalma mıydı bilmiyordu ama, o etrafta olunca hep öyle pat pat çarpıyordu yine kalbi. Lâkin korkudan, telaştan değildi. Nidal, Süreyya hanımı içeride serili tek kişilik yatağa götürüp oturtmuştu. Eymen Mahir de kendi evini kontrol ediyorlarmışcasına kollarını birbirine bağlamış, iki askerin peşine evi geziyordu. Sonunda her odaya bakıp tekrar dış kapının önüne dönmüşlerdi. "Gördünüz, bizden başka kimse yok." Askerler başlarını sallamış ve gitmişlerdi. Eymen Mahir dış kapıyı arkalarından kapatıp derin bir nefes almış, içinden Allah'a şükredip içeriye geçmişti. "Kızım şu pencereyi kapat hele." Süreyya hanım genç adama tebessüm etmişti. "Amin evladım, hepimizden razı olsun. Geç, otur şöyle." Eymen Mahir, Nidal'in oturduğu koltuğun diğer ucuna oturmuştu. "Söyle bakalım, ne diye senin peşinde bunlar?" "Biraz kuyruklarına bastım teyzem. O kadarını bil yeter." "Peki, sen öyle diyorsan. Bak çocuğum, şimdi bunlar sabaha kadar buralarda cirit atar. Aha bu yatakta yat uyu rahatça. Ben de Nidal kızımla kendi odamda olacağım. Bir şeye ihtiyacın olursa çekinme." Dediği gibi de olmuştu yaşlı kadının. Eymen Mahir içeride uzanmış, Nidal de Süreyya hanımla beraber kalmıştı. Sabah namazına kalktığında genç adamla karşılaşmıştı Nidal. İçeriye giren Eymen Mahir, odanın boş bir yerinde dikilmiş, sağa sola bakıyordu. Kıbleyi tahmin etmeye çalışsa da pek başarılı olamamış, mutfakta su içen genç kıza sormak için mutfağın kapısına dek gitmişti. Nidal elindeki bardağı tezgaha koyup içeriye geçmiş, bir seccade çıkarıp sermişti ona. "Allah kabul etsin." deyip odadan çıkarken "Amin, Allah razı olsun." deyişini duymuştu genç adamın. Tam abdest almak için banyoya geçecekken kendine de bir seccade almak aklına gelmişti Nidal'in. Genç adam namaza başlamadan hemen alıp çıkmak için içeriye geri girse de çoktan başladığını görünce kaçarcasına kapıdan dönmüştü. Onu son görüşü de namaza durduğundaki haliydi. Çünkü sabah kalktıklarında ortada kimse yoktu. Her şey hayal yahut rüya gibi gelmişti Nidal'e. Lakin hatırlayınca sebepsiz yere gerçek olmasını isteyecek bir rüya. Bir kaç hafta sonra onu tekrar Süreyya hanımın evinde gördüğünde ise tüm gerçekliği ile içine sinmişti iyice. Teşekkür edebilmek adına kadını ziyarete gelmiş, bir kaç şey almıştı gelirken Eymen Mahir. Sonrasında da hep uğrayıp ihtiyaçlarını gözetmişti Süreyya hanımın. Arada Nidal'le de karşılaşır, selamlaşır olmuşlardı. Ve nasıl olduğunu anlamadan kızın yüreğini, zihnini işgal edivermişti. Nidal, kapıyı tıklattı. Az sonra arkadaşı karşısında belirmişti bile. "Nidal! Hoş geldin." deyip sarıldı, içeriye buyur etti onu Meryem. İçeriye geçip bir kaç dakika sohbet ettiler, ardından evde kimsenin olmamasından istifade ederek kıza Osman'ın mektubunu verdi Nidal. Şaşırmıştı Meryem, çok şaşırmıştı. Ne yapacağını da bilememişti. Fakat hissediyoru içini hoplatan o ılık rüzgarı. Bu nedenle kabul etti mektubu. Yine de içinde olduğu kararsızlığı sundu arkadaşına. Konuşup istişare ettiler, ve okuduktan sonra uygun bir cevap yazıp vereceğini söyledi Nidal'e, Meryem. Teşekkür etti bolca. Nidal, bir süre daha oturup hastaneye gitmesi gerektiği için kalktı. Sonunda adımları hastanenin koridorlarını adımlarken heyecanla gülümsüyordu. Çünkü bugün düğünleri vardı. Doktor arkadaşlarından ikisi hayatlarını birleştireceklerdi, hayırlı bir işe adım atacaklardı. Güzel şeyler olunca hayatında, sevinci her yanını kaplıyordu kızın. "Nidal! Kübra düğün için hazırlanıyor, personelin çoğu ya onun yanında ya da diğer hastalarla meşgul. Şu odadaki 40 numaralı hastanın durumunu kontrol eder misin? Acilen başka bir hastaya bakmam lazım." Aniden kendisini durdurup telaşla konuşan ve ardından koşuşturup giden adamın ardından o duymasa da "Tabiki.." deyip önce üzerine önlüğünü giydi, ellerini yıkadı; ardından söylenen hastanın yanına geçti Nidal. Otuzlu yaşlarda bir kadındı. Güzel sayılabilecek yüzü solmuş, ruh gibi bakıyor, görenlerin yaşadığına inanmasını zorlaştırıyordu adeta. Dosyasını alıp açtığında bunun nedenini çok iyi anlamıştı Nidal. Bütün gün üzerine sinen o neşesi ve heyecanı püf diye sönmüş, yerini derin bir haykırma isteğine bırakmıştı. Sokağa çıkmak, karşısında gördüğü her işgalcinin yakasına yapışıp sarsmak, suratlarına suratlarına bağırmak istiyordu nasıl kötü olduklarını. Bir kadının, hamile bir kadının, küçük bir mucizeye gebe olan kadının ırzına giren varlıklara insan demek istemiyordu! Bebeğini kucağına almayı dört gözle bekleyen, ama bunun heyecanına kavuşamadan hayatı mahvolan, tecavüze uğrayan ve bunun yükünü kaldıramayıp intihar etmeye kalkan bir kadın duruyordu karşısında. İşte bu boş bakışların, bembeyaz yüzün, ruhu çekilip alınmışcasına duran bedenin neden bu halde olduğunu biliyordu artık genç kız. Heyecanla beklediği düğünde gülümseyemedi. O gün dudakları kıvrılamadı Nidal'in, hatta eve giderken yolda Eymen Mahir'le karşılaştığında bile. Kalbi hızlı atmadı. Saçlarını kesmiş genç adamı görünce gülecek, şakasına laf edecekti güya. Ses edemedi hiçbir şeye. Hatta sakalını bile kesmiş, çok değişmişti ve komik olmuştu sanki Eymen Mahir. Ama sustu Nidal. Nefret etti, bir kez daha nefret etti bu dünyadaki kötülüklerden. Bebeklerin dört gözle gelmeyi bekleyeceği bir yer değildi burası. Anneleri dayanılmaz yükler altında bırakan bir dünyaydı. Evlatlarını kucağına alma hevesinin, anne-babaların kursaklarına dizildiği bir dünyaydı. İşte, kadının yanına gelen, ama yüzüne bakmakta zorlanan eşini bu hale getiren, dünyaydı! Adamı ve eşini çıkmazlara sokan, aldığı her nefeste daha çok boğuluyormuş hissi uyandıran, bu dünyaydı! İnsanların evliliklerine balta indiriyorlardı. Mutluluklarına balta indiriyorlardı. Hevesle içinde yaşama hayali kurdukları evlerini koca makinalarla yerle bir ediyorlardı. Yuvalarından ediyorlardı nice güvercinleri. Hatırlıyordu Nidal, bir arkadaşı sevdalanmış, evlenmiş lakin işgalciler evlerini yerle bir etmişti. Bahaneleri hep vardı onların, insanların hayatlarını talan etmek için. Mutluluklarını boğazlarına dizmek için hep vardı gerekçeleri! Adam kadının elini tuttu, kadın tüm güçsüzlüğüyle elini çekip kurtardı. Kadının gözünden bir damla yaş kayıp süzüldü. Kadının gözünden bir damla yaş kayıp insanlığın taş kalbine düştü.
Asıl sevdalar burada filizleniyordu, burada yeşeriyor, burada soluyor, sınanıyordu. Filistin'de aşkın sonu bu dünyada acıydı. Vatanına olanın da, sevdasına olanın da... Çünkü ikisi birdi. 💐 01.05.2020Cuma |
0% |