@sukunettekelimeler
|
''Nidal, iyi misin? Neyin var?'' dedi genç adam, yalnızca selamını alıp yürümeye devam eden kıza yetişerek. Normalde böyle yapmazdı, bir hal hatır sorardı. Durdu Nidal, dolu gözlerini ona çevirdi. ''Değilim.'' deyip içinden gelen hıçkırarak ağlama hissini dizginlemeye çalıştı ama başaramadı, gözyaşları firar ediverdi. Eymen Mahir şaşkınca ona baktı. Şaşkınlığının yanına bir de korku koşup gelmiş, tedirginlik eşlik etmişti. Genç kız bacaklarının daha fazla kendisini taşıyamayacağını hissedip kaldırıma oturdu, feracesinin koluna göz yaşlarını silmeye başladı ama sildikçe yerini yenileri alıyordu. ''Nidal..'' Eymen Mahir ne yapacağını bilemeyerek kızın yanına çöktü, ağlamasını durdurmak için elinden bir şey gelmemesi sinirini bozarken tekrar ismini bıraktı aralarına. İsmini söylüyordu yalnızca ama başka şeyler de saklıyordu içinde sanki, öyle söylüyordu. ''Nidal..'' Genç kız burnunu çekti, gözyaşlarını tekrar sildi. Dudaklarından firar eden ufak hıçkırıkları dizginlemeye çalıştı. Biraz ötesinde çökmüş oturan adamın uzattığı mendili alıp gözyaşlarını ona sildi. Fakat elinde olmadan endişe ile kendisine bakan Eymen Mahir'in kurduğu cümledeki bir kelime aniden beynine vurmuştu kızın. ''Nidal, ne oldu güzelim? Neden ağlıyorsun?'' İçindeki onca acıya rağmen kalbi yine bir kelimeye takılıp düşmüştü. Pamuklara sarıp sakladı o kelimeyi, daha sonra dönüp dönüp ziyaret edecekti. Lakin şimdi canını yakan şeyler daha çoktu. Dudaklarından izinsizce firar eden kelime Eymen Mahir'in zihnini çok oyalamamıştı çünkü yüreği sıkılırcasına ağlayan kızın durumu ile meşguldü. Nidal aniden bakışlarını ona çevirdiğinde ve gözleri gözlerini bulduğunda onun da artık dizginlemeye çalıştığı bir şeyler vardı; bakışları ve kalp atışları. Çünkü biliyordu, önce gözüne sonra gönlüne ardından her zerresine düşecekti kız, eğer bakışlarını çekip almasaydı. ''Neden dünya bu kadar kötü ve alçak bir yer?'' cümlesi düştü aralarına, Nidal'in kısık sesinden. Derin bir nefes aldı genç adam. Bakışları yumruk yaptığı ellerindeydi. ''Dünya bize mutluluk ve eğlence yeri olarak sunulmadı ki zaten, Nidal. İmtihan ve sabır yeri olarak sunuldu.'' Havaya gri bulutlar çökmüş, yağmur geldiğine haber veriyordu. Havadaki kasvet daha da çöktü içine Nidal'in. ''Hayat bu, hemşire hanım. Kimine burada çok zor, kimine burada kolay ama ahirette zor olacak. Bunlara dayanabildiğimiz kadar dayanacağız ki ahirette karşılığını alalım inşallah. Bakara suresinde ne diyor : ''Andolsun ki sizleri biraz korku, biraz açlık, mallardan, canlardan ve meyvelerden eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabredenleri müjdele!'' Farkındayım, hassas kalbine işkence gibi gelen bir hayatın içindesin; ama unutma Nidal : Bizim dostumuz Allah'tır. O, yardım edenlerin en hayırlısıdır.'' Genç kız başını salladı yavaşça. Biliyordu bunları ama bazen birinin ona hatırlatması gerekiyordu. Çünkü bazen güçsüz kalıyordu, kendine laf anlatamayacak denli güçsüz. "Geçecek değil mi tüm bunlar?" diye sordu sakince. Ağlaması dinmeye yüz tutmuştu bile, Eymen Mahir'in cümleleriyle. "Geçmez mi, geçecek tabiki. Dünyada kalıcı olan tek bir şey göstersene bana?" "Sevgi." Hiç düşünmeden dudaklarından çıkan tek kelimelik yanıtı ikisi de beklemiyordu. Çünkü aslında sorudan çok teskindi Eymen Mahir'in sözleri, ikisi de biliyordu. Şaşırsa da toparlayıp başını salladı genç adam, "Doğru." diye mırıldandı. "Ve o, her şeyin üstesinden gelmeye yetecek, her karanlığı aydınlığa boğacak, sonunda kesinkes zafer kazanacak tek şey. Madem her daim kazanan sevgi olacak, korkmadan sevgiye ve sabra tutunmak da bize düşüyor." Gök gürledi aniden, ikisi de bakışlarını yukarıya çevirdi. Suratlarına incecik bir kaç yağmur damlası düştü. Eymen Mahir ayağa kalktı. "Hadi, yağmur bastırmadan gidelim." Onu dinleyerek kalktı Nidal, adımlarını takip etmeye başladı. Neredeyse boş sayılan caddenin sonuna geldiklerinde önlerinden hızlı adımlarla geçen bir erkek çocuğu bir kaç adım sonra ayağı takılınca düşmüş, yüz üstü asfalta uzanmıştı. Başındaki kipadan Yahudi bir ailenin çocuğu olduğu anlaşılıyordu. Dokuz yaşlarındaki çocuk suratı, dizleri ve ellerinin sızlamasına dayanamayıp korkuyla ağlamaya başladı. Ağzının içine kan tadı geldiğindeyse ağlaması şiddetlendi. Eymen Mahir ve Nidal bir an göz göze geldikten sonra aynı şeyi yapmaya niyetlenmiş gibi hâlâ yerde uzanan çocuğun yanına varıp çöktüler. Eymen Mahir çocuğun oturmasına yardımcı olup başından kayan kipasını düzeltti, sıyrıklardan sızan kanlarda gezdirdi bakışlarını. Ardından çocuğun burnundan da kan aktığını fark etti. Düştüğü için üstü başı da çamur olmuştu. Yağmur hızlanarak yağmayı sürdürüyordu. "İyi misin?" diye sordu Nidal endişe ile ve çocuğun çenesiden tutup suratına baktı. Çocuk bakışlarını kaldırıp onu gördüğünde şaşırmış, korkmuş, ne yapacağını bilememişti. Çünkü ona öğretilene göre Müslümanlar kötü insanlardı. "Bana bir şey yapmayın, iyiyim, gideceğim." diyerek korkuyla ayağa kalktı ve gitmeye yeltendi ama acıyan dizi sebebiyle topallıyordu. "Nereye gidiyorsun bu halde? Sana zarar vermeyeceğiz, bekle." deyip çocuğa yetişti Nidal ve önünde durdu. Çocuğun boy hizasına gelip gözlerine baktı. "Benim de senin gibi küçük bir kardeşim var, ben bir ablayım. Hem de hemşireyim. Çocukları da çok severim üstelik, dinleri ne olursa olsun. Benden korkmana gerek yok." Çocuk, Nidal'in gözlerine dikkatle bakıyordu. Genç kızın tebessümünden ve sözlerinden cesaret alarak kaçmaya yeltenmedi. Lâkin canı yandığı için ağlamaya devam ediyordu. Hıçkırıklarının arasında "Bacağım çok acıyor. Yüzümle ellerim de. Kanıyor. Ben kandan çok korkarım." diyebilmişti çocuk. Nidal, çantasından peçete çıkartıp çocuğun kanayan burnuna tampon yaptı. Eymen Mahir de elini omzuna koydu. "Nereye gidiyordun öyle telaşla? Evin uzakta mı?" Çocuk başını salladı, önce nerede oturduğunu söyledi. Ardından açıklama yaptı. "Okuldan dönünce evde kimseyi bulamadım. Amcamlara gelmişlerdir belki diye buraya geldim ama amcamlarda da kimse yoktu." "O kadar yolu yürüdün mü sen?" diye şaşkınlıkla sordu genç adam. Çocuk yavaşça başını sallayıp tekrar "Ben kandan korkuyorum! Kanamasın yüzüm." diye ağlamaklı sesiyle baktı Nidal'e. Eymen Mahir şaşırmış ve hayran kalmış gibi bir mimik giyinip çocuğa baktı. "Vay be, ne kadar azimli ve dayanıklı bir çocukmuşsun. Ben bile zor yürürdüm. Bunu başaran bir çocuk bu ufak yaralardan korkmamalı. Şimdi daha fazla ıslanıp hasta olmadan gidebilir miyiz?" Çocuk da Nidal de anlamamışçasına ona bakmıştı. "Eve yani." dedi Nidal'e dönerek. Fakat kız hâlâ anlamsız bakıyordu. "Onu da götüreceğiz tabiki. Burada bırakacak halimiz yok." deyip çocuğa baktı bu kez ve daha yumuşak bir sesle konuştu. "Senin yaralarına bu abla pansuman yapsın evde, sonra da ben seni arabayla evine götüreyim. Olur mu?" Çocuk başını sallayınca onu kucağına aldı Eymen Mahir ve yürümeye başladı hızlı adımlarla. "Oo, göründüğünden ağırmışsın... Adın neydi senin?" "Caleb." "Ben de Eymen. Memnun oldum. Bu hemşire ablan de Nidal." Yolun kalanında sessizce ve hızla yürümüşler, Nidal'in anahtarını çıkarıp açtığı kapıdan içeriye girmişlerdi. "Nidal, sen mi geldin!?" "Evet hala! Misafirimiz var!" Çocuğun ayakkabılarını çıkarıp kenarına koyduğunda Ayşa hanım da kim geldi diye bakmak üzere odadan çıkmıştı. "Hoş geldiniz.." dedi gördüğü manzaraya anlam verememişcesine. "Kim gelmiş?!" diye neşeyle mutfaktan çıktı Enes Hamza. Genç adamı görünce sevinmişti. "Eymen Mahir abi!" Ardından bakışları onun kucağındaki çocuğa takıldı. "O kim?" İçeriye geçip çocuğu koltuğa bıraktı Eymen Mahir. "Neden ona sormuyorsun Enes Hamza? Tanışabilirsiniz." Nidal, odasına geçip üzerindeki ıslak kıyafetleri hızlıca değiştirdikten sonra yardım çantasını alıp içeriye döndü. Bu sırada iki çocuk tanışmış, Ayşa hanım çocuğa su ve kuru kıyafet getirmeye gitmiş, Eymen Mahir de odanın ortasında öylece dikiliyordu. "Abla, Caleb'e ne olmuş?" diye hüzünle sordu Enes Hamza. Nidal, çocuğa pansuman yapmaya başlarken bir yandan da kardeşinin sorusuna cevap verdi. "Düştü sadece ablacığım. Şimdi yaralarını temizleyip krem süreceğiz, hiç-bir şeyi kalmayacak." Enes Hamza parıldayan gözlerle çocuğa döndü. "Sakın korkma Caleb, hemen geçer. Ben de düşmüştüm, ablam bana da krem sürüp öpmüştü ve hemen iyileşmiştim." Ayşa hanım odaya girdi, çocuğa su içirip yanına kuru kıyafetler koydu. "Kızım çabuk yap da üstünü değiştir yavrucağın. Hasta olacak." Pansuman bittiğinde Caleb dikkatle Nidal'e bakıyordu. Genç kız bir şey olduğunu anlasa da ne olduğunu çözememişti. "Bir şey mi istiyorsun Caleb?" Çocuk başını iki yana salladı, hayır dercesine. "Hayır. Onu öpmüşsün geçmiş ya, beni de öpmeyecek misin?" Nidal şaşkınlıkla önce çocuğa, ardından halasına ve Eymen Mahir'e baktı. Ayşa hanım "Çocuk her zaman çocuk işte." diye gülümseyerek mırıldanırken, Eymen Mahir de dudaklarına dek gelen tebessümü bastırmakla uğraşıyordu. Genç kız çocuğun saçlarını karıştırdı. "Öperim tabi." deyip gülümsedi, alnına dudaklarını bastırdı. Caleb ilk kez gülümserken, Eymen Mahir gülümsemesini bastırmaktan vazgeçmişti. Caleb'e kuru kıyafet giydirmeye koyulurken birden durup Nidal'e döndü Ayşa hanım. "Kızım, babanın kıyafetlerinden Eymen Mahir'e ver de giysin. Yoksa o da hasta olacak. Babanın pantolonları uymaz gerçi, enişteninkilerden ver. Benim dolabımın en altında olması lazım bir kaç parça." Eymen Mahir "Gerek yok Ayşa hanım." dese de kadının ters bakışları sebebiyle daha fazla itiraz etmedi. Nidal, genç adama uyacağını düşündüğü bir kaç parça kıyafeti alıp yatağının üzerine bıraktı. İçeriye girip "Şu odada giyinebilirsin, yatağın üzerine bıraktım." dedi Eymen Mahir'e ve odasını işaret etti. Genç adam teşekkür edip giderken, Nidal de Caleb'in ıslak kıyafetlerini bir poşete koydu. "Karnın aç mı çocuğum?" Caleb yavaşça başını salladı. Okulda öyle yemeği yemiş, o zamandan beri midesine hiçbir şey girmemişti. "Hala, biz çok oyalanmadan onu evine götürsek daha iyi olur. Sonra sıkıntı çıkmasın." "On dakikadan bir şey olmaz kızım. Git yemek ısıt, hadi." Nidal, halasının dediğini yaparken Eymen Mahir giyinip içeriye geçmişti. Ayşa hanıma eşlik edip birlikte küçük bir sohbete ve oyuna girişen çocukları seyretti o da. "Başındaki ne?" "Kipa. Bizim kullandığımız bir şapka türü." "Bizim de var, ona benziyor. Göstereyim mi?" "Göster!" Enes Hamza çekmeceden takke alıp koşarak Caleb'in yanına gitti. "Bak!" "Benziyorlar gerçekten. Deneyebilir miyim?" Enes Hamza başını sallayıp takkeyi Caleb'e uzattı. Çocuk kipayı çıkartıp takkeyi taktı. "Oldu mu?" Enes Hamza gülümseyip başını salladı. İç çekti Eymen Mahir. İnsanlık buydu aslında, dini, ırkı gözetmeden barış içinde birbirinin gözlerine gülümseyebilmek. Fakat büyüdükçe kaybettiriyorlardı bu duyguyu. Çocukların ulusu yoktu, onlar birlikte oturup oynayabiliyordu. Ta ki araya fitne tohumları eken büyükler sahneye girene dek. Caleb ve Enes Hamza sofraya neşe katıyor, birinin başındaki takke, diğerinin başındaki kipa ile dünyaya barışın imkansız olmadığını gösterebilecek bir sahne sunuyorlardı her şeyden habersiz. Bu sırada Süleyman bey de eve gelmiş, sofrada onlara eşlik etmişti. Oğluna aldığı çikolatayı iki çocuğa paylaştırdı. İkisi de mutlulukla ısırdı çikolatalarını. Ardından gitme zamanı geldi. Eymen Mahir, Caleb'in elinden tutup evden çıkmadan önce iki çocuk birbirine sarıldı. "Yine gel tamam mı Caleb!" "Sen de bize gel Enes Hamza!" Genç adam, Süleyman beyin kendine verdiği araba anahtarlarıyla kapıyı açıp çocuğu arkaya oturttu. Nidal de elindeki poşetle evden çıkıp arabanın ön kapısını açmıştı. "Sen nereye Nidal? Sen evde kal." "Hayır, ben de geliyorum." "Bir sıkıntı falan çıkabilir ve başına bela açmanı istemiyorum." "Bir şey olmaz. Kötü bir şey yapmadık. Caleb de bunu tasdiklediğinde sıkıntı çıkmayacaktır." "Ne dersem diyeyim geleceksin, değil mi?" diye yakındı genç adam. Başını salladı Nidal. Gidecekti. Gitti de. Caleb'in tarifiyle evini bulmuş, arabadan inip kapıya dek varmışlardı. "Yaşasın, ışıklar yanıyor! Annemler eve dönmüş." Çocuk kapıyı çalıp bekledi. Bir kaç saniye sonra kapı açılmıştı. "Caleb!" Kumral bir kadın çocuğa sıkıca sarıldı. Oğlunu sağ salim görmenin mutluluğu ile biraz ötesinde dikilen gençleri fark etmemişti. "İyi misin oğlum? Neredeydin?" "İyiyim anne, Nidal abla ve Eymen abi bana yardım etti. Asıl siz nerdeydiniz?" Çocuğun cümlesi üzerine bakışlarını kaldırıp karşısında dikilen iki kişiye baktı kadın. "Oğlum sizinle miydi yani?" diye tedirgince sordu. "Oğlunuz sizi aramak için amcasına gitmiş. Orada da kimseyi bulamamış. Onu gördüğümüzde düşüp yaralanmıştı, yardımcı olduk." "Evet anne, yaralarıma pansuman yaptılar. Temiz ve kuru kıyafet giydirip yemek de yedirdiler. Hatta bir arkadaşım oldu, Enes. Beraber oynadık." Kadın "Ethan!" diye içeriye seslendiğinde az sonra kocası da kapıya gelmişti. "Caleb!" deyip oğlunu kucağına aldı, sarıldı. "Çok korkuttun bizi!" "İlk önce ben de korktum baba ama sonra geçti." Adam bakışlarını iki yabancıya çevirdi. Kadın, kocası ters bir şey söylemeden evvel açıklama yaptı neden burada olduklarına dair. Her ne kadar o da Müslümanlardan çok hoşlanmıyor olsa da, oğluna yardım etmişlerdi. Ethan bey anladığını belirtircesine kafasını salladı. Kadın iki yabancıya teşekkür etti. Nidal, elindeki poşeti kadına uzattı. Gitmek üzere döndüklerinde Caleb'in seslenmesiyle durdular. Çocuk babasının kucağından inip iki gencin yanına gitti, sarıldı. "Oğlum ne yapıyorsun?" diye babası azarlayan ses tonuyla seslense de aldırış etmemişti. Nidal ve Eymen Mahir de ona gülümseyip sarılmıştı. Caleb onlara el sallayıp evin kapısına doğru giderken, Eymen Mahir çocuğun babasına döndü. "İyi Yahudi, kötü Müslüman, kötü Yahudi, iyi Müslüman diye bir şey yoktur Ethan bey. İyi insan ya da kötü insan vardır. Bunu oğlunuzdan öğrenebilirsiniz. İyi geceler." 🇵🇸 Nidal'in keyfi biraz yerine gelmişti Caleb ve Enes Hamza'nın arkadaşlık kurması, Eymen Mahir'in adama olan cümlesi sebebiyle. Bakışlarını bir an yoldan çekip yanındaki adama çevirdi. Direksiyonu rahatça kavramış, dikkatle arabayı sürüyordu. Onu dün gördüğü haliyle bugün gördüğü halinin arasında epey fark olduğunu düşündü. Saç ve sakal erkeği değiştiriyordu işte, haklıydı kız. Ayrıca babasının gömleği çok komik olmuştu ona. İstemsizce güldüğünde gülümsemesi Eymen Mahir'in radarına yakalanmıştı. "Komik bir şey mi var?" "Hıhı." "Allah Allah, neymiş, söyle de biz de gülelim." "Sen. Komik olan sensin." Eymen Mahir, bir kaç saat evvel hıçkırarak ağlayan kızın şuan biraz olsun rahatlayıp gülüyor olduğuna sevinmişti. "Sensin komik." derken istemsizce dudakları kıvrıldı. Yolun kalanı sessiz, ikisinin de dudaklarında yer eden tebessüm varlığını korurken bitivermişti. 💐 Şairin dediği gibi, dünya hassas kalpler için bir cehennemdi. Fakat bu cehennemde çiçek bahçeleri yer etmesini sağlayabilecek olanlar da yalnız hassas kalplere sahip olanlardı. Düşen birini görünce kim olduğunu düşünmeden yardım elini uzatanlardı. İki dakika önce hıçkırarak ağlarken, iki dakika sonra bir yüreğe su serpmek adına zorla da olsa gülümseyenlerdi. İyiliği karşılık için değil, O emrettiği için yapanlardı. Ve ne olursa olsun sonunda O'na teslim olanlardı. 💐 01.05.2020Cuma |
0% |