Yeni Üyelik
7.
Bölüm

7 - Kalp

@sukunettekelimeler


"Koş koş!" deyip gülerek Eymen Mahir'e baktı Nidal. Bir yandan da eliyle çabuk olup gelmesini işaret ediyordu.

"Geldim!" diyerek telaşla kızın yanına koştu, arasına uygun bir mesafe bırakıp biraz ötesinde dikildi ve gülümsedi genç adam. Geri sayımın bitmiş olduğunu düşünerek "Bu kez olmuş olsun lütfen." dedi ve kameraya doğru yürüdü, Nidal de hemen peşinden yürüyordu.

Eymen Mahir kamerayı koydukları yerden alıp son çekilen fotoğrafı açtı, yakınlaştırdı. "Sonunda!" diye derin bir nefes verdiğinde yanından kameraya bakmaya çalışan kız da gülümsüyordu.

"Bakayım."

Kamerayı kızın ellerine verip onun da fotoğrafa bakmasına izin verdi. "Çok güzel bu fotoğraf." diye hayranlıkla gözlerini açtı Nidal. "Ben de istiyorum bunların bende olmasını."

Eymen Mahir kamerayı geri alıp çantasına yerleştirdi, boynuna astı. "Ben hallederim o kısmını da."

"Çok teşekkür ederim Eymen Mahir." dedi suratındaki tebessüm eşliğinde Nidal. Aksa'yı ziyaret etmiş olmak içini öylesine bir coşkuyla doldurmuştu ki çocuklar gibiydi buraya adım attığından beri. Namaz kılmışlardı, imamın sohbetini dinlemişlerdi, dua etmişlerdi, çocuklarla oynamışlardı ve fotoğraf çekilmişlerdi.

"On dakika daha şurada oturup doya doya etrafa bakalım, havasını soluyalım. Sonra da gideriz yavaş yavaş. Olur mu?"

"Olur." dedi Nidal ve Eymen Mahir'in adımlarını takip etti. Çimlerin üzerine oturup dedikleri gibi etrafı seyredurmuşlardı. Bu güzel atmosfere doymaya çalışıyorlardı.

Biraz ötelerinde bir adamın ve etrafında çember oluşturup oturmuş bir düzine kadar çocuğun da çimlere oturmuş sohbet ettiklerini gördü Nidal. Az sonra adamın sesi net bir şekilde onlara da ulaşır olmuştu. Bakışları etrafta, kulakları adamın yüreğe işleyen sesinde, oturdular on beş dakika.

" Sabır; 'Rabbin için sabret' (Müddessir Suresi, 7) ayetinden de anlaşılacağı gibi yalnızca Allah rızası içindir çocuklar. İnsan ancak Allah'a olan imanı ve yakınlığı oranında sabır gösterebilir. Karşılaştığı olumsuz olaylarda gösterdiği güzel ahlak süreklidir.

'İyilikle kötülük eşit olmaz. Sen, en güzel olan bir tarzda (kötülüğü) uzaklaştır; o zaman, (görürsün ki) seninle onun arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki sıcak bir dost(un) oluvermiştir. Buna da, sabredenlerden başkası kavuşturulamaz. Ve buna, büyük bir pay sahibi olanlardan başkası da kavuşturulamaz. ' (Fussilet Suresi, 34-35) Ayetten de anlaşıldığı gibi 'sürekli' olan güzel ahlakı sabredenlerden başkası gösteremez. Müminler her zaman en güzel davranışı ve en güzel ahlakı gösterme konusunda kararlıdırlar ve en ufak bir gevşeme göstermeden bu ibadeti yerine getirmeye devam ederler. Başlarına ne kadar büyük felaketler gelirse gelsin onlar için fark etmez.

"Ey iman edenler, sabredin ve sabırda yarışın... " (Al-i İmran Suresi, 200) ayetinde de buyrulduğu üzere hayırlarda yarışır gibi, sabırda da yarışmak bir mümin özelliğidir.

Karşılaşılan her türlü olay mümin için bir sınav konusudur. Göstereceğimiz sabrın önemini çok iyi bilmeli ve Allah'ın razı olacağı tavrı göstermek için yoğun bir çaba sarfetmeliyiz. Bunu yaparken de en ufak bir huzursuzluk ve sıkıntı duymamalıyız. Çünkü Müslüman, her şeyde mutlaka bir hayır olduğunu düşünür ve sonsuz bir tevekkülle Allah'a sığınır, yardımı da sabrı da yalnızca O'ndan diler. Kader gerçeğini bilen ve her şeyin Allah'ın kontrolünde gerçekleştiğine inanan mümin, her zorluğun ardından mutlaka bir kolaylık geleceğini ve Allah'ın kimseye güç yetireceğinden fazlasını yüklemeyeceği gerçeğini bilir.

Sabır, Kuran'da çokça üzerinde durulan ve namaz kılmak, oruç tutmak gibi farz olan ibadetlerden biridir. 'Ve onlar-Rablerinin yüzünü (hoşnutluğunu) isteyerek sabrederler, namazı dosdoğru kılarlar, kendilerine rızık olarak verdiklerimizden gizli ve açık infak ederler ve kötülüğü iyilikle savarlar. İşte onlar, bu yurdun (dünyanın güzel) sonucu (ahiret mutluluğu) onlar içindir. ' (Ra'd Suresi, 22) Sabır göstermek, namaz ibadetini yerine getirmek gibidir. Sabır vakti geldiğinde sabır gösterememek, namazı vaktinde kılamamak ve ecri kaçırmaktan farksızdır.

Çocuklar, Allah sabır gösterenleri cenneti ile müjdelemektedir.
'İşte onlar, sabretmelerine karşılık (cennetin en gözde yerinde) odalarla ödüllendirilirler ve orda esenlik dileği ve selamla karşılanırlar. ' (Furkan Suresi, 75)

'Andolsun, Biz sizi biraz korku, açlık ve bir parça mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabır gösterenleri müjdele. (Bakara Suresi, 155) Ayetin tecellisi olarak her gün milyonlarca insan sevdiklerini ya da mallarını kaybeder. Sabır gösteremeyenler için bu durum bir isyan noktasıdır ama sabredenler içim büyük mükafat olacaktır.

Peygamberlerin ve çevrelerindeki Müslümanların göstermiş oldukları sabır örnekleri verelim mesela. Hz Eyüb, yakalandığı hastalık karşısında göstermiştir sabır. Hz. Yusuf, suçu olmadığı halde yıllarca zindanda kalmış, ancak asla isyan etmemiş, sabırla ve tevekkülle Allah'a yönelmiştir. Hz. Musa'nın annesi ise sonsuz bir tevekkül göstererek oğlu Musa'yı Allah'ın emri ile suya bırakmış ve sabırla Rabbine sığınmıştır. Bunlar çok büyük şeylerdir çocuklar. Hangi anne bebeğini azgın suların kollarına bırakabilir? Efendimiz Hz.Muhammet (sav) bir çok işkencelere, aşağılamalara uğramıştır İslam'ı tebliğ ederken; ama hep sabretmiştir. Hiç isyan yahut şikayet etmemiştir. Müslümanlar açlıkla, susuzlukla, ayrılıkla, işkencelerle sınanmışlardır ama sabrettiklerinden yerleri Cennettir."

Sohbet Nidal'in de Eymen Mahir'in de yüreğine işlemişti. Fakat artık gitmeleri gerekiyordu. Kalktılar, buluşma noktalarına doğru sessizce yürümeye başladılar. İkisi de zihinlerini işgal eden sohbeti düşünüyor, bildikleri çeşitli sabır örnekleri düşüyordu zihinlerine. Bilal'in güneş altında kızgın taşlarla imtihanı, Musab'ın ailesi ve mal varlığını kaybetmesi ile imtihanı, daha nice sahabilerin, tarih boyunca nice Müslümanların nice durumlarla imtihanı düştü zihinlerine.

İmtihan devam ediyordu herkes için. Onların başlıca imtihanı da vatanlarıydı. Filistinleri..

Yolda giderken Omar'la karşılaşmışlar, hastanenin önünde grubun kalanıyla da buluşmuşlardı. Besmele çekip dönüş yoluna çıktılar. Yolda namaz molası vermişler, kontrollerden ötürü yine bir kaç kez durmuşlar, sonunda hastaneye varmışlardı. Kamyoneti boşalttıktan sonra yorgunluktan bitkin bir halde Omar'ın arabasına geri bindiler. Tıpkı sabah oturdukları gibi oturuyorlardı.

Önde araba süren Omar ve arkada pencereden gecenin sessiz bıraktığı sokakları yağmurun renklendirmesini seyreden Eymen Mahir hariç herkes yorgunluktan uyumuştu. Muaz ve Mukaddesin başları pencereye dayalı, Nidal'in başı ise Mukaddes'in omzuna dayalıydı.

Başını çevirip yan tarafa doğru baktığında Nidal'in kollarını sıkıca birbirine doladığını gördü Eymen Mahir . Üşüyor olduğunu anladığında kucağında tuttuğu ceketini yavaşça kızın üzerine bıraktı.

On dakika sonra araba yavaşlamıştı. "Burası mı ineceğin yer?" diye fısıldadı Omar, Eymen Mahir'e.

"Evet abi, burası. Şöyle kenarında bırakıver beni."

Araba durdu, Eymen Mahir elini uzattı öne doğru. "Çok memnun oldum tanıştığımıza. Davetiniz için de çok teşekkür ederim. Kudüs'e gitmek çok iyi oldu."

"Ben de memnun oldum kardeşim. Arada uğra, bir kahve içeriz. Hem asıl biz teşekkür ederiz sana, bizimle gelip yardımcı olduğun için."

"Eyvallah. Hayırlı geceler."

"Sana da. Allah'a emanet ol."

Eymen Mahir kapıyı açıp indi, ardından yavaşça kapattı. Son kez eliyle selam verip yağmurda sırılsıklam olmamak adına eve doğru koşmaya başladı gecenin karanlığında.

Yirmi dakikalık daha yolun ardından araba Nidal'in evinin önünde durmuştu. Omar arkasına dönüp genç kızı uyandırmak için ismini seslendi. Nidal uykunun kollarından sıyrılıp gözlerini kırpıştırdı. Ciğerlerine dolan kokuyu idrak ettiğinde endişeyle gözlerini açtı fakat korktuğu olmamıştı çok şükür, başı Mukaddes'in omzundaydı ve Eymen Mahir arabada yoktu. Bu kez kokunun kaynağını sorgulayan zihni, bakışları üzerindeki cekete takılınca cevabını bularak sakinleşti, sustu.

"Evinin önündeyiz Nidal kardeşim."

Bakışlarını pencereden dışarıya çevirdi, ardından önüne döndü tekrar. Omar'a teşekkür edip hayırlı geceler diledikten sonra çantasını omzuna taktı, cekete sıkıca sarıldı ve hızla eve gitti. Kapıyı açıp içeriye girdi, sessizce odasına geçti. Parmaklarının arasında tuttuğu ceket içinde bir kaç çiçek açtırmıştı. Ceketi dolabına koyup feracesini çıkardı ve astı. Yatsı namazını kıldığı için içi rahat bir şekilde üzerine gecelik elbisesini giyerek yatağına yattı. Başını yastığa koyduğu vakit bir kaç saniye sonra rüyasının kollarında bulmuştu kendini.


🇵🇸


"Ablaa! Ablam gelmiş!"

Enes Hamza'nın, kulaklarından girip beyninde şimşekler çaktıran yüksek frekanslı sesi nedeniyle gözlerini araladı Nidal. Küçük çocuk yanağına bir öpücük koymuş, sarılmıştı ona. Nidal de onu öpüp sarıldı, ardından kalkıp elini yüzünü yıkadı ve mutfağa girdi.

Halası kahvaltı hazırlıyordu. Hayırlı sabahlar deyip yardım edecek bir şey aradı ama kadın çoktan halletmişti her şeyi. İçeriye geçip Kur'an okuyan babasına hayırlı sabahlar dedi, ardından odasına geri döndü. Bir kaç eşya ayarlayıp duş aldı, ardından kahvaltıya oturdular hep beraber. Kahvaltı sofrasını toplayıp hazırlandı, hastaneye gitmek üzere evden çıktı.

Sokakta ilerlerken bir kaç çocuğun iki işgalci askerle bir şeyler konuştuğunu görerek dikkatini onlara verdi. Kumral saçlı bir kız çocuğu gülümseyerek onlara bakıyordu ve konuşuyordu. "Çocuğun yoksa nasıl biliyorsun çocukların neler sevdiğini?"

Asker yarı ciddi yarı güler bir şekilde küçük kıza bakıyordu. "Benim de küçük kardeşim var. Ordan biliyorum."

Sekiz yaşlarındaki erkek çocuğu "Haa!" diye şaşkın bir nida bıraktı. "O zaman bilebilirsin."

Üçüncü bir çocuk, yine bir kız çocuğu konuştu bu kez. "Ama ben hâlâ aynı fikirdeyim. Siz hep çocukları üzüyorsunuz. Büyükleri de. Büyükleri üzünce de çocuklar üzülür, bilmiyor musunuz!?"

"Evet. Benim de ailemi üzdünüz. Ablamı da. Sizin arkadaşlarınız eniştemi alıp götürdü. Birdaha da geri getirmediler. Babamlar hep birbirine sarılıp ağladı. Ben de ağladım."

Çocuklara doğru yaklaşırken ne deyip de onların askerlerle olan diyaloglarına son verebileceğini düşündü Nidal. Bir şey olmasından korkuyordu. Bazen çocukların, işgalci askerleri güldürdüğü oluyordu. Aralarında o anlık samimi bir diyalog oluşuyordu ama bunun olduğu asker sayısı bir elin parmakları kadardı. Gerisi çoluk çocuk dinlemiyordu!

"Çocuklar! Ohoo, saat kaç oldu! Okula geç kalacaksınız. Hadi çabuk okula gidin! Bu kadar sohbet yeter. Marş marş."

Derin bir nefes verdi Nidal. Şükür ki Mervan halletmişti en güzel şekilde. Çocuklar dağılmış, okula doğru yürümeye başlamıştı.

Mervan'ın yanına varıp selam verdi Nidal. Genç adam her zamanki gibi ağır başlılığı ve vâkarı ile yürüyordu. Kısa bir hal hatır faslı geçti aralarında. Ardından "Bir kaç gündür göremedik sizi Mervan bey, nerelerdeydiniz?" diye sordu Nidal.

"İşlerim vardı diyelim. Siz de Kudüs'ü ziyaret etmişsiniz, bana da dua ettiniz inşallah Nidal hanım?"

İşlerim var demek, işgale karşı planladıkları şeylerle uğraşmaları demekti. Bunu biliyordu genç kız. Belki bir yürüyüş, protesto, belki bir karşı atak...

Tebessüm etti Nidal. "Etmem mi! Hep dua ediyorum size."

"Allah razı olsun. Hastaneye mi gidiyorsun?"

"Evet. Sen nereye gidiyorsun?"

"Eymen Mahir ile buluşacağız, sonra da bizim çocuklarla toplanacağız. Yürüyüş düzenliyoruz, biliyorsundur. Son kez üzerine konuşacağız."

"Kolay gelsin. Bir şeye ihtiyacınız olursa haber verin. Ben de geleceğim inşallah. Haftaya idi değil mi?"

"Evet."

Başını salladı Nidal. Ardından Mervan cebinden çıkarttığı bir çikolatalı keki ona uzattı. "Nasiplisin yine. İster misin?" Büyük bir mutlulukla keki aldı Nidal ve teşekkür etti.

"Şu kekin sana verdiği mutluluğa hâlâ hayret ediyorum, biliyorsun değil mi?"

Kekten bir ısırık aldığı için cevap olarak başını salladı Nidal. Lokmasını yuttuğunda gülümseyerek "Ne yapayım, çok seviyorum." dedi ve paketi sıyırdı. Ardından kekin bir kısmını kırıp Mervan'a uzattı.

"Yok, ye sen." deyip güldü Mervan. Az gülen bir adamdı ve onu gülerken görünce mutlu oluyordu Nidal.

"Alsana ya! Zorla ağzına tıkıştırırım bak."

"Çocukken yapmadığın şey değil hani." derken kendine uzattığı parçayı aldı ve ağzına attı Mervan.

"Ee paylaşmak güzeldir sonuçta."

"Sen zorla güzellik yapıyordun o zaman." deyip ellerini cebine geri soktu Mervan.

Nidal itiraz eden mutlu sesiyle çocuk gibi atıldı. "Hayır, o öyle değil Mervan! Bu keki çok seviyor ve sen bana verince mutlu hissediyor olsam da seni de seviyordum, paylaşınca daha tatlı oluyordu. Sence de öyle değil mi ama?"

"Doğru," deyip gülümsedi Mervan. "Paylaşınca daha tatlı oluyor."

Caddenin ortasına geldiklerinde ikisi de durdurdu adımlarını. Burada yolları ayrılıyordu. "Görüşürüz, Allah'a emanet ol." dedi Nidal.

"Sen de Allah'a emanet ol Nidal."

Nidal suratındaki tebessümle bir süre daha yürüdü. Aralarındaki konuşma aklına çocukluk anılarını getirmişti. Bir taksi çevirip bindi, hastaneye gideceğini söyleyip yolu seyretti genç kız.

Her zamanki gibi yoğun ve koşuşturmalı bir günün ardından babasının fırınına gitti Nidal. Kapıda babasının hazırlanmasını beklerken, Osman yanına gelmişti. Ceketinin cebinden çıkarttığı zarfı Nidal'e uzattı. Nidal zarfı alıp çantasına koyarken Osman mahçupca yine teşekkür ediyordu genç kıza. Tebessüm etti Nidal, "Gerçekten sorun değil Osman. Lütfen yük oluyormuş gibi düşünmeyi bırak."

"Peki öyleyse. Allah razı olsun." dedi Osman ve içeriye geçti.

Nidal kapıda beklemeye devam ederken bir kaç dakika sonra şaşırmasına sebep olan yüreğini hoplatan sesi işitti.
"Selamünaleyküm."

Eymen Mahir'in hâreleri ile karşılaştığında hâlâ şaşkındı. Selamını alırken, genç adamın biraz tuhaf durduğunu fark etti. Tam bir şey mi olduğunu soracakken ve ceketinin mevzusunu açacakken babası gelmişti.

"Selamünaleyküm Süleyman amca."

"Aleykümselam Eymen. Önce bizi eve kadar bırak, sonra araba senindir."

"Tabi, tekrar teşekkür ederim." deyip Süleyman beyin kendine uzattığı anahtarı aldı genç adam. Şoför koltuğuna Eymen Mahir oturmuş, yanına da Süleyman bey geçmişti. Eymen Mahir, makinasını ve bir kaç malzemesini arka koltuğa bırakmıştı. Diğer köşede de Nidal oturuyordu.

Süleyman bey ve Eymen Mahir'in arada bir konuşmaları hariç sessiz geçti yolculuk. Mahalleye az kala bir kalabalık olduğunu fark edip yavaşladı Eymen Mahir. Ne olduğunu anlamasa da çatık kaşlarla bakıyordu.

"Eymen, beni burada indir de bir bakayım ne oluyor. Nidal'i evin önünde bırakırsın."

"Tabi Süleyman amca." deyip durdurdu arabayı genç adam. Süleyman bey inip kalabalığa doğru yaklaşırken Eymen Mahir aracı mahallenin içine doğru sürmeye devam etti.

Araba evinin önünde durduğunda Nidal nasıl diyeceğini bilemeyerek cümlelerini toparlamaya çalıştı.
"Eymen Mahir, şey, ceket için çok teşekkür ederim. İki dakika bekle, getireyim."

"Önemli değil. Olur, bekliyorum." deyip direksiyonu sıkıca kavrayan ellerini kucağına indirdi genç adam. Nidal arabadan inip eve girdi, odasından ceketi alıp tekrar dışarıya çıktı. Ön kapıyı açıp ön koltuğa bıraktı ceketi.

"Tekrar teşekkür ederim." dedi sakince genç kız. Başını sallamakla yetindi ve hiç onun olduğu tarafa bakmadı genç adam. Nidal endenini anlamasa da garip bir atmosfer vardı aralarında. Bir şeye morali mi bozuktu acaba Eymen Mahir'in?

Kapıyı kapatıp eve dönmek yerine hâlâ orada dikilirken sonunda "Sen iyi misin? Bir şey mi oldu?" diye soruverdi.

Bir an bakışlarına takıldı Eymen Mahir'in hâreleri fakat gölgeliydi sanki genç adamın gözlerinin içi. Hemen yola geri çevirdi bakışlarını. "İyiyim, bir kaç sıkıntı var da işle ilgili, ondan moralim bozuk. Gitmem lazım şimdi, sonra görüşürüz Nidal."

Başını salladı genç kız. "İnşallah hallolur, sıkma canını. Allah'a emanet ol."

Nidal kapıyı kapattı, Eymen Mahir arabayı çalıştırdı ve gitti.


💐


Her insanın sabrı öğreniş şekli farklıydı hayatta. Kimi varlıkla, kimi yoklukla öğreniyordu. Kimi ailesiyle, sevdasıyla, vatanıyla ; kimi malıyla, canıyla, sağlığıyla imtihanını veriyordu. Lakin hepsinde ortak olan bir şey vardı: acı. Bu acı kişiyi isyana sürüklemezse Cennetle ödüllendiriliyordu. Şikayet edilmeyip teslimiyet gösterilirse Rabb tarafından nimetlendiriliyordu insan.


Kiminin imtihanı öyle ağırdı ki.. Ama yüreği de öyle sağlamdı ki!


💐


 


09.05.2020Cumartesi


Loading...
0%