@sukunettekelimeler
|
Anaka'mdan helallik isteyip Allah'a emanet ol diyen Selim yine dönmüş arkasını arabaya doğru gidiyordu. Bense yanlarına yeni varacaktım. Bayırı çıkarken adımlarımı hızlandırdım çünkü beni görmemiş ayağına yatıp Anaka'mın yanından uzaklaşmaya başlamıştı Selim. Anaka'mın yanına varıp ne yapmalıyım diyen bir bakış yolladığımda bana gözleriyle Selim'i işaret etti. Başımı sallayıp hayli ilerlemiş Selim'in peşinden koşmaya başladım. ''Çocukluk arkadaşınla neden vedalaşmıyorsun, ayıp olmuyor mu?'' Bir şey diyemeyerek sessiz kaldı. ''Ben de öyle düşünmüştüm zaten.'' diye devam ettim. ''Böyle kaçmak daha kolay oluyor dimi? Karşıma geçip güle güle dersen daha çok zorlanırsın.'' ''Hayır, ben--'' diye bir cümleye başlayacak oldu ki sözünü kestim. ''Seninle gelebilirim.'' Beni şaşırtarak tehlike felan demedi fakat başka bir engeli ortaya koydu. ''İkna ederim. İzin verirlerse gelebilirim yani, öyle mi?'' ''Hayır.'' deyip gözlerini kaçırdı. Ben de inandım! Sen o bakışlarını görmüyor, ses tonunu duymuyorsun herhalde Doktor! Kırıcı da olsan buna kanmayacağım! ''Kelimelerini boşuna sivriltip yüreğime saplamaya çalışma Selim! Şuan senden soğumamı istiyorsun, sana kızmamı, nefret etmemi istiyorsun. Fakat gözlerin her şeyi ortaya koyuyor. 'Gözler kalbin aynasıdır' diye boşuna demezler. Bazen dilin fısıldıyamadığı kelimeleri, gözler bağıra bağıra anlatır.'' Bu cümleleri ben mi söylemiştim, aferin Yusra! İlk kez çekindiğin halde yerli yerinde konuşuyorsun. Uzun zamandır onunla pek konuşmuyorduk çünkü bunun dinimizce hoş olmadığını biliyorduk. Fakat ikidir bunu ihlal ediyordum. Farkındaydım, üzgündüm ve kötü hissediyordum lakin bu son şansımdı. Bunu yapmam lazımdı çünkü içimdeki sevgiye sahip çıkmak istiyordum. Ve onun da sahip çıkmasını istiyordum ; bu şekilde koruyacağım diye bırakarak değil. ''Öyle mi? Ne anlatıyor gözlerim?'' ''Şuan kendine inandırmak için kızmış, bağırmış ve onları kocaman açmış olabilirsin ama hâlâ 'hadi inat etmeye devam et Yusra, ikna olacak gibiyim' diyorlar. Zaten öfken de buna, değil mi?'' Yine susmuştu çünkü haklıydım. Etrafta gezdirdiği gözleri bir kaç saniyeliğine tekrar bana çevrildi. ''Diyelim ki geldin. Sana bir şey olursa ne yaparım hiç düşündün mü?'' ''Yanıma gelene dek, seni ahirette beklediğimi kendine hatırlatırsın.'' ''Başına gelebilecek tek şey ölüm değil Yusra. Yaralanma, sakatlanma, hafıza kaybı, veya daha kötüsü...'' ''Saydıklarının her biri bir çeşit ölüm. Yaralanır-sakatlanırsam bedenimin bazı yerleri ölmüş olur. Ölüm yok olmak değil, sen daha iyi bilirsin. Hafıza kaybına gelince, akıl unutsa kalp unutmaz, kalp de unutsa ruh unutmaz.'' ''Peki ya bana bir şey olursa?'' ''Şehitlere her zaman imrenmişimdir. Ve her daim Allah'a sığınırım.'' dedim ve son noktayı koydum. Son nokta diyorum çünkü bu son kozuydu. Kendisi. Bu kez ikimiz de sustuk. Ondan gelecek yanıtı bekliyordum. Eğer yine itiraz edecek olursa ısrar etmeyecektim. Henüz Selim bir şey demeden başıma saplanan ağrıyla ağzımdan bir ''ah'' nidası çıktı. ''Yusra?! İyi misin?'' ''Kuzum, derin nefes al Yusra'm.'' Elimi başıma götürdüm ve sanki bir şey değişecekmiş gibi ovaladım. Ağrı daha da şiddetlenince ellerimi yüzüme kapatıp yere çömeldim. Ellerimi kafama bastırırsam ağrı geçer psikolojisi nereden geliyordu bilmiyorum fakat ne kadar bastırsam da geçmiyordu. Anaka'mın cümleleri bir kulağımdan girip birinden çıkıyordu. Selim'in varlığından şüpheliydim, hiç sesi çıkmıyordu. İstemesem de bir kaç inilti dudaklarımdan dışarı firar ediyordu. Anaka'mın ''dua'' sözcüğü kulaklarıma dolduğunda dua okumaya başladım fısıltıyla. Dikkatli dinleyen biri hangi duaları okuduğumu anlayabilirdi. Sesimi duymak istiyordum çünkü okuduğum duaya ancak böyle odaklanabiliyordum bu baş ağrısıyla. Omuzlarımdan tutulup çömeldiğim yerden kaldırıldığımda bunu yapanın Selim olduğunu ve ellerinin bana tekrar dokunmadan evvel titrediğini fark ettim. Çünkü yıllardan beri kendine helal olmayan bir kızla ilk kez temas ediyordu. Ve o kız bendim. Arabaya bindiğimizde önce kendi evlerinin önünde durup koşarak içeriye girdi ve az sonra elinde küçük bir poşetle geri döndü. Perihan teyze ve Buket ise neden hâlâ burada olduğuna şaşırmış bir şekilde oğullarına soru yağdırıyordu anladığım kadarıyla. Selim arabayı az ilerideki bizim evin önünde durdurduğunda bahçedeki abim yardım etmişti bu kez bana. Bundan ben de Selim de memnun olmuştuk. Yatağıma uzandığımda Selim aileme bana uyutucu ve ağrı kesici bir iğne yapacağına dair bir şeyler söylüyordu. Uyuyunca geçer derler ya hani çocuklara, uyuyunca ağrıyı hissetmiyordum işte ben de. Kabuslardansa hiç söz etmeyelim bile. Annem elbisemin kolunu dirseğime dek sıvayıp kolonya ve pamuğu hazır etti. Selim iğneyi koluma batırıp çıkardığında endişeli bakışlarını önce bana sonra abime çevirdi. ''Uyuyunca ağrıyı hissetmez...'' Eğer gidersen, uyanınca yüreğimdeki ağrıyı hissetmeme engel olacak bir iğnen de var mı Selim? -⏰⌛⏳⏰- Bugün mahalledeki teyzeler sağ olsunlar beni ziyarete gelmişlerdi. Perihan teyze limonlu kekine bayıldığımı bildiği için elinde tepsiyle gelmişti. Beş kez teşekkürlerimi iletmem azdı bile. Beni düşünmeleri bile mutlu etmeye yetiyordu, keke pastaya gerek bile yoktu. Gerçi kızı Buket'in limon yemiş suratı limonlu keke iştah bırakmamıştı. Buket'in kafadarı Aysu'nunkiler de eklenince... Aysu ve Buket benden hoşlanmadıklarını her zaman belli ettikleri gibi yine etmişlerdi. Annemler ve Perihan teyzeler odadan çıkıp içeriye geçtiklerinde önce Buket ''Abim senin yüzünden üzülüyor, onun kafasını karıştırıyorsun.'' diye çıkışmış sonra Aysu ''Bencil olmayı bırak. Senin yüzünden Selim sevmekten korkuyor. Senin yüzünden işine rahatça gidemiyor. Bencilsin.'' diye devam etmişti. Arkalarındaki kapıdan içeri giren Selim'i ise görmemişlerdi. ''Buket! Hemen arkadaşını da al ve eve gidin.'' İkisi de Selim'i gördüklerine şaşırmış, bana kötü bakışlar yollayıp hırsla odadan çıkmışlardı. ''Daha iyi misin?'' Yanımda kimse yok diye odaya girmeyip kapının yanında dikilen Selim'e ''Evet,'' dedim. Selim'in hemen arkası oturma odası olduğu için annemler muhtemelen şuan onun sırtını seyrediyordu. Yoksa yine de orada dikilmezdi. İçerideki uğultu da yükselmişti, bilmiyorum neden... ''Ben gideyim o zaman, sen de dinlen. Yani gitmek derken buradayım, buradan gidiyorum. Af, buradalar karıştı...'' Demek istediğini anlamıştım aslında. Konuşmasıysa beni güldürmüştü. ''Neyse, görüşürüz o zaman. Allah'a emanet ol.'' deyip arkasını dönmüştü. ''Selim?'' Ben seslenince tekrar döndü ve konuşmamı bekledi. ''Burada olmanı istemek bencillik mi?'' ''Eğer öyleyse, ben dünyanın en bencil insanıyım.'' deyip gittiğinde ilk başta cümlenin anlamını kavrayamasam da dış kapının sesi kulaklarıma dolduğunda tebessüm ediyordum. Burada olmayı, yanında olmayı o da istiyordu. Bir süre sonra Anaka'm gelip yatağımın üzerine yanıma oturduğunda ellerimi ellerinin arasına aldı. Kırışıklıklarının üzerine bir öpücük bıraktığımda gümüş yüzüğün parmağında olmadığını gördüm. ''Babaanne! Yüzüğün nerede?!'' Gülerek ''Sakin ol evladım, olmasu gereken ellerde.'' dediğinde kaşlarımı çattım. ''Babaanne, onun olması gereken eller seninkiler.'' ''Şimdu bırak sen onu kızım, sonra konuşuruz bunu. De bakayım başın daha iyi midur?'' ''İyi çok şükür.'' ''O zaman akşam içun hazırlan. Sana alduğum siyah pileli feracenu giy. Başina da siyah pulli yazmanı ört.'' ''Hayrola bir yere mi gidiyoruz? Neden giyiniyorum?'' ''Biz gitmeyeceğuz, bize misafir gelecek. Daha da bir şey sorma ağzımdan laf alamazsun. Hadi benim çok işim var gideyrum.'' Babanem daha zar zor yürüyordu, ne işi olacaktı Allah aşkına? Neyse, demek ki etrafında beni istemiyor şu an. Zaten benim de uykum var, sabah abim işe giderken kapı sesine uyandım erkenden. Bir kaç saat dinleneyim... |
0% |