@sukunettekelimeler
|
Telefonumdan gelen bildirim sesi üzerine kekleri koyduğum saklama kabının kapağını kapattım ve telefona baktım. Selim bir fotoğraf yollamıştı. Bugünün yorgunluğunu unutturan minik Şüheda ile tanış Yusra teyzesi Gülümseyerek fotoğrafa baktım uzun süre. Kucağında bebek tutmak yakışmıştı Selimime... Maşallah çok tatlı (: Tanıştığıma çok memnun oldum. O da çok memnun olmuş Dudaklarımdan firar eden gülümseme fırından gelen sesle bölündü. Hızlıca ''İnşAllah♡'' yazıp yolladım ve poğaçaları da geniş bir saklama kabına yerleştirdim. Her şeyin hazır olduğuna emin olduktan sonra besmeleyle evden çıkıp hastanenin yolunu tuttum. Selim'e ve mesai arkadaşlarına sürpriz olacaktı bu. Onlara bir şeyler hazırlamıştım öğlen yemeği için. Cumaydı bugün, cuma namazına kadar yetişirdim gerçi, çok uzak değildi. Otobüsteyken ikimizden bir parça taşıyan tatlı bir bebek hayal ettim. İlk emeklemeleri, yürümeleri, sözcükleri, oyuncakları... Sonra okula gidişi. Babası gibi başarılı ve cesur oluşu. Bir gün bir kıza-oğlana vuruluşu. Bize torunlar verişi... Çok şey hayal ettim. Henüz nasip etmemişti Rabbim ama vardır ille bir zamanı diye bekliyorduk. Suratımda bir tebessümle hastaneye girip asansöre yöneldim ve üçüncü katın düğmesine bastım. Selim'in odası oradaydı. Koridorda yürümeye başlayıp Selim'in kapısını tıklatarak içeriye girdiğimde içerisi boştu. Saate baktığımda yemeğe yeni çıkmış olacaklarını fark ettim. Cuma vaktine daha vardı fakat sela da okunalı çok olmuştu. Cuma ile Sela arasındaydık. Arkadaşlarıyla oturuyordur diye onların kendilerine özel dinlenme odalarına yöneldim. Kapıyı aralayıp tebessüm ederek odaya girsem de karşımdaki manzarayı gördüğümde tebessümüm solmuş, bakışlarım Selim'in bakışlarını bulmuştu. Korku dolu gözlerini bana çevirirken karşısındaki adamlardan biri de elindeki silahın namlusunu bana yöneltmişti. ''Yusra? Burada ne işin var? Hemen git buradan!'' Şaşkınlıkla bir adım geri gittim fakat adamın biri beni durdurdu. Bana çevrilen silah namlusunun aynı diğer adamdaydı ve Selim'e tutuyordu. Adamın tehdidi üzerine oradan gidemedim. Selim neden geldin der gibi bakıyordu. Keşke gelmeseydin der gibi... Gözlerindeki duyguları okumakta zorlanıyordum. Çok fazla karışık his içerisinde olduğu her halinden belliydi. Bakışlarımı geniş odada gezdirdim. Koltuklar ve masalar düzgün ve temizdi. Odadaki tek göze batan şey az ötede yerde yatan, Selim'in yardımcısı olan hemşire kızdı, Şilan. Topuz yaptığı kumral saçlarının arkası kızıla çalmış, kafasının etrafı kırmızı rengine boyanmıştı. Belli ki başını bir yere vurmuştu. Onu öyle görünce yüreğime bir yumru oturdu. Henüz gencecikti. Yeni mezundu ve buraya atanmıştı. Bana çekinerek anlattığı nişanlısını daha yeni tanıştırmıştı ailesiyle, geçen bayram. Dehşet bir manzaraydı. Yüreğimi dayanması için gaza getirmeye çalışıyordum. İçimden dualar fısıldamaya başlamıştım bile. ''Ne oluyor burada?'' Elimdeki poşetleri bıraktım. Birilerine mutluluk vereceğini düşünüp de getirdiğim yiyecek poşeti tüm anlamını yitirmişti. Böyle bir şeyle karşılaşmak zihnimin ucundan dahi geçmezdi. Adımlarımı az ötemde duran Şilan'a yönelttim ve yanında çömelip ''Şilan.'' diye mırıldanırken elimi boynuna götürdüm. Nabız alamadım. Titremeye başlayan ellerimi bu kez sol göğsünün altına bastırdım. Kalp atışlarını hissetmiyordum. Şilan gitmişti. Ve ben tanıdığım birini karşımda cansız halde gördüğümde ne hissedeceğimi şaşırmıştım. Koca bir hüzün sarmıştı her yanımı. Bacaklarım titrerken ayağa kalktım zorla. Siyah bir şalvar ve beyaz gömlek giymiş, bakışlarında zerre merhamet göremediğim adam ''Çok konuşacağına sen de geç şu adamın yanına.'' deyip silahıyla Selim'i gösterdi. Selim elini uzatıp ''Gel buraya Yusra.'' derken zaten ona doğru yürümeye başlamıştım. ''Siz kimsiniz?'' İkisi de sorumu duymazdan geldi. Takım elbiseli olan da başını sallayıp Selim'e döndü. Selim'in yanına vardığımda parmakları parmaklarımın arasına girdi. Sıkıca elimi tutuyordu. Beni korumak ister gibi arkasına aldı. İyi de beni dışarı çıkarsalar ve Selim kalsa yine bir parçam burada olacaktı. Ona zarar geleceği düşüncesi beni yiyip bitirecekti. Ve ben onsuz nefes alamazdım. Allah'ım, sen onu alacaksan beni de al. Bana onsuz bir hayat sürdürme. Şalvarlı olanı güldü. Takım elbiseli ise ciddi tavrını koruyordu. Adam silahı gözüme sokmak ister gibi sallayıp sözlerine devam etti. ''Selim bu ne diyor?'' Selim insanlar arasında ayrım yapacak biri değildi. Hastaları için de elinden geleni yapardı. Dini, dili, ırkı, kim olduğu önemsizdi. Elinden geleni yapardı. Ve bu adamlar, konuşmalarından, kılık kıyafetlerinden anladığım kadarıyla... Söylemeye dilim varmıyordu ama karşımda iki vicdansız terörist vardı. ''Bakın, ben kimsenin ölmesine göz yummadım. Arkadaşınızı getirdiğinizde zaten ölüm döşeğindeydi. Ben elimden geleni yaptım.'' ''Elinden geleni yapsaydın iyileştirirdin onu!'' Selim sesini yükseltti. Sabrı taşmış görünüyordu. Silahı Selim'e doğrultmuş adam ''Hıh, Allah'tanmış!'' diye dudak büküp gülerken diğeri ''Yeter bu kadar. Hadi vedalaşın.'' dediğinde zorla yutkunup Selim'in omzunun arkasından kulağına fısıldadım. ''Selim, Rabbim'e kavuşma vakti gelmiş sanırım. Hakkını helal et.'' Kendini bana siper etmeye devam ederek dikkatle bana döndü. Dolu gözleri suratımın her karşında geziniyordu. ''Helal olsun. Selim?'' ''Hım?'' ''Sakın kendini suçlama tamam mı?'' Başını sallayıp kısa süreliğine gözlerini yumdu. Zorla yutkundu. Her bakışı beni sevdiğini haykırıyordu. Bu Allah düşmanlarına karşı boş boş durup ölmeyi beklemeyecektik. Masanın üzerindeki elime geçen metal maddeyi kavradığım gibi yakınımda duran adama fırlattım. Bunu beklemiyordu. Adam bağırıp geri sendelerken bir kaç el silah sesi kulaklarımı doldurdu. Omzuyla boynu arasını ovalayan adam küfürler savuruyordu. Bedenim halsizleşince dizlerimin üzerine çöktüm. Selim endişeyle ''Yusra!'' diye bağırmış, omuzlarımdan tutmuş bir şeyler söylüyordu fakat duymuyordum. Öfkeyle kendine silah doğrultan adama yöneldiğini fark etmiştim. Bir süre boğuştular fakat diğeri ateş edince Selim vurulmuştu. Elindeki kanlara baktı. Sonra bana. Onun da canının yandığını düşününce daha fazla acıdı kalbim. Yanıma doğru sendeleyerek geldi ve beni dizlerine yatırdı. Kanamamı durdurmak için önlüğünü bastırmaya çalışsa da gücü yetmiyordu. Adımı söyleyip duruyordu. Güçlü biri olduğumu, dayanmamı, öğrencilerimin daha benden öğrenecek çok şeyleri olduğunu, daha kendi meleğimizi kucağımıza almadığımızı tekrarlıyordu. Fakat bir süre sonra onun da sesi kısılmaya, gücü tükenmeye başlamıştı. Tek bakışından çok şey anladığım adamdı o benim, bunu da anlamıştım. Onu iyi tanıyordum, o da beni... Bir aralık sustu, elimi sıktı. Parmağındaki gümüş yüzüğün varlığı bana Anakamı hatırlattı. Ondan önce ölürsem acaba bu yüzüğü ne yapacaktı? Şimdi bu yüzük bir yuvaya ve iki insana daha şahitlik etmişti. Hatta onlarca insana... Ölümün hiç beklemediğimiz bir anda geldiğini düşünüyordu belki de benim gibi, ikimiz de derin nefesler almaya çalışırken. ''Herkes buraya toplanmadan gidelim hadi.'' O anlarda içten içe af diledim. Ömrümü ne kadar faydalı geçirebildim ki diye düşündüm. Rabbimin huzuruna başım öne eğik çıkmamamızı istedim. Adamlar geride üçümüzü de bırakıp elini kolunu sallayarak çıktılar odadan. Elimi sıkıca tutan Selimle acımızı paylaşıyorduk. ''Selim,'' diye fısıldadım. Canım çok yanıyordu. ''Şehadet getirelim Yusra.'' dedi o da zorla konuşarak. Şehadet deyince aklıma bugün resmini attığı bebek geldi. Şüheda, yani şehit. Beraber şehadet getirdik. Sonra ayak seslerini hayal meyal duyduğumu hatırlıyorum. Birileri gelmiş olmalıydı. Kaçıncı kez şehadet getirdiğimizi hatırlamıyordum, fakat son kez şehadet getirdiğimde Selim'in de son kez getirdiğine adım gibi emindim. Rabbimin içime verdiği bir sezgiydi belki... Hayat bu kadar kısaydı. Hayat bu kadar ağırdı.
O öyle bir adamdı ki ''Bir gülün açısına devrim diyen'' Peygamber'in izindeydi. Onun gibi, bir gülün açısına devrim demekteydi. Şimdi bir adam gelse şehre, bir gülün açısına devrim diyebilse-k... |
0% |