Yeni Üyelik
8.
Bölüm

Gülün

@sukunettekelimeler

''Anaka'm, ben senin dediğini yaptım, siyah feracem de siyah yazmam da üstümde. Sıra sende, de bakayım kim gelecek?''

Kapı sesi duyulunca ''Aha şimdu göreceğsun.'' deyip gitmemi işaret etti. Kapıyı açıp karşımda Selim'in ve Özkan'ın tayfasını görünce tebessüm edip hoş geldiniz dedikten sonra içeri buyur ettim. Annemle babam da gelmişti zaten kapıya karşılamaya.

Hayır yani, Anaka'm bana öyle geçenlerde yeni aldığı hediye feraceyi giydirince ben de kim gelecek diye merak etmiştim. Her zamanki bizim tayfaydı işte.

Özkan, Selim'in önünden çıktığında ikisinin de ellerinde fırın tepsisi tuttuklarını fark ettim. Allah Allah neydi bu şimdi?

''Hoş geldiniz.'' deyip Selim içeri girdiğinde, Özkan ise ayakkabılarını çıkaramadığı için giremediğinde ''Ben alayım onu istersen.'' teklifinde bulundum. Bunu sormamı bekliyormuş gibi hemen tepsiyi bana uzatıp ayakkabıları için çömeldi.

Babam onlara doğru yönelince ben de tepsiyi bırakmak üzere mutfağa girdim. Üzerindeki örtüyü araladığımda kakaoların kahverengileri gözlerimden kalp fışkırtmama neden oldu da--
Evet -da'sı vardı. Niye pasta getirmiştiler ki, ben çayın yanına bir şeyler hazırlayıverirdim zaten.

''Bence asıl buna bayılacaksın.'' deyip diğerini masanın üzerine bırakan Selim de örtüyü kaldırdığında burnuma mis gibi patatesli börek kokusu doldu. Gerçekten bayılacaktım şimdi.

Anaka'mın sesini duyunca kapıya döndüm.
''Selim'im, haydi haberuni bekliyorum ki ona göre gidip babana diyeyum.''

''Ne haberi babaanne?'' diye sordum merakla.

''Ben şöyle şurada oturayrum, siz konuşun.'' deyip bana cevap vermeyerek mutfağın köşesindeki masaya oturdu.

Bu kez Selim konuşunca ona çevirdim başımı.
''Yusra,''

Elini biraz kaldırıp avcunu açtı. Avcundaki Anaka'mın yüzüğüydü! Neden ondaydı? Avcundaki yüzüğe dik dik bakmayı sürdürdüm.

''Gözlerin bulutlanmaya devam ediyorsa seninle şemsiyemi paylaşmak istiyorum.''

Bakışlarımı yüzükten çekip Selim'e, sonra Anaka'ma ve yine yüzüğe çevirdim.

''Âniden gelişti her şey, çiçek çikolata felan almaya merkeze bile gidemedim. Nuriye nine de bu yüzükle karşına çıkmamı istedi. Yüzüğün hikayesini dinledim de, bundan daha anlamlı ve maneviyatlısını bulamazdım. Kabul edersen dünyada ve ahirette helalim olan, imanımın yarısı hükmüne geçecek kadının sen olmasını istiyorum.''

Yaşaran gözlerimi yüzükten çekip elimi onunkinin biraz altına doğru havaya kaldırdım yüzüğü bırakmasını istercesine. Avcundaki yüzük şimdi benim avcumdaydı. Yüzüğü parmağıma takıp gözlerimdeki buğuyu kolumla sildim.

''Yusra, gözlerin bulutlanmış.''

''Olsun, şemsiyemiz var.'' deyip hafifçe tebessüm ettim.

Gittim ve babaanneme sıkıca sarıldım.

Selim erkeklerin oturduğu odaya biz de içeriye geçtiğimizde herkesin bundan haberdar olduğunu düşünüp utanıyordum. Yüzlerine bakmaya çekiniyordum.

Anakam odadan çıktı, az sonra tekrar gelip bana kahve yapmamı söyledi. Annem gergin görünüyordu. Perihan teyze de çok neşeli sayılmazdı fakat tebessümlerini kimse eksik etmiyordu.

Kahveler hallolduktan sonrası bir karmaşaydı. Annem ben kızımı uzaklara göndermem havasında, Perihan teyze beni gelin olarak almak istese de anneme hak verir bir halde, Cihan amca istiyorlarsa evlensinler deyip iki tarafı da iknaya çabalarken, babam da "Selim burada kalsa gözümü kırpmadan verirdim kızımı ama' derken benim beynim sulanmıştı.

Genel konu şuydu ki bizimkiler Selim'i istiyor, uzakta olmamı istemiyorlardı. Perihan teyze ve Özkan'ın ailesi de bu duruma hak veriyordu. Cihan amca ise -takdir ediyordum- gönülleri varsa evlensinler diyordu. Kimse bize bir şey sormuyordu!

Ta ki babanem herkesi susturup konuşana dek. Evet, nasıl olduysa aileler birbirlerine fikir sorarken aynı odada birleşivermişlerdi.

''Bana bakun ben sizun goruşlerinuzle ilgilenmeyrum. Evlenecek olan çocuklardur, karar onlarundur. Selim oğlum Yusra'yı, Yusra da Selim oğlumla gitmeyi kabul ettu. O zaman bu iş tamamdur.''

''Ama Anaka, ben kızımı o kadar uzaklara nasıl yollayayım?''

''Oğlim sen da karinu aynu mahalleden almadun. Gonya'dan aldun. Hem Selim'in kendinden önce Yusra'yı düşüneceğunu bileyrum ben. Erkekler hanımlarınu kollayup gözetmekle yükümlidur, Selim oğlum bunu bilur.''

Sessizlik olunca Özkan da çorbaya tuzunu koydu (Allah sevdiğine kavuştursun haberci-gazeteci kardeşimi. Gerçi bildiğim kadarıyla şuan öyle biri yok.)

''Nuriye ninem doğru söylüyor. Selim küçüklüğümüzden beri Yusra'ya kimseyi dokundurtmadı, şimdiden sonra da elinden geleni yapacaktır. Hem bizler takdir-i ezel'e teslim olmalıyız. Kadere inanan insanlarız çok şükür. Başa bir şey gelecekse de ne zamansa o zaman gelir, nerede olduğumuz fark etmez. Orada olsun burada olsun...''

Sadullah amca oğlunun lafının devamını aldı. Belli ki o da artık destekleyen taraftaydı. Son cümlelerini de babama hitaben kurmuştu.
''Hem bakın, birbirini seven iki insanı ayırırsanız ikisi de ölene dek başınıza bekar kalır ona göre. Cihan'ın iki evladı var : Buket ve Selim ; oğlunu gönderiyor. Senin dört tane, daha rahat ol, bırak yavrun mutlu olsun.''

''Heh bak ne güzel dedular, habu ikisini nikahlayacağsınuz yarın. Öbür gune gitmeleru gerek, ona göre.''

Ne olacak diye büyüklerde gezindi gözlerim. Babam Selim'e doğru gidip karşısında durdu. Dikkatle ona baktı. Baktı. Ve baktı. Allah Allah, baba ne bakıp duruyorsun öyle?

Babaannem yalan yere öksürünce babam bakışlarını bana çevirdi. Utançla bakışlarımı çektim ve babaaneme yönelttim. Sonra bana bakmadığını düşündüğüm süre içinde tekrar babama çevirdim.

Elini Selim'in omzuna vurdu önce ve ''Kızımı ziyarete getirmezsen bozuşuruz.'' deyip öpmesi için elini uzattı.


-⏰⏳⌛⏰-

Allah'ım nasıl utanmıştım... Fakat bunlar olacak ve olan şeylerdi, yani evlilik ve nikah. Nikah kıyılmıştı ve artık Cihan amcayla Perihan teyze de benim anne-babamdı. Buket de görümcem öyle mi? Yalnız tam görümce olurdu o kız, beni hiç sevmiyordu çünkü kafadarı Aysu'yla abisinin arasını yapmak istiyordu hep. Neyse ki yakında olmayacaktık ve benle uğraşamazdı. Hem öyle olsa bile Selim için dayanırdım ben.

Yakında olmayacaktık evet. Bunu da yeni hazmedebilmiştim ve arada bir ailemden ayrılacağım için gözlerim doluyordu. Hele de Anaka'mdan...

Ben yokken kim onunla benim kadar ilgilenebilirdi ki? Arkamda bana ihtiyacı olan birini bırakıyormuş gibi hissediyordum. Özleyecektim. Atanamadığım için boş durmayıp mahallenin çocuklarına kursta hocalık da yapıyordum, onları da özleyecektim.

Fakat Allah'a bolca şükrediyordum. Harama bulaşmadan hayırlısıyla ve sevdiğim adamla O'nun katında evliydik.

Nikahtan sonra imam amca gitmiş, biz de ailelerimizle beraber evlere dağılmıştık çünkü bu gece için hazırlamamız gereken bavullar vardı. Zaten Selim'in yüzüne bakmaya daha bir çekiniyordum.

Bavul hazırlığından sonra gece yola çıkacağımız için biraz uyudum. Kalktıktan sonrasını bir süre özleyeceğim ailemle beraber vakit geçirdim. İnsan ailesini ille özlerdi. Anne baba bir başkaydı çünkü. Benim dedemle nenem de bir başkaydı...

Şimdi Selim de ailemdi.

Eşyaları arabanın bagajına ve arka tarafına sığdırmak çok zor olmamıştı çünkü Selim ilk gidişinde kendi götüreceklerinin çoğunu götürmüştü. Anaka'mın turşuları, Perihan teyzenin salçaları, annemin acıkası, kompostolar da kavonozlar ve bidonlar içinde itinayla arabaya yerleşmişti. Biraz gözyaşı bu kez ikimizin birden ardını sulamış ve yola çıkmıştık.

Selimle aynı arabada yanlız kalmamız çok farklı hissettiriyordu ve biraz da gergin gibiydim. Alışmam gerekecekti. Nabzım güm güm bağırışını yaklaşık yarım saatlik bir yolculuktan sonra susturmuştu. Camdan dışarıyı seyrediyor, arada bir de Selim'i kontrol ediyordum.

Bir saati sessizce atlattıktan sonra Selim derin bir nefes alıp boş sayılan yolda biraz gaza bastı.

''İstersen sen uyu biraz Yusra. Yol uzun.''

Konuşunca hemen başımı ona çevirdim ve hızlı hızlı kelimeleri bir araya getirdim. Biraz sakin olmalıydım.

''Hı? Yok yok, ben gündüz biraz uyumuştum. Uyumıyım şimdi, senin uykun felan gelirse hem sonra...''

Güldü ve ''Tamam öyleyse.'' deyip bir kaç saniye bana baktıktan sonra yola dikkatini verdi tekrar.

Güldü! Gülümseyişini görmeyeli uzun zaman olmuştu ve o gülünce mutlu olmuştum.

Dışarıyı izlemeye devam ettim.

Üzerime bir şey örtüldüğünü hissedince gözlerimi açtığıma göre uyumayacağım deyip uyuya kalmıştım. Selim'in eliyle karşılaştı gözlerim. Neyse ki başım ondan tarafa dönük değildi de gözümü açar açmaz onu görmemiştim.

''Uyandırdım mı? Hava serinledi, üşürsün diye üzerine bir şey örteyim demiştim...''

''Sorun değil. Teşekkür ederim.'' deyip arabadaki saat göstergesine baktım.

2.40

Neredeyse üç saattir yoldaydık ve anlaşılan ben bir saat kadar uyumuştum. Arabanın durduğunu yeni yeni fark edip etrafa bakındım.

''Biraz yoruldum da, dinlenmek için kenarı çektim.''

'İstersen arkaya uzan bir süre.' diyecektim fakat arkadaki koltukların üzerlerinin de dolu olduğu aklıma geldi. Ama böyle de olmazdı ki! Onca yolu bir kişi nasıl uykusuz gitsindi? Ben de cesaret edemezdim bilmediğim yerlerde araba sürmeye.

''Koltuğu yatıralım, uzan biraz. Olur mu?''

''Yok yok, devam edelim yola en iyisi. Henüz pek uykum gelmemişken ne kadar gidersek kârdır.''

''Tamam o zaman.'' dedim ve Selim arabayı çalıştırıp tekrar yola çıkarken ben de üzerime bıraktığı hırkaya çaktırmadan sarıldım.

Bir saat daha gittikten sonra bir benzin istasyonunun önüne parketti. O arabanın tekerlerindeki havayı kontrol ederken ben hâlâ içeride oturuyordum. Kapımı açıp kafasını eğdi ve ''Hadi gel, bir şeyler atıştıralım.'' deyip geçeyim diye kapının önünden çekildi.

Telefonumu alıp feracemin cebine sokuşturdum ve indim. Hava esiyordu ve rüzgar üşütüyordu. Selim'in üzerime bıraktığı hırkayı da alıp nasılsa siyah ve bol diye feracemin üzerine giydim. Nasıl göründüğü gerçekten önemli değildi çünkü üşütüyordu hava.

Bu arada İzmir'e yaklaşmıştık sanırım, emin değildim. Selim'e de sormaya çekinmiştim. Ege ve Akdeniz tarafından gidiyorduk.

Benzinliğin hemen yanındaki dinlenme tesisinden içeriye girdik ve kahvaltılık bir kaç şeyle çay alarak masalardan birine oturup sessizce yemeğe koyulduk.

Bu sırada Selim, oradaki okulların öğretmene ihtiyacı olduğu için muhtemelen çalışmak istediğim takdirde bu işin hallolacağından söz etmişti. Ben de izni olursa mesleğimi yapmak istediğimi söyledim. Tabiki itiraz etmedi.

''Eğer bir şeylere engel olursa, bırakırım çalışmayı.'' diye de eklemeyi unutmadım. Sonuçta bir kadının ilk görevi eviydi. Yemeğimi, temizliğimi, ütümü veya Selim'i ihmal edecek olmayı önce kendim istemezdim.

Konu buradayken çayımızı da bitirdik ve Selim ücreti ödedikten sonra dışarıya çıktık. Kafamı kaldırıp gökyüzüne baktım. Ay yarımay şeklindeydi ve bir kaç yıldız ışıl ışıl parlıyordu. Geldiğimiz tarafta bir deniz ve köprü, suya vuran ışıklar uzaktan pek görünmese de hoş bir manzara oluşturuyordu.

''İstersen arabaya binmeden önce biraz hava alalım.''

''Olur.'' dedim ve Selim adımlarını o köprünün göründüğü tarafa doğru yöneltince sevindim. Daha yakından seyredebilecektim. Sessizce gidebileceğimiz son yere dek gidip durmuştuk ve karşımızdaki manzaraya bakıyorduk.

''İşini seviyorsun.''
Sanırım bunu düşünmüştü ki bunu dile getirmişti.

''Henüz pek yapamasam da, evet.'' dedim Selim'e ve devam ettim.

''Sen de seviyorsun mesleğini. Zaten çevrenin istemesiyle değil de kendi isteğinle doktor oldun. Küçükken de ben doktor olacağım derdin.''

Bakışlarımı suya vuran yansımalardan çekip ona yönelttim.
''Sahi, sende pek doktor kişiliği yoktu küçükken, neden doktor olmak istedin?''

O cevap vermeden yine konuştum. Çenem düşmüştü sanırım.
''İnsanlara yardım etmeyi seviyorum diye demiştin bir keresinde, tamam hatırladım.''

Gerçekten peş peşe çok konuşmuş olmalıydım çünkü bir garip bakıyordu bana. Kendi kendime büzüştüm çekinerek ve hırkanın uzun gelen kollarını çekeledim, parmak uçlarıma dek gelecekti neredeyse.

''Bu yüzden mi doktor olduğumu sanıyorsun?''

Suçlu bir çocuk hatasını kabul ederken kafa sallar gibi başımla onaylamıştım. Çünkü bir garip bakıyordu. Normal bakışlarına bile alışkın değildim ki.

''Yusra ben--
Ben senin için doktor olmak istemiştim. Senin için doktor oldum. Yoksa hastaneler bana iyi gelen yerler değildi ve bu mesleği düşünmezdim belki de.''

Duyduğum cümleler yine kalp atışlarımı duymama yardımcı olan türdendi. Benim için doktor olmuştu...

''Ama neden benim için?''

''Baş ağrılarına engel olabilmek için.''

Ah, tabi ya. Baş ağrılarım.

Gözlerini gözlerime çevirdi.
''Çocukken sen öyle ağladığında neden kimse sana iyi gelecek bir ilaç vermiyor, neden büyükler ve doktorlar bir şey yapamıyor diye herkesi içten içe suçladım. Biraz büyüyünce doktorların sorunu bulamadıkları için tedavi sunamadıklarını kavradım fakat bir şey değişmedi. Bulamadıkları için suçlamaya devam ettim. Sonra lise döneminde sen odanda ağrıya dayanamayıp yine de biz duymayalım diye bağırmalarını engellemeye çalışırken acizliğimi hissettim. Sen acı çekiyordun, ben bir şey yapamıyordum.''

Duygulanmıştım. Haberim olmadığı zamanlarda dahi beni düşünmüştü. Canımın acımasını.

Biraz duraklayıp devam etti.
''Dayanamıyordum. İyi bir doktor olup sorunun ne olduğunu ben bulmak istedim. Zaten onu da beceremedim.''

Son cümlesini çatık kaşları eşliğinde ortaya bırakmıştı. Kendini suçlarcasına konuşmuştu.

''Selim...'' diyebildim sadece iki damla yaş yanağımdan süzülürken. Tekrar bana bakmıştı adını seslenince. Gözlerime baktı. Hüzün vardı onunkilerin de içinde. Elini havaya kaldırdı, bana doğru yaklaşırken eli titriyordu. Bu bile onu sevdiğim için şükür sebebiydi. Nikahı olduğu halde titreyen eli...

Titreyen elini yanağıma dokundurup yaşları parmaklarına hapsetti. İlk temasımızın etkisinden olsa gerek, içime bir titreme hissi geldi ve dokunduğu yerden başlayıp bir ısı tüm vücudumu sardı.

Gözleri ürkekti, suçluluk ve hüzne bulanmıştı. Kendini neden suçlu hissediyor gibiydi ki? Benim için doktor olmuştu. Doktor. Benim için!

Tüm irademi elimin titrememesi için toparlamaya çalışarak elimi kaldırdım ve onun yanağımdan uzaklaşmakta olan elini yakaladım. Güven vermek ve teşekkür etmek istercesine sıktım.

Çok az daha orada kaldıktan sonra o da elimi sıkıp bırakmayarak arabaya doğru yönlendirdi adımlarımızı.

Aklım ellerimizin birleşmiş olduğuna gittikçe nabzımı düzenlemeye çalışıyordum.

Üşümem de geçmişti, baştan aşağı yanıyordum.


Loading...
0%