@sukunettekelimeler
|
''O düşlerde kalan şarkılarımı •
Babaannemin seslenişini tüm mahalle duymuşken benim duymamış numarası yapmamı yer miydi? Yemezdi. En şirin gülümsemelerimden birini ona gönderip üstüne bir de öpücük yolladım avucumdan. ''Yakında zaten havalar iyice soğuyacak babaanne! Bırak da gidebildiğim kadar bisikletle gideyim. Seviyorum, biliyorsun.'' deyip bisikletime atladım. Memnuniyetsiz bir şekilde başını iki yana sallayan babaanneme el sallayıp uzaklaşmaya başladım. Rüzgâr suratıma vurdukça üşüyordum ama yine de sıcacıktım. Çünkü zihnimden kalbime yol alan isim asla üşütmezdi beni. Hayatımın fazla tekdüze olduğunu fark ettim bir kez daha. Ama şuan için benim gerçeğim de buydu. Söylemem ne kadar doğruydu bilmiyorum ama yok sayamayacağım bir gerçekti bu; ben onu özlemiştim. Çok... Okulda zaman nasıl geçti hiç anlamadım. Kendimi tekrar bisiklet tepesinde buldum. Sanki inmiş, içeriye girmiş, geri gelmiş ve tekrar binmiştim bisiklete. Zaman, sadece şuanlardan oluşuyordu gerçekten. İçinde bulunduğumuz ân vardı en çok. Onu değerlendirmeli, onu göndermeliydik sonsuzluğa. Bir farklılık yaparak eve değil de parka gittim. İçinde fıskıyeler bulunan havuzun kenarına oturup bir yandan su sesini, bir yandan da zihnimin sesini dinledim. Bakışlarım etraftaki çocuklara konuk oluyor ve geçmişe hasret duymama yol açıyordu. Küçük olduğum, saf ve masum kaldığım çocukluğuma. ''Dede ben rüyamda Allah'ı gördüm.'' diye tüm saflığıyla dedesine rüyasından bahseden bir çocuk. ''Bu evimizi, oyuncaklarımı, seni bana Allah verdi dimi babaanne? Yaramazlık yaparsam, kötü olursam geri alır dimi?'' dediğim zamanlara hasret... Biraz kendime geldiğimi hissedince eve döndüm. Akşam yemeği yedik, sohbet ettik. Sonra Berra ile ders çalışmaya başladık. ''Ben artık yoruldum Akif abi. Daha çalışmak istemiyorum.'' Berra'nın arzusu üzerine saate baktım. Epeydir çalışıyorduk. ''Tamam o zaman prenses. Yatma saatine de az kalmış zaten. Hadi biraz oyna bakalım. Serbestsin.'' deyip onu rahat bıraktım. Erkenden yatan babaannem hasta mı diye kontrol etmeye gittim. Bir şeyi yoktu şükür. Sadece yorulmuş. Artık iyice yaşlandığı için yoruluyordu tabi kadın. Odama geçip Dilruba'nın telefonunu aldım ve kulaklıkları taktım. İçeriye gidip Berra'nın karşısına oturdum. Müzik listesine girip bir ezgi açtım. Ezgi çalarken ben de Berra'yı izliyordum. Birden ezgi bitti, kulaklarıma bir ses doldu. Kalbimi yerinden oynatacak bir ses! Berra bana dönüp ''Müzik mi dinliyorsun?'' diye sordu merakla. Başımı yavaşça salladım. ''Evet. Dünyanın en güzel müziği.'' • Geçen gün babam bizi gezmeye götürdü. Baktı ki ben derslerden çok yoruluyorum, ''Hadi biraz hava alalım.'' dedi ve güzel bir emrivaki ile düştük yollara. Taraklı, Göynük, Mudurnu gibi sıcak ve samimi, modernitenin kokusunu henüz tamamen içine çekmemiş ve çekmemekte direnen güzel yerleri gezdik. Dönerken pencereden dışarıyı seyrediyordum. Yıldızlar çok güzeldi. Berra'ya yıldızları gösterdim. ''En paylak şu Dilba!'' diye Ay'ı gösterdi bana. Dolunay vardı ve Berra en parlak yıldız olarak onu gösteriyordu. Kocaman gülümsedim. ''O Ay, ablacığım. Ama doğru, Ay da bir yıldız sonuçta.'' dedim yanaklarını sıkarak. Yolculuk devam ediyordu. Berra elini pencereye koyup ''Aaa! Yıldızlar gidiyo!'' diye endişeyle ve heyecanla bağırdı. Kendimi gülmekten alıkoyamayıp ''Yıldızlar gitmiyor Berra, biz gidiyoruz.'' dedim yanağına kocaman bir öpücük bırakıp. Aradan beş dakika geçmişti ki bu kez derin bir iç çekti Berra. ''Dilba. Yıldız yakalamak istiyor canım.'' dedi bakışları gökte... Allah'ım ya, gel de yeme! ''Yıldızlar yakalanmaz ki ablacım.'' dedim hüzünle. Ama kalbimize hapsedilebilir. • Ses kaydı bittiğinde Berra'yı yanıma çağırıp kulaklıkları ona taktım ve kaydı başa sardım. Ablasının sesini duyunca gözleri parlamıştı. Heyecanla ve kocaman bir gülümsemeyle kaydı dinledi. Bittiğinde ise yavaşça ellerini kulağına götürüp çıkarttı kulaklıkları. Bakışlarını gözlerime çevirdi. ''Ablam dünyanın en güzel müziği mi, Akif abi?'' Yavaşça başımı salladım. ''Ve benim göğümün en güzel yıldızı.'' Kayıtlardan * • Hatırlıyor musun pembe toka olayını? Öhöm, ben onu gerçeğe vurmuş olabilirim birazcık. Geçen hafta! Ahmet Akif'in doğum günüymüş, Hatice teyze sürpriz yapacaktı ona. Bizi de davet etti. Ben kendim cesaret edemeyip Berra'ya verdirdim hediyesini. Pembe kurdeleli toka! :) Küçük paketi açınca anlamamışcasına baktı elindeki tokaya bir süre. Sonra kaşlarını çattı. ''Bu ne?'' diye havaya kaldırdı tokayı. Berra da atlayıp ''Ablamla menim hediyemiz. Saçlayın uzun ya!'' dediğinde herkes gülmeye başladı kahkahalarla. Bazılarımızın gözlerinin yaşardığına bile yemin edebilirim. Elimi ağzımın önünde tutup gülüyordum. Arada bir bakışlarımı onun suratına misafir ediyordum tepkisini görebilmek için. Yandan yandan gülse de kaşlarını çatıp kötü kötü bana baktı. ''Çok komik!'' diye göz devirip elindeki tokayı İlke ablanın kızına verdi! ''Al, senin olsun bu.'' dedi ve küçük kız da sevinerek aldı. Çok üzüldüm. İnsan hatıra olsun diye alır kenarı koyar yani değil mi? Bunu hak etmişti. Çünkü benim doğum günümde de anaannem bana sürpriz yapmıştı bahçede. O sırada Ahmet Akif de test çözüyordu. Geldi elindeki paragraf kitabını bana uzattı. ''Doğum günün kutlu olsun Dilruba. Bu da hediyen olsun. Önceden haberim olsaydı daha faydalı bir şeyler alırdım. Bununla idare edeceksin artık.'' Paragraf kitabına anlamamışcasına baktım bir süre. ''Bu ne Ahmet Akif?'' Öyle işte... Ama şimdiye bir baksana; Ahmet Akif başka bir şehire gidecek üniversite için. Hem de bir kaç gün sonra. Bazen hafta sonları görebileceğim gelince. Onun harici o olmayacak. Sanırım... Sanırım onu özleyeceğim! • • Artık onu nadiren görüyorum. Ve o yokken hissettiğim hasret, kendimi onunla geçen zamanlarda buluşum, sözleri, gülüşü, gözleri, hepsi, hepsi bana yüreğimin işgal edildiğini haykırıyor. Belki de işgal dememeliyim buna, yakışmıyor. Fethetmek demeliyim. Bugün kendi kendime konuşurken (bilirsin bunu çok yaparım ) Berra geldi yanıma. Tutturdu ''Abla söyle, kim fethetti kalbini? Ben gidip kurtararım!'' diye. İçime bir sıcaklık yayıldı, sıkıca sarıldım ona. Çocuk olmak bir başka. Saf iyi niyet. Yanlış ne bilmiyorlar. Ona fethedilen ülkeleri kurtarmanın, feth edilen bir kalbi kurtarmaktan daha kolay olduğunu söyledim. Kalp nasıl kurtulabilir ki? Bir yolu varsa da ben bilmiyorum. Ve sanırım bilmek de istemiyorum. Çünkü beni yakıp kavuran duygulara rağmen kalbimin topraklarında mevsim bahar. • Bugün onu gördüm. Öyle normal bir karşılaşma olsaydı keşke. Ama yine garipti, ben gibi. Bir zamanlar odasında her bir nesnenin yerinden oynamamasına titizlik gösterecek kadar takıntılı ve garip olan ben. Hayatımı isteğim doğrultusunda yönlendirmeye çalışan ben. Bunun içimdeki narsist yanın işi olduğunu daha yeni fark eden ben. Meğer o ''Kitaplarımın yerini neden değiştiriyorsun anne? Ben böyle koyuyorum bilmiyor musun?!'' demelerim, ''Lavabonun içine tabakları koyma diye bin kere diyorum ama beni duyan ve anlayan kim?!'' diye sitem edişlerim, eşyalarımın neyin nerede nasıl duracağı hakkında olan takıntım, hepsi bundan dolayıymış. Hayatımı kontrol etme çabam. Hayatımın benim ellerimde olduğu ve onu benim istediğim gibi işleteceğim fikri! Yani benliğim! Mustafa Ulusoy'un ''Aynalar Koridorunda Aşk'' kitabını okuyunca çok iyi anladım bunu. Ve o kitabı okuyunca kendi duygularımı da sorguladım. Dedim ki : ''Ben gerçekten seviyor muyum? Yoksa öyle olduğunu mu sanıyorum?'' Kitaptakilerden yola çıkarak bu sorularıma cevap aradım. Yanıtlarımda ne kadar dürüsttüm bilmiyorum ama sanırım ben gerçekten...yani... Ben karşılaşmamızı anlatayım en iyisi. Annem beş yıldır kullandığı emektar telefonunu tuvalete düşürmüş. Bozulmuş telefon, çalışmıyor. Babam da ona sitem etmiş ve surat yapmış. Bunlar başladılar tartışmaya. ''Altı üstü tuşlu bir telefon! En fazla kaç para sanki?! Beni kızdırma bak gider kendime en pahalı telefonu alırım!'' Annemin söylenmelerini bilirsin, susmaz. Babam da sinirlidir, o da karşılık verir. İki inat küçük kar toplarını yuvarlar ve dev bir çığa dönüştürür. Öyle oldu. Berra korkuyla bacaklarıma sarıldı. ''Yeter artık susun! Berra'yı korkutuyorsunuz. Anne babam olmasanız sizi döverdim!'' diye bağırdım onlara. Babam ise bana dönüp ''Ya, sen sus kızım! Gidin şuradan.'' diye tersledi. Annem de onu ''Neden çocuğa bağırıyorsun!'' diye tersledi. Kavgaya devam! Ben de sinirlendim. Gözlerim doldu. Berra'nın kolundan tuttuğum gibi dışarıya çıktım ve yan bahçeye geçip onu anaannemin kapısına bıraktım. Gitmeden önce kapıya vurup ''Anaannem kapıyı açınca gir içeriye Berra.'' diye tembihlemeyi de unutmadım. Tekrar bizim bahçeye geçmek için demir kapıdan çıkıyordum ki karşımda birden bir beden belirdi. Neredeyse çarpıyordum. Kafamı kaldırıp kısa süreliğine göz göze geldiğimde Ahmet Akif olduğunu gördüm. Aynı anda binanın kapısında Berra belirip ''Abla!'' diye bana bağırdı. ''Gir içeriye Berra!'' diye bağırıp öfkeyle eve doğru yürümeye başladım. Ahmet Akif peşimden ''Ne oluyor Dilruba?'' diye seslense de aldırmadım. ''Dilruba!'' diye bağırıp az sonra da önümde bittiğinde onu dikkate almak zorunda kaldım. Çocuk daha yeni gelmiş meğer. Elindeki çantayı kenarı atıp önümde dikilmiş. Anne ve babama öfkeliydim ve sinirden ağlamıştım yine. Başımı eğip gözyaşlarımı sildim. ''Bir şey yok! Anne baba olmuş ama daha büyüyememiş ebeveynlere sahibim, o kadar! Artık buna bir son vermek lazım.'' diye kısa bir açıklama yaptım başımdan gitmesi için ama öyle bir niyeti yok gibiydi. Ben arkamı dönüp asıl kıyameti koparmak üzere eve gidecektim ama yine önümde dikilmişti. ''Dilruba, tamam. Sakin ol hadi. Gel, biraz hava al. Bahçede oturalım.'' derken kapının önüne geçti. O varken kapıdan geçemeyecektim! ''Hayır. Lütfen çekil.'' desem de dinlemedi. ''Çekil Ahmet Akif! Çekil işte!'' diye sesimi yükseltirken başımı da öfkeyle kaldırmıştım. Gözlerinde rastladığım yeşiller zaten hava almama yetmişti. Haftalar sonra aniden karşımda görünce garip bir etki yapmıştı. ''Çekilemem. Bak, Berra da üzülecek. Lütfen. Bana biraz güveniyorsan dediğimi yap. Sakinleş, şurada oturup temiz hava al. Hadi.'' dediğinde itiraz edemedim. Gözlerine rastlayınca, rüzgar kokusunu ciğerlerime doldurunca reddemedim. Bahçede sessizce oturup biraz hava aldım. Sonra üşümeye başladım. Evden öylece çıktığım için üzerimde sadece elbisem vardı. Biz de içeriye girdik. O gün anaannemde kaldık Berra ile. Ertesi gün de eve gitmedim. Annemle babam gelip gönlümüzü alana dek de eve dönmedik. Akşam mesaj attı. İyi olup olmadığımızı sordu. "İyiyiz." dedim. "Ama keşke engel olmasaydın." Olması gerektiğinden bahsetti. Sonra ''İyi olun.'' yazdı. Berra'yı sordu. ''Çocuk işte, iki güzel lafa kanıyor.'' dedim. ''Hem sen? Sanki sen kanmıyor musun?'' yazdı. Sadece kanmış gibi yaptığımı söyledim ona. Çünkü gerçekten öyleydi! İnsanlar ''Karşındaki aptal, sana tekrar inandı'' rolünü çok severlerdi. Ben de hep işin gerçeğini bilen ama bilmemezliğe vuran biri değil miyim zaten? Tekrar inanmış gibi yapan taraf değil miyim? Aptal rolü yapan! Ama gün gelecek sabrım tükenecek ve ben üzerimdeki tüm kostümleri yırtıp atacağım. Tüm rollerden sıyrılacağım. O zaman benden korkabilirler. • 9Eylül2018 |
0% |