@sukunettekelimeler
|
''Sen attın bilmeden kuyuya taşı • Yanında asistan olarak görev yaptığım hoca bugünlük ders anlatma işini bana bırakmıştı. Neyse ki dersin sonuna gelmiştik artık. ''Evet arkadaşlar, sorusu olan var mı?'' diyerek sınıfa göz gezdirdiğimde kimseden ses seda çıkmadı. ''O zaman dersi bitiriyorum. Çıkabilirsiniz.'' dedim ve pencereye doğru yürüyüp mermerin üzerine bıraktığım çantamı aldım. Sınıfa bir uğultu hakim olmuştu ve herkes sınıfı boşaltıyordu. Derin bir nefes verip çantanın fermuarını kapattım. ''Hocam, benim bir sorum olacak size?'' Duyduğum ince ses üzerine arkamı döndüm. Sınıfta sadece ikimizin kaldığını fark etmem gerilmeme neden olmuştu. Neyse ki kapı açıktı. Cümlenin sahibi olan kıza kısa bir bakış attığımda içimde başını dertli dertli iki yana sallayan bir adam emojisi oluşmuştu. Kızıl saçlarının bir tutamına parmağını dolamış, başını hafifçe yana eğmiş ve delici bakışlarını bana yöneltmişti. Çantamda bir şey arıyor edası vererek konuştum. '' 'Sorusu olan var mı?' dediğimde sormanızı tercih ederdim. Normalde cavaplamam ama bu seferlik cevaplayayım. Buyrun?'' ''Ben Helin.'' dediğini duyduğumda elini de uzattığını fark ettim. Uzattığı eline kısaca bakıp görmemezlikten geldim. Resmiyetimi bozmadan sürdürdüm konuşmamı. ''Sorunuz neydi Helin Hanım?'' Tahtanın önüne doğru yürüyüp parmağı ile bir yeri gösterdi. ''Burada neden böyle yaptığınızı anlamadım?'' Çantama koyduğum kalemi alıp tahtaya yaklaştım ve nedenini açıklamaya başladım. Bir kaç dakikada sonra bitmişti bile. Sonucu tekrar yazıyordum ve kalemi tahtadan çekecektim ki elimin üzerine yayılan ısı nedeniyle kaşlarımı çattım. Kalemi elimden almış, alırken de gereğinden fazla parmaklarıma temas etmiş, gereğinden fazla uzun durmuştu orada eli. ''Ya sabır.'' çektim ve ''Bunu yanlış yazdınız.'' diyerek parmağı ile bir rakamı silip yerine yenisini yazan kıza çatmamak için kendimi zor tuttum. ''Doğrusunu görmeniz güzel. Başka sorunuz yoksa gitmem lazım.'' Kalemi bana geri uzattı. Ucundan tutarak aldım ve çantama geri koydum. Sınıfı terk etmesini bekliyordum ama pencereye doğru peşimden gelmişti. ''Bir şey daha sorabilir miyim? Özel ders veriyor musunuz?'' Net bir şekilde ''Hayır.'' yanıtını vermeme rağmen ısrarcıydı. ''Peki vermeyi düşünüyor musunuz? Düşünmüyorsanız da bir düşünseniz? Benimle özel olarak ilgilenmenizi isterim, hocam.'' ''Vermiyorum. Vermeyi düşünmüyorum. Şimdi müsaadenizle.'' deyip sınıfın kapısına doğru yürümeye başladım. Arkamdan seslenip ''Normalde ders harici soru cevaplamadığınızı söylediniz ama benim için cevapladınız. Teşekkür ederim. Bunu bir umut dalı olarak göreceğim.'' demesi beni çıldırtmıştı. Adımlarımı hızlandırıp kendimi bahçeye zor attım. Bu gençler ne hale gelmişti böyle? Beni gerçekten seven ve bakmaya, konuşmaya, mesaj atmaya kıyamayan bir kızdan sonra fazla boğucu geliyordu tüm bunlar. Fazla boğucu. Genzimi bir duman sarmış gibi hissediyordum. Nasıl elime dokunma cüretini gösteriyorsun sen ya nasıl? Hem hocam deyip hem flörtünmüş gibi nasıl konuşabiliyorsun? Kendimi sakinleştirmeye çalışarak yeşillik alana doğru yürüdüm. Bir söğüt ağacının gölgesine sığındım ve çantadan çıkardığım kulaklıkları kulağıma taktım. Oynat tuşuna bastım ve içimi rahatlatan İnşirah'ı dinlemeye başladım. İkinci kez bittiğinde kendime dönüp içimi şöyle bir yokladım. İyi gelmişti. Bir süre etrafı seyredaldım ve düşünceler içinde yüzdüm. Onu özlemiştim. Onu sağ salim yanımda görmek istiyordum. Ona, kendime ancak itiraf edebildiğim şeyi söylemek istiyordum. Geç kalmalarımı telafi etmek istiyordum. Düşüncelerimi sessizleştirmeyi başardığımda epey zaman geçtiğini fark edip kalktım ve durağa doğru yürümeye başladım. Eve gitmeden evvel Berra için bakkaldan biraz meyve aldım. Akşam beraber çay keyfi yaptık ve bana gündüz babaannemle yaptıklarını anlattı. Babaannem büyük leğene su doldurup ona havuz yapmış balkonda, saatlerce suda oynamış, çok eğlenmiş. Tabi yorulmuş da. Babaannemle beraber yatak açmaya gittiler. Ben de bu sırada şarjdaki telefonu çıkarıp odama geçtim. Eşofmanlarımı giyinip yatağa girdiğim sırada odanın kapısında bir hareketlenme oldu. Başımı çevirip baktığımda Berra'nın kapıya yaslanmış beni seyrettiğini gördüm. ''Hayrola güzellik?'' dedim ve yattığım yerde doğrulup oturdum. Elimle yanıma vurdum hafifçe, gelmesi için. Yanıma gelip oturdu. ''Bu gece seninle uyuyabilir miyim?'' ''Tabiki prenses. Gel bakalım kolumun altına gir.'' diyerek yanıtladım onu. Öyle tatlıydı ki. Masum, küçük bir kızdı işte. Ve ne haldeydi! Annesi unutkan olmuş ve kendini temizliğe vermiş, babası vefat etmiş, ablası kayıp... Abisi desen, ilk gördüğüm yerde öldürmezsem iyidir! Gece lambasına uzanıp ışığı tamamen kapattım ve pikeyi üzerimize çektim. Uzun bir sessizlikten sonra Berra'nın fısıltısı doldurdu odayı. ''Ben ablamı çok özledim, Akif abi.'' Yanma hissinin yayıldığı gözlerimi yumdum sıkıca ve ''Ben de...'' diye fısıldadım ona. ''Ben de özledim.''
Kayıtlardan* • Uzun zamandır ses kaydetmedim. Yoğunluğumdandı belki de. Dersler, kitap okumalar, geziler, kendini bulmalar... Evet ya, kendimi bulmalar! Kendimi buluyorum yavaş yavaş. Neden yaratıldığım, dünyada ne yapmam gerektiği gayesini buluyorum. İçimdeki kurumuş topraklara yağmur yağıyor. Kur'an meali okumaya başladım. Babamı ferace almaya ikna edeli aylar oldu, neredeyse bir yıldır feraceliyim. Pantolon ve kısa tunik giydiğim, topuz yaptığım zamanlar olmasaydı diyorum. Ama insan kademe kademe yol alır sonuçta, yapacak bir şeyim yok. Elhamdülillah şuan bunun farkındayım. Bol ve vücut hatlarını belli etmeyecek denli giyinmemiz gerek. Başımızı deve hörgücü gibi yapmamamız gerek. Suratımızı boya badana yapmamaız gerek. Neyse ki hiçbir zaman makyaj seven ve makyaj yapan bir kız olmadım. Suratımda ağırlık yapıyor gibi hissettim hep ve sürmedim yüzüme bir şey. Elhamdülillah. Bunun haricinde kitaplar okumaya başladım. Bana dünyadaki mazlumları, zalimleri öğreten kitaplar. Müslüman diyarları, dava adamlarını öğreten kitaplar. Özellikle Adem Özköse'nin kitapları çok yardımcı oldu bu konuda. Ve biliyor musun, onunla tanıştım! Çok mutluyum buna. Bizim buradaki üniversiteye gelmiş konferansa. Biz de Bilge'yle okuldan kaçıp oraya gittik. Kitapları da imzalattık. Bana ne yazdı biliyor musun? ''Dilruba'ya saygılarla. İnsan bıkmadan usanmadan hayallerinin peşinden gitmeli..'' Çok güzel değil mi? Tam da hayallerimin solduğunu hissettiğim bir zamanda bana bunu yazdı, anlamış gibi. Neden mi hayallerimin solduğunu hissettim? Çünkü taşınacakmışız. Yine aynı konular işte benim için. Yeni ortam, yeni mahalle, yeni okul, yeni arkadaşlar, yeni semt. On birinci sınıfa başka bir yerde başlayacağım. Bu sene bitince yazın taşınacağız anaannemin oraya. Babam orada işe başvuru yapmış, kabul edilmiş. Bilge'den ayrılacak olmak canımı sıkıyor. Ama hâlâ aynı şehirdeyiz neyse ki. Şey, anlatmam gerek bir şey daha var. Bu beni yıktı ilk öğrendiğimde. İki ay olacak neredeyse, bir gün dertli dertli sınıfta oturuyordum. Aklıma eski arkadaşlarım gelmişti, bir de Erhan. Bilge de o gün hastaydı, okula gelmemişti. Canımın sıkkın olduğunu fark edince Nisa yanıma geldi. Hal hatır sordu, sohbet ettik. Eski anılarımıza, çocukluğumuza döndük. Birbirimizle paylaştık eskileri, güldük çocukluğumuza. Sonra sınıf arkadaşlarımızdan bahsederken nasıl olduysa Nisa, ''Ben bahsettiğin Erhan'ı tanıyorum sanırım, soyadı ne?'' dedi. Söyledim. ''Evet tanıyorum.'' dedi. Nereden tanıdığını sordum. ''Benim en yakın arkadaşımla geçen sene lise birin ikinci dönemi sevgili olmuşlardı. Erhan bunu sinemaya davet etti, kafelere falan gittiler. Bir kaç ay sonra ayrıldılar. Oradan tanıyorum. Kızı üzmüştü baya pat diye bırakıp.'' dedi! Şaka gibi geliyor değil mi? Ben de inanamadım zaten. ''Erhan mı? Aynı kişiden bahsettiğimize emin miyiz?'' falan dedim hatta. Kız açıp sosyal medyadan fotoğrafını gösterene dek başka Erhan olduğuna dair kendimi ikna etmiştim bile. Ama oymuş... Ne diyeyim ki, çok sinirlendim. Kırıldım. Aşırı derecede. Onu sevdiğim için kendime sinirlendim en çok da. Onu tanıyamadığım için. Ona asla beni sevmediği için kızmadım. Ona, benimle ilgileniyor gibi yapıp, üstüne bir de başkasıyla çıktığı için kızdım. Allah'tan kendimi daha kolay toparladım, Bilge sayesinde. Ve bana hatırlattıkları sayesinde. Eskiden olsa bu kadar dik duramazdım herhalde. Aptal kırgın bir kız rolüne bürünürdüm. Ama iyiyim. Neyse ki o da bana uzun zamandır mesaj atmıyor. Karşılaşmıyoruz da mahallede. Öyle işte. Yıllarımı ziyan etmiş gibi hissetmem normal mi? Sanırım! • • Hayat benimle dalga geçiyor! Yok, vazgeçtim. Dalga geçen hayat değil, insanlar! Artık o saf kız olmadığımı fark ediyorum. Her şeyi affedip duran, kimseye kıyamayan, kendinden çok başkasını düşünen, yapılan imaları anlamamazlıktan gelen, işi düşünce kapısına gelenlere yine ve yine kapısını açan kız değilim. Her şeyin bir sınırı olmalı, bu bir gerçek. Ve ben, insanların benim sınırlarımı geçmesine hep izin vermişim. Geçmişe baktığımda bunu görüyorum. Biraz acı ama en azından bunu fark edebilmişim! Bu akşam sınırlarıma omzunu dayayan biri çıktı geldi geçmişten. Erhan. Bilge ile ders çalışıyorduk, onlarda misafirdim. Ara verdiğimizde telefonumu elime aldım ve ondan mesaj geldiğini görür görmez bildiğin telefonu elimden fırlattım. O an içime çok garip duygular akın etti. Acı, hüzün, pişmanlık, kızgınlık ve dahası. Bir de, ''ne yapacağını bilememezlik'' tabi. Bilge telefonu neden fırlattığımı anlayacak kadar zeki bir kızdı. Telefonu fırlattığım yerden, çalışma masasının üzerinden aldı ve mesaja baktı. Bakışlarını bana çevirdiğinde ''Ne yapacağım!?'' diye sordum ona telaşla. Neyse ki ben ne yapacaģımı bilmezken o aklı selim olup beni yönlendiriyor, o bilmezken de ben aklı selim olup onu yönlendiriyordum. Bunun için şaslıyım gerçekten. Bilge gibi bir dostum olduğu için. Beni sakinleştirdi, mesajı okumamı ve ne yazmam gerekiyorsa onu yazmam gerektiğini, benim bunu yapabileceğimi söyledi. Telefonu ellerimin arasına aldım ve mesajı okudum : ''Uzun zamandır seninle görüşemedik Dilruba. Çünkü sana mesaj atamadım. Ne yazacağımı bilemedim. Senin bendeki yerinin ayrı olduğunu fark ettim. Geçmişi özlediğimi sandım önce, fakat sonra anladım ki asıl özlediğim sensin. Bana sonunu anlatmadığın o film var ya, onu buldum ve izledim. Neden sonunu anlatmadığını anladım çünkü filmin sonunda adam, kızı bırakıp gidiyor. Ama ben seni bırakmayacağım. Dilruba, seni seviyorum. Benimle çıkar mısın?'' Komik, değil mi? Beni herhalde biriyle çıkan, sonra onu bırakıp bir diğeriyle çıkan insanlarla karıştırdı. Beni herhalde o eski saf kız sandı. Tabi, biliyordu ondan hoşlandığımı. Sonuçta fark etmemek salaklık olurdu. Ben sevdim mi üzerine titrerdim insanların. Anlamıştı, ben de anladığını anlamıştım zaten. Ama ikimiz de anlamamazlıktan gelmiştik hep. Attığı mesaj sadece beni daha çok sinirlendirdi. Kafamı toplayıp ne yazacağımı düşündüm. Sonra düşünmekle olmadığını, gelişigüzel konuya dalmam gerektiğini fark ettim. Ve cevap yazdım. Okuyorum cevabı da : ''Sen beni değil, seni seven, seninle sürekli ilgilenen bir kızı seviyorsun sadece. Sevilmeyi, ilgilenilmeyi özlüyorsun Erhan. Hem sen beni çoktan bıraktın. Unutma ki insan birini severken bir başkası ile ilişki düşünmez, yaşamaz. Keşke bana bu sözcükleri söylemeseydin. Keşke ilk "Seni seviyorum." cümlelerini gerçekten beni seven birinden alsaydım. Üzgünüm, lütfen seninle ilgilenecek ve kendini dünyanın merkezinde hissedeceğin başka birini bul. Hatta bulma, onun yerine bu tavrından kurtul. Kendine de kızlara da yazık etme.'' Nasıl? İyi dedim ama değil mi? Hak etti. Gelemiyorum böyle şeylere ben. Sonra tabi durur mu, cevap yazdı, yalanlar söyledi. Ben de bir daha mesaj atmamasını söyledim. Ve tekrar mesaj attığında bana ne dedi biliyor musun? ''Sen değişmişsin Dilruba. Çok değişmişsin. İnsanları kırmayan kız gitmiş. İnsanları seven kız gitmiş. Benim sevdiğim kız gitmiş. Şimdi beni reddedince zevk mi duydun? Haz mı aldın? Bir şey değil, sana bu hazzı yaşatmak büyük şeref. İyi ki teklifimi kabul etmedin. Senin nazınla uğraşacak değilim. By.'' Sinirden ağladım! Sinirden çok ağlarım bilirsin. Kırılınca ağlamayan ve kendini tutan ben, sinirlenince kendimi tutamam. Onu reddetmekten zevk mi almışım! Haz mı duymuşum! Bu nasıl bir laf ya? Nasıl bir itham? Erkeklere asla güvenmiyorum. Asla bizi anlayacaklarını düşünmüyorum artık. Bu mesele de burada kapandı. Her şeyde bir hayır vardır, iyi ki onun gerçek yüzünü görebildim. Neyse, artık ondan bahsetmeyeceğim. Bu konuyu da burada kapatıyorum. Biraz neşeli şeylere gelelim dimi? Okul birincisiyim. Ama şimdi başka okula gidince durum ne olur bilemem. Hem daha onuncu sınıfım. Önümde iki yıl var. Zaman ne çabuk geçiyor. Üç ay sonra okul kapanacak. Vay be! Bu arada, Berra'm büyüyor. Dört yaşında oldu miniğim. Çok tatlı ya, bir abla deyişi var! Gerçi bana pek abla demiyor. Daha çok ismimle sesleniyor yaramaz. ''Dilba'' yeni ismim. Abim de dalga geçip Dilba diyor bana! Hey Allah'ım ya! Babam bile bazen yapıyor bunu. Babam demişken, babam evimizi tutmuş. Anaannemin hemen yanında oturacağız, evler yan yana. Buna sevindim işte. Bilge'nin de oralara yakın teyzesi oturuyormuş. Teyzesine gelince bana uğrayacak ve görüşmüş olacağız. Gerçi biz çarşıda da buluşuruz. Özlerim yoksa can dostumu. Uykum geldi. Komik bir şey anlatıp kaydı kapatayım. Berra geçenlerde sofraya oturmuş, baston ekmeği almış eline parmakları ile ölçüyor. Güya karış hesabı. ''Biy, iki, üç, döyt....sekiz, dokuz! Uha abla! Dokuz metre ekmek!'' Bir gülmüşüm buna var ya! Çok komikti ya, düşünsene, dokuz metre ekmek! Dokuz metre ekmek mi olurmuş?'' • 1Eylül2018Cumartesi
|
0% |