@sukunettekelimeler
|
''Sanma mesafeler koparır beni • ''Bugünlük bu kadar arkadaşlar. Bir dahaki hafta Metin Hoca derslere girmeye devam edecek ve benim kaldığım yerden devam edecek. Ona göre, eksikleriniz varsa birbirinizden yardım alarak tamamlayın.'' Cümlem bittiğinde sınıfa hakim olan sessizliğin yerini doldurmakta gecikmedi sevgili öğrencim! ''Hocam yaa! Siz girseydiniz keşke hep derslere.'' Tüm sınıfın önünde küçük düşürmek istemedim kızı, yüreğim el vermedi. Şöyle zamanlarda yüreksiz olmak istemiyorum değil hani. Ona yönelik bir cevap vermek yerine sınıfa hitaben ''Çıkabilirsiniz arkadaşlar.'' deyip pencerenin önündeki çantamı hızla elime aldım ve sınıfı boşaltan kalabalığın arasına ben de karıştım. Geçenki vakanın aynısından yaşamak istemiyordum ve bu kez sakinliğimi de koruyacağımı sanmıyordum. Merdivenlere doğru yöneldiğimde arkamdan yine o sesin geldiğini işitmek kaşlarımı çatmama neden olmuştu. Yanındaki arkadaşı ile konuştuğu ve duymamı istediği için de hemen arkamda, bağırarak söylediği belliydi cümlelerini. ''Güney ya, Akif hoca sence de çok sempatik değil mi? Ders anlatmıyor da peri masalı anlatıyor sanki, öyle ağzım açık dinliyorum. Hem çok da yakışıklı. Ya tam benim tipim. Özel ders almak için ikna edeceğim onu.'' Fazla öfkelenmiştim. Çantadan kulaklarımı ve telefonu çıkarıp müzik listeme girdim. Bahçedeki bisikletimin yanına giderken tüm öfkemi puf diye söndüren ezginin sesine kulak verdim. Bir kaç ezgi daha başlamış bitmişti. Eve gelmiştim. Bisikleti küçük odunluğa bırakıp eve çıkacaktım ama bizimkilerin bahçede olduğunu görünce onların yanına geçtim. Berra ot toplamış, yemek takımları ile oyuncuktan yemek hazırlıyordu. Babaannem de tesbih çekiyordu. Beni görünce oturduğu yerden kalkıp koşmaya başladı ufaklık. Kollarımı açıp onu kucakladım ve havada bir kaç tur döndürdüm. Kahkahalarla gülmeye başladı. Onun böyle içten gülmesi neşemi daha da yerine getirdi. Kucağımdan inince yemek takımlarının yanına koştu ve bir fincan aldı eline. Babaannemin yanına oturdum, Berra fincanı bana uzattı. ''Akif abi sana kahve yaptım.'' Fincanı alıp içiyormuş gibi yaptım. Dudaklarımın arasından o klasik ''füüffüfp'' sesi çıkmıştı. ''Akif abi, sen bu sesi çıkarınca ablam çok gülüyordu biliyor musun? Kahkaha atmamak için kendini zor tutuyordu. Hatırlıyor musun? Sen de inadına yapıyordun bu sesi.'' ''Biliyorum, hatırlıyorum.'' dedim ve gülümsedim. Dilruba bu sese onu tanıdım tanıyalı gülmekten kendini alamıyordu. Ve Berra'nın da dediği gibi kendini kahkaha atmamak için zor tutuyordu. Bense Berra'yla her oynadığımızda veya bir şey içiyor olduğumuzda bu sesi bilerek çıkarıyordum. Ama sandıklarının aksine gıcıklığına yahut inadına değil, o gülsün diye.
Kayıtlardan* • Selamunaleykum! Bugün Eylül ayının ilk Pazar günü. Uzun zamandır taşınma, yerleşme ve temizlik işleriyle meşguldük ailecek. Canımız çıktı vallahi. Ama geldi geçti bile. Şuan yeni odamda oturuyorum ve penceremin camından içeriye elma ağacından gelen güzel koku doluyor. Penceremin azcık ötesinde elma ağacı var ve beton değil yeşillik görüyorum. Bu hoşuma gidiyor. Evimiz tek katlı, bahçesi de var. Bahçede limon, elma, ıhlamur, çam ağaçları ve bir sürü çiçekler var. Bu beni mutlu etti ve şimdiden buraya ısınmamı sağladı. Zaten hemen yan bahçede de anaannemler oturuyor, oh keyfim. Onları daha sık görebileceğim yani. Bunun haricinde, yeni okula kayıt yaptırdık. Eve biraz uzak ama eğitimi iyi olan en yakın okul oydu. İki vasıta ile gidiliyor maalesef. Ben yolları pek sevmem bilirsin. Ama yapacak bir şey yok. Babam dedi ki : ''İlk zamanlar otobüsle git gel, sonra servise yazdırırız seni.'' Yani biraz idare edeceğim artık. ''Dilba napıyoşun? Telefonunla oynayabilir miyim? Lüüfen Dilba.'' Berra! Ses kaydediyorum. Hadi sen de konuş ablam. ''O naşıl Dilba?'' Nasıl biliyor musun? Şimdi biz konuşuyoruz ya, biraz sonra bu konuştuklarımızı dinleyebileceğiz. ''Dinlicem Dilba. Aç.'' Yaa yerim ben seni. Ama önce bir şeyler söyle, sonra dinleyelim. Hadi. ''Ben Beyya. Dilba'yı çok seviyoyum. O menim ablam. Bi de abim var. Abim okulda, az geliyo. Biz yeni eve geldik. Buyda payk var çok yakında. Konuştum. Hadi dinleyelim Dilba.'' Tamam, hadi dinleyelim. Biz ses kaydını kapatıyoruz. Güle gülee! • • Bugün okulumun ilk haftasını tamamladım. Cuma akşamındayız şu an. Pazartesiden itibaren başlayıp anlatacağım her şeyi. Pazartesi sabah babam beni okula bıraktı. Çok heyecanlıydım tabi. Ve gergin. Müdür yardımcısına gittik, tatlı bir kadındı, ilgilendi, sınıfımı söyledi ve tarif etti. Dersim olan hoca da o sırada müdür yardımcısının odasına gelmiş. ''Şevket hocam, yeni öğrencimiz Dilruba. Dersi size, beraber gidin sınıfa.'' dedi müdür yardımcımız. Şevket Hoca ile tanıştık, matematik öğretmeni, çok tatlı adam. Sınıfa giderken ''Matematiğin iyi mi bakalım? Aranız nasıl?'' diye sordu. ''İyi ama bazı konularda sıkıntım var.'' dedim. ''Hallederiz beraber merak etme sen.'' dedi gülümseyerek. Gayet inandırıcıydı. Zaten ilk dersten sonra da yüzde yüz inandım onunla her konuyu tamamlayabileceğimize. Adam tam bir öğretmen. Öğretiyor yani. Dersine girdiği herkese matematiği sevdirebilir kesinlikle. Bizim matematikten nefret ettiğini söyleyen Bilge'yi dahi matematiğe aşık edebilir. Öğretmen dediğin böyle olacak. Neyse, sınıfa girdik beraber. Herkes ayağa kalktı ve sustu. Tabi gözler benim de üzerimde... Ben de onları inceledim kısaca. Her tipten insan var gibiydi. Şevket Hoca ''Selamünaleyküm'' dedi, sınıf selamını aldı. Sonra beni tanıttı. ''Yeni arkadaşınız Dilruba. Artık bizimle beraber olacak inşallah.'' dedi ve sınıfa göz gezdirdikten sonra konuşmaya devam etti. ''Sadece Çağan'ın yanı boş görünüyor. Başka boş yer var mı?'' Sınıftan bir kaç kişi peş peşe "Yok.'' deyince Şevket Hoca da ''O zaman boş yere otur Dilruba. Şuraya.'' diyerek parmağı ile gösterdi. Cam kenarında öne, ikinci sıraya geçtim. Yanımda erkekle oturacak olmak beni gerse de mecburdum. Çocuk kalkıp bana geçmem için yer verdi. Duvar tarafına ben geçtim, yan tarafıma da o oturdu. Hoca defterle uğraşıyordu. Ne yapacağımı bilemeyerek çantamdan defterimi kalemimi çıkarayım dedim ve yana doğru döndüm. Yanımda oturan çocuk ''Hoş geldin, ben Çağan.'' diyerek elini uzattı. Hızlı konuşuyordu ve ses tonu canlıydı. Neşeli bir tipe benzettim. Bir anlık göz göze geldik, ela gözleri vardı. Nedense dejavu yaşadım o an. Garipti. Neyse işte. Eline uzanmasam da başımla selam verdim ve tebessüm ettim. ''Hoş buldum, teşekkür ederim. Ben de Dilruba.'' dedim. Allahtan sorun etmedi, ettiyse de bana belli etmedi. Neşeli halini koruyarak ''Bir şeye ihtiyacın olursa veya bir sorun falan olursa söyle.'' dedi. Tekrar teşekkür ettim, sonra da zaten hoca derse başladı. Tenefüste çoğu kişi sınıftan çıktı. Ben de etrafı seyrettim ve duvarlarda asılı olan tabloları inceledim oturduğum yerden. Sonraki tenefüs de aynı şekilde geçecek diye düşünüyordum ki yanıma bir kaç kişi gelerek kendilerini tanıttılar. "Hoş geldin." dediler. Tipik sorular sordular. "Nerden geliyorsun? Hangi okuldan nakil aldın?" falan... Sonra tenefüsün sonuna doğru bir kız daha geldi. Gülümseyerek yanıma oturdu ve elini uzattı. ''Merhaba, hoş geldin sınıfımıza. Ben Esra.'' diyerek kendini tanıttı. Çok tatlı bir ilk izlenim oluşturmuştu gözümde. Biraz kısa boylu, zayıf, şirindi. Üzerine yeşil, eski zamanların havasını estiren güzel bir elbise ve başında da kahverengi düz bir eşarp vardı. Tanıştık biraz, derken Çağan geldi ve ''Yerime oturabilir miyim Esra?'' dedi. Esra da kalktı tabi, sonra konuşuruz yine diyerek sırasına gitti. Sonraki süreçte kantinin nerede olduğu, mescidin nerede olduğu gibi konularda da Esra'dan yardım aldım. Hatta daha okula gittiğim ikinci gün bir seminer varmış, herkes sınıfı boşaltıp toplantı odasına gidiyordu. Hemen Esra'nın yamacına koştum, onunla beraber gittik ve yan yana oturduk. Seminerden sonra öğle yemeğiydi, beraber kantine gittik. Yemek yerken anlatılanlar hakkında konuşmaya başladık ve arkadaşlığımızın en büyük adımını atmış olduk. Sanırım buradaki en yakın dostum da o olacak. Öyle işte. Yaa! Bir Almanca öğretmenimiz var, adam efsane. Çok doğal ve bundan dolayı komik oluyor hep. Gaf yapıyor, pot kırıyor, tam büyük esprileri yapıyor bazen. Konuşması da biraz farklı, yurt dışında yaşamış, ondan herhalde. Bir konu anlatacaktı, sürekli tahtaya yazdığını değiştirdi yanlış oldu diye ve düzeltti. Sonunda doğrusu olduğuna kanaat getirmişti ki arkadan Beytullah diye bir arkadaş ''Hocam, kitapta öyle yazmıyor. Siz bilerek mi böyle yapıyorsunuz ya? Nasıl olsa bilmiyoruz diye bize yanlış mı öğretiyorsunuz?'' diye bağırdı ve herkes gülmeye başladı. Onun peşine Çağan ''Ya da hoca kendi de bilmiyor.'' deyince hepten koptuk tabi. Eğlenceli bir sınıf. İlk üç günüm böyleydi. Gidip gelme meselesi ise ayrı dava! Üçüncü günde kayboldum sanırım. Otobüs bilmediğim bir yerlere gitti, ben de daha da uzağa gitmeyeyim diye indim. Meğer meydanda inmişim. Durakta oturan bir kadına sordum, bana tarif etti, bir otobüse binip bizim arabaların kalktığı durağa gittim. Sonra bizim arabalara bindim ve sonunda eve gidebildim. Kayboldum diye çok korktum ama ya. Benim fobim, bilmediğim yerler. Eve gidebildiğime şükrettim yani. Çocuk gibi oturup ağlayabilirdim bile. Dördüncü gün garip bir şey oldu. Öğle tenefüsünde parmağım kanayınca abdest almak zorunda kaldım. Tabi derse de bir kaç dakika kaldı. Tam mescide çıkan merdivenlerdeydim ki arkamı döndüm. Derse geç kalacağım kesindi. Bana arkası dönük yürüyen Çağan'ı görünce ona yetiştim hızlı adımlarla. ''Çağan! Hocaya söyler misin ben namaz kılacağım, beş on dakika geç kalabilirim.'' diye seslendim yanına geçip. Sonra çocuk durdu, bana döndü. ''Şey, ben Çağan değilim.'' dedi! Resmen şok oldum o an. 'Şaka mı bu?' der gibi başımı kaldırıp baktım, gerçekten o değildi ama çok benziyordu. Akrabası falan herhalde diye düşündüm. Tabi bunu sonra düşündüm. O an utançtan yerin dibine girebilirdim. ''Aa, af edersiniz.'' deyip arkamı döndüm telaşla ve yürümeye başladım kendime saydırarak. Şu an buna gülüyorum... Çocuk arkamdan ''Adın ne?'' diye seslendi. İlk bana seslendiğini anlamasam da sonra ''Hey! Mescide giden!'' deyince anladım. O da ayrı bir şoktu. Arkamı dönüp ''Dilruba!'' dedim nedense. İsmimi söyledikten sonra, neden sordu acaba diye düşündüm. Akıllı ben! Ama napayım, afallamıştım o anlarda. Sonra çocuk ''Dersin kime?'' dedi. ''Gülseren hocaya.'' dememe rağmen neden sorduğunu hâlâ anlamamıştım. Ta ki çocuk ''Tamam, ben hocana söylerim. Allah kabul etsin.'' deyip gidene dek. Böyle de bir tanışma hikayesi. Adını hâlâ bilmiyorum, çaktırma. Ama merak ediyorum. Çağanla nasıl çok benzediklerini de merak ediyorum. Uzaktan bakınca aynılar, yakından ise çok benziyorlar cidden. Neyse, öyle işte. İlk haftam böyle geçti. Sonra yine ses kaydederim. Görüşürüz! • • Bil bakalım bu hafta neler oldu? Ah neler neler oldu! Dur şimdi anlatıyorum. Pazartesi günü din dersimiz vardı. Hoca bir şeyler anlatıyor işte gayet normal, sonra Çağan oflamaya başladı, ''Hocam çok saçma bence ya.'' dedi. Ben şaşırdım tabi. Anlamadım neden öyle söylediğini. ''Kadınla erkek neden tokalaşmayacakmış ki? Ne fark ediyor yani? Bence elini uzattığında vermemesi kabaca. Mesela bize misafir gelmişti, annem elini uzattı, "Hoş geldiniz." dedi, adam elini vermedi ve annemin eli havada kaldı. Kadının da morali bozuldu tabi. Kibirdenmiş gibi geliyor bana. Niye günah olsun ki. Altı üstü tokalaşıyorsun yani. Art niyet yok.'' dedi. Sınıftakiler de ofladı bu cümleler üzerine ve göz devirdi bir kaç kişi. Ben şaşkındım onlar ise alışmış. Hatta Esra dedi ki : ''Hocam boş verin siz onu, biz ona iki yıldır bir şey anlatamadık, anlamak istemiyor çünkü. Siz derse devam edin.'' Ama hoca açıklamaya girişti elbette. Hatta güzel de bir açıklama yaptı. İslam'ın ''Zinaya yaklaşmayın!'' buyurduğunu, tokalaşmamak ile de bunun yolunun en başta kesildiğini söyledi. ''Yani şöyle ki, temas insanı etkiliyor. İlkinde belki art niyet yoktu ama sonra karşındakinden hoşlanmayacağın veya nefsinin devreye girmeyeceği ne malum? İlk elini sıkarsın, sonra sarılırsın, etkilenirsin fark etmeden, sonra kanka der kolunu omzuna atarsın, sonra sevgili olursun derken, zinanın önü açılır. İslam tokalaşmamakla bunun önünü kesiyor en baştan...'' Sonrasında da uzun bir açıklama yaptı, en son Çağan'ın diyecek bir şeyi kalmadı, sustu. ''Yine de ben öyle düşünmüyorum.'' dedikten sonra tabi. Diğer olaya gelirsek. Çarşamba günü biraz geç kaldım. Babam beni bırakacağını söyledi ve arabaya bindik. Sonra durağın önünde durdu, benden taraftaki camı açtı. ''Oo delikanlı, nereye? Okula mı?'' diye sorunca başımı çevirip baktım, oydu! Çağan'a benzeyen çocuk var ya hani? Rezil olduğum, o işte! ''Evet, okula.'' dedi. Babam da hangi okula gittiğini sordu, bizim okula gittiğini öğrenince de ''Gel biz bırakalım o zaman.'' dedi ve davet etti. O da bizimle geldi! Çocuk arabaya bindi, arkaya. Ben önde oturuyordum çünkü. Babam tabi durmaz, sohbete başladı. Ben de orada bulunmaktan ötürü onu tanımış oldum. Babam : ''Sen Süleyman amcanın torunu değil misin? Geçen karşılaşmıştık sanki.'' dedi. O da ''Evet.'' dedi. ''Adın neydi?'' diye sordu babam. ''Ahmet Akif.'' diye yanıt verdi. Meğer bu Ahmet Akif bizim evin yanında, anaannemle aynı binada oturuyormuş. Anaannemin en yakın arkadaşı Hatice teyzenin torunuymuş. Yani bildiğin anaannemin alt katında oturuyor! Niye bilmiyorum ama o da babaannesiyle yaşıyormuş. Acaba ailesine bir şey mi oldu? İnşallah olmamıştır, üzülürüm. Neyse... Sonra babam kaça gittiğini sordu, on ikinci sınıfmış. Benden bir yaş büyük yani. ''Dersler nasıl, üniversitede ne düşünüyorsun?'' dedi babam. ''Dersler iyi çok şükür. Mimarlık düşünüyorum.'' dedi. Sonra babam ''Bizim kız da seneye on iki olacak inşallah. Allah yardımcınız olsun.'' falan dedi. Öyle yani. Adı Ahmet Akif'miş. Okula gelince indik arabadan. O teşekkür edip önden gitti. Bu kadar şuanlık anlatacaklarım. • 2Eylül2018Pazar
|
0% |