@sukunettekelimeler
|
''Göklerden bir haber gibidir umut • Bir döngünün içinde kavrulup gidiyorduk. Yine sabah olmuştu ve yeniden doğmuştuk bir güne. Bisikletime atlamış ve okula doğru gidiyordum ki bakışlarıma kaldırımın kenarında oturmuş küçük bir çocuk takıldı. Bisikleti durdurdum. Kulaklığı hırkamın cebine sıkıştırdım ve inip ufaklığın önünde oturdum. ''Merhaba?'' Küçük oğlan başını kaldırıp zümrüt yeşili gözlerini bana dikti. Konuşmayacağını anladığımda tekrar ele aldım sözü. ''Ben Akif. Senin ismin ne bakalım?'' Küçük çocuk beni yine cevapsız bırakmıştı. ''Merak etme, sana zarar vermem. Hem benim de senden bir kaç yaş küçük bir kardeşim var. Şimdi söyle hadi, ne yapıyorsun burada böyle? Kayıp mı oldun?'' Başını iki yana sallamıştı. Bu güzel bir gelişmeydi. ''Peki neden burada böyle hüzünlü hüzünlü oturuyorsun?'' Küçük çocuk bir süre susmaya devam etti. Tam ben tekrar konuşacakken hareketlenmişti. Susup ne yaptığını seyrettim. Benden saklamaya çalıştığı bir gözyaşını siliyordu. İçime bulanan duyguya engel olamadım ve onu göğsüme yaslayıp sıkıca sarıldım. Saçlarının üzerine bir öpücük kondurduğumda ağlaması şiddetlenmişti. Ağlamasına izin verdim. Ağladı, ağladı. Kim bilir o taze yüreğinde neler birikmişti? Zamanla hıçkırıkları azaldı ve sakinleşti. Geri çekilmek üzere kıpırdandığında onu serbest bıraktım. Yanaklarındaki ıslaklığı elinin tersiyle silip tekrar bana çevirdi zümrüt gözlerini. Bu kez konuşacak gibiydi. Öyle de oldu. Küçük çocuk konuştu. Ben onun hikayesine tanık oldum. Söylediklerine ne diyeceğimi bilemeyerek, hüzün ve şaşkınlıkla kulak verdim. Ağzımı açıp konuşmaya çalışsam da kelimeler çıkmıyordu dışarıya. ''Abi, sence ben çirkin miyim? Kötü müyüm? Pis miyim? Sen çok iyi bir insansın, bana sarıldın. Ama kimse beni sevmiyor. Neden annesi ve babası olmayan çocukları sevmiyorlar? Yoksa ben Irak'lıyım diye mi? Oysa benim de dedem Türk. Annem ve babam Irak'lı, onlar orada doğmuş. İnsanlar çok kötü, abi! Çok kötüler! Bizim evimizi basmışlar ben bebekken. Annemi dövmüşler. Babam da onlara karşı çıkmaya çalışmış. Annemi kurtarmaya çalışmış. Onu vurmuşlar. Öldürmemişler ama. Annemi döverlerken o da görmüş. Komşular diyordu ki : ''Senin ananın namusu kirletilmiş. Baban da ölmüş. Anan dayanamayıp kendini vurmuş.'' Peki namusu kirletilmek ne demek? Ben bilmiyorum ki! Annem ve babam o kötü insanlar yüzünden öldü. Ben anneme ''meleğim'' diyorum. Babama da ''kahramanım'' diyorum. Başkaları ise bana gülüyor böyle söylediğim için. Benimle kimse arkadaş olmuyor burada. Zaten Irak'ta da çok az arkadaşım vardı. Neden böyle oluyor? Biz pis insanlar mıyız? Annemin namusu kirletildi diye mi? Babamı vurdular diye mi? Neden böyle? '' Bu duyguyu nasıl açıklayabilirdi ki insan? Nasıl bu çocuğa teselli verilirdi şimdi? Ne denirdi de yürek yangını sönerdi bu yavrunun? Ben sadece donakalmıştım. Tek yapabildiğim onun zümrüt yeşili gözlerine bakmak, bakmak ve yine bakmaktı. Zihnime üşüşen binlerce hissi tercüme edemiyordum. Ona ne söyleyeceğimi bilmiyordum. Besmele çektim içimden ve Rabbim'e dua ettim dilimin bağını çözmesi için. ''Bak, senin annen gerçekten melek ve baban da kahraman. Sen başkalarının dediklerini umursama tamam mı? Onlar, kalpleri taş kesilmiş insanlar. Seninse yüreğin pamuk gibi. Öyle temizsin, öyle güzelsin ki sen. Sana pis diyenlerin gözleri de kalpleri de kör olmalı. Hem zaten ırk ayrımı yapan insanlardan ne beklersin ki? Sen bana güven ve şimdi söz ver, birdaha onların dediklerine inanmayacak ve kulak asmayacaksın. Anlaştık mı? Hem ben sana arkadaş da olurum. Sadece ben de değil, sana arkadaş olacak bir babaannem ve kardeşim de var evde. Sen nerede oturuyorsun, şimdi bana onu söyle. Evdekiler merak etmesin.'' Söylediklerime inanmıştı. İnanmak için en başından beri de hazırdı, biliyordum. Çünkü inanmaya ihtiyacı vardı. Parmağını uzatıp arkamdaki evi işaret etti. Dönüp baktığımda küçük tahta bir evle karşılaştım. Gözlerim tekrar onun gözlerini bulunca çocuk gülümsedi. ''Abi baksana, senin gözlerin de benimki gibi. Orman gibi. Ağaçlar gibi. Benim annem adımı Elvan koymuş. Renkli anlamındaymış. Bütün renkleri içinde barındıran hani...'' Çocuğa tebessüm ettim. ''Ne güzel bir ismin varmış öyle. O zaman resmi olarak en baştan tanışalım bakalım. Ben Ahmet Akif. Sen de Elvan.'' deyip elimi uzattım ve parmaklarını avcumun içine bıraktı. ''Ben de çok memnun oldum Elvan. Şimdi benim gitmem gerek. Saat tam dörtte beni burada bekle tamam mı? Seni yeni bir arkadaş ile tanıştıracağım.'' Gözlerini heyecanla açtı ve ''Gerçekten mi?!'' diye sordu mutlulukla. ''Tabiki.'' deyip ayağa kalktım ve bisiklete bindim. İnanmakta güçlük çektiği belliydi. Kim bilir ne yıkımlar yaşatmışlardı da böyle olmuştu! ''Geleceksin değil mi!?'' diye bağırdı arkamdan. Başımı sallayıp seslendim. ''Geleceğim. Söz! Akif sözü!'' ve hızlı hızlı sürdüm bisikleti. Metin Hoca'nın odasına gittiğimde küçük bir azar işittim. Neyse ki sonrasında başıma gelenlerden bahsedince yumuşadı ve ''İyi. Hadi artık kalk da derse geç.'' deyip elindeki kalemi çevirmeye başladı. ''Siz gelmiyor musunuz?'' ''Çok acil yapmam gereken bazı şeyler var. Bu ders senin...'' Başımı sallayıp dersim olan sınıfa doğru yürümeye başladım. ''Akif Hocam!'' sesiyle adımlarımı durdurup gözlerimi yumdum ve içimden bir besmele çektim. Adım seslerinin iyice yaklaştığını duyunca araladım göz kapaklarımı. Yeri seyretmeye başladım. Sonra da duvarlardaki projeleri. ''Siz geç kalmazdınız. Bir sorun yok ya? Yardımcı olabileceğim bir şey var mı?'' ''Hayır, bir sorun yok ve yardımcı olabileceğiniz bir şey de yok. Teşekkür ederim Helin Hanım. Müsaadenizle derse gireceğim.'' deyip sınıfın kapısına doğru kocaman adımlar attım. ''Sevindim öyleyse. Ben de derse giriyorum.'' derken yanımda bitmişti. Kapının biraz ötesinde durup elimle içeriyi gösterdim. ''Önden buyurun.'' İtiraz etmedi ve gülümseyerek içeriye girdi. Arkamdan kapıyı kapatarak ben de girdim ve selam verdim herkese. Günüm başlamış oldu. Çok şükür ki dersler bittiğinde Metin Hoca bugün erken gidebileceğimi söylemişti. Büyük zevkle bisikletime atladım. Eve vardığımda saat erkendi. Berra'yla ders çalışıyorduk fakat hemen sıkılmış ve mola vermek istemişti. Biraz tembel bir kızdı, çalışmayı sevmiyordu. Oysa ki çok zekiydi. "Eğer usluca ders çalışırsan, bir saat daha sabredersen sana sürprizim olacaktı oysa!" dediğimde heyecanlandı. "Gerçekten mi? Ne sürprizi?'' diyerek koluma sarıldı. "Seni bugün bir arkadaşla tanıştıracağım. Eğer iyi anlaşırsanız sık sık bize gelir ve oynarsınız. Hem gündüz evde canın da sıkılmaz. " Berra bu sürprize çok sevinmişti. Bir saatin ardından elimdeki kalemi koyup kitabı kapattım. "Bugünlük bu kadar Berra hanım." deyip gülümsedim. "Ne? Bir saat oldu mu?!" Şaşkın ve heyecanlıydı. Babaannem onun bu haline gülmeye başladı. "İşin ucunda ödül olunca zaman geçiyor işte." derken gözlüklerini düzeltti ve ördüğü kazağa dikkatini verdi. Berra "O zaman artık gidelim!" diye ayağa kalktığında babaannem "Dur yavrum, gel önce yanıma bakayım, şunu üzerine tutalım. Büyük olmasın sonra." diyerek kazağı işaret etti. Berra babaannemin yanına gidip dediğini yaptı, az sonra yola çıktık. Önce bakkaldan onlar için yiyecek bir şeyler aldık. Sabah Elvan'ı gördüğümüz yere giderken yol boyu Berra'nın sorularını dinledim. Bir çoğunun yanıtını ben de bilmiyordum. "Tanışınca ona sorarsın." dedim ve sonunda sabahki yere geldik. Elvan'ın çoktan gelip bizi beklediğini düşünüyordum ama yoktu. Bu beni şaşırtmıştı. Berra, "Hani, nerede arkadaşım?" diye sormuştu fakat aynı soruyu ben de içimden soruyordum. "Biraz bekleyelim, gelir." dedim ve kaldırıma oturduk. Berra'yla el kızartmaca oynamaya başladık beklerken sıkılmamak için. Saate baktığımda yarım saat geçtiğini fark ettim ve endişelendim. Meraklandım da. Sabah gösterdiği eve bakıp bir çelişki içine düştüm. Yine de bir şey yapamadım. Berra, "Neden arkadaşım gelmedi Akif abi? Hani gelecekti? Yine arkadaşsız mı kaldım?" diye surat assa da elimden bir şey gelmedi. Zihnime bizim ufaklıkların şimdi kim bilir ne kadar büyümüş olduğu düştü, eve doğru yürümeye başladığımızda. Suriye'ye geri taşınmışlardı iki sene önce. Elvan, bana onları hatırlatmıştı. Berra'ya baktığımda üzgün olduğunu gördüm. Oysa az evvel çok sevinmişti bir arkadaşı olacağı için. Gerçekten insanın ne yaşayacağı belli olmuyordu. Yolun sonuna varmıştık ki arkamızdan gelen ses bizi durdurdu. "Abii! Akif abiii! Durun!" Koşarak bize doğru geliyordu Elvan. Gülümseyerek Berra'ya baktığımda onun da gülümsediğini gördüm. Elvan yanımıza vardığında nefes nefeseydi. Elimi omzuna koyup "Sakin ol oğlum, az otur şuraya." dedim ve kaldırımın kenarına oturduk hepimiz. "Abi, gideceksiniz diye çok korktum." dedi zar zor. "Dedemi doktora götürmüştük, yol parası yetmeyince eve kadar yürüdük. O yüzden geç kaldım, kusura bakmayın." İçime vuran sert dalgaları onlara belli etmemek adına gülümsedim. "Hiç önemli değil. Hadi siz tanışın bakalım." Elvan ve Berra az önceden beri birbirlerine kaçamak bakışlar atıyorlardı. Bunu beklediklerini biliyordum. Berra, elini uzattı: "Ben Berra." Elvan da aynı şekilde elini uzattı ve kendini tanıttı, tebessüm ettim.. "Şimdi biz arkadaşız değil mi?" diye sordu Berra merak ve heyecanla. Elvan da aynı heyecanla yanıt verdi : "Evet, arkadaşız." Kayıtlardan * • SelamünAleyküm... Zaman ne garip kavram, anlayamıyorum. Bir yandan öylesine hızlı bir yandan da öylesine yavaş... Dönüp bakıyorum ardıma, sanki hiçbir şey kalmamış elimde. Öyle çabuk geçmiş ki! Oysa sanki bu yıl bitmeyecek gibiydi. Sınava bir ay kaldı, ne çabuk zaman; o'na ise bir ömür, ne yavaş zaman... Geçen hafta çok garip bir şey oldu. Sabah sınıfa erken gitmiş ve en arkaya oturmuş test çözüyordum. Sınıf boştu, az sonra ise Çağan geldi. Günaydın, dedi ve ben de ona dedim. Sonra beklemediğim bir şekilde yanıma geldi, öndeki sıraya oturup bana doğru döndü yüzünü. "Sana bir şey soracağım." dedi. Meraklandım. "Buyur, sor." dedim. "Sır tutabilir misin?" dediğinde anlam veremedim ve içimden geleni söyledim. Başımı sallayarak: "Bu konuda iyiyim, insanlar da öyle olduğumu söyler." dedim. Sır tutmaktan bahsedeceğini sandım ama yanılmışım. "Peki hiç aşık oldun mu?" diye sordu. Güldüm istemsizce. "Neden soruyorsun ki?" dedim. "Ya ama Allah aşkından falan bahsetmiyorum, normal bir insana olan aşkı kastediyorum." dedi. İçten içe güldüm hatta biraz dışıma da kaçtı o gülme. "Tamam işte, ben de zaten ondan bahsediyorum. Oldum dedim ya." diye yanıtladım onu. Başını salladı, "Yalnız çok şaşırdım şuan. Senden beklemiyordum." dedi. "Neden? Ben insan değil miyim? Hepimiz insanız sonuçta." "Yok, öyle değil. Sen böyle dikkatlisin ya ondan." "İslam, aşka karşı değil. Sadece sınırları korumayı emrediyor." Kafasını salladı. Bir süre sessiz kalıp tekrar konuştu. Bense o sırada bir erkekle bunları konuştuğuma inanamıyordum. • • Ses kaydı 22 Sınav bitti. Bu cümle ne kadar basit söyleniyor, oysa çok zor geliyordu. Ama bitti. Çocukluk hayalim ellerimin arasında; öğretmenlik. Elhamdülillah. • • Şu sıralar dikkatimi çeken bir şey var : Abim. Ne zaman Esra'yla telefonda konuşsam "Selam söyle." diyor. Veya bize geldiklerinde karşılaşınca arada bir ona bakarken yakalıyorum onu. Eve bırakıyor onu, benimle beraber. Nedense normal değil gibi. Abim her seferinde kendi isteğiyle benim arkadaşımı evine bırakacak! Hadi canım! O üç yaşı umursamayıp "Abi demesen de olur." demez mi geçen gün! Ben bile abi diyorum , o niye demeyecekmiş?! Akşam bunun hesabını sormaya kalktım ona, "Seni sinir etmek için söyledim yalnızca." dedi. Çünkü eskiden ona abi demek istemezdim, üç yaş az gelirdi. Ama pek inanasım gelmedi. Dün gelip "Sınav bitti, güzel bir üniversiteye de yerleştin. Bir tebrik ödülü vermek istiyorum sana." dediğinde çok mutlu oldum. "Sinemaya gideriz, ordan yemeğe. İstersen başka şeyler de yaparız. Hee bir de kitap hediye alırım. En sevdiğin." Mutlulukla sarıldım abime ve odama geçtim. "İstersen Esra'yı da çağır. Onunla daha çok eğleniyorsun ya ondan diyorum. Bilge'yi de çağırabilirsin." diye arkamdan seslendi! Ben işkillenirim. Arkadaşıma göz koymuş olmasın? Bu erkeklere güven olmaz. •
|
0% |