@sukunettekelimeler
|
Her an bir güvercin çırpınır durur • Uzun zamandır yapmadığım bir şey yaptım. Dilruba'nın telefonunu alıp kulaklıkları taktım ve seslere girip bir müzik açtım. Sözleri kulaklarıma doldu... "Kopar gider içimden aşk Sabahımız yok sevdiğim Varsın bu da yarım kalsın Sen içini ferah eyle Akar gider gözümden yaş İntizar etmem sevdiğim Varsın bu da yarım kalsın Sen içini ferah eyle "Aff!" diye derin bir nefes verdim. Müzik bitip de yerine müzik gelmesini beklerken aniden onun sesi misafir oldu kulaklarıma. Muhtemelen yine ses kaydettiği bir şeye denk gelmiştim. Tam geçecekken söylediği sözcükler engelledi geçmemi. Adımlarımı durdurup kaşlarımı çattım ve tüm dikkatimi Dilruba'nın cümlelerine verdim. Dilruba'nın dudaklarından dökülmüş sözcükler bir bir kurşun sıktı yüreğime. Ama dayandım. Dayandım, sadece gözyaşları ile ve içimdeki çığlıklarla yetindim. Çünkü bu kayıtlar, bir umut parıltısı olamayacak kadar acı da olsa bir umut parıltısı sayılırdı işte. Dilruba'nın haklılığını, doğru söylediğini kanıtlayacak birer umut! Kayıtlardan* • O, bana Suskun diyor kendimi bildim bileli. Bense eğer ona bir sıfat yakıştıracak olsaydım, daha anlamlısını bulana dek ''Ruh emici'' derdim. Çünkü her seferinde ateşten bir makasla ruhumu param parça ediyordu. Sadece ruhumla kalmıyor, bedenimi de parçalıyordu. Bu yüzden, ona ancak böylesi bir sıfat yakışırdı. Her geçen gün beni biraz daha öldürüyordu. Tüm duygularımı çalmıştı, bana sadece acıyı bırakmıştı. Acıyı en derinden hissedebiliyordum yalnızca. Gerisi koca bir boşluktu. İçine bana dair her şeyin sığdığı bir boşluk! Gözyaşlarımın bile, korkunun bile! • • Ruhumu emiyordu çünkü beni de kendisine benzetmek istiyordu. Tıpkı onun gibi ruhsuz olayım istiyordu. Nefret duygumu dahi çalmışken! Eğer nefret duygumu da almamış olsaydı benden, en çok ondan nefret ederdim! Öylesine nefret ederdim ki, onun memnun ve tatmin hissetmemesi için kendi canıma kıyardım. Belki de bir gün, bunu yapmalıyım! Yapabilmeliyim. Ama yapamam... Nasıl böyle biri olmuştu peki?.. • • Denizde boğulurum ben. Yüzme bilmem. Şimdiye dek bir deniz gördüm. Fırtınalıydı, dev dalgalar vardı, kıyıya vurup kükrüyorlardı. Suyun üzerine gri bulutlar yansıyordu. İç ürperticiydi. Denizi hep öyle anımsar, öyle bilirim. Bu yüzden denizleri sevemem ben, ona yazılmış şiirleri okuyamam. Çünkü ben denizin karanlık yüzünü biliyorum. Ölümcül yüzünü. Her seferinde gözlerimin derin kuyularına ip salıp içeride yangın çıkarmasından biliyorum. Bir denizin içinde boğuluyorum. Cam kırıkları batıyor ellerime, deniz kabuğu toplayamıyorum. Balıklar yok yengeçler var ayaklarımın etrafında. Saçlarımı yosunlar sarar hep. Gereğinden fazla nefessiz kalırım suyun altında. Ciğerlerim acıyla dolar. Kimse kollarımdan tutup çıkarmaz beni. Bu denizde hayat yok. Bu deniz kimseye merhamet etmez. Katar dalgalarına götürür ne var ne yoksa. Vurursun kıyıya. Bakarsın bir tek acı kalmış yanında. • • Anne ve küçük kızı. Mutlular... Görüyorum, gülümsüyorlar. Yüzlerine huzur bulaşmış, belli. Görüntüler zihnimden geçiyor ama his yok. Gözümün önüne gelen görüntülerden ibaret hepsi. Duyumsayamıyorum. İçimde bir kıpırtı bile yok. Bir zamanlar mutlu olduğumu dahi duyumsayamıyorum. Dudaklarımın kıvrımlarını hareket ettirecek, suratıma bir gülümseme konduracak hiçbir şey yok. Zihnimden başka görüntüler geçiyor. Bir insan annesinin saçlarını ördüğünü hatırlar da hiçbir şey hissetmez mi? Özlem? Hasret? Hissetmeyebiliyormuş. Çok iyi biliyor, çok iyi yaşıyor ve teyit ediyorum bunu. ''Hissizlik tüm benliğimi ele geçirmiş'' diyeceğim, diyemiyorum. Çünkü acıyı her hücremde hissediyorum. Bir şeyleri hissedebildiğime göre, bu şey acı dahi olsa, hissizlik henüz beni ele geçirememiş demektir. Bir umut vardır belki duygularımı geri kazanmama. Umut? Bana çok yabancı, tanımıyorum onu. Uzun zaman oldu beni bırakıp gideli. O kadar uzun zaman oldu ki yollarımız ayrılalı, bugün umut kavramını hatırladığıma şaşırıyorum. Ama benim bir de küçük kardeşim var, diyorum. O kardeş umut oluyor. • • Yazdıklarımı okumayı bıraktım. Kaydettiklerimi de dinlemeyi. Yazmak ve okumak, bazenleri de dışarı çıkıp dolaşmak yaptığım tek eylemlerdi yaşadığımı bana hatırlatan. Harfleri hunharca bir araya getiriyordum. Her gün sayfalarca yazıyordum. Nedenini ben de bilmiyorum. Elimde değil, sanki kağıtta beliren harfler bana yaşıyorsun diyor. Fark ettim ki etrafta adım sesleri yankılanıyor. Kesinlikle o gelmiş. Zaten bu eve uzun zamandır ondan başka kimsecikler uğramaz... Uğramadı ve uğramaz! Telefonumun ekranını hızla kapattım. Yatağımın altına ittirdim telefonu. Henüz ayağa kalkmak için hareket bile edememiştim ki odamın kapısı açıldı. Bir çift siyah ayakkabı göründü önümde. Saç köklerime yayılan acıyla beraber yukarı doğru çekildim. Şimdi ayaklarım yere basıyor, gözbebeklerim bir fırtınada savrulup gidiyordu. ''Tam da olman gereken yerdesin bakıyorum da. Sürünüyorsun yerlerde.'' Sesi kadife gibiydi. Çok güzeldi. Ama içimi öyle bir ürpertiyordu ki! Nefesi suratıma vuruyordu konuşurken. İnce dudaklarını yaladı, saçlarıma doladığı parmaklarını çekip çenemi iki yanından tuttu. ''Bugün ne oldu biliyor musun? Bir kızla tanıştım. Çok güzeldi. Hayatımda gördüğüm en güzel kızı hatırlattı bana. Karımı. Ama gözleri de onunkiler gibiydi!'' Ses tonunu son cümlesiyle beraber yükseltmişti. Alışkındım, gözlerindeki denizde boğulmaya devam ettim yalnızca. Çenemi bıraktı. Kolumdan tutup sarstı. ''Gözleri senin arkadaşının gözleri gibiydi!'' Deli gibi bağırıyordu. Eğer bana bu cümleleri ilk zamanlar kurmuş olsaydı ona karşılık verip bağırır, ''Sen mutluluk ne bilmiyorsun, kimseyle mutlu olamazsın.'' derdim. Onu daha çok sinir etmek için ''Anca başkalarının mutluluklarını çalmayı bilirsin!''' diye devam ederdim. Ama şimdi bunların faydası olmadığını öğrenmiştim. Ona karşı tek bir cümle kurmam yalnızca benim zararıma olurdu. Beni gerçekten öldürmesini diledim. Beni öldürseydi de kurtulsaydım. Ama biliyordum, yapazmazdı. ''Acı çekmeyi hak ediyorsun.'' diye fısıldadı. Kolumu sertçe sarsıp itti. Bu hareketi başka zaman basit kaçacak olsa da şu güçsüz halime fazlaydı. Birden savruldum. Gözlerim yavaş yavaş kapandı. Ciğerlerim nefes alamaz gibi yanıyordu. Organlarım sanki hava dolmuş ve patlayacaktı. Ruhumun derin bir girdaba doğru çekildiğini hissettim ve acıyı duymadığım tek yere doğru koştu bilincim; dostum karanlık! • • Ölmek kadar çok istediğim bir şey daha vardı ; yaşamak. Evet, ölmeyi ne denli istiyorsam yaşamayı da o denli istiyordum. Biri sağ kolumdan diğeri sol kolumdan tutmuş iki güçlü şeydi ölüm ve yaşam. Bense ikisinin arasında kalmış bir kızdım. Ölüm ve yaşam arasında, arafta. Sonuçta benimkisine yaşamak denmezdi. Ama ölmek de denmezdi. İşte bu yüzden paytak adımlarım odamın kapısına doğru hareket ediyordu. Geniş salona göz gezdirdim, kimse yoktu. Duvardaki takvime yaklaştım ve önce tarihe sonra da duvardaki saate baktım. İşte, gün geçtikçe daha fazla alıştığımın kanıtıydı bu. Vücudumu saran o acıyla birlikte karanlıkta mahsur kalmam üzerinden yalnızca 30 saat geçmişti. Ölümün koynuna beni ne zaman atacağını merak ederek yaşıyordum. Belki de atmayacaktı. Her şeyi geçtim, annemlerin yanına giden küçük kız kardeşim bu hafta eve geri dönecekti. Ve bu halde bizi görmesi, bu ortamda bulunması onun için hiç hayırlı değildi. Ne yapacaktım? 21Haziran2019
|
0% |