Yeni Üyelik
19.
Bölüm

Mavi Denizlere, Mor Dağlara Karşı

@sukunettekelimeler

Susarak anlattın bütün gizliyi
Sakladım duygumu ben konuşarak
Bir acı tarlası sessiz yüzünde
Aşkı yürürlüğe koyma savaşı

Ahmet Akif Varlı

"Kimsem olur musun benim bu akşam / Burada, tam uçuruma düşmeden önce / Kime uzatayım elimi, diye düşünmeden ; Dilruba?"

Avcumun arasındaki kutuyu sıkıca tutuyordum. Dilruba susuyordu, susuyordum. Bu susuş bizi nereye götürecekti bilmiyordum.

"Kızım, Leyla mecnunu bu kadar beklemedi; sen hâlâ susuyorsun. Hadi, bir şey söylesene."

Kapıya yaslanmış dikilen babaannem en başından beri oradaydı. Sonuçta hadis vardı, 'bir kadın ve bir erkek bir odada yalnız kaldı mı üçünücüsü şeytandır' diye. Zamanında ashabın 'atlarının bile başı yerde' iken ben Dilruba'nın gözleriyle her denk gelişimde bir yandan vuslat bulurken bir yandan suçlulukla eziliyordum. Belki yeri gelince uyamıyordum ama elimden geldiğince dikkat etmeye de çalışıyordum. Babaannemden orada durmasını ben istemiştim. Dilruba onu yeni fark etse de ben en başından biliyordum.

Dilruba babaanneme baktı, sonra bakışlarını tekrar ellerine indirdi. Ben de babaanneme baktım, güç aldım.

Onun için zordu, biliyordum. Ama az evvel söylediğim her cümleyi harfiyen yerine getirmeye gayret göstermeyeceksem ben de Ahmet Akif değildim.

"Kimsen olur muyum bilmem ama... Her şeyin olmaya talip olurum."

Suratıma kocaman bir gülümseme yayıldı. Ferahlatmıştı beni verdiği yanıt. O zaten benim her şeyimdi, herkesimdi. Allah'ın izniyle helalim de olacaktı. Sonra o içindeki yangınlarda beraber yanacaktık. Çıkmaz sokaklarda beraber kaybolacaktık. Gün gelecek yangın sönecek, sokaklar en güzel bahçelere giden yollar olacaktı. Emindim buna, Allah'a inandığım için, emindim.

Babaanneme elimi uzattım, yanımıza geldi. Açtığım kutudan yüzüğü alıp Dilruba'nın parmağına besmeleyle geçirdi. "Rabbim hayırlı, huzurlu bir yuva eylesin inşallah. Birbiriniz hüzünken diğerini ona neşe yapsın. Biriniz ümitsizken diğerini umut yapsın. Biriniz karanlıkken diğerini ışık yapsın. Sizi birbirinize bir ömür en güzel yoldaş yapsın."

"Amin.." dedim, "Amin.." dedi. Babaannemin elini öptük, ben hayırlı geceler deyip çıktım. Odama gidip bir şükür namazı kıldım. Sonra biraz Kur'an okudum. Babaannemle konuşmak istediğim şeyler vardı, onu bekliyordum. Fakat hâlâ Dilruba'nın yanından ayrılmamıştı. Biraz daha beklerken bir yandan da kitap okuyayım diyerek yatağımın yanında duran kalın kitabı ellerimin arasına aldım ve sayfaları karıştırmaya başladım.

"Âdem oğulları bir bedenin âzası gibidirler. Çünkü yaratılışları bir mayadandır. Bir cevherden yaratılmışlardır. Günün birinde vücuttaki âzalardan biri ağrırsa öteki âzaları da rahatsız olur. Başkalarının dertleri, acılarıyla muztarip olmazsan, sen insan diye adlanmağa lâyık değilsin."

"İki şey akıl hafifliğidir : Birisi, konuşulacağı ve söylenileceği vakit susmak ; öbürü de susmak icab ettiği zaman söz söylemek."

"Madem ki iyi de kötü de en sonunda ölecektir, o halde iyilik yapmak saadettir ve iyilik yolunu tutan bahtiyardır."

"Âşıklar, mâşuklarının yolunda ve onların uğrunda ölmüşlerdir. Ölmüşlerden ses çıkmaz."

"Gönül kimi severse, güzel odur."

Doğru, dedim. Hepsi çok doğru. Altını çizdiğim satırlara tekrar göz gezdirdim. Üzerine söylenecek söz yoktu. Kitabı kapatıp rastgele bir sayfa açtım ve gözüme çarpan ilk paragrafı okumaya başladım. Bunu yapmayı çok severdim oldum olası.

"Eğer sen kendini düşünüyorsan yalancı âşıksın, demektir. Sevgiliyi elde etmek mümkün değilse, âşıklığın şartı o yolda ölmektir."

"Yok artık!" diye mırıldanıp arkama yaslandım. Cidden tevafuklar insanı şaşırtıyordu. Şaşılacak daha çok şey vardı da görmek lazımdı.

Ben de bunu yapacaktım. Onu tekrar hayata çekmek için gerekirse o yolda kendim ölecektim.


Hayatımda aldığım en derin nefesi hayatımda verdiğim en uzun soluk olarak dışarıya bırakmak elbette bu güne nasipti. Yolcu ettiğim nikah memurunun ve imamın ardından kapıyı kapatmış, sırtımı kapıya dayayıp o derin nefesimi dinlemiştim. Suratımdaki gülümsemeyi bastırmaya çalışarak içeriye doğru yürüdüm.

O gece babaannemle bazı hususları istişare etmiştik. Zaten babaannem de Dilruba ile bu hususlarda konuştuğu için yanından geç çıkmış. Dilruba'nın içinde bulunduğu durum dolayısıyla ondan her şeyin normal bir evlilik gibi olmasını zaten beklemiyordum, her türlü çekincesi saygım dahilinde kabulümdü. Babaannem aracılığıyla da bunları gün yüzüne çıkarmış, anlaşmıştık. Mesela deminden itibaren resmi olarak da dini olarak da evliydik lakin evde yapılan basit bir nikahla gerçekleşmişti bu. Gün gelir de yârimin kalbinde yine baharlar yer edince nasıl isterse öyle bir nikah yapmak da kabulümdü. Her şeyin bir kaç gün içinde olması da benim isteğimdi çünkü bu zamanlarda asıl onun yanında olmak istiyordum ben. Bu da rahatça ancak helalimken olabilirdi. Artık öyleydi...

Dilruba'nın ailesinden yani annesinden de izin almış, durumu bildirmiştik. Kızının geri gelişi onu iyi etkilemişti. Artık eskisi gibi sürekli kafası gidip gelmiyordu. Arada bir kısa süreliğine oluyordu. İyileşiyordu. Hayat terapisi gibi...

Berra, Elvan ile okula gidip geliyordu. Dilruba'nın anaannesi Nurten teyze de hâlâ rahatsızdı. Doğukanın tedavisine devam ediliyordu. Neden bu hale geldiğini benim pek anlamadığım bir şekilde limbik sistemden, beyinden, işleyişin bozulduğundan, yaşadığı bazı şeylerin de bunu tetiklemiş olabileceğinden bahsetmişti doktor. Muhtemelen çocuğunun olamayışı konusunda çektiği sıkıntılar , işten atılması, iş arayış süreci ve sonrasında babasının vefatı... Çevresel faktör olarak bunlardan etkilenmiş olma ihtimali de yüksekti.

Zihnimi düşüncelerden uzaklaştırıp içeriye geçtim. Nurten teyze ve Nurcan teyze gitmek üzere ayaklanmışlardı. Onları da yolcu ettik. Esra da gitmek için kalkmıştı ama Dilruba onu durdurdu.

"Esra, seninle konuşmak istediğim bir şeyler var. Biraz kalabilir misin?"

Esra başını sallayıp "Tabi." dedi ve tekrar oturdu. Dilruba yorgun bakışlarını bana çevirdi. "Ahmet Akif, bize biraz izin verebilir misin?"

"Tabiki." deyip onları yalnız bıraktım ve mutfağa gittim. Berra beni görünce elindeki tabağı masanın üzerine koydu ve koşup sarıldı. "Akif abi, şimdi sen benim eniştem mi oldun?! Yaşasın!"

Berra'ya gülümseyip kucağıma aldım ve yanağına bir öpücük bıraktım. "Ben enişte oldum da sen sekiz yaşına girdin hâlâ büyüyemedin, kucağa sığıyorsun. Ne zaman büyüyeceksin bakayım?"

"Yaaa. Ben büyüdüm bikere."

"Öyle mii? Hani, ben fark edemiyorum?"

Babaannem gülerek araya girdi. "Uğraşma bakayım benim kızımla. Büyüyecek o da. Hem yarın bir bakmışsın o da büyümüş de yuvadan uçmuş..."

Babaannemin sözüne karşın seslice gülmekten kendimi alamadım. Eh, sevdiğim kızı alınca neşem yerindeydi herhalde. "Hayırdır Hatice sultan? Gören de seni damat tarafı değil kız tarafı sanır. Kimse bir yere uçmuyor."

Babaannem yaşaran gözlerini sildi. "Ben kız tarafı da sayılırım evladım. Ah, deden şimdi sizin evlendiğinize tanık olsaydı ne sevinirdi. Dünyalar onun olurdu vallahi."

Berra'yı kucağımdan indirip babaanneme kocaman sarılmaya gittim. "Sen merak etme, o zaten görüyordur, biliyordur Allah'ın izniyle. Hem Dilruba biraz iyi olunca dedemi ziyarete gideriz beraber."

"Çok iyi düşündün oğlum. Gidin gidin."

Mutfağın kapısında beliren Esra bize bakıp tebessüm etti. "Ben gidiyorum Hatice teyzecim. Allah'a emanet olun. Seni de tekrar tebrik ederim Ahmet Akif, Allah hayırlı ve birlikte bir ömür versin size inşallah. Kardeşime iyi bak."

Kısa bir Esra'yı yolcu etme faslından sonra babaannem mutfaktaki son bir iki işini hallederken ben de içeriye geçmiştim. Dilruba'nın yanına oturduğumda yavaşca bana döndü. "Yoruldun bugün, biraz uzanmak ister misin?" dedim, onca demek istediğim şeyi sonraya bırakarak. Başını sallayıp onaylamıştı. Ayağa kalkıp ona baktım. Yardımcı olmak istiyordum ama çekiniyordum da. Yavaşça oturduğu yerden doğrulurken suratını acıyla buruşturmuştu. Seyretmeyi bırakıp dikkatle koluna girdim ve odaya dek gitmesine yardım ettim. Ben Dilruba'nın üzerini örterken babaannem kapıyı tıklatmıştı.
"Buyur babaanne."

"Biz gidiyoruz çocuğum. Hadi Allah'a emanet olun."

Berra içeriye koşup ablasının yanağına bir öpücük kondurdu. Sonra sıra bana geldiği için eğildim. Öpücüğümü de tembihimi de aldım. "Ablama iyi bak Akif abi."

"Merak etme sen prenses."

Dilruba da babaanneme teşekkür edip veda etti. Babaannemi geçirip odaya geri döndüm. Dolabımdan siyah bir eşofman ve siyah bir tişört alıp banyoya geçtim. Üzerimi değişip gömlek ve pantolondan kurtulmuştum.

Mutfağa su içmeye girdiğimde saat gözüme çarptı. Dilruba'nın ilaç saati gelmişti. Bir bardak su ve ilaçları alıp odaya girdim. İlaçları içmek için doğrulmasına yardımca oldum. Bardağı komodinin üzerine bırakıp bakışlarını yukarı kaldırdı, bana...

Bir şey diyecek gibiydi. Bakışlarını kaçırdığında söylemekte kararsız kaldığını anlamıştım. "Söyle, çekinme." dediğimde tekrar bakışları beni bulmuştu.

"Şey diyecektim...Bugün de sen bana Kur'an okur musun?"

Suratıma ufak bir tebessüm yerleşmişti. "Tabiki okurum." deyip kitaplığın en üst rafındaki kitabı besmeleyle elime aldım ve yatağın yanına çektiğim sandalyeye oturdum. Nedende biraz heyecanlanmıştım. Tekrar besmele çekip okumaya başladım...Ne kadar okuduğumun farkında değildim, yalnızca okudum. "Ahmet Akif, sayfanı bitirince bırak. Yoruldun..."

Dilruba'nın sesiyle daldığım âlemden sıyrılmıştım. Sayfadaki son iki ayeti de okuyup bitirdim ve dua da edip Kur'an'ı kapattım. Başımı kaldırıp ona baktığımda yanaklarındaki nemlilik dikkatimi çekmişti. Kitabı yerine koyup yanına gittim. Yanındaki boşluğa oturmuştum.

"Güzel gözlerinde neden havalar serin?"

Bakışları ellerindeydi. Elleriyle uğraşıyor, onları seyrediyordu ; her utandığında, sıkıldığında, dikkatini dağıtmak istediğinde yaptığı gibi.

Durgun ve ağlamaklı ses tonuyla cevap vermişti.
"Kur'an okunurken duygulandım sadece."


"Peki, öyle diyelim o vakit."

Gözlerim aniden aralanmıştı ve sebebi de Dilruba'nın sesiydi. Kur'an okuduktan sonra biraz dinlenmişti. ezan okununca namaz kılmış, sonra uyuyakalmıştı. Ben de yatağın yanına bir yorgan atıp kendime yatak hazırlamış, yerde yatmıştım. Düşünceler içinde uyumuşum.

Yattığım yerden doğruluğumda Dilruba'nın sessizce ağlayıp bir yandan da başındaki başörtüsünü çıkarıp kenarı koyduğuna şahit olmuştum. Yatağın kenarına oturduğumda bakışlarımız birbirini buldu. "Ahmet Akif..." Adımı söyleyişi çok garipti. İçimde bir yerlere dokunmuştu.

"Buradayım, yanındayım. Sakin ol." derken sesimdeki endişeyi ve hüznü gizlemeyi pek başaramamıştım.

Tekrar ismimi söylerken beklemediğim bir şekilde kollarını boynuma dolayıp başını göğsüme yasladı. Bana sarılmıştı...Şaşkınlığımı üzerimden atıp kollarımın arasına aldım onu, sakinleşmesi için bekledim yalnızca. Gecenin sessliğinde yalnız birbirimizin soluklarını duyuyorduk. Sonunda göğsüm ona yuva olmuştu, sakinleştirmişti ya daha ne isterdim ki.


Dilruba

Geçtiğini hissediyordum. Gözyaşlarım durmuş, nefes alıp verişim normale dönerek Ahmet Akif'inkiyle aynı olmuştu. Haklıydı, o bana yuva oluyordu, şifa oluyordu, destek oluyordu... Kanatlarının altındayken hiçbir yağmur damlası düşmüyordu üzerime. Çığlıklarım sükuta bırakıyordu yerini. Sakin bir mahalleye dönüşüyordu içimdeki yanan sokaklar.

Daha fazla onu yormamak adına kendimi yavaşça geri çektim. Merhamet dolu gözleri üzerimdeydi. Az sonra şefkatli sesi de duyulmuştu. "Su getireyim mi?"

Başımı hayır anlamında iki yana salladığımda saçımdaki tokanın iyice gevşediğini sezdim. Kimbilir nasıl dağınık duruyordu şuan saçım. Başımdaki örtüyle uyumuştum fakat gördüğüm kabus onu çıkarıp atmama neden olmuştu. Boğazıma dolanacak gibi hissetmiştim, beni boğacak gibi.

Ellerimle başımı yoklayıp tokayı buldum fakat sol kolumdaki yoğun ağrı kendini hemen belli etti. Sol kolum biraz fazla hasar görmüştü, zor kullanıyordum. Tokayı bileğime geçirip saçımı bağlamak için kollarımı kaldırdım ama henüz yapamadan sol kolumun düşmesi bir oldu.

"Ben bağlayayım mı?"

Mahçup bakışlarım onu buldu, tebessüm ediyordu. Yine başımı sallayarak cevap verdim. Gülümsemesi biraz daha büyüdü. Neden öyle güzel gülüyordu ki şimdi? Bana da bulaşacaktı neredeyse.

Tokayı aramıza uzattığı avcuna bıraktım. İki ucundan tutup çekeledi. "Bunun lastiği biraz gevşek sanki. Başka tokayla bağlayalım." deyip elindekini komodinin üzerine koydu.

"Başka toka yok ki."

"Bende bir tane var." deyip kalktı, çalışma masasına doğru yürümeye başladı.

İçimdeki meraka engel olamayıp farkında olmadan zihnimden geçeni dilimle salıvermiştim. "Sende tokanın ne işi var ki?"

Çekmeceden aradığını bulmuş olacak ki avcuna sıkıştırıp yanıma doğru yürümeye başladı. "Bir ara saçımı uzatmıştım. Sevdiğim kız da bana hediye almıştı."

"Sevdiğin kız mı?"
Şaşkın ve kırılmıştım. Kimi sevmişti ki? Nasıl severdi başkasını hem?

Avcunu açtığında pembe kurdelalı toka aramızda duruyordu. Suratıma nasıl olmuş da o gülümseme yerleşmişti bilmiyorum, gitmiyordu. "Bu toka.."

Ahmet Akif keyifle tebessüm ediyordu. "Evet, o toka."

Tokayı avcundan alıp incelemeye başladım. Hâlâ yepyeni duruyordu. "Ama bunu İlke ablanın kızına vermiştin?"

Tokayı elimden alıp arkama doğru geçerken konuşuyordu. "Evet, orada öyle bir şey yapmıştım, doğru. Sonra pişman olup çocuklar odada oyun oynarken yanlarına gittim ve geri aldım."

Ben "Bu zamana kadar saklamışsın." derken saçlarıma dokunmuştu. Garip hisler içime dolmuştu. İç organlarımın kanatlanıp havalanacağından korkarak saçımı toplamasını bekliyordum.

"Sakladım. Saklanacak kadar değerliydi."

Tokayı bir kez daha döndürüp bağlamıştı. Tekrar karşıma geçmesini bekliyordum ama arkamda oturmaya devam ediyordu. Başımı çevirip neden hâlâ orada durduğunu soracaktım ama pek mümkün olmamıştı. Çünkü ilk konuşan o olmuştu. "Sen uyuyana kadar yanında oturacağım. Hadi, yat."

İçime birden dolan ağlama isteğini içime gömerek yattım. Başımı hafifçe çevirip yüzüne baktığımda ağlama isteği daha da güçlenmişti. Şimdi uyuyabilmem için uyumayacaktı. Tokayı saklamıştı...

Gözlerimi yumup uyumaya çalıştım. Fakat başaramamıştım. Gözlerimi araladığımda Ahmet Akif'in başını yatağın başlığına dayamış, gözlerini yummuş olduğunu gördüm. Ellerini karnının üzerinde birleştirmişti. Uyuyup uyumadığını bilmiyordum ama yine de cesur olup içimden gelen şeyi yaptım. Elimin biri yastığımın altındaydı, diğerini onun elinin üzerine bıraktım. Bunu yapar yapmaz gözlerini açmıştı ve çok kısa bir süreliğine göz göze gelmiştik. Çok kısa çünkü ben hemen kendi gözlerimi yummuştum bile utançla. Onunsa şu an güldüğüne emindim.

 

Bir süre böyle sürüp gitmişti. Ahmet Akif ben uyuyana dek yanım da oturuyor, ben yine elini tutayım diye gözlerini yumup aklınca bana yol veriyor, ben de bilmemezliğe vurup elini tutuyordum hemen gözlerimi yumarak. Sabah da aynı şekilde kendimi uyanmış buluyordum yahut Ahmet Akif daha erken uyanıp gitmiş oluyordu.

Bu sabah da daha erken uyanıp gittiği bir sabaha denk gelmişti sanırım çünkü etrafta yoktu. Bugün kendimi daha iyi hissediyordum ve dışarı çıkmak istiyordum. Biraz hava almak, güneş yüzü görmek bama daha iyi gelecekti. Haftalardır içeriye tıkılmak sıkıcıydı.

Odanın kapısı açılınca istemsizce gözlerimi yumdum. Neden böyle bir şey yapmıştım şimdi, bilmiyordum. Ama yapmıştım bir kere, açmadım gözlerimi. Dolabın kapağının açılıp kapanma sesini işittim. Muhtemelen Ahmet Akif henüz gitmemişti. Az sonra adım seslerinin bana doğru yaklaştığını idrak ederken kalp atışlarım hızlanmaya başlamıştı. Başımda durdu, bir süre sessizlik oldu. Sonrasında elimi tuttu. Gözlerimi açmamak için kendimi zorluyordum. "Allah'a emanet ol." diye fısıldayıp elimi geri bıraktı ve sonra adım sesleri uzaklaştı.

Kapının kapanma sesi de duyulunca gözlerimi açtım. Hafifçe tebessüm ediyordum. Hızla yataktan ve sonra da odadan çıkıp ceketini giyen Ahmet Akif'in yanına koştum.

"Ahmet Akif..."

Gülümseyerek bana dönmüştü. "Uyandın mı?"

Başımı sallayıp "Evet." dedim. "Gidiyor musun?"

O da bana "Evet." derken sorsam mı sormasam mı kavgası yaşıyordum içimde. Sonra aniden soruverdim. "Ben de gelebilir miyim? Evden biraz çıkmak istiyorum."

"Olur tabiki. Hem bugün çok az dersim var. Ben dersteyken sen kantinde oturur kahvaltı edersin. Biraz kitap okursun. Sonra seninle dolaşırız biraz."

"O zaman ben hazırlanayım hemen?"

Tebessüm edip "Hazırlan sen, acele etmene gerek yok. Bekliyorum ben." dedi ve ben odaya giderken o da içeriye geçti.

Onun her zaman tebessümünü eksik etmeyişi benimse hâlâ yeterince gülmeyen yüzüm, kendimi kötü hisdettiriyordu. O bana on adım atıyormuş bense ona hiç gidemiyormuş gibiydim. Onu hak ediyor muydum?

Şimdi bunu sorgulamak için doğru bir zaman değildi, sustum. Hazırlandım ve evden çıktık.

Üniversitenin bahçesinde arabadan inince kendimi birden başka bir dünyaya itilmiş gibi hissetmiştim. Onca zaman önce sadece abimle sonra da Ahmet Akiflerde bir kaç kişiyle yaşayınca kalabalıklar beni tedirgin etmişti. Yanımda yürüyen Ahmet Akif'e doğru iyice yanaştım istemsizce ve koluna girdim. Koluna bakıp önce gülümsedi, sonra yüzüme bakınca gülümsemesi biraz silindi. "İyi misin?"

"Bir an kalabalık geldi, alışırım şimdi."

"Gitmek istersen izin alırım, daha sakin bir yere gideriz. Çekinme, söyle tamam mı?"

"Yok yok, okulu özlemiştim zaten. Alışırım şimdi."

"İyi madem. Seni biriyle tanıştıracağım. Yanında asistanlık yaptığım hoca. Metin hoca."

"Bahsetmiştin geçen gün, o mu?"

"Evet, o." dedi ve gülümsedi yine. Çokça gülümsüyordu bana. Her gülümsemesi bir dikiş atıyordu ruhuma.

Etrafa bakınarak içeriye girdik. Bir kızın çatık kaşlarla bize bakmasına anlam veremeyerek Ahmet Akif'e baktım. Bakışları önündeydi, görmemişti. Öyle denk gelmişti herhalde deyip umursamadım.

Sohbet ederek Metin hocanın odasının önüne vardığımızda Ahmet Akif kapıyı tıklatıp müsadeyi de aldı ve içeriye girdik.

"Selamunaleykum hocam."

"Aleykûmselam Akif! Oo, misafirimiz de varmış. Buyrun, oturun. Hanım kızımız Dilruba idi sanırım, yanılmıyorum değil mi?"

"Evet efendim." deyip Ahmet Akif'in karşısındaki koltuğa oturdum.

Metin hocayla biraz sohbet ettik, tanıştık. Ders saati yaklaşınca Ahmet Akif beni kantine bırakıp döneceğini bildirip izin istedi. Beraber kantine inerken Metin hocayı sevdiğimden bahsettim ona. Seviyeli, şakacı, iyi bir adama benziyordu.

Ahmet Akif, bana bir şeyler alıp getirdi ve dersten sonra hemen geleceğini söyleyip derse gitti. Onu beklerken kahvaltı yaptım, kitap okudum. Biraz bahçede gezindim. Ahmet Akif geldiğinde kitap okuyordum. Ayağa kalkıp tebessüm ettim ona. Omzuma elini koyup merhametli bakışlarını sundu ilkin. Sonrasında ciddileşip beş on dakikalık bir işi olduğunu söyledi. Dışarıda bekleyeceğimi söyledim, o yukarıya ben de dışarıya çıktım.

Bir ağacın altında durup sırtımı ağaca dayayarak etrafı seyrettim.

"Sen kimsin? Neden Akif'in yanında dolanıyorsun?"

Aniden yanımda beliren kıza baktım. Kaşlarını çatmış, sorgulayan gözlerle bana bakıyordu. "Pardon, siz kimsiniz?" deyip kızı süzdüm. Dizlerinde biten toz pembe elbisesini düzeltip güldü. "Ben Helin, canım. Sen de her kimsen Ahmet Akif'ten uzak dursan iyi olur. O, benim. Anladın mı?"

Kahkaha atmak isteyerek karşımdaki kıza ciddiyetle baktım. "Pek sanmıyorum, Helin hanım."

"Sen benimle dalga mı geçiyorsun kızım?!"

"Gayet ciddiyim farkındaysanız."

Kız öfkeyle kolumu kavradı. "Bana bak kızım, sen kimsin benimle böyle konuşuyorsun! Uzak dur diyorsam uzak duracaksın!"

"Kolumu bırakır mısınız?!" diyerek kolumu çekmeye çalışsam da yeterli olmamıştı. Sol kolum anca kendine geliyorken tekrar böyle sarsılması hiç iyi değildi ve bu durum beni sinirlendiriyordu.

"Şu kolumu bırakır mısınız!"

"Bırakmıyorum!"

"Ne oluyor burada!?"
Ahmet Akif'in sesi kızı kendine getirmişti. Pençelerini üzerimden çekip geri doğru bir adım attı.

"İyi misin Dilruba?" diyerek ovuşturduğum kolumu nazikçe tuttu. "Ağrıyor mu?"

"İyiyim, geçer şimdi." dedim ve bizi dikkatle seyreden kıza takıldı bakışlarım. Ahmet Akif de nereye baktığımı fark edince derin bir soluk verdi. Bunalmış bir hâli vardı.

Bu kız kim oluyordu da böyle şeyler söyleyebiliyordu?

"Bakın Helin hanım, size daha önce de söyledim. Kendinize de bana da eziyet etmeyi kesin lütfen. Ayrıca eşime bu şekilde davranmanızın hiçbir haklı nedeni olamaz. Kişisel konularınız başınıza dert açmadan haddinizi bilin. Birdaha sizinle dersim haricinde karşı karşıya gelmek istemiyorum."

Ahmet Akif, cümlelerini bitirip koluma girdi ve oradan uzaklaştık. Bahçeden çıkmak üzereyken durdu, bana döndü. "Söylemek, sormak istediğin ne varsa söyle. İçine atmanı istemiyorum."

Ayakkabılarını izleyen bakışlarım gözlerini bulduğunda güven vermişti bakışları. Atmadım içime. İçime atıp da kurtlar kemireceğine sormalı, duymalıydım.

"O kim?"

"Bir öğrencim yalnızca. Daha fazlası değil."

"Neden bana öyle davrandı? Ne istiyor senden?"

Epey sıkılmış görünüyordu. Cevap verecek oluyor, susuyordu. Ben de ona yardımcı oldum. "Sanırım senden hoşlanıyor?"

İçime derin bir kıskançlık dalgası yayılmıştı. Onu benden başkası sevemezdi. Ona başka bir gözle bakamazdı.

"Ufak bir gençlik saplantısı diyelim. Laftan anlamaz, şımartılmış bir kız. Ne desem fayda etmemişti. Ama seninle de tanıştığına göre vazgeçer artık değil mi?"

Keşke kızın suratına "Ben onun karısıyım, sevdiğiyim. Asıl sen kimsin?" diye bağırsaydım diye düşünerek başımı salladım.

"Gidelim mi artık?" dedim. Buradan uzaklaşmak istemiştim.

"Gidelim."

Göl kenarına gitmiştik. Otururken aklıma bir anı gelmişti. "Ahmet Akif, hatırlıyor musun, buraya gelmiştik bir kere?"

Suratına bir gülümseme yayılırken başını salladı. "Hatırlıyorum tabi. Dedem sağ olsun, koruman bellemişti beni."

Ailece buraya pikniğe gelmiştik. Ben etrafta dolaşmak istemiştim babam ise izin vermemişti tek başıma gitmeme. Süleyman dedem de Ahmet Akif'i peşime takmıştı ben üzülmeyeyim, istediğim gibi gezeyim diye. Ahmet Akifle beraber etrafı gezmiştik. Sonra salıncakları görünce ben epey sevinerek hemen birine oturmuştum. Ahmet Akif de "Hadi yarış." diyerek diğerine binmişti. Tabiki o kazanmıştı. Neredeyse salıncağı koparacaktı. Nasıl gaza gelip uçtuysa artık.. Epey güldürmüştü beni bir de saçma espriler yapıp.

Biraz eskiyi yâd edip oturduk. Sonra simit aldık, yedik. Biraz da etrafta yürüyüp ben yorulunca eve döndük.

Epey yorucu bir gün olmuştu benim için. Namazımı kılıp hemen uyuyakalmışım. Gece susayarak uyandığımda Ahmet Akif'in yere serdiği yatağında uyuyor olduğunu gördüm. Bugün erkenden uyuduğum için yanımda oturmamıştı. Zaten oturmasındı, onun da rahatça uyuması gerekiyordu. Ama beni dinlememişti elbette bunu söylediğimde.

Kalkıp su içtim ve geri döndüm. Yere dizlerimin üzerine oturup uyuyan Ahmet Akif'i seyrettim bir süre. Ömründen ömrüme veriyordu. Gülümsemelerini benimle paylaşıyordu. Onun sayesinde benim de hiç beklemediğim bir şekilde bir sürü gülümsemem olmuştu. Varlığı beni güçlendiriyordu, iyileşiyordu yaralarım onunla.

Yatağın üzerinde duran yastığımı alıp onunkinin yanına koydum. Sessizce yanına kıvrılıp eline uzandım ve onu seyrederken daldım bu kez uykuya.


2temmuz2019

 

Loading...
0%