Yeni Üyelik
12.
Bölüm

Şimdi Bin Güneş Doğsa Götürmez Karanlığımı

@sukunettekelimeler

Sana yakınım ve sana uzağım
Tutulmuş varamaz elim ayağım


Kapıyı ısrarla bir kez daha tıklattım fakat açan olmamıştı. Evde olduğu belliydi ama bana kapıyı açmıyordu öyle mi? Ben ona ne yapacaktım ki sanki? Kızcağızı ne hale getirmişlerdi, yazık! Eski hayatından herkesle ilişkisini keser olmuştu anlaşılan. Ama ona ihtiyacım vardı.

"Esra! Lütfen aç kapıyı. Lütfen! Sadece seninle konuşmak istiyorum. Yardımına ihtiyacım var. Dilruba için, lütfen..."

Bekledim, açılmadı. "Yaşadıklarını bir başkasının da yaşamasına razı mı olacaksın böyle? Belki bir ipucu, bir umut elde ederdik seninle Esra. Belki..." dedim ve sustum. Kelimelerim gittikçe susuyordu. "Ama O umudu da sen aldın sanırım. Neyse, canın sağ olsun. Allah'a emanet ol."

Kapıdan uzaklaşıp yürümeye başladım. Bahçe kapısını arkamdan kapatıp sokakta ilerlemeye devam ettim. İçimde tarif edemediğim bir ağırlık vardı ve bana fazla geliyordu. Çok fazla...

"Akif!"

İsmimin seslenildiğini duyunca az evvelki o ağırlık şöyle azcık geçivermişti. Adımlarımı durdurup arkamı döndüm. Esra mahcup bir şekilde bana bakıyordu sokağın ucundan. Yanıma doğru yürümeye başlayınca ben de ona doğru yürüdüm ve ortada bir yerde buluştuk. Esra epey toparlamış görünüyordu. Buna sevinmiştim. Derin bir nefes alıp konuştu :

"Nereye götürmüş olabileceğini bilmiyorum. Ama düşüneceğim. Aklıma bir yer gelirse sana haber veririm. Başka da yardım edebileceğim bir şey yok zaten."

"Teşekkür ederim." dedim ve başımla selam verip yanından ayrıldım.

Eve gittiğimde kapının önünde gördüğüm bir çift küçük erkek ayakkabısı beni gülümsetti. İçeriye girip ceketimi askıya asarken kulaklarıma çocukların sesi dolmaya başlamıştı bile.

"Berra, senin ablan nerede?"

"Bilmiyorum Elvan. Abimle beraberler. Ama Akif abim bulacak onu, getirecek bana."

"İyi de abinle berabermiş işte. İyidir o zaman. Neden üzülüyorsun ki?"

"Abim çok kötü oyunlar oynuyor Elvan! Ablama zarar geliyor hep onunla oyun oynarken. O yüzden abimden uzak durmalı ablam. Sonra canı yanıyor."

"Ben seninle hiç kötü oyunlar oynamayacağım Berra. Hep güzel oyunlar oynayacağım, hiç korkma tamam mı?"

"Tamam, korkmam ki zaten senden."

Boğazımda düğümlenen acıyı hafifletmek için mutfağa girip bir bardak su içtim. Gözlerimi yumup bir süre sakinleşmeye çalıştım ama olmuyordu, yapamıyordum. Onun canının yandığını düşünmek beni delirtiyordu! Dayanamıyordum artık. Bulmam lazımdı onu!

"İyi misin oğlum?"

Arkamı dönüp beyaz türbanlı babaannemin nur yüzüne baktım. "Değilim babaanne." dedim ve içimdeki yıkık çocuğu gören babaanneme sarıldım sıkıca.

"Aaaa Akif abim gelmiişşş!"
Mutfağın kapısına gelen Berra'mın küçük bağırışı üzerine Elvan da yanımıza koşmuştu içeriden.
"Hoş geldin Akif abi!"

"Hoş buldum, canlarım benim." deyip tek dizim üzerine çöktüğümde biri bir yanıma diğeri diğer yanıma gelip sarılmışlardı hemen.

Onlar biraz daha oynadıktan sonra Elvan'ı evine bırakmış, Berra'ya biraz ders çalıştırmıştım. Sonra da yatağını açacaktım ama benimle yatmak istediğini söylemişti . Berra kollarımda yatıyordu, gözlerimi kapattım. Bir süre sonra ufak parmakları gözlerime dokundu.

"Gerçekten kirpiklerin uzunmuş." dediğinde gözlerimi açtım : "Seninkiler de uzun Berra. Hem de çok güzel."

Berra mutlulukla başını salladı.
"Bir keresinde ablam bana demişti ki, hayatta gördüğüm en uzun kirpikler Ahmet Akif'in, sonra da senin. Sen birincisin, ben ikinci. Ama büyünce geçicem seni!"

Suratıma kırık bir tebessüm yayılırken Berra gözlerini kapattı ve uykuya daldı. Suratımdaki kırık tebessüm uzun süre orada kaldı. Tebessümün de kırık olması ayrı bir acıydı. Eh, kırık bir kalpten ancak kırık bir tebessüm geliyordu. Yahut kırmış bir kalpten...

 

Kayıtlardan*


Ses kaydı 24

Kirpiklerinin gölgesinde yaşayabilirim...


Ses kaydı 25

Bugün çarşıya gitmiştim ve caddenin kenarında dikilip Esra'yı beklerken etrafa bakınıyordum. Küçük bir çocuk takıldı bakışlarıma. Elinde bir poşet vardı ve bir de karton. Kartonu yolun ortasına koyup üzerine oturdu sonra da poşeti açıp içinden mendil çıkararak önüne dizdi hepsini. Güneşin altında duruyordu ve ne bir şapkası vardı ne de bir şeyi... Kalbime bir burukluk yerleşmeye başlarken derin bir nefes aldım. Tam o tarafa doğru bir adım atmıştım ki görüş alanıma tanıdık bir silüet girdi. Çağan...

Çocuğun önünde durup bir şeyler söyledi ve sonra aynı hizaya gelebilmek için yere çöktü. Bir şeyler konuştular. Çocuktan bir kaç mendil alıp para uzattıktan sonra ayağa kalktı ve elini "hadi" anlamında uzatıp çocuğa gülümsedi. Çocuk önündeki poşete topladı mendillerini. Sonra da ayağa kalktı ve Çağan'ın uzattığı elini tutup ona ayak uydurarak yürümeye başladı. Gözlerimle takip ettim onları. Bir kafeye oturdular. Az sonra Çağan garsona işaret verip bir şeyler sipariş etti. Tüm bu tanık olduklarım beni kocaman gülümsetmişti .

Bizim lisedeki vurdumduymaz, başkalarını düşünmeyen Çağan mıydı bu? Hani sıra arkadaşım olan ve zamanında böyle insanlar için "Bizden daha zenginler be onlar. Hiçbirinden bir şey almam." diyen? Allah'ım! Dua etmeye devam edecektim ona. Bu çok güzel bir gelişmeydi. Görüşmeyeli değişmişti anlaşılan...

Onu görünce tabi aklıma kimin geldiği, kalbimin yine kim diye attığı mâlumdu... Çok özledim. Öyle çok ki...


Ses kaydı 26

Elimde bir fotoğraf , bakakaldım dakikalarca. Gülümseyen bir yüz, gözlerime yaş oldu. Bir türkü doldu kulaklarıma, aldı itti beni derin kuyulara. "İçimdeki çıralarda/ dışımdaki törelerde / bilemezsin nerelerde / nerelerde buldum yâr seni..."

Pencereye sertçe çarptı yağmur, sanki yüreğimi döver gibi. Gök öyle bir gürledi ki korktum, çok korktum. Ama onun dönmeyeceğinden çok değil tabi.

Zormuş, çok zor ; ayda yılda bir rastlayıp da görmek en bir sevdiğini...

Gözlerimi kapatıyorum, o var. Zihnime üşüşüyor anılar. Saklanbaç oynamalarımız, otobüs yolculuklarımız, sohbetlerimiz... Bir çocuğu sevişi, bir kediyi besleyişi, bir köpekle oynayışı, büyüklere saygısı... Konuşması, susması... Hepsi ama hepsi bir girdap gibi sarıyor benliğimi. Ona dair çok şey var ama o yok. Varken de yok. Bir baş selamı verecek kadar var belki. Gerisi yok. Ne ondan öncesi ne ondan sonrası yok...

Allah'ım yardım et. Bu yük ile yaşanmıyor...


Ses kaydı 27

Uzun zaman sonra konuşacağım böylesine. Uzun zamandır konuşmadığım, konuşamadığım denli konuşacağım bugün.

Hayat nasıl da beklenmedik anlarda beklenmedik imtihanlar koyuyormuş insanın karşısına. En büyük imtihanlarımdan birini yaşadım. Etkisi hâlâ üzerimde olan bir imtihan.

Üniversitemin ilk yılı bitmiş daha yenice. Bilge ve Esra ile buluşmuştuk, oradan dönüyordum. Saat akşam on buçuk civarı. Karanlık sokakta adımlarımın sesi yankılanıyor. Etrafta pek ses seda yok. Sessiz...

Sağdaki sokaktan biri çıktı ve "Heey! Abimin evi ne taraftaydı?" diye seslendi. Aldırmadan yürüyecektim ama bu ses tanıdıktı. Durdum ve arkama doğru döndüm. "Çağan? Sen misin?"

"Oo Dilruba hanım. İyi oldu sana rastladığım." diye konuşmaya başlarken bir yandan da bana yaklaşıyordu. Normal yürüyüşünden biraz farklıydı. Üstelik konuşması da biraz tuhaftı. Önümde durup eliyle alnını ovaladı. "Abim nerede? Beni ona götür. Götür de görsün hâlimi! İyi bir insan olmaya çalıştım! Ama olamadım. İnsanlar izin vermediler. Ne kötü olabiliyorum ne de iyi! Yoruldum artık ben!"

Çağan anlaşılan alkol almıştı. Ne yapacağımı ve ne diyeceğimi bilemeyerek sustum ilkin. Fakat bu onu kızdırmıştı. "Bir şey desene!" diye bağırdığında korkarak yerimden sıçradım. Sakinleşip konuştum:
"Sen kötü biri değilsin. Hadi, seni dedenlere götüreyim. İyi değilsin."

"Sen de iyi değilsin! Abimi özlüyorsun sen de. Ama o! Kendini sevenlerden kaçıyor! Korkağın teki!"

Çağan'ın bağırışları üzerine yoldan geçen iki silüetin bize yaklaştığını fark ettim. Biri yirmili yaşların ortasında biri de otuzlu yaşlarda gösteren iki kişiydiler. "Ne bağırıyorsun kardeşim gece gece! Hanımefendiyi rahatsız mı ediyorsun yoksa?"

Henüz ben ağzımı açmadan Çağan yanıt vermişti bile. Büyük bir hataydı. "Sanane! Evet rahatsızlık veriyorum, sanane! İstersem bağırırım istersem söverim!"

Adamın biri öne doğru atılacakken diğeri onu tuttu. "Kes lan! Bir de sarhoş, şuna bak! Defol git şurdan hadi. Uza, uza! Yoksa kimse tutamaz beni."

"Tutmasın. Tutma abi, bırak. Bakalım ne olacak? Hadi! Bağırıyorum bak! Kızı da rahatsız ediyorum! Mahalleyi de rahatsız ediyorum! Napacaksın?!"

Tartışma giderek büyüyordu ve benim yatışması için söylediğim hiçbir cümle onların kulaklarına girmiyordu. Adamın biri Çağan'ın suratına yumruk indirdiğinde elimi şaşkınlıkla ağzıma götürdüm. "Durun, yapmayın. Kendinde değil o, lütfen."

"Laf yetiştirirken gayet kendinde görünüyor abla! Dimi lan?"

Çağan gülerek burnundan sızan kanı sildi. Hepsi sataşacak yer arıyordu ve bulmuşlardı işte birbirlerini. Ama burada zararlı çıkan Çağan olacaktı. Ve kimseye bir şey olsun istemiyordum.

Birden yumruklar ve küfürler, bağırışlar havada uçuşmaya başladı. Ne olduğunu anlayamamış bir şekilde kalakaldım. Çağan'ın tekmelendiğini görünce araya atladığımı hatırlıyorum. "Durun diyorum ! İnsafınız yok mu sizin!? Kendinde değil işte, bırakın onu gidin. Yeter!"

"Sen karışma!" diye birinin beni kolumdan geri ittiğini hatırlıyorum sonra. Âniden dengemi kaybedip düştüğümü, başıma yayılan derin acıyı. Yanaklarımda hafif bir nemlilik hissettiğimi, Çağan'ın adımı seslendiğini, suratımdaki bir damla yaşı sildiğini ve gözlerimi açmamı söylediğini. Sonrası boşluk... İçimdeki o derin boşluk bedenimi de ele geçirmişti ve tamamen hapsolmuştum.

Yıllar gibi geldi, kaldım o boşlukta. Güzel rüyalar gördüm, uyanmak istemedim. Ama sonra biri geldi ve beni çağırdı. Gitmek istemediğimi söyledim, gitmem gerektiğini söyledi bana. Yardımıma ihtiyaçları olduğunu söyledi. Birinin yardımıma ihtiyacı varsa duramazdım ki ben. Uyandım o güzel düşümden. Acıyla uyandım. Annemin gözyaşları, babamın sevinciyle...

Çağan'a özgürlük oldum, Akif'e bir gidiş. Berra'ya abla oldum yine, aileme evlat. Ama kalan oldum. Yine ve yine geride kalan.

İki kişinin ifadesine karşın Çağan'ın tek başına verdiği ifade inandırıcı olmamıştı. Komaya girişimden suçlanmıştı. Zaten alkollü olduğu için tüm oklar ona yönelebilirdi kolayca. Öyle de olmuştu. İfadem alınana dek Çağan tutsaktı. Hele zihni, asıl zihni ve kalbi tutsaktı. Pişmanlık onu adam etmişti. Kötü biri olduğuna tamamen inanmaya meyillenmiş, uyandığımda ziyaretime gelmişti, konuşmuştuk. Ben de Çağan da uyanmıştık uykumuzdan. Ben rüyalarımdan o da kabuslarından uyanmıştı.

Hiç beklemediğim şey ise onun gelişiydi. En uzun gidişinden hemen önceki gelişi. "Geçmiş olsun." deyişi, bir an gözlerinin gözlerime değişi. Yıllardır özlemini çektiğim bir şeye kavuşmuş gibi hissedişim... "Uyanmayacaksın diye çok korktuk." deyişi. Çok şey söylemek istesem de susuşum. Sonra susuşu ve o garip gerginlik... İnsan bazen çok şey söylemek istiyor. Ama tek yapabildiği kırık bir tebessüm etmek oluyor.

Ardından gidişin. Birdaha da uzunca süre dönmeyişin.

Ben hâlâ bir sır gibi saklıyorum seni Ahmet Akif. Ben bu yükü hâlâ taşıyorum. Sen git, git sen. Ama keşke giderken alsaydın kalbini de kalbimi de. Bende kalınca yaşayamıyorum. Yüreğim sen dolu çünkü.


19.06.2019

 


Loading...
0%