@sukunettekelimeler
|
Genişle ey kalbim kardan sözlerle • Rastgele seçtiğim bir ağacın altına oturdum ve çantamdan kitabımı çıkarıp okumaya başladım. "Manevi bağları koparılan bir gençlik elbette kendisini küçümser. Memleketin ne ahlakını ne de adaletini beğenir. Ne yazık ki kendi uygulamak istediği ahlak ve adaleti tam olarak bilmemektedir. Öğrendiği gayet âdi bir takım mevzuları ve tavırları taklitten daha ileri geçmemektedir. Bilmezler ki yaşamak arzusunda bulunduğumuz bu ülkede halkın dinine ve inancına hürmet etmezsek, bize kimse katılmaz. Ve yalnız çürük bir cemiyet halinde kalmaya mahkûm oluruz. Size, dünyayı hüsrana götüren doktrinden söz edeyim. İçimize bir kurt gibi giren felsefeden... İşte, gaflet uykusuna yatanlar, ülkemize bu düzeni getirmek ister. Marx'ı ister. Marx için mülkiyet yoktur. Marx için din bir afyondur. Marx için aile kadını hastalıklı bir süstür. Marx için evlat sevgisi yoktur. Her şeyden evvel cemiyetleri karıştırmak için, dinin tenkidinden başladı. 'Dini insan yaratmıştır. Din, insanı değil.' diyordu. Dinin imha edilmesi halkın gerçek saadetinin icabıdır. Dinin tenkidi, din yüzünden akan gözyaşlarının doldurduğu bir vadide yeşeren bir filiz olmalıdır. .. Eksiklerimiz, hatalarımız yok mudur? Kim demiş. Bilelim ki Hakk'a niyet olan düşünce, hakkaniyetsizlerin bataklığına saplanırsa, harplerin en şerefsizi kazanılabilir. Mânânın maddeye, müdafaanın düşmana ön verişi, ölçüsüz ve mantık dışı iyimserliklerle mümkündür. Bütün imanlı ordular, bu şartlar altında katledilebilmiştir. Tarih, bize 'Uyan!' diye haykırıyor. Bir öğretmenin dinsiz oluşu mâna ifade etmez. Öğretmenin talebesine dinsizliği telkin etmemesi şarttır. .. Bu millet birlik ve beraberliğe susamıştır. Bu millet tek ağızdan çıkan haykırış susamıştır. Bu millet , milli duyguların galeyana gelişine susamıştır... " Ezan sesini duyunca yavaş yavaş toparlanıp camiye doğru yürümeye başladım. Bu park huzurluydu. Su sesi, kuşlar, yeşillik... İnsan kendini dinleyebiliyordu. Namazdan sonra duama yine ilk onu kattım. Sonra az önceki ağacın altına geri döndüm. Bu kez yalnızca oturdum ve sustum. Kendimi dinledim. İçime doğdu yöneldim. Canımın yanışını hissettim. Bir karga gagalıyor gibiydi kalbimi. Telefonum çalınca birden dünyaya çekilmiş gibi hissettim. Babannem arıyordu, açtım. "Geliyorum babaanne." Bisikletime doğru yürüdüm. Hava bozmaya başlamıştı. Aldırmadım. Gök gürültüleri içimde çaktı. Yağmur damlaları yüzümü ıslattı. Sürdüm... Kayıtlardan* • Hayat ne garip değil mi? Nedense çok söylüyorum bunu son zamanlarda. İnsan büyüdükçe hayatı tanıyor ve tanıdığı hayat yabancı geliyor içinden çıkılan saf çocukluğa. Doğuyoruz, büyüyoruz, okula git, iş yap, çalış, gez, tüket, harca... Ya sonra? Hiç beklemediğin anda ölüm çalıyor kapıyı. Biliyorsun içten içe, ölüm hep seninle. Ama görmüyorsun yanı başındaki ölümü. Hayatın her ânı ölüm ve doğumdan oluşurken , doğumları görüyorsun da ölümleri görmüyorsun. Sahici gelmiyor ölmek fikri. Sanki en son kendimiz ölecekmişiz gibi. Bazen ölüm, ölümden önce geliyor. Sevdiğin birine uğruyor evvelce. Ve dünya bir an duruyor. Anımsıyorsun unuttuğun ölümü. Ya çokça ölümden bahsediyor ya da ağzını bıçak açmıyor ölüm hakkında. Ölümle karşılaşınca bu ikisinden gayrısı olmuyor. Çoğunlukla da ölüme karşın susmayı tercih ediyoruz. Bir kaybediş olmadığını ölümün, unutuyoruz. Azrail'e "Ebed'in ebesi" denir, unutuyoruz. Unutunca çok acıyor, insan neden diyor, neden? Unutmayanlar da var ama yine de can yakıyor ille ayrılık fikri. Ölümle ne çok bağdaştırmışız ayrılığı, belki de ondan sevdiklerimizden ayrılınca öldük diyoruz zaman zaman. Ne çok ölüm dedim, ama buraya nerden geldiğimi söylemedim. Dedem bildiğim adamın ebed'e yolculuk etmesinden geldim ölüme. Ben ölüme daha evvel de geldiğimi sanırdım. Bilmezmişim meğer. Süleyman amca vefat etti. Tahmin edilebileceği gibi hepimiz çok üzüldük. Lâkin kendi üzüntüme bir de Ahmet Akif'in kızarık gözlerinde gördüğüm yaşlar katıldı acı acı. Uzun zamandır görmediğim Ahmet Akif'i gördüğümde ağlıyordu. Görmem için hep acı şeyler olması gerekiyordu. Ama ben acı şeyleri sevmiyordum. Acılar içindeyken onu gördüğüme nasıl sevinebilirdim ki? Sonra Çağan'ın hâlleri! Gitmiyor gözümün önünden. Babaannesi bahçedeki çiçekleri sularken gelip arkadan sarılışı sıkıca... "Dedem beni affeder değil mi?" deyişi. Ağlayışları sıkıca birbirlerine sarılıp. "Neden babaanne? Dedemle daha yapacak şeylerimiz vardı. Neden öldü? Ölüm neden var? Sevdiklerimizden ayrılmak zorunda mıyız ? Hani Allah bizi seviyordu, dedem öyle demişti geçen. Seviyorsa neden aldı onu bizden?" diye sorgulayışları. Ve ona yanıt veren ses! "Ölüm, ayrılık değil Çağan. Vuslat. Ölmek doğmaktır. Yeniden doğmak. Hem de ebede doğmak. Seni sevene kavuşmandaki bir basamaktır ölüm. Ayrı kalmadan kavuşmanın değerini nereden bileceksin hem? Dünya, ayrılık yeri olan. Ahiret değil. Hem deden senin affedilecek bir şey yaptığını düşünmedi ki, affetsin. Sen hep onun küçük Çağan'ı oldun. İnatçı, asi, huysuz, yaramaz,laf anlamaz ama merhametli, duygusal, saf..." "Peki sen neden ayrılık yaşatıyorsun abi bize? Hastalık ya da ölüm mü olması gerek yüzünü görmemiz için? Neden yapıyorsun bunu? Ben, babaannem, Dilruba. Seni nasıl arıyoruz etrafta ama yoksun." Onları duyduğumu bilmiyorlardı çünkü bahçenin karanlık bir köşesine sinmiş, oturuyordum. Ahmet Akif'in yanıtını merakla beklemiştim. Konuşmayacak sanmıştım ama son anda duyuldu sesi. "Dedim ya, ayrılıklar güzel vuslatları doğurur." "Ne saçma! Ayrıldıklarını döndüğünde bulamayabilirsin abi. Unutma!" "Ayrılık ne sanıyorsun sen Çağan? Mesafeler mi? Kalplerde olur böyle şeyler. Benim kalbim sizinkilerle bir attıkça ayrılmış sayılmıyoruz bana kalırsa. Ama yok, mesafe girince gönülden de ırak oluyorsak o başka!" "Bunu biz biliyoruz, Dilruba biliyor mu peki?" "Yeter artık Çağan! Dilruba , Dilruba! Sana mı kaldı onu düşünmek?" "Evet! Çünkü sen yokken onun gözlerindeki acıya ben rastlıyorum. Senin yüzünden!" "Ben ona umut verecek bir şey yapmadım veya söylemedim." "Bu mesele değil abi. Mesele seni seviyor olması. Sense korkuyorsun. Sevilmekten korkuyorsun! Kaçıyorsun seni sevenlerden." "Evet, kaçıyorum. İstemiyorum sevilmek de sevmek de. Artık üzerime gelme. Böyle bir zamanda kalbimizi kırmayalım birbirimizin." "Yeterince kırıklar zaten, haklısın." dedi Çağan ve gitti Ahmet Akif. Ve sustu Çağan. Ve ağladım ben. Ve son... Bir dedemi daha yitirdim, dünyada. Ahirette beni bekleyen iki dedem oldu. Süleyman amcam, artık yüreğimde yeşeren bir tomurcuktu. Lâkin Ahmet Akif, yüreğime gömmem gereken bir adamdı. • • Ölümler , doğumlar, hüzünler, neşeler ; hepsi bir hayatta cidden. İnanamıyorum ama abim gözlerimin önünde en yakın arkadaşım Esra'ya bildiğin açıldı! Ama ben tahmin etmiştim zaten tee ne zaman. Bilge, Esra ve ben pikniğe gitmiştik. Abim de beni almaya geleceği için nerede olduğumuzu biliyordu. Kızlarla salıncakta sallanırken Esra birden durdurdu salıncağı. "Ne oldu?" dedim ve ben de yavaşladım. "Doğukan, yani şey, abin. Abin gelmiş." Başımı çevirip baktığımda ben de abimi görmüştüm. "Abi daha iki saat vardı beni almaya gelmen için!" diye söylenerek salıncaktan inmiştim ve abimin yanında bitmiştim. "Seni almaya gelmedim." dediğinde şaşırmıştım. "E o zaman neden geldin?" "Görürsün şimdi." deyip yanımdan geçti ve kızlara doğru yürümeye başladı. Arkasından anlamsızca baktığımda, arkasında bir demet çiçek tuttuğunu fark ettim. Esra salıncakta oturuyor, Bilge de salıncağın direğine yaslanmış dikiliyordu. Ben yanlarına doğru yürürken abim Esra'nın önünde durdu ve arkasındaki çiçeği ona doğru uzatıp "Esra, bu senin için." dedi! Esra şaşırmış, "Benim için mi?" diye gevelemişti ve bir kaç saniyeliğine abimle, uzun süre de çiçekle bakışmıştı. "Evet. Senin için rahatsız edici bir durumsa gerçekten çok üzgünüm ama daha fazla içimde tutamadım sana dünyanın en güzel çiçeklerini alma hevesini. Yanında olma hevesimi, seninle konuşma hevesimi, sesini duyma hevesimi, bakışlarında kaybolma hevesimi ve daha bir sürü şeyi, daha fazla içimde tutamazdım." Benim ağzım kocaman açılırken, gözlerim yerlerinden çıkacak denli büyürken, Esra sakince susuyordu. "Abime bak sen, içinden şair çıkacak birazdan." diye mırıldandığımda abimin kötü bakışlarına maruz kaldım. Sonra tekrar Esra'ya dönünce bakışları yumuşadı! "Kabul edecek misin?" dedi. Kabul edip etmeyeceğini sorduğu şey yalnızca çiçek değildi, hepimiz anlamıştık artık. Bizzat abimdi, sevgisiydi. Esra'nın ne diyeceğini , ne yapacağını merak ediyordum. Kararsızca bana baktı, gülümsedim. Bilge'ye baktı, o da gülümsedi. Sonra yine bir an abime baktı, abim de gülümsedi. Esra ürkekçe çiçeğe uzandığında abim derin bir nefes almış ben de istemsizce alkışlamıştım. "Vay be! En yakın arkadaşım ve abim! Yabancıya gitmeyeceksin demiştim ben sana Esra!" diye içimden gülmüştüm. Dışa vursaydım abimin garip bakışlarına maruz kalabilirdim sonuçta. Zaten yalnız kaldığımızda Esra'ya daha neler neler söylemiştim sonradan. Öyle de garip bir gündü. • • Abim Esra'ya evlenme teklifi etti. Kız istemedir, nişandır derken düğün tarihini de aldık. Hadi hayırlısı! • • İnsanlar bana da sıra geleceğini söyleyince hem ağlayasım hem gülesim geliyor. Ben hâlâ şarkılarda Ahmet Akif'i duyuyorum çünkü. "Ben sende tutuklu kaldım" deyince o düşüyor zihnime pat diye. Sanki bir an olsun çıkıyor da düşsün... Abim damat oldu. Sıra bana gelmedi, gelmez de bu gidişle. Esra'm gelin oldu. Öyle güzel oldu ki! Bolca ağladım. Aldığımız da verdiğimiz de benden, hem kız tarafıyım hem erkek. O yüzden çok ağladım tabiki canım. Başka neden olacak? Abimle Esra'yı kol kola görmek bir garip. Daha alışamadım. Ama çok mutlular, Allah daim etsin. Öyle çok seviyorum ki onları. • • Babam rahatsızlandı. İnsanın gölgesine sığındığı ağaç hastalık kapınca nasıl da canı yanıyormuş. Haftaya şehir dışında bir doktora görünecek. İyi bir cerrah diyorlar. Rabbim şifa versin inşallah. Başımızdan eksik etmesin onu... Esra ile abimin de ayrı bir derdi var. Esra gebe olamıyor, zor bir ihtimalmiş. Abim de buna biraz üzüldü. Ama dua ediyoruz, yeğen sevdiğim günler de gelecek inşallah. • • Yine her şey tepetaklak! Kpss sınavını kazandım ve atamaları bekliyorum. Tek iyi yer bu şuan hayatımda. Bir de Berra! Berra olmasa neye tebessüm edeceğim bilemiyorum. Babam doktordan doktora, tedavilerde geziyor. Esra'nın bozuk moralinin sebebini ısrarla öğreniyorum. Abimle aralarının iyi olmadığını söylüyor. Abimin son zamanlarda değiştiğini, onun kalbinde kendini hissetmediğini söylüyor. Nasıl inanayım? İnanmak istemiyorum. Ama neden mutsuz peki Esra? Yalan söyleyecek değil. Ama abim de onu öyle çok seviyor ki bu da inanılası değil. Neye inanacağım bilemiyorum... • • Esra abimden ayrılmak istedi ama abim şiddetle itiraz etti. Acı bir tartışma sonrası Esra babasının evine gitti, abimse delirdi. Neler oluyor böyle? Anlam veremiyorum! Esra neden böyle yapıyor? Abim onu sevmese boşanmaya izin verirdi zaten. Babam ise ayrı dava... Istanbul'da hastaneye yatırdılar. Durumu ciddiydi fakat annem en son görüştüğümüzde iyiye gittiğini söyledi. Hadi inşallah. • • İnanıyorum! Esra'ya nasıl da inanmamışım! En yakın dostuma nasıl inanmamışım! Abim ne ara böyle bir insan olmuş? Abim gerçekten değişmiş! Ama neden ve nasıl? Bana elini bile kaldırdığını bilmediğim abim, bana vurdu! Berra gelip odaya girmese, daha da vuracaktı belki? Durdu, sustu. Berra'yı odadan kibarca def edip önümde çöktü. Elini havaya kaldırdığında ürkerek geri çekildim. Yanağımdaki gözyaşıni sildi, özür diledi. Fısıldayarak defalarca özür diledi ve sıkıca sarıldı bana. Normal değildi... Abim gerçekten normal değildi. • 19Haziran2019
|
0% |