@sukunettekelimeler
|
''Bütün vakitlerim sana ayarlı'' • Berra'nın üzerini örtüp odama geçtim. Babaannem masamın önünde dikilmiş, elinde bir kitap ve fotoğraflar vardı. Onun odasından aldığım kitap ve arasındaki fotoğraflar olduğunu anlamam zor değildi. Yatağıma oturup yorgun bakışlarımı ona çevirdim. Elindekileri bırakıp yanıma geldi, elimin üzerine bıraktı elini. ''Dik durmaya çalışıyorum ama batıyorum babaanne.'' dedim elini sıkıp. ''Ne bileyim, biz bugün pikniğe gittik, güldük, eğlendik. Ben böyle rahatken onun acı çektiğini düşünmek beni mahvediyor. Acısını dindirememek mahvediyor. Başına ne geldiğini bilememek mahvediyor babaanne. Bazen öyle anlar geliyor ki tüm umutlarım sönüyor. Bir daha göremeyecekmişim gibi geliyor. Sanki gidişimin cezasını çekiyorum. Ama bu sadece benim cezam olmalı değil miydi? Asıl zarar gören yine o." Babaannem, gözyaşlarımı sildi parmaklarıyla. Sonra kendininkileri de tülbentinin ucuna sildi. ''Umutsuzluğa kapılmak yok oğlum. Unutma, katında imkansız diye bir şey olmayan Allah'a inanıyoruz biz. Akif'im, ne diyordu sana adını koyduğumuz o güzel yürekli şair? ''Ümitsizliği küfür sayan inancıma olsun ki yemin / Bize ümitli olmayı öğretmediler / Yoksa bu din / Yaymıştı yine yeşil gölgesini / Hakkın sesi boğmuştu yine sapkınlığın sesini!'' Ümitsizliği küfür sayan, Ahmet Akif'im. Küfür sayan... Ümitli ol, sabret. Her zorlukla beraber bir kolaylık vardır, şüphesiz. O'na dayan sen yeter ki. İmtihanına teslim ol. Dalgalara inat ters yöne yüzmeye çalışma. Dilruba da öyle yaptı ve eminim öyle de yapıyor hâlâ. Yoksa nasıl dayanırdı o zarif kızcağız, onca yaşadıklarına? Teslimiyet olmasaydı nasıl dayanırdı?'' Başımı salladım ona hak vererek. ''O gerçekten güçlü ama hiç farkında olmadı.'' diye mırıldandım. ''Belki de farkında olmaya zamanı olmadı.'' ''Güçlü elbet,'' dedi babaannem. ''Gücünü de kalbinden alır o hem. Rabbinden alır. İnancından alır. Onun yüreğini de güzel yapan bu değil mi zaten? Ah, yavrum ah. Süleyman'ım vefat ettiğinde ne üzülmüştü. Kollarımda ağladı saatlerce, "İkinci bir dedemi kaybettim ben." diye. Kendime mi teselli versem ona mı bilemedim. Sonra toparlandıydı ve hem kendine hem bana teselliyi o verdiydi. Yalnız bana mı? Sana ve Çağan'a da vermişti, anladım ben. '' Yavaşça başımı salladım ve gülümsedim. ''Dedem hep benim yanımda bile bile onu gelin alacağını söylerdi, hatırlıyor musun? Ben de duymamazlıktan gelirdim. Onu bulup bu eve gelin getireceğim babaanne, izninle.'' Babaanneme baktım, yine gözleri dolmuştu. ''Ben en başından anlamadım mı sanki yavrum bunu? Biliyorum, yeri ayrıydı onun hep sende. Fark etmemekte ısrar ettin ama sonunda kabul ettin. Kabul ettin de döndün ya zaten. Getir, getir de hele sen onu. Gelinim de olur kızım da..'' Gülümsedi, gülümsedim. ''Hadi artık dinlen, yarın okula gideceksin. Allah rahatlık versin.'' deyip alnımdan öptü ve gitti. Uyumadan önce dua ettim. Duyamasa da hissedeceğini biliyordum, ''Hayırlı geceler.'' diye mırıldandım. Aklıma ayıcık geldi. O ayıcığı da gidip almak istediğimi fark ettim. Yarın bunu yapmak için zihnime not düştüm. Sonra rüyamda uzun saçlı halime gülüp bana pembe kurdeleli toka hediye eden bir kız gördüm.
Kayıtlardan* • Selamünaleyküm. Garip şeyler oldu geçen zaman içinde. Çok garip... Yani sadece olaylar değil, bana da garip şeyler oluyor. Korkuyorum. Ne bir Erhan vakası yaşamak istiyorum tekrar, ne de onun kalbimde sıradan biri olduğuna kendimi inandırabiliyorum. Çok denedim son zamanlarda, zorlanıyorum. Bu beni yıpratıyor. Arafta gibiyim, kendi içimde bir araf. Nerede olduğumu bilmiyorum, kayboluyorum. Öyle desem değil böyle desem değil. Ya ne? Evet çok zaman geçmedi, evet toplarsak sadece bir yıl oldu. Ama ne bileyim... Zaten bundan önceki bir kaç kaydı yanlışlıkla sildim, kendime de ayrı öfkeliyim. Orada bahsettiğim bir kaç şeyi burada da anlatacağım. Epey uzun olacak gibi. Belki yarıda keser, gerisini sonra anlatmaya devam ederim. Nerden başlayacağımı dahi bilmiyorum! O kadar çok şey zihnime akın ediyor ki, hepsi de onunla ilgili! Dilimden düşmemeye, beynimden gitmemeye başladı. Kendi kuruntum mu acaba? Yok canım, insanın kendi hislerinin de kuruntusu mu olurmuş yahu? Ne bilmiyorum... Artık bir yerden başlamam lazım anlatmaya. En eskiden başlamam lazım. Önce hangisi... Hıh! İşte aileler sürekli bir arada olunca biz de ister istemez bir araya geliyorduk. O çoğunlukla odasında ders çalışır veya kısaca oturduktan sonra yine ders çalışmaya giderdi. Yazın da bahçede oturduk, oturuyoruz. Berra ile hep oyun oynuyorlar. Ve Berra tam bir saklambaç oyunu hastası oldu. Sürekli oynamak istiyor. Üçümüz beraber oynuyoruz. Her seferinde ilk Berra sayıyor, Ahmet Akif bile bile kolay yerlere saklanıyor, onu hemen buluyoruz. Bazen de inadına buldurmuyor kendini tabi. Saklambaç oynadığımız zamanlar çok mutlu oluyorum. Üçümüzün vakit geçirmesini seviyorum. Mutlu hissediyorum. Güldürüyor beni Berra'yla yaptığı konuşmalar ; hatta Berrayı güldürmesinden daha çok... En eskiye gitmek istiyorum. Son ses kaydından sonraya. O sıralar çok güzel bir tanışma yaşadım. Bir gün okuldan dönüyordum. Otobüsten indim ve eve doğru yürümeye başladım. Karşıdan üç çocuk geliyordu bu tarafa doğru. İkisi aynı yaşlarda gibiydi. Aralarında ise minik bir tane vardı ve iki elinden tutmuşlardı. Kardeş olduklarını tahmin ettim. Çok tatlı görünüyorlardı, çok! Hepsi ayrı güzeldi. Ben öyle her çocuğu sevmem, güzel bulmam. Gerçekten güzellerdi. Erkek çocuğuna da güzel diyorum ama neden olmasın? Güzellik kavramı cinsiyete bağlı bir şey değil sonuçta. Neyse, bu tarafa yaklaştıkça sesleri daha yakından geliyordu. Biraz Türkçe biraz da Arapça konuşuyorlardı. Türk olmadıklarını tahmin etmek zor değildi. Nedense içim ısındı, tanışmak istedim. Ama bu konularda biraz çekingenimdir. Ben 'Ne yapsam?' diye düşünürken yan yana gelmek üzereydik. Onlara gülümsedim, tepki vermediler. Aldırmadım buna. Veya darılmadım. Çünkü anlayabiliyordum insanlara güvenmenin veya tebessüm etmenin onlar için zor olduğunu. Bir gün okul çıkışı çarşıda indim. Artık öğrenmiştim iyice her yeri. Tam yürümeye başlamıştım ki ''Nereye?'' sorusuyla yanımda beliren Ahmet Akif ödümü kopardı. Derin bir nefes alıp elimi kalbime götürdüm ve sakinleştim. Sonra da ona cevap verdim : ''Oyuncakçıya.'' Gelelim daha da sonraya.. Ahmet Akif'i çocuklarla tanıştırdım. Hediyelerini vermeye beraber gittik. Berra, o, ben. Çok iyi anlaştılar hepsi. Bazen biz saklambaç oynarken onlar da geliyor, daha eğlenceli oluyor daha çok kişiyle! Sonra.. Heh! Bilge de bize geldi bir kaç kere. Esra'yla tanıştırdım onları. İkisi öyle çabuk kaynaştı ki kıskandım neredeyse. Ben kıskanç değilimdir normalde bilirsin. Kıskanmak işin şakası tabi. Çok sevindim buna. Muhteşem üçlü olduk. Seviyorum bu kızları. Onlar geldiği gün annem ıslak kek yapmıştı. İkram ettim işte, yedik. ''Biraz daha ister misiniz?'' diye sorduğumda istemediler. Ben de gidip kendime koydum. Sonra bir daha koydum. Sonra bir daha. Bilge ''Mutfağa gidip duruyorsun. Bari orda oturalım.'' diye dalga geçti. Epey güldük. Benimle iyi dalga geçtiler o gün. Sonra Esra da demesin mi ''Kesin sen bitirmişsindir o tepsiyi.'' diye! Ben de hemen ''Saçmalamayın!'' diye atıldım tabi. ''Ben, bu incecik kız!'' Ama ısrar ettiler. ''Kesin sen bizi kandırıyorsun. Çok yiyip de kilo almayanlardansın kesin! Gidip bakıyoruz tepsiye şimdi. Göreceğiz bakalım!'' diye bir devrimci edasıyla kalkıp mutfağa koştular. Buzdolabının kapısından içeri üç kafa uzandı. Sonrasında ''Yuh ama ya! Bu haksızlık!'' diye bağıran Bilge mi dersin, ''Seni döveceğim, gel buraya!'' diye söylenen Esra mı dersin! Yoksa ellerinden zor kaçan bir Dilruba mı? Hangisi daha acınacak durumda dersin? Tabiki ben! O günü özledim ya. Çok eğlenmiştik. Okulda da sınıftakiler güldürüyor hep. Ama bazen seviyesiz veya karşıdakini rencide eden espriler yapmalarına sinir oluyorum. Her şey ahlak çerçevesinde olmalı. Hiç unutmadığım bir şey daha var. Ne zaman balkona çıksam o olay geliyor aklıma. Bir gün balkonda oturuyordum. Balkonda ders çalışıyorum. Sonra ara verdim. Etrafı seyretmeye başladım. Yoldan bir araç geçti. Arkası sebze meyve yüklüydü. O da Süleyman dedem gibi bağırıyordu ''Domates geldi! Üzüm geldi!'' diye. Aklımdan bir anlığına, sadece bir anlığına şunlar geçti : ''Neden burada satıyorsun amca ya? Burada Süleyman dedem satıyor. Ondan alsınlar. Başka mahallede sat sen.'' İyi halt ettim böyle düşünüp! O anlık gafleti şimdi unutamıyorum. Hemen sonra tevbe ettim, af diledim. Kendime kızdım. ''Ne saçmalıyorsun sen Dilruba! Rızkı veren Allah! Herkes rızkınca kazanır zaten. O adam da birilerinin dedesi hem. Nasıl böyle düşünebildin?! Gerçekten acınası.'' Hâlâ balkona çıkınca bu durum geliyor aklıma. Çok üzücü değil mi böyle düşünmem? İnsan pişman olacağı şeyleri zihnine dahi sokmamalı... Sonra o amcaya da herkese de dua ettim Allah bol ve hayırlı kazanç versin diye. Kabul olsun inşAllah. Bazen çarşıda mendil, simit veya yara bandı satan insanlar görüyorum. Hepsinden almak istiyorum... Ama olmuyor işte. Alın teriyle ekmek parası kazanmak için çalışan birilerini görünce hep bakışlarıma bir merhamet yayılıyor. Yüreğime ise bir sıcaklık, sevgi... Ahh, öyle işte. Okul dönemim böyle geçti. Güle, ağlaya.. Hayat işte. Takdirimi aldım, on birinci sınıfı tamamladım. Şimdi on ikiyim! Üniversite sınavına hazırlanan bir mağdur. Allah yardımcı olsun herkese de bana da. Hiç çalışasım yok! Ne olacak böyle bilmiyorum. Neyse, şimdiye atlamak yerine kışa gelelim. Kış gelmişti, Ahmet Akif bize gelip Berra'yı aldı dışarı çıkartmak için. Ben de gittim. Kar topu savaşı yapıyorlardı, ben de gülerek izliyordum. Sonra suratıma aniden gelen şok etkisi ile sarsıldım. Düşünsene, suratıma kar topu atmıştı! Gözlerimi kırpıştırıp kaldım öylece. Sinirli sinirli ona baktım. ''Ya çok özür dilerim, suratına atmak istememiştim.'' dedi hemen ellerini teslim olur gibi havaya kaldırıp. Bir şey de diyemedim durum böyle olunca. Başımı salladım sadece. Suratımsa dondu! Buz kesti! Atkım da yoktu. Onlar güle oynaya zaman geçirirken ben kenarıda oturup donmakla meşgul oldum. Suratımı kapasın diye üzerime giydiğim montun yaka kısmına sokabildiğim kadar kafamı soktum. Çenem ve ağzım hariç kapanan bir yerim olmamıştı maalesef. Ahmet Akif bunu fark etti, atkısını çıkarıp bana verdi. Teşekkür edip aldım. Hiç 'Gerek yok.' falan demedim çünkü ihtiyacım vardı. Bir güzel sardım suratımı. Bir tek gözlerim kaldı. Isındığımı düşünüyordum. Vücuttaki kan akışı normale dönünce zihin de normale döndü. Burnum da işlevini geri kazandı. Ciğerlerime ciğerlerime onun kokusu doldu... Bir an durdum, çıkarsam mı ki diye düşündüm. Yapamadım da... Off şuan gök gürledi ve gökyüzü şimşekle aydınlandı. Ürpermedim değil hani...Evet, eskiden gök gürültüsü ve şimşek gibi şeylerden zerre korkmayan ben! Evet ürperdim. Hatta bazen içim gidiyor. Gök gürültüsüne ruhum karışıp gidecek sanıyorum. Neden mi? Bir gece balkonda otururken yine çok gök gürledi ve şimşek çaktı. Melekleri, Allah'ı düşündüm. Allah'ın nasıl gökte böyle bir ses, böyle bir gürleme vâr ettiğini düşündüm. Hissettim sonra. O gürleme sanki bana olan bir bağırış gibiydi. Sadece bana da değil, herkese olan bir bağırış gibi. Sanki dilini anlamıyoruz ama aslında bir şey diyor bize. Özümüze dönmemiz, adaletli olmamız, Allah'ı hatırlamamız, ölüme yakın olduğumuz, Allah'ın gazabını unuttuğumuz ve benzeri daha bir çok konuya dair şeyler söylüyordu sanki o gün gök. İşte o gün öyle bir korku salındı ki kalbime! Kökleri ruhuma da dokundu. Artık korkuyorum... Kayda sonra devam edeceğim. Dua edip uyumak istiyorum. Hayırlı geceler. • 5Eylül2018Çarşamba
|
0% |