Yeni Üyelik
7.
Bölüm

Sokaklar, Caddeler, Evler Bomboş

@sukunettekelimeler

''Bütün vakitlerim sana ayarlı''

Berra'nın üzerini örtüp odama geçtim. Babaannem masamın önünde dikilmiş, elinde bir kitap ve fotoğraflar vardı. Onun odasından aldığım kitap ve arasındaki fotoğraflar olduğunu anlamam zor değildi. Yatağıma oturup yorgun bakışlarımı ona çevirdim. Elindekileri bırakıp yanıma geldi, elimin üzerine bıraktı elini.

''Dik durmaya çalışıyorum ama batıyorum babaanne.'' dedim elini sıkıp. ''Ne bileyim, biz bugün pikniğe gittik, güldük, eğlendik. Ben böyle rahatken onun acı çektiğini düşünmek beni mahvediyor. Acısını dindirememek mahvediyor. Başına ne geldiğini bilememek mahvediyor babaanne. Bazen öyle anlar geliyor ki tüm umutlarım sönüyor. Bir daha göremeyecekmişim gibi geliyor. Sanki gidişimin cezasını çekiyorum. Ama bu sadece benim cezam olmalı değil miydi? Asıl zarar gören yine o."

Babaannem, gözyaşlarımı sildi parmaklarıyla. Sonra kendininkileri de tülbentinin ucuna sildi. ''Umutsuzluğa kapılmak yok oğlum. Unutma, katında imkansız diye bir şey olmayan Allah'a inanıyoruz biz. Akif'im, ne diyordu sana adını koyduğumuz o güzel yürekli şair? ''Ümitsizliği küfür sayan inancıma olsun ki yemin / Bize ümitli olmayı öğretmediler / Yoksa bu din / Yaymıştı yine yeşil gölgesini / Hakkın sesi boğmuştu yine sapkınlığın sesini!'' Ümitsizliği küfür sayan, Ahmet Akif'im. Küfür sayan... Ümitli ol, sabret. Her zorlukla beraber bir kolaylık vardır, şüphesiz. O'na dayan sen yeter ki. İmtihanına teslim ol. Dalgalara inat ters yöne yüzmeye çalışma. Dilruba da öyle yaptı ve eminim öyle de yapıyor hâlâ. Yoksa nasıl dayanırdı o zarif kızcağız, onca yaşadıklarına? Teslimiyet olmasaydı nasıl dayanırdı?''

Başımı salladım ona hak vererek. ''O gerçekten güçlü ama hiç farkında olmadı.'' diye mırıldandım. ''Belki de farkında olmaya zamanı olmadı.''

''Güçlü elbet,'' dedi babaannem. ''Gücünü de kalbinden alır o hem. Rabbinden alır. İnancından alır. Onun yüreğini de güzel yapan bu değil mi zaten? Ah, yavrum ah. Süleyman'ım vefat ettiğinde ne üzülmüştü. Kollarımda ağladı saatlerce, "İkinci bir dedemi kaybettim ben." diye. Kendime mi teselli versem ona mı bilemedim. Sonra toparlandıydı ve hem kendine hem bana teselliyi o verdiydi. Yalnız bana mı? Sana ve Çağan'a da vermişti, anladım ben. ''

Yavaşça başımı salladım ve gülümsedim. ''Dedem hep benim yanımda bile bile onu gelin alacağını söylerdi, hatırlıyor musun? Ben de duymamazlıktan gelirdim. Onu bulup bu eve gelin getireceğim babaanne, izninle.''

Babaanneme baktım, yine gözleri dolmuştu. ''Ben en başından anlamadım mı sanki yavrum bunu? Biliyorum, yeri ayrıydı onun hep sende. Fark etmemekte ısrar ettin ama sonunda kabul ettin. Kabul ettin de döndün ya zaten. Getir, getir de hele sen onu. Gelinim de olur kızım da..''

Gülümsedi, gülümsedim. ''Hadi artık dinlen, yarın okula gideceksin. Allah rahatlık versin.'' deyip alnımdan öptü ve gitti. Uyumadan önce dua ettim. Duyamasa da hissedeceğini biliyordum, ''Hayırlı geceler.'' diye mırıldandım. Aklıma ayıcık geldi. O ayıcığı da gidip almak istediğimi fark ettim. Yarın bunu yapmak için zihnime not düştüm. Sonra rüyamda uzun saçlı halime gülüp bana pembe kurdeleli toka hediye eden bir kız gördüm.

 

Kayıtlardan*


Ses kaydı 14

Selamünaleyküm. Garip şeyler oldu geçen zaman içinde. Çok garip... Yani sadece olaylar değil, bana da garip şeyler oluyor. Korkuyorum. Ne bir Erhan vakası yaşamak istiyorum tekrar, ne de onun kalbimde sıradan biri olduğuna kendimi inandırabiliyorum. Çok denedim son zamanlarda, zorlanıyorum. Bu beni yıpratıyor. Arafta gibiyim, kendi içimde bir araf. Nerede olduğumu bilmiyorum, kayboluyorum. Öyle desem değil böyle desem değil. Ya ne?

Evet çok zaman geçmedi, evet toplarsak sadece bir yıl oldu. Ama ne bileyim... Zaten bundan önceki bir kaç kaydı yanlışlıkla sildim, kendime de ayrı öfkeliyim. Orada bahsettiğim bir kaç şeyi burada da anlatacağım. Epey uzun olacak gibi. Belki yarıda keser, gerisini sonra anlatmaya devam ederim. Nerden başlayacağımı dahi bilmiyorum! O kadar çok şey zihnime akın ediyor ki, hepsi de onunla ilgili! Dilimden düşmemeye, beynimden gitmemeye başladı. Kendi kuruntum mu acaba? Yok canım, insanın kendi hislerinin de kuruntusu mu olurmuş yahu? Ne bilmiyorum... Artık bir yerden başlamam lazım anlatmaya. En eskiden başlamam lazım. Önce hangisi... Hıh!

İşte aileler sürekli bir arada olunca biz de ister istemez bir araya geliyorduk. O çoğunlukla odasında ders çalışır veya kısaca oturduktan sonra yine ders çalışmaya giderdi. Yazın da bahçede oturduk, oturuyoruz. Berra ile hep oyun oynuyorlar. Ve Berra tam bir saklambaç oyunu hastası oldu. Sürekli oynamak istiyor. Üçümüz beraber oynuyoruz. Her seferinde ilk Berra sayıyor, Ahmet Akif bile bile kolay yerlere saklanıyor, onu hemen buluyoruz. Bazen de inadına buldurmuyor kendini tabi. Saklambaç oynadığımız zamanlar çok mutlu oluyorum. Üçümüzün vakit geçirmesini seviyorum. Mutlu hissediyorum. Güldürüyor beni Berra'yla yaptığı konuşmalar ; hatta Berrayı güldürmesinden daha çok...

En eskiye gitmek istiyorum. Son ses kaydından sonraya. O sıralar çok güzel bir tanışma yaşadım. Bir gün okuldan dönüyordum. Otobüsten indim ve eve doğru yürümeye başladım. Karşıdan üç çocuk geliyordu bu tarafa doğru. İkisi aynı yaşlarda gibiydi. Aralarında ise minik bir tane vardı ve iki elinden tutmuşlardı. Kardeş olduklarını tahmin ettim. Çok tatlı görünüyorlardı, çok! Hepsi ayrı güzeldi. Ben öyle her çocuğu sevmem, güzel bulmam. Gerçekten güzellerdi. Erkek çocuğuna da güzel diyorum ama neden olmasın? Güzellik kavramı cinsiyete bağlı bir şey değil sonuçta. Neyse, bu tarafa yaklaştıkça sesleri daha yakından geliyordu. Biraz Türkçe biraz da Arapça konuşuyorlardı. Türk olmadıklarını tahmin etmek zor değildi. Nedense içim ısındı, tanışmak istedim. Ama bu konularda biraz çekingenimdir. Ben 'Ne yapsam?' diye düşünürken yan yana gelmek üzereydik. Onlara gülümsedim, tepki vermediler. Aldırmadım buna. Veya darılmadım. Çünkü anlayabiliyordum insanlara güvenmenin veya tebessüm etmenin onlar için zor olduğunu.
Geçip gitmek üzerelerdi ki dayanamadım ve içimden gelen ani dürtüyle önlerini kesip kocaman bir tebessümle birlikte selam verdim. Selamımı alıp durdular. ''Siz ne kadar tatlısınız böyle?'' deyip başlarını okşadım. Utanıp kafalarını eğdiler. ''İsimleriniz ne sizin?'' deyip önlerinde çömeldim ve aynı boy hizasına geldim. En büyük görünenleri hemen atıldı : ''Ben Harun, abim İshak ve kardeşim de Yusuf.'' İsimleri çok güzeldi ; hepsi peygamber isimleriydi. Ama şaşırdığım bir nokta vardı ki o da 'abim' diyerek tanıtmasıydı yanındaki uzun saçlı çocuğu. ''İsimleriniz ne güzel öyle! Ama bir dakika, sen ondan küçük müsün?'' diye atıldım hemen. Başlarını salladılar. Uzun saçlı olan yani İshak ''Ben en büyüğüm. Sonra Harun, sonra Yusuf, sonra da Zekeriya. O daha bebek, evde.'' diye küçük ve heyecanlı bir açıklamaya girişti. ''Eviniz nerede?'' diye sorduğumda parmakları ile ileriyi işaret ettiler. ''Şuradaki bakkal var ya hani? Onun yanında.''
Konuşma boyunca yüzümden silinmeyen gülümsemem daha da genişledi. ''Gerçekten mi? Bakın benim evim de burası. Öğrenmiş oldunuz. İstediğiniz zaman gelin, beraber oyun oynarız. Olur mu?'' dedim ve başlarını salladılar gülümseyerek. Nereden geldiklerini sordum, manava gitmişler ama annelerinin istedikleri şey bitmiş, eve dönüyorlarmış. ''O zaman ben sizi tutmayayım, anneniz merak etmesin. Tanıştığıma çok memnun oldum. Yine görüşelim inşallah. Kendinize iyi bakın. Kenarıdan gidin tamam mı?'' deyip çöktüğüm yerden kalktım ve el salladım onlara. Veda edip uzaklaşmaya başladılar. Arkalarından baktım tebessümle. Elimi cebime attığımda harçlığım parmaklarıma temas etti. Yine ani bir dürtüyle hızlı hızlı adımlar attım ve onlara yetiştim. Bir yandan da daha fazla uzaklaşmasınlar diye sesleniyordum arkalarından. İyice yaklaştığımda sesimi duyup durmuşlardı. ''Ne oldu abla?'' deyip soran gözlerle bana baktılar. ''Bir şey isteyeyim mi sizden? Beraber çikolata alalım mı? Kabul eder misiniz?''
Önce biraz düşünüp sonra birbirlerine anlamadığım Arapça sözcükler söylediler. Tekrar dikkatlerini bana verdiklerinde umut dolu gözlerle onlara bakıyordum. Bana zahmet vermek istemediklerine dair bir şeyler söylediler. Gülümseyip zahmet olmadığını söylediğimde ise kabul ettiler. Beraber çikolata aldıktan sonra onlar evlerine gittiler, ben de ardlarından biraz baktıktan sonra eve döndüm. Beni uzun süre mutlu etmeye yetmişti bu tanışma. Daha sonra yine karşılaştık, sohbet ettik. Aramızdaki iletişimi ilerlettik hatta. Onlara gittim, anneleriyle tanıştım. Bana kahve ikram ettiler ve tatlı da bir sohbet. Çocuklar kolay öğrense de anneleri çok konuşamıyordu Türkçe'yi. Yine de anlaştık. Gönüller varken dilin hükmü kalmıyordu. Sonra çocuklar da bize geldiler ara sıra. Berra ile tanıştılar. Hep beraber oyuncak oynadık. Harun, laf arasında oyuncaklarının olmadığına dair bir şeylerden bahsetmişti. Bunu zihnime kalın harflerle yazdım o gün. Sonrasında biriktirdiğim paraları nereye harcayacağımı bulmuş olduk. Nasip onlaraymış.

Bir gün okul çıkışı çarşıda indim. Artık öğrenmiştim iyice her yeri. Tam yürümeye başlamıştım ki ''Nereye?'' sorusuyla yanımda beliren Ahmet Akif ödümü kopardı. Derin bir nefes alıp elimi kalbime götürdüm ve sakinleştim. Sonra da ona cevap verdim : ''Oyuncakçıya.''
''Berra'ya hediye mi alacaksın?'' diye sordu bu kez. Başımı iki yana salladım. ''Hayır. Onun yeterince oyuncağı var. Başkalarına hediye alacağım.''
Anladığını belirtircesine o salladı başını bu kez. ''Kime alacağını sorabilir miyim?'' dediğinde ne diyeceğimi bilemedim. Birine iyilik yaparken bunu söylemek hoşuma gitmiyor çünkü. Yanıt beklediğini de bildiğim için bir şey söylemek zorundaydım. ''Seni de tanıştırırım ve öğrenirsin.'' diyerek attım üzerimden yükü. Ama sormaya devam ediyordu. ''Bildiğin bir oyuncakçı var mı bari? Ya da ne alacağın hakkında fikrin?'' Sorular sorup durması garip gelmişti. Kendimi tutamayıp ''Hayrola Ahmet Akif? Sen de mi oyuncak istiyorsun? Tamam, sana da alırız bir araba. Gerçi sana başka bir şey almak lazım ama.. Neyse.'' diye alaya aldım onu. İlkin güldü, sesinden anladım. Sonra tam ona kısa bir bakış atmıştım ki kaşlarını çattığını fark ettim. ''Bana ne almak lazımmış?'' diye sordu ciddiyetle. Cevap vermedim. Çünkü kızacağını tahmin ediyordum. Saçlarını uzattığı için 'Pembe kurdeleli bir toka almak lazım.' diyecektim aslında. Tabi erkek milleti bu, ayarlarıyla oynamaya gelmez. Cevap vermeyince inada bindirdi. Tutturdu ''Söylesene, ne almak lazımmış bana? '' diye. Pembe kurdeleli toka diyemeyeceğim için ben de ''Bant.'' dedim birden. ''Bant mı? Ne için? ''
Derin bir nefes alıp ''Ağzını bantlamak için tabiki.'' dedim ve gülümsedim. Hemen sonrasında ise pişman oldum! Çünkü darılabilir veya trip atabilirdi. Korkarak ona baktığımda hafifçe güldüğünü gördüm. Bu biraz içime su serpse de 'Bunlar hainlik gülüşü de olabilir' diye geçirdim içimden. Davranışlarında bir değişme olup olmayacağını ölçmek için ''Sen nereye gidiyorsun?'' diye sordum. ''Ben konuşmayayım ya, rahatsızlık veriyorum.'' dedi! Ben böyle şeylere gelemem bilirsin. Çok kötü hissettim. Ne yapacağımı da bilemedim. ''Özür dilerim, öyle demek istememiştim.'' dedim sessizce. Epey üzülmüştüm. Bunu fark etmiş olacak ki ''Sorun yok, sadece şaka yaptım.'' deyip beni rahatlatmaya çalıştı. ''Emin misin? '' dedim ona bakıp. ''Eminim. Soruna da cevap vereyim; gittiğim belli bir yer yok. Öylesine dolanayım dedim. Bugün dersler bunalttı biraz. Seninle oyuncak alabilirim sanırım. Tabi izninle?''
''Olur.'' dedim ve bir oyuncakçıya gittik. Erkek çocuğuna aldığımız için onun gelmesi de iyi olmuştu bir erkek olarak. Güzel şeyler aldık. Hatta oyuncakçıya girince benim bile çocuk olasım gelmişti. Aynısını o da düşünmüş olacak ki ''Şimdi çocuk olmak vardı Dilruba. Koşar, oynar, düşer, ağlar, gülerdik. Şuraya baksana! İnsanın cidden çocuk olası geliyor. Biz de mi kendimize bir şey alsak? Bak ben sana şu ayıyı hediye alayım, sen de bana şu arabayı. Ne dersin?'' deyip parmağı ile de gösterdi kast ettiği oyuncakları. Şaka yaptığını düşünerek sadece güldüm ve ''İyi olurdu.'' dedim söylediklerinin hepsine bir yanıt vermiş olmak için. Ama ciddiymiş. Adam para üstü verirken ben çoktan çıkmıştım. Bir elimde poşet vardı, diğerinde de telefonum. Telefonuma gelen mesaja bakıp anneme cevap verdikten sonra telefonu poşetlerin birinin içine attım. O sırada Ahmet Akif geldi. Parmaklarının arasındaki ayıcığı görünce şaşırdım. Gülerek ''Bu ne böyle?'' dedim. Tabiki bana aldığını düşünmemiştim. Zaten bana uzatıp ''Hediyen.'' dediğinde epey şaşırmamın sebebi de buydu. Ayıcığı elime tutuşturduktan biraz sonra kendimi toplayıp konuşmayı akıl edebildim: ''Benim mi? İyi de ne gerek vardı?''
''Hediyeler gerek olduğu için mi alınıyor? Ne zamandır? '' dedi ve sonra ne o konuştu ne ben. Hee ben teşekkür ettikten sonra tabi. Garip bir gündü. Ayıcığım çok tatlı! Berra göz koymak istese de kaptırır mıyım hiç? Asla! Kendi oyuncaklarıyla oynasın o. Ben o ayıcığa, bayram harçlığı aldığım zamanlardan çok daha mutlu oldum. Adını da Vadi koydum. Uçsuz bucaksız bir vadi... Şuan yastığımın yanında oturuyor ve selam söylüyor o da.

Gelelim daha da sonraya.. Ahmet Akif'i çocuklarla tanıştırdım. Hediyelerini vermeye beraber gittik. Berra, o, ben. Çok iyi anlaştılar hepsi. Bazen biz saklambaç oynarken onlar da geliyor, daha eğlenceli oluyor daha çok kişiyle!

Sonra.. Heh! Bilge de bize geldi bir kaç kere. Esra'yla tanıştırdım onları. İkisi öyle çabuk kaynaştı ki kıskandım neredeyse. Ben kıskanç değilimdir normalde bilirsin. Kıskanmak işin şakası tabi. Çok sevindim buna. Muhteşem üçlü olduk. Seviyorum bu kızları. Onlar geldiği gün annem ıslak kek yapmıştı. İkram ettim işte, yedik. ''Biraz daha ister misiniz?'' diye sorduğumda istemediler. Ben de gidip kendime koydum. Sonra bir daha koydum. Sonra bir daha. Bilge ''Mutfağa gidip duruyorsun. Bari orda oturalım.'' diye dalga geçti. Epey güldük. Benimle iyi dalga geçtiler o gün. Sonra Esra da demesin mi ''Kesin sen bitirmişsindir o tepsiyi.'' diye! Ben de hemen ''Saçmalamayın!'' diye atıldım tabi. ''Ben, bu incecik kız!'' Ama ısrar ettiler. ''Kesin sen bizi kandırıyorsun. Çok yiyip de kilo almayanlardansın kesin! Gidip bakıyoruz tepsiye şimdi. Göreceğiz bakalım!'' diye bir devrimci edasıyla kalkıp mutfağa koştular. Buzdolabının kapısından içeri üç kafa uzandı. Sonrasında ''Yuh ama ya! Bu haksızlık!'' diye bağıran Bilge mi dersin, ''Seni döveceğim, gel buraya!'' diye söylenen Esra mı dersin! Yoksa ellerinden zor kaçan bir Dilruba mı? Hangisi daha acınacak durumda dersin? Tabiki ben! O günü özledim ya. Çok eğlenmiştik.

Okulda da sınıftakiler güldürüyor hep. Ama bazen seviyesiz veya karşıdakini rencide eden espriler yapmalarına sinir oluyorum. Her şey ahlak çerçevesinde olmalı.

Hiç unutmadığım bir şey daha var. Ne zaman balkona çıksam o olay geliyor aklıma. Bir gün balkonda oturuyordum. Balkonda ders çalışıyorum. Sonra ara verdim. Etrafı seyretmeye başladım. Yoldan bir araç geçti. Arkası sebze meyve yüklüydü. O da Süleyman dedem gibi bağırıyordu ''Domates geldi! Üzüm geldi!'' diye. Aklımdan bir anlığına, sadece bir anlığına şunlar geçti : ''Neden burada satıyorsun amca ya? Burada Süleyman dedem satıyor. Ondan alsınlar. Başka mahallede sat sen.'' İyi halt ettim böyle düşünüp! O anlık gafleti şimdi unutamıyorum. Hemen sonra tevbe ettim, af diledim. Kendime kızdım. ''Ne saçmalıyorsun sen Dilruba! Rızkı veren Allah! Herkes rızkınca kazanır zaten. O adam da birilerinin dedesi hem. Nasıl böyle düşünebildin?! Gerçekten acınası.'' Hâlâ balkona çıkınca bu durum geliyor aklıma. Çok üzücü değil mi böyle düşünmem? İnsan pişman olacağı şeyleri zihnine dahi sokmamalı... Sonra o amcaya da herkese de dua ettim Allah bol ve hayırlı kazanç versin diye. Kabul olsun inşAllah. Bazen çarşıda mendil, simit veya yara bandı satan insanlar görüyorum. Hepsinden almak istiyorum... Ama olmuyor işte. Alın teriyle ekmek parası kazanmak için çalışan birilerini görünce hep bakışlarıma bir merhamet yayılıyor. Yüreğime ise bir sıcaklık, sevgi...

Ahh, öyle işte. Okul dönemim böyle geçti. Güle, ağlaya.. Hayat işte. Takdirimi aldım, on birinci sınıfı tamamladım. Şimdi on ikiyim! Üniversite sınavına hazırlanan bir mağdur. Allah yardımcı olsun herkese de bana da. Hiç çalışasım yok! Ne olacak böyle bilmiyorum. Neyse, şimdiye atlamak yerine kışa gelelim.

Kış gelmişti, Ahmet Akif bize gelip Berra'yı aldı dışarı çıkartmak için. Ben de gittim. Kar topu savaşı yapıyorlardı, ben de gülerek izliyordum. Sonra suratıma aniden gelen şok etkisi ile sarsıldım. Düşünsene, suratıma kar topu atmıştı! Gözlerimi kırpıştırıp kaldım öylece. Sinirli sinirli ona baktım. ''Ya çok özür dilerim, suratına atmak istememiştim.'' dedi hemen ellerini teslim olur gibi havaya kaldırıp. Bir şey de diyemedim durum böyle olunca. Başımı salladım sadece. Suratımsa dondu! Buz kesti! Atkım da yoktu. Onlar güle oynaya zaman geçirirken ben kenarıda oturup donmakla meşgul oldum. Suratımı kapasın diye üzerime giydiğim montun yaka kısmına sokabildiğim kadar kafamı soktum. Çenem ve ağzım hariç kapanan bir yerim olmamıştı maalesef. Ahmet Akif bunu fark etti, atkısını çıkarıp bana verdi. Teşekkür edip aldım. Hiç 'Gerek yok.' falan demedim çünkü ihtiyacım vardı. Bir güzel sardım suratımı. Bir tek gözlerim kaldı. Isındığımı düşünüyordum. Vücuttaki kan akışı normale dönünce zihin de normale döndü. Burnum da işlevini geri kazandı. Ciğerlerime ciğerlerime onun kokusu doldu... Bir an durdum, çıkarsam mı ki diye düşündüm. Yapamadım da...

Off şuan gök gürledi ve gökyüzü şimşekle aydınlandı. Ürpermedim değil hani...Evet, eskiden gök gürültüsü ve şimşek gibi şeylerden zerre korkmayan ben! Evet ürperdim. Hatta bazen içim gidiyor. Gök gürültüsüne ruhum karışıp gidecek sanıyorum. Neden mi? Bir gece balkonda otururken yine çok gök gürledi ve şimşek çaktı. Melekleri, Allah'ı düşündüm. Allah'ın nasıl gökte böyle bir ses, böyle bir gürleme vâr ettiğini düşündüm. Hissettim sonra. O gürleme sanki bana olan bir bağırış gibiydi. Sadece bana da değil, herkese olan bir bağırış gibi. Sanki dilini anlamıyoruz ama aslında bir şey diyor bize. Özümüze dönmemiz, adaletli olmamız, Allah'ı hatırlamamız, ölüme yakın olduğumuz, Allah'ın gazabını unuttuğumuz ve benzeri daha bir çok konuya dair şeyler söylüyordu sanki o gün gök. İşte o gün öyle bir korku salındı ki kalbime! Kökleri ruhuma da dokundu. Artık korkuyorum...

Kayda sonra devam edeceğim. Dua edip uyumak istiyorum. Hayırlı geceler.


5Eylül2018Çarşamba

 

Loading...
0%