Yeni Üyelik
16.
Bölüm

Tut Ellerimden Beni Aydınlığa Çıkar

@sukunettekelimeler

Çevir gözlerini içimden yana
Sırrını saklayan mahzeninim ben
Uzat umutlarını düşlerime dek
Hiçbir şeyin değil hep seninim ben
Bu yazgı bizlerin ortak ülkesi
Hüznün sevincin ve güveninim ben


"İşte, telefon burada. Açın, inceleyin, dinleyin. Bakın bakalım kim deliymiş, kim haklı!"

Sesim fazlasıyla öfkeliydi. Polis memuru suratıma ters ters bakıp önüne koyduğum telefonu aldı ve yanında dikilen diğer bir polise uzattı. "Oğlum, alın inceleyin bakalım. Bahsedilen sesleri dinleyin. Şu olay çözülsün de rahat edelim."

"Acele ederseniz sevinirim! Her geçen zamanda kız zarar görüyor olabilir."

"Tamam beyefendi, sakin olun. Şimdi baktırıyoruz. Siz isterseniz bekleyin isterseniz gidin, daha sonra haber veririz."

"Bekleyeceğim." deyip boş bir yer buldum oturdum. İçimden Allah'a binlerce kez şükrediyordum. Sonunda onu bulabilecek, alabilecektim. Tutup çekebilecektim acıların koynundan.

Yaklaşık beş dakika beklemiştim ki telefonum çaldı. Cebimdeki telefonu çıkarıp ekrana baktığımda Esra'nın aradığını gördüm. Hemen açtım.

"Efendim Esra?"

"Ahmet Akif, benim aklıma bir yer geldi. Bir kaç kez Doğukanla beraber kafa dinlemek için merkeze uzak bir kır evine gitmiştik. Oraya götürmüş olabilir Dilruba'yı."

İstemsizce gülümsedim. Sonunda imtihanımız bitiyordu. Sonunda buluyordum onu!

"Bana yerini tarif eder misin Esra?"

"Tabiki..."

Esra'dan aldığım adresi az evvel konuştuğum polis memuruna verdim fakat adam sesleri henüz dinlemediklerini, dinledikten sonra uygun görülürse harekete geçilebileceğini söylüyordu. Bekleyemezdim. Daha fazla bekleyemezdim ben.

"Ben gidiyorum memur bey. Siz ister gelirsiniz , ister gelmezsiniz. Nasılsa dinleyince onu artık haklı bulup abisinin ellerine vermeyeceksiniz."

Adamın beklemem için ısrar etmesine aldırmadım. Her şeyi göze alabilirdim. Karakoldan hızla çıkıp arabayı park ettiğim yere gittim. Araba almıştım sonunda, iki hafta evvel.

Zihnimde dönüp duran adrese hızla sürdüm.

"Geliyorum, Dilruba. Geliyorum. Ne gideceğim artık ne de seni bırakacağım. Ne gitmene izin vereceğim ne de canının yanmasına. Tüm yaralarını itinayla saracağım. Göğsümü yuva yapacağım sana, kollarımı sığınak. Bakışlarım merhem olur belki. Kardeşin şifa olur. Bitti..."


Kayıtlardan*


Ses kaydı 43


Benim yaralarımı kimse sarmadı. Hep kendiliğinden iyileştiler. Üzerimde kuruyan kanları hep kendim temizledim. Elimin ulaşmadığı yerler kaynar suyun ateşiyle temizlendi.

Ama ya bu minik kuş? İşte çırpınıyor acıyla çalıların arasında. Ona yardım etmeli miyim? Edersem elime ne geçecek ki? Ya etmezsem? Burada acı içinde kıvranacak. Yarası ölümcül değil, ölmeyecek, acı çekecek. Tıpkı benim gibi.

Acı çekmesine müsaade edemedim bunu yaşayan biri olarak. Minik bedenini dikkatle avcuma aldım ve onunla konuştum. ''Korkma tamam mı, ben kötü kapli biri değilim. Çünkü ben kötülük ne iyi bilirim. Ayrıca kalbim de yok zaten, hissetmiyorum. Sadece orada atıp duruyor bir organ işte. Başka ne işe yarıyor ki kalp?''

Cümlem biter bitmez bir ses duydum. Onun sesi değildi bu. Onun kadife ama ürpertici sesinden çok daha güzel bir sesti. Sanki unutmaya yüz tuttuğum bir masalın içinden çıkıp gelmişti. Ama imkansızdı. O masal bitmişti. Kahraman gitmişti.
''Var işte. Bu kuşa yardım ettiğine göre bir kalbin var. Merhamet barındırıyor içinde üstelik. Vicdan barındırıyor. Bu kesin bir delil, bir kalbin olduğuna.''

Ama bu imkânsızdı! O buralara uğramazdı uzun zamandır. Nerden çıkmıştı birden bire? Her neyse! Bu hiç inandırıcı değildi. Şu ağaca yaslanmış, kollarını birbirine bağlamış, kahverengi saçları alnına düşen, uzun boylu, spor giyimli, benimle konuşan adam gerçek olamazdı. Ahmet Akif... O burada mıydı?

Belki de yine gerçek olmayan birini üretiyordu zihnim. Şimdi de hayali bir arkadaş mı ediniyordum? Gerçekten delirmiş olabilir miydim? Her şey bir kabus olabilir miydi?

''Bilmem,'' dedim ürkekçe. ''Belki de.''

Bir hayali arkadaşa hazır mıydım emin değildim. O hayali arkadaşın Ahmet Akif olması ise ayrı bir davaydı. Bu yüzden onu orada öylece bırakıp gittim. Odama gittim, minik kuşun yarasını sarmaya.


Ses kaydı 44

Tam yaralarım iyileşiyor derken, yine geldi. Yine beni karanlığa itmeye geldi. Bu kez sebebi başkaydı gelişinin.

''Büyük bir iş fırsatını kaçırdım! Şimdi sana aldığım o güzel elbiselerin borcunu nasıl ödeyeceğim!'' diye başlamıştı bu kez. Bakışları dahi canımı yakıyordu. Denizde boğulmamak için gözlerimi kapattım.

Ben kanadı kırık bir kuş. Tıpkı iyileşip de uçan giden o kuş... Peki ya ben ne zaman uçup gidecektim? Başka türlü bir kurtuluş yoktu çünkü bundan. Yanan boğazım şahitlik edebilirdi buna.

Küçük kız kardeşimin sesini duydum. ''Abi napıyorsun? Ablaaa! Abla iyi misin?''

Acıyla karanlığa teslim olan gözlerimi araladım. Abim benden uzaklaşıp Berra'nın yanına doğru yaklaşırken minik kardeşim ürkerek geri çekildi. Bense ona zarar vermesinden korkarak tüm gücümü topladım ve Berra'nın önünde dikildim. Abim ''Berra, ablanla oyun oynuyorduk biz abicim. Sakın böyle bir oyun oynadığımızı kimseye söyleme tamam mı? Yoksa annemler çok kızar bize. Bize kızsın istemezsin değil mi?''

Berra başını sallayıp gülümsedi abime. Abim de odadan çıktıp gitti. Bakışlarını bana çeviren Berra, kolumda fark ettiği morluklara parmağı ile tek tek dokundu ve güzel gözlerini bana çevirdi. ''Abla, bu oyunu ben hiç sevmedim. Birdaha oynamayın tamam mı? Hep yaralanmışsın. Böyle oyunlar zararlı, oynanmaz.''

Gözlerimin dolmasını engellemeye çalışarak kardeşime sıkıca sarıldım. ''Tamam ablacım. Haklısın, çok zararlı. Ama abim bunu bilmiyor...''


Ses kaydı 45

İki gündür gelmemişti. Kim bilir ne sebeple, ne zaman gelecekti yine?

Ve gelmeyen biri daha vardı. Zihnimin ürettiğini düşündüğüm o adam. Ahmet Akif. Onu gördükten sonra bir şey olmuştu, bir cılız ışık görünmüş gibiydi uzaktan. Unuttuğum hislerden biri zihnime peydah olmuştu : kaygı

Etrafta kaygıyla dolanıyordum. Bir ağaca dokundum varlığımı hissetmek istercesine. Şimdi yine birden etrafımda onun belireceğinin düşüncesi vardı zihnimde. Ya tekrar çıkagelirse? Buna hazır mıydım? İşte, şimdiden kaygı duymaya başlamıştım onun için. Oysa acı hariç her şey işimi zorlaştırırdı. Acıyı kabullenmemi zorlaştırırdı. Yine de engel olmak için çok geçti. Bir kere olmuştu ve karşıma çıkmıştı işte. Şimdi hep onu düşünecektim. Ne zaman gelecek? Ne zaman belirecek? Ne zaman benimle konuşacak?

Sahi, gelmesini istiyor muyum?
Sanırım...çok.


Ses kaydı 46

Ruh emici görevini layığıyla yerine getirmiş, parlak siyah ayakkabıları görüş alanımdan yavaş yavaş çıkıyordu. Gözlerim açılıp kapanıp duruyordu. Karnım derinden sancılar içindeydi.

Şuna baksana, uzaktan nasıl da bir beyefendi gibi duruyordu. Eminim onu tanıyan ama benim hakkımda en ufak bir fikre sahip olmayan herkes ona yakışıklı, biraz kibirli, havalı, güzel giyimli bir adam olarak bakıyordu. Güzel kelimesi ve iyi kelimesi ona çok abes duruyordu oysa!

Kimse göründüğü gibi olmayabiliyordu işte. Bunu çok iyi biliyordum. Ne ben göründüğüm gibiydim ne o! Elimdem almadığı şeylerin listesi parmakla sayılıyordu! Yemek, giyinmek, acı, ümit, sabır, namus!

Olduğum yerde doğrulmaya çalıştığımda karnıma derin bir sancı daha çöreklendi. Acıyla kıvrılıp oracıkta kaldım. Bakışlarım odanın diğer tarafındaki beyaz çiçeklerde soluklandı. Dağılmışlardı. Eve geldiğinde çiçekleri kapıda bulmuş! Ve biriyle görüştüğüm bahanesiyle çiçekleri yüzüme fırlattı. Aradığı bahaneyi bulmuştu!

Peki bu güzel çiçekler? Nerden gelmişlerdi kapıya? Ben mi koymuştum da unutmuştum yoksa? Hayır, ben çiçeklerle hiç vakit geçirmemiştim bugün.

Gözlerim kapandı... Zihnim sustu. Ve sessizlik! Ta ki Berra'nın sesini duyana dek. ''Hani bir daha o oyunu oynamayacaktınız?'' diyene dek.


Ses kaydı 47

Gülleri suya koyarken elime diken batmıştı. İşte şimdiye değin duyduğum en az acı buydu. Acı bile değildi.

Sonra banyoya gittim. Kaynar su yakıyordu bedenimi. Dayandım. Yine ve yine dayandım canımı yakan bir şeye daha. Sonunda parmaklarım musluğu çevirdi ve çeşme kapandı.

Bedenimden aşağı damlayan su damlacıkları yerde birikirken aynadaki aksime baktım. Kolumdaki morarıklar ve bir kaç yerdeki çizikler ne kadar da alışılagelmişti benim için. Oysa insan acıya alışmamalıydı. Alışmamalıydı ama alışıyordu işte, acıya.


Ses kaydı 48

Babam...
Gitmiş.

Gölgesiz kalmışım. Yuvasız kalmışım. Güçsüz, kuvvetsiz kalmışım hepten. Babam gitmiş...Beni yanına almayı unutmuş üstelik. Babam orda gitmiş, ben burda. Babam orda bitmiş, ben burda.

Umuda sarıldığım, gelip beni kollarına sarsın, bana inansın, beni dinlesin, oğlunu tedavi ettirsin dediğim babam. Hani ağlayınca yanımda biten, hep halimi hatrımı soran, beni "ilk göz ağrım" diye seven babam. Çocuklarına çınar olan. Güven olan. Umut olan.

Gözlerime yaş olmuş. Akmış Babam.


Ses kaydı 49

Kaçmayı ilk denediğim gün geldi aklıma. Hüsranla sonuçlanan bir deneyimdi elbette! Tıpkı diğer deneyimlerim gibi.

Telefonunu ne yapıp edip gizlice almış ve polisi aramıştım. Evin etrafında iki polis arabası belirmişti bana aylar gibi gelen bir zaman sonra. Neden polisin bu denli geç geldiğini ikinci kaçış deneyimimde anlamıştım. Çünkü burası en yakın polis karakoluna epey uzaktı!

Polisler onu alıp götürmüş, zaten bedenimde de yara izleri olduğu için daha fazla kanıta gerek duymamışlardı. O an öylesine mutluydum ki ondan kurtulduğuma. Ama erken sevindiğimi, ertesi sabah gözlerimi açtığımda onu başımda dikilir halde bulunca anlamıştım. Ne yapıp edip başarmıştı işte! O sabah yaptığımdan dolayı beni hırpalarken söylediklerine bakılırsa, polisleri benim akıl hastası olduğuma inandırmıştı. Akıl hastası bir kız kardeştim ben! Beni daha fazla yalnız bırakırsa kendime daha fazla zarar verebilirdim! Kendi kendime acı çektiriyordum! Abimin tek yaptığı benim kendime daha fazla zarar vermemi engellemekti! Ve kazanan oydu!

Eğer tekrar polise veya birilerine haber verirsem Berra'ya zarar vereceği tehdidi de cabası.


Ses kaydı 50

Bugün iyi hissediyordum. Adımlarım yavaşlığını üzerlerinden atmıştı. Bunu fırsat bilerek dışarı çıkma kararı aldım. Evden çıkıp etrafa bakındım. Yeşillikler göz bebeklerime misafir oldu. Adımlarımı bir ağaca doğru yönelttim ve çimlere oturup ağaca sırtımı yasladım. Temiz hava iyi gelmişti.

''Eline ne oldu öyle?''

Başımda dikilen adama baktım. Altında durduğu ağacın gölgesi suratının yarısına vuruyordu. Diğer yarısı ise güneşle aydınlanmış bir vaziyetteydi. Siyah ve yeni uzayan sakalları parlıyordu. İhtişamlı görünüyordu. Gözlerim gözlerini bulduğunda gür bir ormanla karşılaştım. Bir denizle karşılaşmaktan çok daha iç açıcıydı benim için.

''Yine mi sen? Sen benim hayal ürünüm değil misin, neden benden habersiz ortaya çıkıveriyorsun?''

Sorusunu görmezden gelmeme kızmış olmalıydı ki kaşlarını çattı, Ahmet Akif. ''Sana bir soru sordum, eline ne oldu? Ve yüzüne? ''

Çok inatçı bir hayal ürünü ortaya çıkarmışım, kendimi tebrik etmeliyim! Her neyse, sonuçta benim bir parçam, bir yanıtı hak ediyor değil mi?

''Ne olacak, sanki bilmiyor musun? Sevgili Ruh Emici bir kaç gün evvel yine ruhumu karanlığa boyadı. Yine ruhuma da bedenime de siyahlıklar bıraktı. Sanki bilmediğin şey! Bu yaptığı henüz hiçbir şey. Kalbimi paramparça ettiği zamanı hatırlamıyor musun? Buna razıyım.''

Acıya razı olmak! Daha acısını da bildiğim içindi acıya razı olmam! İnsan acıya razı olabilir miydi hiç?

Ahmet Akif'e baktım. Suratı beş karıştı. Duyduklarına şaşırmış görünüyordu. ''Ne var, niye öyle bakıyorsun bana? Bilmediğin bir şey anlatmadım.''

Hayır anlamında başını salladı ve karşıma oturdu. Gözleriyle tekrar karşılaştım. Ormanda hava kararmıştı! Ama korkutucu bir karanlık değildi çünkü o zaten bendendi, bana zarar vermezdi.
''Bilmediğim bir şey anlattın. Unuttun mu ben daha ikinci kez seninleyim. Ortaya çıkmadan önce yaşadıklarını bilmiyorum. Anlatır mısın bana?''

''Anlatırım ama şimdi olmaz. Her ortaya çıktığında biraz anlatırım. Bugün bunlardan bahsetmek istemiyorum. Bugün kuşları dinleyeceğim.''

Başını salladı ve o da benimle beraber sessizce oturdu. Arada bir bana bakıyordu. Ben de çekinmeden ona dikkatle baktım bir aralık. Yüzünü inceledim. Her bir karışında gözlerimi misafir ettim. O kadar gerçekçiydi ki! Elimi kaldırdım ve suratına yaklaştırdım ama sonra vazgeçtim. Dokunursam belki kaybolurdu.


21.06.2019

 

Loading...
0%