@sukunettekelimeler
|
''Gözlerin kalbime değmeden önce • Babaannemle bugün konuştuğumuz konu zihnimde dönüyordu. Berra'nın okuluna gitmesi gerekiyordu. Fakat ne Berra okula gitmek istiyordu ne de benim yüreğim onu okula göndermeye el veriyordu. Onu da almasından korkuyordum. Onun da hayatını mahvetmesinden korkuyordum. Berra'yı evden, yanımdan ayıramazdım. Ama derslerinden de geri kalacaktı böyle. Ne yapmam lazımdı? Tabi ya! Ben ne güne duruyordum? Nasılsa bu kız daha üçüncü sınıfa gidiyordu. Altı üstü ne anlatıyor olabilirlerdi ki okulda? Ben de öğretebilirdim ona hepsini. Geri kalmazdı derslerinden. Koltuğa uzanmış ve çizgi film izleyen Berra'ya tebessüm ederek baktım. Ne kadar masumdu. Kara gözlerini bana çevirdiğinde gözlerimle karşılaştığına memnun olmuşcasına gülümsedi. ''Berra, abicim, hadi gel, gidiyoruz.'' deyip ayağa kalktım. Merakla o da ayaklanırken ''Nereye?!'' diye sordu bana. ''Eşyalarından bir kaç bir şey alacağız.'' dediğimde suratındaki heyecan soldu. ''Annem de evdedir değil mi? Ya beni istemezse? Ya yine tanımazsa?'' Önünde diz çöktüm ve yanaklarını okşadım hafifçe. ''Bak abicim, anneler her zaman çocuklarını ister. Unutmazlar hiç. Hem senin gibi tatlı bir kızı kim nasıl istemesin, unutsun? Annen sadece biraz hasta. İyileşecek ve yine her şey çok güzel olacak. Tamam mı güzelim?'' ''Ablamı da getireceksin dimi? Hep beraber yine mutlu oluruz dimi Ahmet Akif abi?'' Kararlı bir şekilde baktım gözlerine ve başımı salladım. ''Evet, tabiki. Sen sadece dua etmeye devam et. Hadi gel şimdi.'' deyip elimi uzattım. Minik elini elimin arasına bıraktı. Babaanneme seslenip evden çıktık. Nurcan teyzelerin kapısını çaldıktan sonra uzun süre beklemek zorunda kaldık. Israrla çalmaya devam ettim. Sonunda kapı hafifçe aralandı ve aylar içinde yıllarca yaş alan kadıncağız uzattı kafasını aralıktan. Bakışları önce beni buldu. Sonra ''Anne!'' diye hevesle atılan küçük kızı görünce bir an afalladı. Kapı sonuna dek aralanıp da ikisi birbirlerine sıkıca sarıldığında gözlerimi bir yanma hissi işgal etti. ''Akif... Gel içeri oğlum.'' deyip bana yol veren Nurcan teyzeye başımla selam verdim ve içeriye girdim. Şuanki davranışlarına bakarsak iyi olduğu zamana denk gelmiştik Elhamdülillah. İçeriye geçip oturduğumuzda ilkin sessiz kaldık. Sonunda sessizliği bozan yine o oldu. Yalvaran gözlerle bana bakıyordu ve ben onun gözlerindeki çaresizliği gördüğümde bir kez daha düşüyordum; hemen ardından daha güçlü kalkabilmek için. ''Akif, kızımı bana bul. Oğlumu getir, tedavi ettirelim. Ailemi toplamama yardım et. Ben.. Ben bir şey yapamıyorum. Az sonra yine kafam gidebilir. Sizi tanımayabilirim. Asla aldırma o zamanlar söylediklerime. Lütfen, yardım et sadece.'' Gözlerinden aşağı bir kaç damla döküldü Nurcan teyzenin. Berra'nın etkilenmemesi için ''Berra, odana gidip okul kitaplarını toparla abicim.'' diyerek gönderdim onu. Nurcan teyze yanıma gelip biraz öteme oturdu. Nemli yanaklarını tülbentinin ucuyla silip gözlerime baktı. ''Kızımın, onun hiçbir suçu yok. Bunları hak etmedi. O ister miydi hiç babasına bir şey olsun? O ister miydi ailemiz bu hale gelsin? O, yaşamak için çırpınıp duran yaralı bir kuş gibiydi. Herkesi sadece sevdi. Sevmekten kaybeder mi insan? Sevmekten zarar görür mü?'' İçimdeki yangına odun atmaya devam ediyordu sözleriyle. ''Nurcan teyze...'' diye bir cümleye başlayacak oldum ama beni susturdu. ''Yine kafam gitmeden bırak da konuşayım oğlum. Benim kızımın yaptığı tek hata sevmekti. Sevdiklerine kötü sıfatları yakıştıramamaktı. Sevmeyi bırakamamaktı. Sevmeyi hiç hata olarak görmedi yine de. Sakın unutma Akif, o en çok Berra'yı ve seni sevdi. Hatta öyle bir zaman geldi ki, sevmekten bile nefret etti ama senden edemedi. Sevdiklerinden edemedi... Bunu ben söylemiyorum. Dün odasına girip etrafı karıştırdım. Defterinin kenarına iliştirmiş bu cümleyi : ''Sevmekten bile nefret ettim, senden edemedim.'' Unutma Akif...'' dedi ve sustu. Elini başına götürdü ve gözlerini acıyla yumdu. ''Ne alacaksanız alın hemen. Sonra da Berra'yı götür..'' Kirpiğime asılı kalan damlayı hızla sildim kazağımın koluna. Yüreğimdeki ateşi iyice harlamıştı Nurcan teyzenin sözleri. Zihnimde ''Sevmekten bile nefret ettim, senden edemedim.'' cümlesi yankılanıp dururken hızla oturduğum yerden kalktım. Odadan çıkmadan önce ''Söz, Nurcan teyze. Her şey düzelecek.'' cümlelerini bıraktım ona. Sonra da Berra'yı kontrol etmek üzere odasına gittim. Çantasına eşyaları dolduruyordu. ''Berra, sen lazım olan her şeyi toparla abicim. Kitaplarını unutma sakın. Ben ablanın odasından bir şey alıp geliyorum.'' Başını sallayıp gülümsedi ve çekmecesini karıştırmaya devam etti. Dilruba'nın odasına tekrar girdiğimde ilkin sadece durup gözlerimi yumdum. Odadaki farklı hissettiren o havayı içime çekip sessizliği dinledim. Gözlerimi açtığımda ise ilk iş olarak Vadi'yi aradım etrafta. Geçen sefer fark etmemiştim hiç ortalarda. Ama bu kez buldum. Vadi'yi de buldum, paragraf kitabını da... Elimde tuttuğum test kitabı beni geçmişin kollarına atarken bir yandan da sayfalarını aralayıp karıştırmaya başladım. Nedense gülümsetmişti beni kitaba iliştirilmiş el yazıları... Odanın kapısı aralanıp Berra yanıma koşunca geçmişten sıyrılmıştım. ''Akif abi! Annem yine tanımadı beni. Hadi artık gidelim lütfen. Anaanneme söyleyelim, o gelsin.'' Berra'nın elini sıkıca tutup yan odaya geçtim. Hazırladığı çantasını omuzladım ve evden çıktık. ''Aaa Vadi!'' ''Evet küçük hanım, Vadi. Sevgili ayıcığımız.'' ''Ben tutabilir miyiim? Ablam benden saklıyordu hep onu. Oynamama izin vermiyordu. '' ''Tutabilirsin prenses. Ama zarar verecek şeyler yapmak yok. Anlaştık mı? Ablan dönünce üzülür sonra.'' ''Anlaştık!'' Eve döndüğümüzde Berra beni ders çalışmaya yarın akşam başlamak için ikna etmiş ve Vadi'yle oynamaya başlamıştı. Babaannem alt kata inip Nurten teyzeye haber vermiş, beraber Nurcan teyzenin yanına gitmişlerdi. Nurten teyze de harap oluyordu kadıncağız. Kızının ve torunlarının başına gelen imtihan ona da ağırlık yapıyordu. Aklı gidip gelen kızının yanında olmaya çalışıyordu çoğunlukla. Torunlarına dua ediyordu. Kendi de hasta olduğu için torununa dahi bakamıyordu ve buna üzülüyordu. Bazen gelip Berra'yla burada zaman geçiriyordu. Anaanne olmak zordu, anne olmak zordu, kadın olmak zordu, insan olmak zordu... Sıkılarak televizyonu kapattım. Haber izliyordum ve zaten bülten bitmek üzereydi. Odama gidip telefonları ve kulaklığımı aldıktan sonra içeriye geri döndüm. Berra yanımda oyuncaklarla vakit geçirirken ben de onun telefonundaki ezgileri dinlemeye koyuldum. Vakit iyice geç olduğunda Berra'yı uyuma zamanının geldiğine ikna edebilmiştim. Masal okumamı istedi, okudum. Berra uyuduğunda parmaklarımın arasında duran masal kitabına dikkatle baktım. Kitabın başını açtım ve ilk masalı okudum. Aldığım ders ise, sabırlı olmam ve pes etmemem gerektiğiydi. Kayıtlardan * • Tekrardan merhaba! Yarım kalan şeylerle dolu hayat. Bir yarım kaydı daha tamamlamaya çalışıyorum şimdi. Okumaktan ve yazmaktan bahsedecektim değil mi? Öyleyse on birinci sınıfımın sonlarına doğru döndürelim yüzümüzü. Ahmet Akif'in okumayı sevdiğini arada bir elinde gördüğüm kitaplardan anlamıştım zaten. Ama eksik bildiğim bir şey varmış : Okumak kadar yazmayı da sevdiği. Anaannemlerin o tarafa geçtim. Bahçedeki masanın üzerini onun kitapları, defterleri ve kalemleri kaplamıştı. Eh, sınava hazırlanan öğrenci sonuçta. Çalışmak için en güzel yer de bahçe. Ama kendisi yoktu. Ben de sakınca görmeyip sorulara göz gezdirdim ve suratımı buruşturdum tabi. Sonra kenarıda duran bir defteri araladım. Beni yine formüllerin falan karşılamasını bekliyordum ama güzel bir el yazısıyla yazılmış uzunca sayfalar vardı karşımda. Merak ederek sayfaları çevirdim. Sonra dayanamayıp rastgele seçtiğim birini okumaya başladım. İlk okuduğum deneme tarzında bir yazıydı. Hep okuyanına sorular sorması ilgimi çekmişti. Fotoğrafını da çektim, dur okuyorum : '' Ruhunu hissedebiliyor musun? Ya rüzgarı? Haftada kaç kez başını kaldırıp Ay'a bakıyorsun? Ya yıldızlara? Kuşları duyduğun oluyor mu? Yoksa sadece araba seslerine mi mahkumsun? Kulağına bir çocuk çığlığı doluyor mu bazen? Kimden geldi diye etrafta arıyor musun? Boynu bükük biri görünce yanına uğruyor musun? Akrabalarına hal hatır soruyor musun? Hep başın dik mi yürüyorsun yolda? Okuduğun kelimelerde kendini bulabiliyor musun? Bir masuma silah doğrultulmuş görünce önüne geçebiliyor musun? Acıkınca tıka basa yiyor musun? Birine kızınca arkasından söyleniyor musun? Canının her istediğine sahip oluyor musun ? Adımların hep telaşlı mı? Bazen yaşadığını hissetmek adına yavaşlıyor musun? Bir acıya tanık olunca onu kalbinde hissediyor musun? Zamanın hızını sen de anımsıyor musun? Geç kaldığın bir davete mi yoksa Rabbine mi daha hızlı koşuyorsun? Müzik sesini mi ezan sesini mi tercih ediyorsun? Mezarlıktan geçerken yüzünü mü çeviriyorsun? Okuduğun duanın anlamını biliyor musun? Harama yüz çeviriyor musun? Bugün ne yaptım diye kendine soruyor musun? Geceleri rahat uyuyor musun? Ekmeğini paylaşıyor musun? Yardım isteyene el uzatıyor musun? Sahip olduklarına şükür ediyor musun? Değerlerini biliyor musun? Aza kanaat getirebiliyor musun? Dünyanın yaşanabilir bir yer olmasına uğraşıyor musun? Haksızlıklara kafa tutabiliyor musun? Zulme karşı dik durabiliyor musun? Mazlumun çığlığını duyurabiliyor musun? Hedefin doktor olmak mı insan olmak mı? Farzları yerin getirebiliyor musun? Ya sünnetlerle aran nasıl? Geceye beyaz gelinlik giydireni tanıyor musun? Gül kokusu duyunca onu hatırlıyor musun? Adaletsizliğe karşı Ömer, hayasızlığa karşı Osman, iffetsizliğe karşı Yusuf, ilimsizliğe karşı Ali, doğruluk yolunda Ebubekir, cesaret yolunda Hamza olabiliyor musun? O'nun için varından yoğundan vazgeçebiliyor musun Musab gibi? Bir Hifa, bir Süheyb, bir Asım, bir Affan, bir Akif, bir Hubeyb, bir Cafer, bir Numan, bir Aişe, bir Fatıma, bir Halid, bir Selahaddin, bir Enes, bir Bilal, bir Talha, bir Zübeyr örnek oluyor mu sana? İçindeki saflığı koruyor musun? Üzerine çullanan karanlıklarla savaşıyor musun? Başına gelene teslim oluyor musun? Fe eyne tezhebûn, öyleyse! Fe eyne tezhebûn ey Abdullah! Bu gidiş nereye Ey Allah'ın kulu! Febieyyi alâ-i Rabbiku ma tükezzibân! Rabbinin hangi nimetlerini yalanyalabilirsin-inkar edebilirsin?! Allahuekber de ve şahit ol! Nasıl? Etkileyici, değil mi? Altına tarih ve adını yazmıştı. O yazmış yani, anlamıştım. Sonra bir de öyküsünü okumaya başladım. Gerçekten kelimelerin hakkını vermişti satırlarında. Ama tam en heyecanlı yerini okurken pat diye defter ellerimin arasından çekildi. Ahmet Akif, yaramazlık yapan bir çocuğa kızgın bakışlarını yollayan anne görevini itinayla yerine getirdi. ''Devam edebilir miyim? Merak ediyorum sonrasında ne olacağını!'' diye rica etsem de onaylamazca başını iki yana salladı ve defterini koltuk aktına sıkıştırdı. ''Sen yazdın değil mi hepsini? Çok güzel yazıyorsun gerçekten. Okumayı sevdiğini biliyordum ama yazdığını bilmiyordum. Bence dergilerde yayınlatabilirsin. Yarışmalara göndersen derece de alabilir.'' diye düşüncelerimi peş peşe sıraladım karşıma oturan Ahmet Akif'e. Verdiği cevapsa net bir şekilde ''Hayır.'' olmuştu. ''Neden?'' diye sordum merakla. Arkasına yaslanıp kollarını birbirine bağladı. ''Çünkü ben bilinmek istemiyorum. Bir yerlerde yayınlayıp da gelen yorumlara göre yazılarımı şekillendirmek istemiyorum. Bu, bana özgürlüğüm kısıtlanıyormuş gibi hissettirecektir. Hem sadece sevdiğim için yazıyorum. İnsanların bilmesine gerek yok.'' diye bir açıklama yaptı. Garip gelse de bir şey diyemedim. ''En azından ben okusam? Merak ediyorum?'' diye küçük bir çocuk edasına bürünsem de sert duruşundan ödün vermedi. Ümitvâr bakışlarımı kısa süreliğine gözlerine değdirdim. ''En azından başladığım öyküyü bitireyim. Lütfen.'' Bakışlarında ufak bir yumuşama yakalamış gibi hissedince bir cümle daha kurdum ona. ''Hem bir yerde okumuştum. İnsan okuduğu şeyi yarım bırakırsa hafıza geriliğine neden oluyormuş. Yazık değil mi bana? Beyin hücrelerimin katili olmak istemezsin değil mi?'' Gelelim başka bir konuya. Kızların geçen tekrar bize gelmelerinden bahsedeyim mesela. Önce Bilge geldi. Sıkıca sarıldık. Hemen bana ''Çok özledim seni kuzum ya! Biriciğimsin sen benim. Bütün gün kolundan çıkmayacağım. İkiz gibi gezelim. Anca doyarım sana.'' diye güzel cümlelerini sunmaya başladı. Bu sırada kapı çalmış. Ben duymamıştım, abim açmış. Abim de tam o haftasonu gelmişti bizi ziyarete. Esra gelmiş. Odadan içeriye girdiğini fark eder etmez Bilge kolumdan çıkıp ona koştu sarıldı. Ben de şaşkınca onların kucaklaşıp cilveleşmelerine baktım. Alkış tutup çakma bir gülücükle ''Vay vay vay! Sen miydin bütün gün benim kolumdan çıkmayıp ikizim gibi dolanacak olan Bilge Hanım? Esra'yı görünce hemen beni sattın. Senden çok iyi tiyatrocu olur, kişilik değiştirmeyi çok seviyorsun.'' diye takıldım Bilge'ye ve onu hafifçe ittirip Esra'ya sarıldım. ''Hahaha! Senden de çok iyi komedyen olur canım!'' diye yanaklarımı sıktı Bilge ve hepimiz gülüştük. Öyle, güzel bir gün geçirdik. Akşam abimle beraber kızları evlerine bıraktık. İyi ki var bu kızlar. Dava insanı olmayı, ileride mazlumlara ses olmayı hayal ettiğimiz dostlar iyi ki var! Hayat hep güzelliklerle dolu değil tabi. Kötü bir şeyden daha bahsedeceğim. Okulun son zamanlarıydı işte. Bir Cuma günü. Çağan'ı sınıftan bir arkadaşla konuşurken duydum. Sınıf sessiz olduğu için duymamam mümkün değildi. Haftasonu buluşacaklardı. ''Çok heyecanlıyım! Acaba nasıl bir şey?'' falan diyordu Çağan. Sonra kız, ''Ne bileyim! Ben de ilk defa kafası güzel olacağım. Her gün içmiyorum.'' diye yanıt verdi. Diyalogtaki anlamı kavradığımda içime bir acı çöreklendi. Ne yapabileceğimi düşündüm ama aklıma bir şey gelmiyordu. Yani benim kendi başıma yapabilecek bir şeyim yoktu. Konuşsam da söylediklerimi anlamayacaklardı zaten. Önce Allah'ın varlığını hissedip imân etmeleri gerekirdi hükümlerine inanmak için. İman ve inanç olmadan Allah'ın yasalarını neden kabul etsinlerdi? Ah ah! İlk defa bu gibi bir durumla karşı karşıyaydım. Arkadaşlarım göz göre göre o kuyuya düşeceklerdi ve ben ne yapacağıma dair bir fikre sahip değildim. Zihnim sürekli bununla meşgul kaldı. Unutmamak için buluşacaklarını söyledikleri yeri ve saati defterimin köşesine iliştirdim. Çıkışta yine düşünceli düşünceli yürüyordum. Başımı kaldırdığım bir aralık önümden Ahmet Akif'in gittiğini fark ettim. Adımlarımı hızlandırıp ona yetiştim. ''Ahmet Akif?'' İsmini seslenmemle beraber bana döndü. ''Dilruba? İyi görünmüyorsun. Hayrola?'' İlk başta ne diyeceğimi bilemedim. Sonra her zaman yaptığım gibi gelişigüzel daldım lafa. ''Sana bir şey söylemem gerek.'' Şüpheyle ve tedirginlikle bana bakıyordu. ''Söyle.'' Kabul etmek zorunda kaldı. ''İlle yapacaksın dediğini! Tamam. Ama başını derde sokacak bir şey yapmayacaksın.'' diye söz aldı benden. Anlaştık ve sabah erken kalkıp kapıda buluştuk. Anneme sadece çarşıya çıkacağımı söyledim. Kiminle veya ne için olacağından bahsetmedim. Yalan söyleyemezdim. Söyledikleri yere varıp ağaçlık park alanında yürümeye başladık. Bir yandan da etrafta gözlerimiz onları arıyordu. Uzakta, bir ağacın altında bir adamla beraber onları gördüğümüzde ise durup birbirimize baktık. ''Sakın yanımdan ayrılma ve arkamda kal.'' diye tembih edip oraya doğru yürümeye başladı. Biz onlara doğru giderken adam da uzaklaşmaya başlamıştı. İyice yakınlarına geldiğimizde ellerindeki paketleri fark edebiliyorduk artık. Çağan avucuna aldığı maddeyi ağzına götüreceği sırada Ahmet Akif öfkeyle kardeşinin bileğini kavradı. Çağan'ın avucundakilerin çoğu yere dökülmüştü. İki kardeş birbirlerine sinirle bakıyordu. Nehir ise şaşırmış bir şekilde hepimizde gezdiriyordu gözlerini. ''Bırak kolumu!'' diye bağırdı Çağan. Ama Ahmet Akif bırakmadı. Kucağındaki paketi de çekip aldı ve cebine attı. ''Ver onu geri!'' diye bağırdı bu kez Çağan. Ahmet Akif ise öfkeyle kükremeye devam etti. Onu ilk kez böyle görüyordum. ''Vermiyorum da bırakmıyorum da! Ne ara kendini zehirleyecek kadar aptal oldun sen!? O çok akıllı kafan çalışmıyor mu hiç bu pisliklerden uzak durman gerektiğine? Faydası değil bilakis zararı olduğuna? Çocuk musun sen!? Şeker değil bu! '' Çağan ayağa kalkıp abisinin karşısında dikildi. ''Sanane! Çocuğum belki, şeker sanıyorum! Sanane! Kendimi zehirlemek istiyorum, sanane!?'' Ahmet Akif'in sabrı iyice tükeniyor gibiydi. ''Bana ne mi? Sen benim kardeşimsin be! Ne demek bana ne?!'' İkisinin de bakışlarını birbirinden ayırmalarını sağlayan Nehir'in sesiydi. ''Çocuk değiliz hiçbirimiz. Kesin artık şunu. Herkes istediğini yapabilecek yaşta.'' dedikten sonra bana döndü. ''Arkadaşını da alıp gider misin Dilruba?'' Uzun süre sessiz kalmıştık. Benim merakım sessizliği bozan şey olmuştu. ''Sen nasıl ailen gibi olmadın? Onlardan ayrı değerleri benimsemene sebep olan neydi?'' Cümlesi bittiğinde yalnızca başımı sallayabildim. Çünkü haklıydı, sonuna dek! Hatta sonsuzuna dek! :) İçimden şükrettim onun ailesi gibi olmadığına ve karşıma böyle çıktığına. Eve dönmek üzere kalkıp yürümeye başladık. Sonra aklıma o sıralar gündemde olan bir konu geldi. Filistin hakkında. Sınıfta dahi tartışılmıştı. Herkes başka bir şey diyordu ve ben ne düşüneceğimi şaşırıyordum. Ona sordum, ona açtım bu konuyu. Sonra tüm olgunluğuyla düşüncelerini bana döküşünü dinledim. Öyle güzel anlatıyordu ki bunları gerçekten araştırıp öğrendiği ve ilgilendiği belliydi. Hayran kalmamak elde değildi. Fikirleri çok mantıklı ve tutarlıydı. Olaya farklı pencerelerden bakıyordu. O gün ona bir kez daha hayran kaldım. • 8Eylül2018Cuma
|
0% |