Yeni Üyelik
18.
Bölüm

Yumdum Gözlerimi Seni Düşünüyorum

@sukunettekelimeler

Sevdayı bir deli gömleği gibi
Ansızın giydirdi gözlerin bana
Bir yarısı sensin kuşların gülün
Kasırgaların bir yarısı benim
Gömdüm gözlerinin bulutlarına
Bir yangın alanı hoyrat başımı

Dilruba Uğur

"Hadi korkma, gel! Uzat elini bana. Tutacağım, bırakmayacağım. Düşmeyeceksin bir daha, incinmeyeceksin. Hadi."

Ahmet Akif'in bana uzattığı eline bakmaya devam ediyordum. "Tut, korkma."

Başımı kaldırıp gözlerine baktım. "Tutsam bir şey olmaz değil mi? Rüyadayız nasılsa."

Gülümseyerek başını salladı. "Evet. Bir şey olmaz, rüyadayız."

Elimi kaldırdım yavaşça ve bana uzanan elin içine bıraktım yavaşça. Sıkıca sardı parmakları elimi. Gülümseyerek başımı kaldırdığımda aniden biri kolumu tutmuştu.

"Kimse alamaz seni benden!"

Abimin sesini duyunca istemsizce bir çığlık attım ve kolumu kurtarmaya çalıştım. Sonrasında ise parmaklarım ayrıldı parmaklarından. Düştüm. Adını bağırırken düştüm, tutamadı.

"Dilruba! Aç gözlerini, kabus görüyorsun."

"Kızım sakin ol hadi, iyisin bak. Buradayız. Yanındayız."

Açılmamaya direnen göz kapaklarımı zorla araladım. Bir kaç gündür uyuyamıyor, uyuduğum takdirde de böyle kabuslar görüyordum ve bu kabuslar öyle çok canımı yakıyordu ki onları görmektense uyumamayı tercih ederdim.

Yüzümü bir bezle silen Hatice teyze göz bebeklerimde belirdi. Arkasında da endişeli bakışlarını yüzümde misafir eden Ahmet Akif dikiliyordu. Onların evindeydik. Henüz bu gece çıkmıştım hastaneden, eve yeni gelmiştim.

Ahmet Akif beni bulduğunda yine hıpalanalı çok olmamıştı ve onu karşımd bulmanın verdiği psikoloji de buna eklenince dayanamamıştım, bayılmıştım. Ahmet Akif beni hastaneye götürmüş, orada açmıştım gözlerimi. Abimi ise polisler almış. Akli dengesinin yerinde olmadığını anlayarak onu bir kliniğe sevk etmişler, tedavi görüyormuş. Hastalığı hakkında şu an bir fikrim yoktu çünkü ondan bahsedilmesine dahi dayanamıyorum.

Bir kaç gün hastanede gözetim altında kalmış, iyi hissettiğim bir vakit de polislere ifade vermiştim. Benim için her şeyi yeniden anlatmak, yeniden yaşamak gibi olmuştu bir nevi. Ahmet Akif ve Hatice teyze olmasa katlanılmazdı.

Ahmet Akif... Bakışları beni delip geçiyordu. Sanki içimi görmeye çalışıyor ve içimdeki yangın yerine dönmüş şehri biraz biraz görüp o yangını içinde hissediyor gibi... Yahut ben öyle sanıyordum.

Hatice teyze de başımdan ayrılmıyor, en büyük destekçim oluyordu. Yanımda seslice Kur'an okuyordu her gün, sonra da mealini. Daha iyi hissediyordum o vakitler.

Berra'm... Ablasını bu halde görsün istememiştim. Kendimi biraz daha toparlayınca görsün istemiştim beni. Yoksa üzülecekti, biliyordum. Yarın görecektim kardeşimi. Onu öyle özlemiştim k! Aklıma bir anı düştü. Bir sabah uyanmıştım, Berra başıma gelip o uyandırmıştı beni 'tuvaletim geldi' diye. Ona tuvaletini yaptırdıktan sonra güzelce ellerini yıkamıştık ve koridorda koşmaya başlamıştı. "Annem, ablan dokuzda uyanır, erken uyanmaz demişti abla. Ben de seni saat dokuzun üstüne gelince uyandırdım." diyerek içeriye koşmuştu. "Annem nerede?" diye sormuştum ona. "Annem gitti, hastaneye. Ama sen varsın benimle, sen yanımdasın ablacım. O yüzden korkmadım evde. Televizyon açıp çizgi film izlerken senin uyanmanı bekledim." dediğinde kalbimde baharlar açmıştı. "Evet ablacım, ben varım, ben seninleyim. Hep yanında olacağım inşallah." diye bir güzel sarılıp sonra da yemiştim onu.

Annem. Annem gelmişti dün. Bana sarılmış, ağlamıştı. Beni getirdiği için Ahmet Akif'e dualar etmiş, Allah'a şükretmişti. Sonra aniden kalkıp gitmişti. Ne olduğunu anlamamıştım. Hatice teyze de bir şey dememişti.

Düşüncelerimden çıkmamı sağlayan şey Ahmet Akif'in sesiydi. "Su ister misin?"

Başımı hayır anlamında sallayıp üzerimdeki pikeyi iyice yukarı çektim. "Bir ihtiyacın olursa seslen. Ben içerideyim."

Ahmet Akif odadan çıkmış, Hatice teyzem biraz daha yanımda kaldıktan sonra onu ikna etmem üzerine uyumaya gitmişti.

Benim yüzümden onlar da uykusuz kalıp yorgun düşüyordu. Üzülüyordum buna.

Odada bakışlarımı gezdirdim. Ahmet Akif'in odasında kalıyordum. Başka bir odada kanepelerde yatmamı istememiş, yumuşak yatakta yatmam daha iyi olurmuş. Hatice teyzeye öyle demiş.

Derin bir nefes alıp düşüncelere daldım. Uyumak istemiyordum. Ama sonunda yine elbet yorgun düşüp uyuyacaktım.

Başımdaki tülbenti düzeltip yastığın yanında duran tesbihi aldım. Salavat getirerek zaman geçirdim. Sonrasında tahmin ettiğim gibi oldu. Yine kabus gördüm. Yine çığlıklarla uyandım. Gözlerimi açıp, zorlanarak yattığım yerden doğrulup derin nefesler almaya başladığımda odanın kapısı tıklatılıp hızlıca açıldı ve o endişeli bakışlarına alışamadığım Ahmet Akif girdi.

"Dilruba... İyi misin?"

Başımı sallayıp sakinleşmeye çalışırken bir yandan da elimle örtümü düzelttim. Acil bir durum olduğu takdirde Ahmet Akif'e beni bulduğu günkü gibi yakalanmamak adına tedbiri elden bırakmıyordum.

"Odaya daldım ama, babaanem yoktu. O yüzden.." diye bir açıklama yaparak odanın ortasına doğru bir kaç adım attı.

Bir süre orada dikilip güneş ışınlarının vurduğu pencereden öteye doğru baktı. Düşünceli görünüyordu. Bakışlarımız karşılaştığında kalbime yine bir tekme vurulmuştu. Hızla gözlerimi ayırdım fakat hâlâ onun bana baktığını hissedebiliyordum. Bakışlarının altında ezildiğimi bilmeden baktı. Boğazımdaki yumruyu gidermek için yanımdaki komodinin üzerinde duran sürahiye uzandım. Ahmet Akif de aynı anda hareketlenmiş, sürahiyi alıp bardağa su doldurmuştu. Bardağı ellerimin arasına bırakıp başımda dikilmeye devam etti. Su bitti, bardağı aldı ve yerine koydu. Hâlâ başımda dikilmeye devam ediyordu.

Bir şey diyecek gibi oldu, sustu. Arkasına döndü, gidiyordu. Geri döndü. Yatağın yanına çöktüğünde yine buluşmuştu gözlerimiz.

"Dilruba, biliyorum ne yeri ne zamanı ama seninle bir şey konuşmam lazım."

Söylemesi için başımı salladım. Ne diyeceğini merak ediyordum. Abimle ilgili miydi? Yahut annem ? Berra?

Gözlerini yumup yutkundu. Acı çekiyor gibiydi. Sonra derin bir nefes aldı ve tekrar açtı gözlerini. Ormanlara karşı duran bir küçük kız gibi hissettim yine.

"Bu durum çok zor geliyor bana. Sen kabuslarından her uyanışında uzaktan bakıp iyi misin demek istemiyorum. Pansuman yapılırken odadan iniltilerini duymak ama bir şey yapamayıp orada oturmak zorunda olmak istemiyorum."

Kafam karışmıştı. Anlayamıyordum.

"İyi de ne yapabilirsin ki? Hem yeterince şey yaptın sen. Beni kurtardın o bataklıktan. Evini açtın, yaralarımı sardırdın. Kardeşime abilik yaptın."

"Hayır hayır, mesele sadece bu pansuman yapılan yaralar değil Dilruba. Onlara ilaç etki ediyor."

"Ne peki?"

Çöktüğü yerden kalkıp yatağın ucuna ilişti. Gözlerindeki ormanda kaybolmamı sağlarken bir yandan da elini kalbinin üzerine götürdü. "Mesele içindeki yaralar."

Cümlesiyle aynı anda yüreğimde bir deniz kabardığını hissettim. Gözlerim nemlenmeye başlamıştı. Konuşmaya güç bulduğumda bir kaç cümle bıraktım ortaya. "Bazı yaralar sahibiyle ömür sürer. Ne derece derinler bilmiyorum ama izleri kalacak, biliyorum. Yapacak bir şey yok."

"Dilruba, bana bir hayat borçluydun yıllar önce hani, hatırlıyor musun?"

Başımı salladım. Hiç unutur muydum? Onunla ilgili her şeyi hatırlıyordum. Peki konu birden nasıl buna dönmüştü, anlamıyordum. "Evet."

"O zaman borcunu ödeme zamanı geldi. Birbirimize olan borçlarımızı ödeyelim, ne dersin?"

İşin ucunun nereye varacağını merak ediyordum. Gümbürdeyen kalbimi susturmaya çalışırken "Nasıl?" deyiverdim.

"Hayatına karşılık, hayatını bana ver."

"Anlamıyorum."

''Ömrünün kalanını bana ver yani. Benim yarım hayatıma kat hayatını, bütün et. Evlen benimle.''

Kocaman açılan gözlerim şaşkınlıkla onu buldu yine. Kalbim sıkışıp iki büklüm olurken, beynim isyan çıkarmıştı. Hayal mı görüyordum yoksa cidden Ahmet Akif az evvel bana evlenme teklifi mi etmişti?

Ben şaşkınca susarken kapı sesi duyuldu. "Akif, oğlum yardım ediver poşetlere."

Ahmet Akif ayağa kalkıp "Bu konuyu düşün, yine konuşacağız." dedi ve ona seslenen Hatice teyzenin yanına gitti.

Ben sakinleşmeye çalışıyordum, tak diye konuşmalarımız zihnime tekrar düşüyordu ve yine heyecan yapıyordum. Aynı zamanda gergindim. Kalbim ve mantığım farklı tellerden çalıyordu bu konuda.

Bir yanım , yıllarca Ahmet Akif'i sevmeye devam eden, onu bekleyen, ona delicesine bağlanan yanım kanat çırpıp uçmaya kalkıyordu. Beklemek bitmiş, beklenen gelmiş ve kavuşma zamanı diyordu bana. Kalbimde kalbini yıllarca muhafaza ettiğim gibi o da kalbinde kalbimi muhafaza edecekti belki.

Peki ya nasıl? Onca zaman benden gitmiş, sonra gelmiş ve hayatıma dönüm noktası olmuştu. Ölmeye hazır olduğum bir anda kolumdan tutup yaşama geri çekmişti beni. Şu hasta halimde yattığım bir kaç günde beni kalbine alacak değildi ya. Kalbinde bana yer var mıydı, kalbinden beni onca uzak tutuştan sonra? Yahut vicdanına yenilip de bana kol kanat germek mi istiyordu? Onca şey yaşadıktan sonra kalbimdeki insana kavuşup da biraz mutlu olurum mu istiyordu? Neden birden böyle çıkagelmişti? Nasıl böyle ciddi bir yola girmeye karar verebilmişti? Üstelik içim dışım böyle yara bere içindeyken. Yüreğimde tamir olması zor yaralar, zihnimde beni karanlıklara iten anılar, ruhumda kocaman yırtıklar... Bu halde kimse benimle mutlu olamazdı. Ruhunda derin yırtıklar olan bir kızdım ben, ne mutlu edebilir ne mutlu olabilirdim. Huzuru tatmaya uzaktım. Sahici güzel duygulara yabancıydım. Yıpranmıştım. Solmuş bir çiçektim, kuruyan bir daldım, kırılan bir çerçeve, ucundan yakılan bir fotoğraf...

Olmazdı. Sevdiğim adamı kendi karanlık, çürük, soğuk duvarlarım arasında hapsedemezdim. Ben alışmıştım yokluğuna, dayabiliyordum bu imtihana. O özgür olup uçsundu, kafeslere mahkum kalmasındı benimle.

"Kızım, nasılsın?"

Odaya giren Hatice teyze bana kocaman bir gülümseme ikram etmişti. Bense ona sönük bir taneyi zor göndermiştim. "Daha iyiyim."

"Sana kahvaltı hazırlıyorum şimdi. Sonra ilaçlarını içersin. Bir kaç saate kardeşin de gelecek."

"O nerede Hatice teyze? Ben yokken buradaydı ama ben gelince nereye gönderdiniz?"

"Endişe etme sen, güvenilir ellerde. Getirince görürsün kiminle olduğunu zaten. Hadi biraz dinlen, ben kahvaltını getireyim."

Ben kahvaltı yaparken Ahmet Akif bazı işleri olduğunu söyleyip gitmişti. Hatice teyzem bana biraz Kur'an okumuş, sonra da akşam için yemek hazırlamak üzere mutfağa geçmişti. Sıkılmayayım diye bana radyodan bir program açmıştı, dinliyordum. Ama beş dakika dinleyip on dakika Ahmet Akif'e ne diyeceğimi düşünüyordum.

"...Halbuki şunu unutuyor olabilirsin; Nefsi ve hissi işlerin sonu hüsrandır..."

Kulağıma takılan cümleler beni derin düşüncelere sevk etmişti. Doğru söylüyordu adam, haklıydı. Hüsrana, günaha girmemek için elimden geldiğince susmuştum ben de zaten. Yıllarca içime atmıştım sevdamı. Kimi gözlerimden anlamıştı kimi hâlimden ama kimseye dilimle âh etmemiştim. Hele ki ona.

Ama şimdi onca yaşadıklarımdan sonra yapamazdım. Kuş olup uçmuştu güzel duygular. Kışa, rüzgâra karışmıştı umutlar.

Derin bir nefes alıp tekrar radyoya kulak verdim. Şiirin ilmek ilmek içime işlediğini hissettim. Bana yazılmış gibiydi. Sanki benim gibiydi. Nasıl olur da böyle denk gelirdi?

"Artık olan oldu bize
Gelsen de bir gelmesen de
Gelemeyiz biz yüz yüze
Gelsen de bir gelmesen de

Hep kendini çektin naza
Yok bahara yahut yaza
Bıktım gayrı yaza yaza
Gelsen de bir gelmesen de

Demir tavında döğülür
Ağaç yaş iken eğilir
Çocuk küçükken sevilir
Gelsen de bir gelmesen de

Bir candır bu, bir andır bu
Giden gelmez, bir handır bu
Dağ-taş değil, insandır bu
Gelsen de bir gelmesen de

Göreceğin bir boş kafes
Ceset kalmış, çıkmış nefes
Nerde o can, nerde o ses
Gelsen de bir gelmesen de

Serdengeçti artık bitti
Bu ayrılık cana yetti
O bir kuştu, uçtu gitti
Gelsen de bir gelmesen de "

Bir nemliliğin yanaklarıma yayıldığını hissettim. Ama bitmemişti. Şimdi yine başka bir şiir sesleniyordu bana.

" ....
Gurbet eli bizim için yapmışlar
Çatısını çok muntazam çatmışlar
Ölüm ile ayrılığı tartmışlar
Elli dirhem fazla gelmiş ayrılık
..."

Allah'ım! Bazen gerçekten hayata hayretle bakıyordum. Çok garipti. Bir gün birileri bir şiir yazıyordu, bir söz söylüyordu ve sonra yıllar geçiyor o şiir, o söz birilerine öyle bir zamanda kendini gösteriyordu ki... Sanki o gün için o kişi için yazılmış ve yıllarca beklemiş gibi.

"Kızım kapı çalıyor, geldi seninki."

Hatice teyzemin sesi beni varlık alemine geri çekmişti.

Berra'mın heyecanlı sesini duyar duymaz gözlerim dolmaya başlamıştı. "Ablam nerde Hatice teyze?"

"Ablasını çok mu özlemiş benim kuzum? Akif abinin odasında. Koş!"

Bakışlarım odanın kapısında bekliyordum. Güzel yüzlümü görür görmez beklemediğim bir şekilde gülümsemiştim. Demek hâlâ gerçek gülümseler vardı içimde bir yerlere gizlenmiş de olsa.

"Ablacığım!"

Berra kollarını bana sıkıca sarıp sarıldığında vücudumdaki yaralar acısa da sustum. Kardeşime sıkıca sardım ben de kollarımı. Kokusunu içime çektim, yanaklarından öptüm, gözlerinden, ellerinden...

Ben onun için sabretmiştim. Berra var diye dayanmıştım onca yaşamaya. Ve şimdi ablasına şifa oluyordu kardeşim.

"Niye ağlıyorsun abla?"

Berra'mın elini sıkıca tuttum. "Mutluluktan ablacım."

Minik elleriyle yanaklarımdaki yaşları sildi. "Ağlama artık. Gül." dediğinde istemesem bile gülmemem imkansızdı.

"Dilruba?"

Bakışlarım Berra'dan uzaklaşıp kapının önünde dikilen arkadaşıma kaydı. "Esra.."
Esra yanıma doğru yaklaşırken dolu gözlerim yine taşmıştı. "Esra'm, beni affet."

"Ben seni affedeli çok oldu. Kardeşler, dostlar hiç dargın kalabilir mi sanıyorsun?" deyip tebessüm etti, kollarını boynuma sardı.

 

"Girebilir miyim?"

Ahmet Akif'in sesini duyunca yine gerilmiştim.
"Buyur."

Berra'yı uyutuyordu az evvel. Geldiğine göre, Berra uyumuştu.

Kapı açıldı, Ahmet Akif kapıyı açık bırakarak odaya girdi ve yatağın yanına bir sandalye çekip oturdu. Bakışları odada geziniyordu. "İlaçlarını içtin mi?"

"Evet." dedim ve birbirine bağladığım ellerime indirdim bakışlarımı.

"Güzel. Nasılsın peki? Ağrın var mı? "

"Daha iyiyim. Bugün çok ağrım yoktu. Berra olunca hissetmedim ya da..."

Başını salladığını fark ettim ona değen bir kaç saniyelik bakışlarım üzere.

"Düşündün mü?"

İşte, korktuğum yere gelmiştik. "Düşündüm..." diye mırıldandım.

"Ve..?"

Yanmaya başlayan gözlerime baskı uyguladım. Hayır, dolsa da akmayacaktı. Ağlarsam olmazdı. Beni hayata bağlayan son gücümü kullanıyor gibi hissediyordum. Zor da olsa söylemeliydim.

"Olmaz."

Aniden kafasını kaldırmış ve göz göze gelmiştik. Bunu beklemiyor gibiydi. "Olmaz mı?"

Başımı sallayarak yanıt verdim. Konuşsam paramparça dökülecektim sanki. "Neden peki?" dedi, kırgın bir çocuk gibiydi sesi.

"Yapamam." dedim. Biraz sustum, güç topladım becerebildiğim kadarıyla. Devam ettim sonra. "Yapamam bunu kimseye. Benim karanlık, onulmaz yarımım senin yarımına bütün olamaz Ahmet Akif. Senin yarımını da hasta eder, çürütür. Benim kalbim boş bir kafes artık, içinde neşeyle öten kuşlar yok. Bugün radyoda bir şiir okudular, aynı oradaki gibi : 'Göreceğin bir boş kafes / Ceset kalmış, çıkmış nefes / Nerde o can, nerde o ses / Gelsen de bir gelmesen de' .
Bir insan bir insana nefes olamayacaksa, can katamayacaksa ne anlamı var onunla hayatını bağlamanın? Ben sana nefes olamam, can veremem, kanat çırpamam ki. Gerçek bir tebessüm veremem belki. Sadece sen değil, kimseye yapamam bunları. Ben acı doluyum. Düştüğüm yerden nasıl kalkılır bilmiyorum, kalkabilir miyim bilmiyorum. Gücüm yok bunları yapmaya. Gücüm yok..."

Ağlamayacağım demiştim , peki neydi suratıma yağan bu yağmur? Beklemediğim kadar anlatıyordum kendimi. Anlatmalıydım da. Anlatmalıydım ki anlasın.

"Ne dışım sağlam ne içim. İkisi de kırık dökük. İkisi de harabe. İkisi de yuva olamaz ki kimseye. Yüreğimde tamir olması zor yaralar, zihnimde beni karanlıklara iten anılar, ruhumda derin yırtıklar... Kendine bunu yapmanın bir anlamı yok. Yüreğini, ona şifa olacak birine emanet et. Yara olacak birine değil."

Daha da bir şey söyleyemezdim. Bundan fazlasına dayanamazdım. Sevdiğin adama bunları söylemek öyle bir yırtık daha açıyordu ki ruhta!

Sustum. Ahmet Akiften ses çıkmayınca istemsizce kaldırdım başımı, gözlerim gözlerine düşmüştü ânında. Hayatımda hiç böylesine kaybolmamıştım onun içindeki ormanlarda. Öyle bir bakıyordu ki, ne gözlerimi kaçırabiliyordum ne gözlerindeki bakışa mânâ verebiliyordum. Ne demek istiyordu gözleri? Bir insan nasıl böyle bakabilirdi? Nasıl bir bakışıyla karşısındakinin yüreğini eritebilirdi?

"Ben olurum." dedi. Onca sessizlikten sonra ilk cümlesi bu olmuştu. Durdu, çekti bakışlarını, çektim ben de. Bir girdaptan çıkmış gibi sarsılmıştım.

"Ben olurum karanlıklarına aydınlık, yaralarına merhem, yarına yar, canına can, nefesine nefes... Ben kaldırırım seni düştüğün yerden, kalkamazsan. Ben tutarım ellerinden, sen tutamazsan. Ben yardım ederim kırıklarını onarmaya. Sen olma bana yuva, ben yuva olurum sana. Acıtan anılarının üzerine o kadar çok güzel anı koyarım ki artık hatırlamaz, hissetmezsin onları. Tutarım ellerinden, seni aydınlığa çıkarırım her karanlığa düştüğünde. Geceleri uykusuz kalınca uykun olurum yeri gelince, yeri gelince uykusuzluğunu paylaşırım. Dermanımdan veririm sana, gücümden veririm. Sen yanımda oldukça da güçlü kalırım zaten. Sen bana yara olmazsın, yâr olur yâren olursun. Ancak sen bana şifa olursun, başka kimse değil. Benim yarımıma senden başka bütün olamaz. Bırak ben de kalbimi sana vereyim, seninkinin yıllarca bende kaldığı gibi. Ben sende ne olmak gerekiyorsa o olurum, Dilruba."

Farkında değildi bana ne yaptığının. Farkında değildi işte şu sözleriyle beni asıl şimdi sonsuza dek kendine bağladığının. Gözümden akan yaşları silip duruyordum. Parmaklarım tekrar yüzümde dolaştı. İnkar etsem de etmesem de artık her şey bitmiş sayılırdı içimde. Dilim ne derse desin yüreğim haykırıyordu var gücüyle. Nasıl oldu anlamadan bir kaç sözcük döküldü dudaklarımdan.

"Yırtık ruhlara dikiş tutar mı Ahmet Akif?"

Tüm umudumu bu sorunun yanıtına bağlamıştım. Bu soru benim yaşamama ya da ölmeme karar verecekti sanki. Onda, yüreğinde yaşamama ya da onun için artık ölmeme...

Bu sorunun cevabı bir açıdan daha önemliydi. Eğer tutuyorsa, benim ruhumun yırtıklarını ancak o onarabilirdi, o dikiş tutturabilirdi.

"Tutar, Dilruba." dediğinde yine bir an karşılaştım bakışlarıyla. "Tutar. Ve bil ki, senin ruhunun dikişleri için gece gündüz demeden uğraşırım. Gerekirse ilmek ilmek işlerim ruhuna ruhumdan."

Suratıma belli belirsiz bir tebessüm konup geçmişti.

Derin bir nefes aldı, sonra eli hırkasını cebine gitti.

"Kimsem olur musun benim bu akşam / Burada, tam uçuruma düşmeden önce / Kime uzatayım elimi, diye düşünmeden ; Dilruba?"


28Harizan2019

 

Loading...
0%