Yeni Üyelik
1.
Bölüm

1 - Daha Geç Karşılaşsaydık

@sukunettekelimeler

"Çünkü zamanı geldiğinde herkes gider" *

——


Hayat herkes için farklı bir seyirde ilerler. Tarihler, yaşlar, hepsinin ifade ettiği anlam her birimiz için çeşit çeşittir.


Ben Berra. Sekiz çocuklu bir ailenin altıncısı olarak dünyaya geldim. Üç ablam da on beşine yahut on altısına girer girmez evlendirilmişti. Ağabeylerim ise biri on sekizinde diğeri yirmisinde olmak üzere yengelerimle evlenmişti. Bizimkilerin kültüründe bu çok yaygın olduğundan ötürü herkes erken evlilikleri doğal karşılıyordu.


Mesela annem, on dördündeyken babamla evlenmiş, benim yaşımdayken en büyük ablamı kucağına almış. Daha kendisi çocukken bir çocuk sahibi olmuş, anlayacağınız. On yedisinde diğer ablam, yirmisinde büyük ağabeyim, yirmi dördünde Fatma ablam, yirmi sekizinde en küçük ağabeyim, otuz iki yaşında ben, otuz beşinde Devran, kırkında ise en küçüklerimiz olan kardeşim Buğlem dünyaya geldi.


Çevremdeki akrabalarım yahut bazı komşularımın kızları ortaokulu bitirdikten sonra bir kaç yıl içerisinde evlendiriliyordu. Kimisi bundan memnunken, evliliği ve gelinlik giymeyi bir oyun, hülya, eğlence ve düşten ibaret sanarken, kimisi ailesi tarafından zorlanıyordu.
Bazı arkadaşlarımın aksine benim gelinlik giymek, prensesler gibi olmak, evlenmek, çok sevilmek, bir an evvel büyümek istemek gibi düşünce ve isteklerim yoktu. Bunları romantize eden bir karaktere sahip değildim. Ben kefenin diğer ucundaydım.


Tam da bu sebeple ortaokul bitmesin diye dualar ediyordum ama her şey gibi bu dönem de sona erecekti, biliyordum. Yine de son bir ayda zamanın durmasını ve hep bu döngüde seyretmesini nasıl içten dilemiştim, anlatamam.


Elbette öyle olmadı. Zamanı kim yakalayabilmiş, durdurabilmiş, bir döngüye sokabilmişti ki ben bunu başarabileyim?


Okul bitti. Yaz tatili geldi. On beşime gireli çok olmamıştı ve bir gün evde ismimin dahil olduğu bir evlilik konusu açılacak diye haftalarca ödüm koptu.
Bu dünyada bir şeyden kaçmayı ne kadar isterseniz, ona yakalanma ihtimaliniz de o kadar artar. Ben de yakalandım.


Bir gün babam, anneme, benim için münasip bir talip olduğunu ve bunu değerlendirmek istediğini söylemiş. Uzun zamandır tanışık oldukları bir ahbabının torunuymuş bu genç. On dokuzundaymış. Liseyi yeni bitirmiş. Anne ve babası vefat etmiş. Yaşlı adam da torununu evlendirmek, yuvasını kurmak istiyormuş. Babamı da severmiş. Onun yetiştirdiği bir kızın kendilerine gelin olarak uygun olacağına eminmiş. Hem yabancılık da çekmezmişim, geleneklerimiz göreneklerimiz benzermiş. Bu genç de çalışkan, saygılı, işini bilen, akıllı (ve unuttuğum başka nice sıfatlar daha) biriymiş. Babam eğer beni evlendirmeyi düşünüyorsa, kızı yabancı yere gitmezmiş, dünür olmaları iyi bir fırsatmış. Babamın da aklından zaten beni bir iki yıla evlendirmek geçiyormuş. Evde oturup da ne yapacakmışım, okulum da bitmiş. Kendime ait bir yuva kurabilirmişim.


Annem bunları bana söyledikten sonra sustuğunda anlamıştım ki anlatılanlar bana fikrimi sormak için değil, daha ziyade beni durumdan haberdar etmek içindi. Benim rızamın çok bir önemi yoktu.


Duyduklarım karşısında hıçkırarak ağlamaya başlamıştım. Korktuğum şey başıma geliyordu. Ben evlenmek istemiyordum. Kendime ait bir yuva kuramayacak, bu sorumluluğu alamayacak kadar küçüktüm. Sınıf arkadaşlarım liseye geçecek, aileleriyle yaşamayı sürdürecek, eğitimlerine devam edecekti. Bense evlenecektim, ailemden ayrılacaktım, büyük bir yükü omuzlamak zorunda kalacaktım, hatta belki de tıpkı annem ve ablalarım gibi daha kendim bir çocukken bir evlat sahibi olacaktım, öyle mi?
Buna hazır değildim. Benden eş olmazdı, anne olmazdı, kadın olmazdı. Ben daha çocuktum. Liseye gitmek, lise diplomamı almak, ailemle yaşamak, küçük kardeşlerim Devran ve Buğlem'den ayrılmamak, arkadaşlarımla buluşup vakit geçirmek, normal bir ergenlik dönemi yaşamak istiyordum. Gerçekten kendimi hazır hissettiğimde, büyüdüğümde, bir yetişkin olduğumda ve bu ciddi sorumluluğu kaldırabilecek hâle geldiğimde evlenebilirdim ancak.

Bütün bunları anneme ağlayarak, sitemle, onlara karşı çıkarak söylediğimde gözlerime sessizce baktı. Bekledi, bekledi, ardından "Bunları babanla konuşmalısın. Biliyorsun ki bizim ailemizde kız çocuklarını ortaokuldan sonra okutmak hiç yaygın değil. Bütün ablaların da senin yaşlarında evlendi. Baban bu isteklerine ne der bilmiyorum. Okusan dahi baban açıktan okumana izin verir sadece. Seni de evlendirmeye niyetli gibi duruyor. Cuma günü gidip çocuğu görecekmiş, beğenip uygun bulursa bu işe rıza gösterecekmiş. Hazır münasip biri varken senin de kendi aileni kurmanı istiyor," dedi.

İtirazımı babama kolay kolay ifade edemeyeceğimi biliyordu. Babamla hiçbir zaman çok samimi bir ilişkimiz olmamıştı. O bizim için hem bir baba hem de bir otorite figürüydü. Söyledikleri yapılması gereken, karşı çıkılması zor, mesafesini koruyan, bir şey rica ederken çekinilen, yine de her daim bizim iyiliğimizi düşündüğüne inanılan bir role sahipti.


Dünyam başıma yıkılmıştı. Babam cuma günü o çocuğu görmeye gittiğinde onu hiç uygun bulmasın diye dualar ettim. Aksi takdirde ne yapabilirdim ki? Evden kaçma fikri aklıma geldi ama buna cesaret edebileceğimden emin değildim. Çünkü gidecek, sığınacak bir yerim veya kimsem yoktu. Ve dünyanın pislik içinde yüzdüğünü, benim yaşımda bir kızı da o lağım çukurunun içine kolayca çekebileceğini biliyordum. Büyük mucizelerin beni bulacağı kadar şanslı biri olduğumu düşünmüyordum. Öyle olsa şu an bu durumda da olmazdım.


Düşünmekten zihnim yorulmuş, sonunda bir karar vermiştim. Perşembe akşamı bir delilik yaptım. Babam televizyon karşısında haberleri dinleyip akşam çayını içerken yanına gittim ve karşı koltuğa usulca oturdum. Beni fark etmesi için ona uzunca baktım. Stres olmuştum ve gergindim.


Neyse ki kısa sürede başını benden yana çevirmişti. Babam ilgisiz biri değildi, bizi fark ederdi. Fakat doğduğu andan beri içinde büyüdüğü bazı adetler ve alışkanlar vardı ki onları benimsemiş, sıkıca tutunuyordu. Belki o adetler ve alışkanlıklar ona da diretilmişti ve ister istemez kabullenmişti. Bilmiyorum.

Bense aklıma yatmayan ve işime gelmeyen her şeye başkaldırmayı seçen asi bir kızdım. Fakat bu asiliğimi genellikle kendi içimde yaşardım. Dile getirmeye çekinirdim. Yalnızca bazı aile üyelerim ve yakın arkadaşlarımla paylaşabilirdim bu zıt fikir ve inanışlarımı. Bu sebeple dışarıdan bakan biri, derinlerimde gizlenen o asi kişiliği göremezdi.


"Bir şey mi oldu kızım?" dedi babam sakin bir sesle.
Bu belki de Allah'ın bana bir lütfuydu. Onu ilk kez bu kadar sakin ve yumuşak görüyordum. Yahut o an ben öyle hissettim, çünkü buna ihtiyacım vardı, bilmiyorum. Sonuç olarak bu durum bana cesaret vermişti.


"Evet," dedim titrek bir nefes alarak. Babam "anlat," dercesine baktı gözlerime ve başını oynattı. "Ama kızmayacaksın?" dedim önlem almak istercesine.

Aslında bana kızdığı pek olmamıştı. Her ne kadar otorite figürü olsa ve mesafeli görünse de bize kötü davranmaz, terslemez, bağırmaz, kızmazdı. Bir hatamızı görünce uyarır, doğrusuna teşvik ederdi. Yine de az sonra isteyeceklerim onun için alışıldık şeyler olmadığından, bir söz almaya ihtiyaç duymuştum.


"Kızmam, söz. Söyle bakayım, ne diyeceksin?"


"Ben liseye gitmek istiyorum, okumak istiyorum," dedim bir çırpıda. Babamın yüzünde şaşkınlığını belli eden bir takım mimikler belirdi. "Evlenmek istemiyorum, sizinle burada kalmak istiyorum," diye devam ettim hazır başlamışken. Bunları dile getirirken ani bir duygu seline kapılmıştım ve gözlerim dolmuştu.


Babam elindeki çayı yavaşça sehpanın üzerine bıraktı. Oturuşunu dikleştirdi. Şaşkınlığını çabucak üzerinden attı ve ciddiyete büründü.


"Berra, bu ailede, hatta sülalede, bir kız çocuğunun okuduğu görülmüş şey değil. Sen de biliyorsun. O ortamlar hoş değil. İnsanın başına binbir türlü şey gelebilir. Buna rızam ve iznim yok. İlle okurum diyorsan açıktan okumana izin verebilirim. Fakat yüz yüze eğitim olmaz kızım. Diğer meseleye gelirsek, yarın gidip o gençle bizzat tanışacağım. Eğer içime sinerse onunla evlenmeni istiyorum. İyi insanlar her zaman karşımıza çıkmaz. Hayırlı bir kısmeti geri tepmenin bir anlamı yok. Sen de artık küçük değilsin. Elinden çoğu iş geliyor. Kimse annesinin babasının yanında sonsuza dek kalmıyor kızım. Vakti gelince herkes evlenip gidiyor, kendi yuvasını kuruyor. Sen de gideceksin. Ha bugün ha yarın. Kendini buna alıştır ki zorlanmayasın."


Söylediklerine verecek başka bir cevabım yoktu çünkü çok kararlı olduğu belliydi. Yalnızca sustum.

Babamın cümlelerine bakarsak giden bendim. Oysa fark etmiyordu ki beni gönderen olarak "giden" onlardı. Hayatımdan sessizce elini eteğini çeken, bizi birbirimizden ayıran onlardı. Bu yüzden ben kendimi hiçbir zaman giden olarak görmeyecektim.

Babam o akşam bana kızmadı. Sesini bile yükseltmedi. Kötü bir bakış dahi atmadı. Ama ben yine de çok kırıldım. Küçük kardeşlerimle paylaştığımız odaya girip yatağıma uzandığımda sessizce gözyaşlarım akarken, kalp kırıklığı ve çaresizlik hisleriyle tanışmıştım. Merhaba, ben Berra. Pek memnun olmadım. Keşke daha geç karşılaşsaydık. 



——

*Mustafa Ulusoy


Loading...
0%