Yeni Üyelik
10.
Bölüm

10 - Bencilce Sebepler

@sukunettekelimeler

"Her yerde ve her şeyde aradığımız sadece kendimiz. Kendimizi bulabilmek. Hepsi bu."*

——


Farkında olmadığımız çok şey vardı hayatta. Geçmişe dönüp bakınca anlayabiliyorduk bazen, kararlarımızın, eylemlerimizin, duygularımızın kendimizi düşünmemizle ne çok ilintili olduğunu. Bir şeyin bize faydası dokunuyorsa, birinden iyilik görüyorsak, değerleniyordu gözümüzde. İnsan denen varlık böyleydi. Kim kendisine zararı dokunanı severdi ki? Kim isterdi?

Yağmurun hâlâ yağmaya devam ettiği dışarıdan gelen seslerden anlaşılıyordu. Oturma odasındaki koltukta uzanmış kitap okurken, ninni gibi gelen bu sesler yorgun zihnimi iyice mayıştırmıştı. Gözlerim kapanıyor, okuduklarım aklıma girmeden silinip gidiyordu. Kendimi zorlamayı bıraktım ve kitabı yere koyup uykunun kollarına teslim oldum.

Okulda biraz başım ağrımasına rağmen eve geldiğimde çorba ve soslu makarna yapmıştım. Emin'in işten dönüşüne yakın da salata yaparım diye düşünmüştüm. Zor şeyler hazırlamış olmasam da kendimi bitkin hissediyordum. Bulutlu ve yağmurlu olan hava sebebiyle mi bilmem, bugün pek keyfim de yerinde değildi. Tam da bu sebeple yarım saatlik o uyku bana çok iyi gelmişti.

Kapının sesine uyanmıştım. Emin'in geldiğini işaret eden takırtı tukurtularla uykum iyice açıldı. Tavana ve etrafa biraz boş boş baktıktan sonra uzandığım yerden yavaşça doğruldum.

- Selamünaleyküm

Selam verip içeriye giren Emin de kendini çaprazımdaki koltuğa bıraktı ve arkasına yaslandı. Selamını aldım.

"Uyuyor muydun?" derken yüzümün hâlinden bunu anladığı belliydi. Sorudan ziyade bir gerçeği dile getirişti.

"Bugün başım ağrıyordu, keyifsizdim, uyuyakalmışım."

"Niye keyifsizsin? Bir sıkıntı mı var?"

"Yoo, bir sebebi yok."

İkimiz de sustuğumuzda burnuma farklı bir kokunun dolduğunu hissettim. Kaşlarım hafifçe çatıldı. Rahatsız hissederek kokuyu anlamak için daha derin bir nefes aldım. Ve idrak etmekte gecikmedim. Sigara kokuyordu. Hem de çok kötü. En nefret ettiğim şeylerden biriydi. Kaynağı ise malumdu.

Sigara kullandığını evlenmeden önce de biliyordum fakat şimdiye dek beni rahatsız edecek şekilde bir koku almamıştım ondan. Sigara kokmamaya kendisi de dikkat ediyordu. Ama bugün durum farklıydı belli ki.

"Üff, çok kötü sigara kokuyor," diye hayıflandım. Küçük bir öksürük gelip çattı boğazıma. Şikayetçi bir şekilde düşüncelerimi dile getirdim. "Sigara kokusuna katlanamıyorum. Dokunuyor bana. Rahatsız ediyor. Dikkat edersen sevinirim."

Emin'in bakışları üzerime çevrilmişti. "Hadi ya," dedi mırıltıyla. "E daha önce hiç şikayet etmemiştin?"

"Çünkü daha önce hiç böyle dumana bulanıp eve gelmemiştin."

"Bugün biraz fazla içtim sanırım. Gelirken de aynı şekilde. Kapıda söndürdüm. O yüzdendir," diye açıkladı.

"Bugün kendimi daha da zehirleyeyim dedin yani? Tebrikler."

"Canım sıkkındı, farkında olmadan fazla kaptırmışım. Hem sana ne oluyor? Kendi sağlığım."

Neye canının sıkıldığını merak edip sormak istesem de sonrasında söylediği cümleler sinirlerimi bozmuştu. Sitemli bir şeklide "Doğru! Bana ne! Naparsan yap. Senin sağlığın. Ama evi kokutmazsan sevinirim!" diye çıkıştım.

"Kokutmayız!" diye ters ters yanıtladı o da.

Durup dururken ikimizin de tansiyonu neden yükselmişti bilmiyorum. Başka sebeplerden ötürü moralimiz bozuk olduğu hâlde birbirimize sarmıştık.

Bir süre ikimiz de sessiz kaldık. Ardından "Ben ders yapacağım," diyerek kalktım ve odama gittim.

Akşam erkenden yatıp uyumuştum. Yatmadan evvel de yalnızca su içmeye gittiğimde Emin ile bir kez karşılaşmıştık. Bi ara mutfaktan yemekleri ısıtıp yediğine dair sesler duymuştum. Sonra o ne yaptı bilmiyorum, ben canım hiçbir şey yapmak istemediği için yatağımda uzanırken uyuyakaldım.

——


Hazal heves ve heyecanla yaptığı teklife Ceyda'dan olumlu bir yanıt almış, benim cevabımı bekliyordu.

- İzin almaya çalışırım ama kesin bir şey diyemiyorum.

"Alırsın alırsın. Hem evimiz ulaşımı kolay bir yerde. Merkezde. İsterseniz akşam annemle biz evlerinize arabayla bırakırız sizi? Annemin ehliyeti var. Olmadı annenle ben konuşurum? Annem arar ya da?" diye muhtemel yollar aramaya koyuldu hemen.

"Yok, annemi aramaya falan gerek yok, kendim konuşmam daha iyi hem," diye atıldım hemen. İzin alacağım kişi kesinlikle o değildi.

"İyi madem. Akşam sen bir dene. Olmadı annem anneni arar. Bakarız bir çaresine. Ay çok heyecanlı! İnşallah gelebilirsiniz! Size hamur işleri yaparız bak annemle!"

Hazal ve Ceyda şimdiden plan yapmaya başlarken benim aklım izin meselesindeydi. Açıkçası gideceğime pek ihtimal vermediğim için onlar kadar heveslenemiyordum. Kızların heyecanları yanında ben sönük sönük kalıyordum.

Emin ile dün akşamki sitemli havamız hâlâ normale dönmüş değildi. Sabah okula neredeyse geç kalacaktım, kapıya vurup "Saat kaç oldu, daha uyanmadın mı? Ben çıkıyorum bak! Sonra geç kalırsın kalkmazsan!" diye çemkirerek beni uyandırmıştı. Tamam tamam, ben huysuzdum ve sesindeki en ufak değişim onu gözümde çemkirir hâle getirmişti. Yoksa gerçekten çemkirdiğinden değil yani.

Herneyse. Sonuç olarak Emin'den ilk kez bir şey için izin almam gerekiyordu. Bu çok garip hissettirdiği gibi, tam da limoni olduğumuz güne denk gelmişti. Harika cidden!

Ders saati yaklaştığı için yavaş yavaş sınıfa geçtik. Sınıf hava alsın diye kapalı olan diğer pencereyi de açmak amacıyla cam kenarına yaklaşmıştım ki hoca geldi. Derse başlamadan hemen önce yoklama almasıyla meşhur olan hocamız sınıfa şöyle bir bakıp eksikler olduğunu fark ederken "Arkadaşlarınız nerede?" diye sordu, geç kaldıklarını kast ederek.

Açtığım pencereden bahçeye baktığımda bir kaçının sahada valeybol oynadıklarını gördüm. Sesimin duyulmasını umut ederek onlara seslendim. Neyse ki Begüm ilk seferde beni duymuştu.

- Hoca geldi, sınıfa gelin.

Begüm, Yusuf, Ali ve diğerleri topu kenarı koyup sahadan uzaklaşmaya başladılar. Tam bu sırada hoca, müdür yardımcısından bir şey almak için sınıftan çıkmıştı. Onlar geldiğinde hoca içeride değildi. Henüz geri dönememişti.

Begüm bana bakıp sorgularcasına etrafı gösterdi. ''Hani, hoca nerede?''

Ciddiyetimi bozmadan ona cevap verdim. ''Hoca yok aslında, ben sizi kandırdım. Siz de geldiniz, kanmasaydınız.''

Deniz bana ölümcül bir bakış atarken, Yusuf ''Ciddi misin?'' deyip tek kaşını havaya kaldırmıştı. Benden böyle bir şey beklemediği belliydi. Yalan söylemeyeceğime veya bu tarz bi şaka yapmayacağıma dair olan güvenleri içimde bir yerleri sıcacık etti. İyi hissettim.

Gülmeden bunu yapmayı başardığım için kendimi tebrik ettim.

''Şaka şaka. Hoca bir şey alıp gelecek şimdi,'' dediğimde gülümsedim. Deniz hariç onlar da gülümsemişti. Deniz'in benden pek hoşlandığını sanmıyordum ama umursadığım da söylenemeezdi.

''Ulan Berra! Şaşırtmıştın beni!'' deyip göz devirdi Ali. Ben de onun cümlesine karışan ulan sözcüğüne şaşırmıştım. Çünkü normalde hiç kaba saba sözcüklerin diline dolandığına rastlamamıştım. Yine de ses etmedim. Bazen refleksle ağzımızdan kaçabiliyordu.

Ben yerime doğru yürürken hoca da geri geldi ve dersimiz başladı.

Sonunda bütün dersler bittiğinde kızlarla vedalaştık. İkisi de eve servisle döndükleri için ben her zamanki gibi durağa tek başıma yürüyordum. Lakin bu kez bir farklılık oldu ve "Berra!" diye seslenen Yusuf'u işittim. Adımlarımı durdurup arkama döndüm. Bir kaç adım ötemdeydi. Yanıma vardığında "Bir şey soracağım," derken bir yandan da yürümeye devam ettiğinde ben de hareketlendim. Yan yana durağa gitmeye koyulduk. Aynı zamanda hocanın verdiği performans ödeviyle ilgili anlamadığı bir noktayı belirtmişti. En baştan ayrıntılarıyla ne yapmamız gerektiğini açıkladığımda içi rahatlayarak teşekkür etti. Bu sırada durağa varmıştık.

Yusuf "Sen nerede oturuyordun?" diye sorduğunda yaşadığım semtin ismini verdim. Karşılığında ben de "Sen?" diye sordum ona. Aslına bakarsan bilsem de bilmesem de fark etmezdi ama diylaogların gidişatı gereği soruvermiştim. Ayaküstü bir iki dakika daha konuşmuştuk ki bineceğim otobüs yolun başında göründü.

"İyi akşamlar Yusuf," dedim ve öne doğru bir adım attım.

- İyi akşamlar, yarın görüşürüz.

Otobüse bindim. Yolculuğum sırasında, durakta beklerken yavaş yavaş gökyüzünü kaplayan gri bulutlar her yanı sarmış, küçük yağmur damlaları pencereye vurmaya başlamıştı. Rüzgar çıkmış, sert bir esinti ağaç dallarını dalgalandırıyordu.

Eve yürümek için mahalle başında otobüsten indiğimde o esintinin göründüğünden daha güçlü olduğunu anladım. Üşümeye başlamıştım. Havalar iyice soğumuştu. Evde de artık geceleri üşüyordum. Bu konuyu da Emin'e açsam iyi olacaktı.

Kendimi eve attığımda vücudum titriyordu. Koşarak duşa girdim ve sıcak suyun altında ısındım. Banyodan çıkasım hiç gelmedi ama sonsuza dek burada kalamazdım. Havluya sarınıp odama geçtim. Dolaptan en kalın kıyafetlerimi çıkartıp giyindim. Saçlarımı tarayıp kurutma makinasıyla kuruttum. Biraz karışınca yeniden taramak zorunda kaldım. Neyse ki ilk geldiğimdeki kadar üşümüyordum. Evin ısısına uyum sağlamıştım. Yine de bazı odalar diğerlerinden daha serindi ve içerideki doğalgazlı sobayı yakmayı tercih ederdim. Fakat daha önce hiç bu tarz bir soba yakmamıştım. Nasıl açılacağını bilmiyordum. Yalnış bir şey yapmak da istemiyordum. Bu sebeple soba konusunda Emin'i beklemeyi seçtim.

Beklerken ödevlerimi yaptım. Emin'in eve geliş vaktine az kala mutfağa girip salata yaptım. Dün Emin'le zıtlaşıp odama çekilerek yapmadığım salata. Yemekleri dolaptan çıkartıp ısıttım. Sofrayı kurdum. Tam bu sırada kapı çalmıştı.

Normalde kendi anahtarıyla kapıyı açtığını bildiğimden, unutmuş olabileceğini düşündüm. Dış kapıya gidip delikten baktım. Karşımda onun aşinası olduğum simasını görünce kapıyı açtım.

Emin ayakkabılarını çıkartıp içeriye geçerken selam verdi. Selamını aldım ve "Hoş geldin," dedim sakince.

- Hoş buldum.

- Sofra hazır. Yemekleri yeni ısıttım. Elini yüzünü yıka, gel.

- Tamamdır.

Ben mutfağa geçip tabaklara çorbaları koyduktan sonra Emin de gelmişti. Karşılıklı oturduk. Emin, ekmek poşetini açıp ikimizin önüne de ekmek dilimleri bıraktı.

- Eline sağlık.

- Afiyet olsun.

Yemek sırasında sessizdik. Ta ki aklıma soba meselesi gelene dek.

- Emin, havalar soğudu. Ben üşüyorum. İçerideki sobayı yakalım mı? Ben nasıl kullanıldığını bilmediğim için ellemedim bugün. Seni bekledim.

- Olur, yemekten sonra yakarız. Hem sana da gösteririm.

Sessizce yemeğimizi yedik. Sofrayı topladık. Birlikte salona geçtiğimizde Emin direkt olarak doğalgazlı sobanın önüne yürüdü. Sağ köşesindeki kare kapakçığı açtı ve içerisindeki siyah yuvarlak, düğme olamayacak kadar büyük şeye uzandı. Ben de yanına çöküp oturdum.

- Bu siyah kısmı çevirdikte sıcaklık derecesi ayarlanıyor. Ama önce yakma kısmına geçelim. Bu kolu indireceğiz önce. Vana gibi düşünebilirsin. Ardından şu kırmızı düğmecik, çakmak. Ona bastığımızda zaten sesten de anlayacaksın çakmak kısmı olduğunu ve yanmasını sağladığını.

Anlattıklarını bir yandan da uygulamalı olarak gösterdi. Çakmağı bir kaç kez çatırdıktan sonra sonunda yandığını anlayabilmiştik. Deliklerin arasından da hafiften bir kızıllık görünüyordu.

- Hah, oldu. Şimdi de buradan çevirip istediğimiz ayara getiriyoruz. Ben beşe getireyim, çabuk ısınsın içerisi. Isındığında ayarını düşürürüz.

"Kolaymış," dedim. "Teşekkür ederim."

- Ne demek.

Emin çöktüğü yerden kalkıp kapıya doğru yürüdü.

- Kapıyı da kapatalım, kapalı tutalım, oda ısınsın. Diğer odaların soğuğu girmesin içeri.

Söylediği gibi yaptı ve kapıyı örttü. Fakat öncesinde kendisi de odadan çıktı. Sobanın sesi eşliğinde yalnız kalmıştım bir süre. Deliklere yaklaşıp içindeki ateşe baktım, el verdiğince. Pek bir şey belli olmuyordu sanki. "Neyse," deyip kalktım ben de sobanın başından. "Haftaya sınavlar var. Ben biraz ders çalışayım en iyisi."

Odamdan kitap defterleri almak için gidiyordum ki kapı açıldı ve Emin içeriye girdi. "Çay suyu koydum," deyip kanepeye doğru yürüdü. "Sen de bi mısır patlatırsın? Televizyonda güzel bi film var, sekiz buçukta başlıyor. İzleriz?"

Kafasına kurduğu planı bozmak istemedim. Aramızdaki limoniliği de atmıştık az evvel, belli ki. Zaten ufacık bir şeydi, çocuk gibi büyütecek değildik. Gerçi ben çocuk sayılırım, büyütsem hakkımdır, çaktırmayın.

- Olur. O zamana dek biraz ders çalışacağım ama. Haftaya sınavlarım var.

- Çalış tabi, boşuna mı okula gidiyorsun?

Ona yandan bir bakış atıp odadan çıktım.

- Kapıyı kapat kapıyı! Soba yaktık!

Kapıyı kapatmayı unuttuğumu fark etmemiştim. Eh, alışık değildim. Daha yeni ortaya çıkmıştı bu kapıyı kapalı tutma işi sonuçta.

Hızlıca bir kaç kitabımı alıp geri geldim. Kapıyı kapatıp Emin'in karşısındaki koltuğa oturdum.

- Ben namaz kılmayı unuttum ya!

Birden kalkıp köşedeki televizyon ünitesine yöneldi ve çekmeceden seccade alıp kıbleye doğru serdi. O kamet getirip namaza başlarken ben de derslerime daldım.

Çay demlendikten sonra Emin birer bardak koyup tepsiyle birlikte içeriye getirmişti. Bu süreçte oda da ısınmıştı. Hatta terlemeye başlamıştım. Üzerimdeki hırkayı çıkartıp kenarı koydum. Sobanın ayarını düşürdüm. Emin'in uzattığı bardağı alıp teşekkür ettim ve filmin başlamasına on beş dakika olduğunu görünce ders vaktini bitirmeye karar verdim. Tam bu sırada aklıma Hazal'ın daveti geldi. Emin'den izin almam gerekiyordu. Ve çekiniyordum. İlk kez annem veya babam haricinde birinden izin istemem gerekiyordu.

- Emin?

"Hmm," derken karşı koltuğa oturup arkasına yaslandı ve bakışlarını bana çevirdi. Devam etmemi bekliyordu.

- Bugün Hazal bizi evine davet etti, Cuma günü için. Size kendi ellerimle hamurişi yapacağım, hem sınavlara da çalışırız dedi. Ceyda'nın ailesi izin verirmiş muhtemelen. Ben de gitmek istiyorum.

Emin sessiz kalmıştı ve yüzünde düşünceli bir ifade vardı. Karar vermeye çalıştığını anlayabiliyordum. Direkt hayır demediği için cesaret alarak yeniden lafa atıldım.

- Evleri merkeze çok yakın. Dönüşte sen beni alırsın, beraber geliriz akşam eve. Hem erkek de olmayacakmış zaten. Babası şehir dışındaymış iş için. Kardeşleri zaten küçükler.

Sesimdeki ısrardan hevesli olduğumu görebiliyordu muhtemelen.

- Yani yabancı insanlar, güvenemiyor insan sonuçta.

- Ya çok iyi insanlar, gerçekten bak! Annesi okula geldiğinde tanışmıştık. Çok tatlı biri. Evde başkası da olmayacak zaten. Hem, gidip gelmeden nasıl tanıyalım ki? Davete icabet etmezsek hep yabancı olarak kalır. Bir şey yaşamak lazım ki güvenilir mi değil mi anlayabilelim.

 Bakışları yumuşadı.

- İyi tamam. Adresi yarın iyice öğren. Dönüşte seni ben alacağım sonuçta. Öyle olmasa bile, nerede olduğunu bileyim.

Gülümsedim. Mutluydum, hem de çok. Bu izni anne babamdan almaya kalkışsam böyle kısa sürede olumlu bir sonuç alamayacağımı biliyordum. İşte bu yüzden, Emin biraz daha değer kazandı nezdimde. Çocukça bir sebepti belki ama onu sevmem için bir sebepti işte. Birlikte yaşamaktan gayet memnun olduğum bir ev arkadaşı gibiydi benim için.

Emin lise okumama müsaade etmeseydi, bu konuyla ilgilenmeseydi, evlilik konusunda bana anlayışlı davranmasaydı, veya arkadaşlarımın evine gitmem konusunda izin vermeseydi de ona verdiğim değer aynı olur muydu? Hiç sanmam. O aynı Emin olur muydu? Belki de. Öyleyse?

Öyleyse, tıpkı başta dediğim gibi; bir şeyin bize faydası dokunuyorsa, birinden iyilik görüyorsak, değerleniyordu gözümüzde.

Belki bencilceydi sebeplerim, ama bu genci onlarla sevdim. O sebeplerle.

Çok sonra fark edecektim ki benim ilk ve en yakın arkadaşım ne Hazaldı, ne Ceyda, ne de İclal. Başka birisiydi. Bambaşka.


——


* Tarık Tufan


Loading...
0%