@sukunettekelimeler
|
"Her yerde ve her şeyde aradığımız sadece kendimiz. Kendimizi bulabilmek. Hepsi bu." * —— Annem mahalleden arkadaşlarını oturmaya çağırmıştı. Misafirler kalabalık olduğundan ben de sabah erken gidip ona yardım etmeye koyulmuştum. Neyse ki haftasonuna denk gelmişti de okulu asmama gerek kalmamıştı. Eh, okula gittiğimden bihaber olan ailem için ben her zaman müsaittim ne de olsa. Bu kez böyle denk gelse de ileride neler olabileceği beni kaygılandırmıyor değildi... Sabah erkenden işe koyulup önce evi temizlemiştik. Çocukları (Devran ve Buğlem'i) Fatma ablamlara yollamıştık. Gerçi ablam da kendi evini toparladıktan sonra hem bizimkileri hem de kendi çocuğunu enişteme emanet etmişti ve buraya gelmişti. Eniştem sağ olsun. O çocuklara bakmasa yaptığımız temizliğin bir anlamı kalmaz, biz topladıkça afacanlar dağıtırdı. Neyse ki Fatma ablamlar da bu mahallede oturuyordu ve eniştem çocuk seven bir adamdı. Annem tatlıyı akşam yapmıştı. Ablam da kurabiyeyi kendi evinde yapıp getirmişti. İşlere başlamadan önce yoğurup mayaladığımız hamur da kıvama gelince kolları bu kez mutfakta sıvamıştık. Poğaça, salata ve kek yapıp eksikleri tamamlamıştık. "Dolaptan sarmayı da çıkarın pişirelim!" diye seslenen anneme itaat edip sarmayı da ateşe koyduğumuzda her şey tamamdı. Üzerimizi değiştirip misafir karşılamaya uygun bir şeyler giydiğimizde kendimiz de hazırdık. İşin güzel yanı, bugün İclaller de gelecekti. Arkadaşımı özlemiştim. Kapıyı çalmalarını heyecanla bekliyordum. Ablamdan da söz almıştım, sonlara doğru bir ara çaylarla o ilgilenecek, ben de bir zamanlar bana ait olan odamda İclal ile oturup baş başa sohbet edecektim. Kapı çaldığında misafirlerin çoğu gelmişti. Aynı mahalleden olunca birbirlerini evden ala ala gelmişler. Onların mont ve kabanlarını alıp odaya götürdüğümde kapı yeniden çaldı. İclaller de gelmişti. Herkes tamamdı. Annesine ve ona hoş geldiniz dedikten sonra arkadaşıma sıkıca sarıldım. Gülümsedik birbirimize. Onun montunu, Hanife Teyze'nin de kabanını alıp odaya götürdüm ve içeriye, yanlarına geçtim. Koltuklar dolmuştu. Bizimkiler ve İclal de sandalyede oturuyordu. Ben de boş bir sandalye çektim ve havada uçuşan nasılsın iyiyim fasıllarını dinledim. Hemen sonra "Ne iyi oldu böyle toplanmak. Havalar soğuyunca bir araya pek gelemedik. Yazın ne güzel geniş geniş bahçede otururduk," kısmına geldi sıra. - Berra, sen nasılsın kızım? İsmimi işitince zihnimdeki fazlalık düşünceleri bertaraf ettim. - Ben de iyiyim yavrum. Ee evlilik nasıl gidiyor bakayım? Alıştın mı? Evlilik kelimesini duyunca tedirgin olmuştum. Çünkü onların evlilik dediği şey bizim için yalnızca ev arkadaşlığıydı, dostluktu belki. Fazlası yoktu. Sırlarla doluydu üstelik. Liseye gidiyor olmam gibi... Bozuntuya vermemeye ve her şey normalmiş gibi davranmaya çalıştım. Bu mevzuyu da böylece atlattığımı düşünüyordum ki konuyu uzatmakta epey hevesli göründüler. - Nasıl, eşinle iyi anlaşıyor musunuz? Huyunuz suyunuz uyuyordur inşallah? - Anlaşıyoruz, Emin uyumlu biri sağ olsun. - Var mı zorlandığın noktalar? Sorgu sual kısmından bunalmıştım. Sabretmeye çalışıyordum. Şükür ki İclal'in annesi Hanife Teyze araya girdi ve sohbet teyzeler arasında benim üzerimden, ama benim dışımda ilerledi. - Aman sendeki de laf, her evlilikte zorluk da olur güzellik de Aynur. - Tabii orası öyle canım. Ben akıl vermek için dediydim. - Annesi var, ablaları var, onlar verir gerekince. Çocuğu bunaltmayalım şimdi. - E sen de haklısın komşum... Hanife Teyze'ye gözlerimden kalp çıkararak baktım. O hep anlayışlı, düşünceli, olgun, nerede nasıl davranacağını ve kime ne diyeceğini bilen biriydi. Kendini ilgilendirmeyen şeylere burnunu sokmazdı. İyi niyetli ve yardımseverdi. Onunla iyi anlaşırdık. Bakışlar üzerimden çekilince fırsattan istifade mutfağa çaya bakmaya gittim. Ocağın altını kıstım ve bardakları hazırladım. İçeriye geri döndüm. Muhabbet teyzeler arasında dönmeye başladı. Bir süre sonra Fatma Ablam "Gel tabakları hazırlayalım," deyip beni de peşine kattı ve mutfağa geçtik. Bir kaç dakika geçmeden İclal de geldi. - Sağolasın canım. Sen de Berra ile tabaklara kurabiye, sarma, poğaça ve kekten koy o zaman. Ben tatlıları tatlı tabağına koyuyorum. Sonra salata tabaklarını ve çayları hallederiz. - Tamamdır Fatma Abla. İkramlar hazır olmak üzereyken ben sehpaları çıkartmaya ve misafirlerin önlerine bırakmaya gittim. Ardından, hazırladığımız tabakları üç kız el birliği ile dağıttık. Ablam çay tepsisini tuttu ve yeme içme faslı başladı. Biraz daha oturduktan sonra ablama kaş göz işareti yaptım. "Tamam gidin siz," dediğinde İclal'i kolundan tutup odama sürükledim. Tabaklarımızı ve çaylarımızı da yanımıza almıştık tabi. Karşılıklı oturduk. - Ee naber? Görüşmeyeli napıyorsun? - Dikiş kursuna yazıldım. Oraya gidiyorum. Çok güzel elbiseler dikiyorum Berra, bi görsen! Bu arada, sana da bir elbise dikmeyi ve hediye etmeyi planladım ama ölçülerini almam lazım. - Ayy harika! Ben de dikiş öğrenmek istiyorum. Ayrıca çok teşekkür ederim düşündüğün için. Canımsın! - Ne demek! E sen de git, sizin oralarda da vardır. Haftaiçi her gün. Belediyenin. - Ben yazın giderim belki. Şimdi evi idare etmek zor olur. Aslına bakarsanız yalan değildi. Ama gerçek sebep okula gidiyor olmamdı. Saatleri çakışırdı. Fakat okula gittiğim gerçeğini İclal'e de söyleyemedim. Biri bile öğrense başıma bir iş gelecekmiş gibi bir kaygı içindeydim. - Tabi sen evli ve eşlisin artık! İclal imalı imalı konuşmuştu, ve işveli işveli. Başıma talih kuşu konmuş, harika bir şeyi başarmışım gibi. - Ee nasıl aranız? Evlilik nasıl? Hiç istemiyordun en başta ama şimdi sanki gayet iyisin. - Aramız iyi. Anlaşıyoruz. Arada birbirimizle uğraşıyoruz can sıkıntısından ama olsun. En başta evlenmeyi istemiyordum evet ama Emin iyi biri, korktuğum şeylerden sakındı beni. O yüzden de gayet iyiyim şuan. "Yaa ne güzel," derken iç çekmişti hayran hayran. Bu durum hemen zihnimde alarmların ötmesine yol açtı. - Sakın özenme evliliğe falan İclal. İyiyim diyebilmemin tek sebebi Emin gibi birine rastlamış olmak. Düşüncelerim hâlâ aynı. Biz daha on beş yaşındayız. Yuva kuracak, kadınlık yapacak, evlenecek, eş veya anne olacak çağda değiliz. - Benim de düşüncelerim hâlâ aynı. Belki küçüğüz ama bu birini sevemeyeceğimiz anlamına gelmez. Severiz, görüşürüz. Bir kaç sene sonra, on sekiz olunca evlenebiliriz. Aşık olduğumuz, bizi seven biriyle yaşayacak olmak çok güzel bence. Bunlar İclal'in eskiden de heveslendiği şeylerdi fakat bu kez söylerken gözlerinde başka manalar vardı. Bir farklılık hissediyordum. Arkadaşımı biraz olsun tanıyorsam, konunun altını kurcalayınca bilmediğim bir şey öğrenecektim. - Tabiki güzel şeyler ama vakti gelince ve doğru kişiyi bulunca. Göz gözeydik. İclal adeta "İçimde tutamayacağım artık," diyor ben de ona "Dökül hadi, ağzındaki baklayı çıkar," mesajları veriyordum. Ve beklenen ân geldi. - Berra sana bir şey söyleyeceğim ama aramızda? Başımı salladım ve onayladım, devam etmesini bekledim. - Ben aşık oldum. "Hoppalaa!" diye bir nida attım içimden. Dışımdan ise sessizce ona baktım, anlatsın diye bekleyerek. Ürkütmeye gerek yoktu canım dostumu. Sonra kızıp anlatmazdı falan, biraz alıngandı kendisi. Mimiklerimi ve yüz ifademi de normal tutmaya çalıştım. - Kime, ne zaman, nasıl, neden?.. - Berke'ye. - Bizim sınıftaki Yağmur'un abisi olan Berke mi? - Evet. O da beni seviyor. Yazın bir kaç kez karşılaşmıştık mahallede. Ben dikiş kursuna başlayınca daha çok karşılaşır olduk. Kursa yakın ya evleri. Bakışıyorduk, denk geliyorduk. Sonra bir kaç kere bana yardımı dokundu. Eşyalarımı taşımaya yardım etti. Bir sabah erken beni beklemiş kurs vakti, yoluma çıktı. Benden hoşlandığını söyledi. Görüşmeye başladık. Görüşmek dediğim, yol üstünde beş dakika karşılaşıp konuşuyoruz ancak. O kadar. Bazen de uzaktan beni görmek için gittiğim yerlere geliyor. O kadar güzel bakıyor ki, beni sevdiğini hissediyorum. Çok güzel bir his. Ben bu konulara her zaman uzak olmuştum. Abilerimden başka yakın hissettiğim erkek yoktu. Sınıftaki arkadaşlarım sınıf arkadaşımdan öte değildi. Hayatımdaki varlıkları okulla sınırlıydı. Duygusal olarak farklı şekilde bir bağ kurmamıştım daha önce. Hoşlandığım, aşık olduğum, sevdiğim biri olmamıştı. Bir ilişki kurmamıştım. Düşünmemiştim, yeltenmemiştim de. Gerek yoktu, ayıptı, daha küçüktüm, ne bileyim, bir sürü şey söyleyebilirdim bunlar üzerine. Sonra Emin girmişti hayatıma ama o da bir zorunluluktu. Kendi isteğimle, severek, heveslenerek bir ilişki inşa etmemiştim onunla. Ailemin dayatması olarak karşıma çıkmıştı. Yani hâlâ pek bir şey anlamazdım bu konulardan. Çok heyecanlandırmazdı da beni. Gereksiz gelirdi. Daha büyüyecektik, gerçek aşkı büyüyünce bulacaktık. İnsan kendini dahi bilmeden karşısındakini bilebilir mi ki? Elbette hayır. Hem güven olmazdı erkeklere. Bu yüzden de daha ortaokulda sevgili olup sonra ayrılıp başka sevgili yapan ve çetrefilli ilişkiler içinde yüzen yaşıtlarımı anlamamıştım hiç. Garip gelmişti. İclal'i de anlayamayacaktım. Ne diyeceğimi bilmiyordum. Ne demem gerekirdi? Akıl vermek de istemiyordum, çünkü o da beni anlamayacaktı, emindim. Dürüst olmayı seçtim. - Açıkçası ne diyeceğimi bilmiyorum İclal. Malum, ben bu konulara uzağım. Sadece dikkatli ol. Kimseye fazla güvenme. Senin üzülmeni istemiyorum. - Biliyorum biliyorum, sen ketumsun bu mevzularda. Bir şey demeni beklemiyorum zaten. Sadece seninle paylaşma istedim, kankamsın sonuçta. Ayrıca üzülmem korkma. Tersine, çok mutlu hissediyorum kendimi. Sevilmek çok güzel bir his. Gülümsüyordu ve gözleri ışıldıyordu. Ben de gülümsedim. Biraz tedirginlik, kaygı, korku ve tereddüt vardı içinde ama gülümsemeydi işte. İclalle biraz daha sohbet ettik. Bir ara kahkahalara boğulacak kadar ilerledi muhabbetimiz. Sonra ben mutfağa biriken bulaşıkları toparlarken İclal yardım etti. Hanife Teyze mutfağa girdi. Elindeki çay bardağını tezgahın üzerine bırakıp benim omzuma dostça dokundu. - Oyy güzel kızım benim. Özlettin kendini. Arada bi bize de uğra, İclalle oturursunuz. Ben size iş yaptırmam, zaten evi çekip çevirirken yoruluyorsundur. Sevdiğin tatlıdan da yapıveririm hem. İçten bir şekilde gülümsedim ona. İçim sıcacık oldu. Gönlüme sirayet eden biriydi. - Geleceğim Hanife Teyze, söz. Ayaküstü onunla biraz daha konuştuk, sonra içeriye geçti. İclal elindeki bardağı makinaya koyarken bizim halimize güldü. - Annem seni çok seviyor. Evlenmeseydin evlatlık alacaktı bence hahaha. Bir abim falan olsa kesin görümcendim Berra. İclal'in söylediklerine güldüm. - Aa aşk olsun! Neden! - Nazlısın biraz, biraz da cadı. - İnkar edemiycem. Gülüştük. Misafirler akşamüstü evlerine dağıldı. Onların gitmesine yakın eniştem dayanamayıp çocukları getirmişti. Huysuzlanmışlar. Ev boş kalmamış, misafirlerin ardından kendi ailemizle şenlenmişti. Ama ben yorgundum ve sakinlik istiyordum. Tam da bu sebeple kendi evime gitmeyi iple çekiyordum. Emin bugün mesai yapmıştı. İşten çıkınca direkt buraya gelecekti. Onun gelişini bekliyordum. Kapı çaldığında kimseye bırakmadan koşarak ben açmaya gittim. Annemin arkamdan "Kocası gelince nasıl koşarak kapı açmaya gidiyor bak," dediğini, ablamın da "Ee özlemiştir, gençler, daha cicim ayları," dedikten sonra ikisinin gülüştüklerini işittim. Duymazdan geldim. İşin aslını ben biliyordum nasılsa. Kapıyı açıp Emin'e hoş geldin dedikten sonra ikinci cümlem belliydi. "Emin, n'olur sen yemek yedikten sonra hemen gidelim. Yorgunum falan de. Sabahtan beri öldüm koşturmaktan. Başım da şişti. Evime gitmek istiyorum!" Emin'in çıkarttığı montu alıp askıya astım. Aynı anda onun gülüşünü işittim. - Emin ya gıcıklık yapma! Başka zaman oynarsın! - Düşünmem lazım. - O zaman ben de ütü ve yemek yaparken düşünürüm! Haberin olsun! - Hemen de tehdit. Ben hiç işe giderken bi düşüneyim diyor muyum? Cıkcık, ayıp ayıp. Son sözlerini söylerken çoktan içeriye yönelmişti. Ben de peşinden tabi. Herkesle selamlaştı, annemin elini öptü ve oturdu. Onun sesini duyan çocuklar odadan çıkıp koşarak yanına geldi ve yeni bir şamata başladı. - Kızım, Emin'e sofra hazırla. Acıkmıştır çocuk. İşten geldi. Annem demese de hazırlayacaktım. Zaten yapacağım şeyleri söylemeleri çok sinirimi bozuyordu. Yine de ses çıkartmadım ve mutfağa geçtim. Masayı hazırladım. Emin'i sofraya çağırdım. Bir alana iki bedava olarak yanında Buğlem ve Devran da mutfağa geçmişti. Nasılsa yalnız değil diye ben içeriye geçip kendimi koltuğa bıraktım. - Kızım, niye yalnız bıraktın çocuğu? Yanına git. - Çocuklar var yanında. Yalnız değil ki. - Çocuk onlar canım. O ayrı bu ayrı. Sen kocanın yanında ol. Bir şey ister verirsin, çayı biter koyarsın. İki muhabbet edersin. - Fuffh, tamam anne. - Oflama. Kötülüğüne mi diyoruz sanki. Adeta adımlarımı sürükleyerek mutfağa yeniden gittim. Boş bir sandalyeye oturup arkama yaslandım. Canım sıkılıyordu, yorgundum, başım ağrımıştı. Uzanıp bir kurabiye aldım ve ağzıma attım. - Berra, bu tatlıyı çok beğendim. Kim yaptıysa tarifini alsana, biz de yaparız. - Alırız annemden. Tabağına baktığımda önce tatlı olanları yediğini fark ettim. Tuzluları sonraya saklamıştı. Çayı bittiğinde bardağa tazesini doldurdum. Bu sırada çocuklar onun başının etini yemeye devam ediyordu. Dikkatimi çeken bir diğer şey ise Emin'in ara ara öksürmesiydi. - Enişte sen en çok hangi yemeği seviyorsun? - Zor bir soru sordun prenses. Her şeyi severim ben. - Hayır öyle değil, bunların içinden? - Haaa öyle desene! Berra ablanız hangisini yaptıysa onu en çok sevdim. Çok yorulduğuna göre en lezzetlisini yapmıştır. Emin'in söylediği şey üzerine bakışlarımız birbirini buldu. Eğlendiği yüzündeki gülüş ve rahatlıktan belliydi. Bana göz kırpıp yeniden çocuklara döndü. Ağzı çok iyi laf yapıyordu isteyince. - Enişte ben en çok pasta seviyorum! - Ben de kek seviyorum enişte! - Ben de en çok tatlı seviyorum, işe bak sen! - O yüzden mi hepsini önce yedin? - Evet, cimcime. - Ben en sevdiğimi en son yerim ki ağzımda onun tadı kalsın. - Çok akıllısın Devran paşam. İyi taktik. Aklımda tutarım. Çocuklara laf yetiştirmekten yemeğini yiyemeyen Emin'e acıdım ve araya girdim. - Şştt, bırakın da artık enişteniz yemeğini yesin. Siz konuşturup durursanız karnı doymaz. - Sonra yine mi acıkır abla? - Evet ablacığım. Hadi biraz içeride oynayın. Enişteniz yedikten sonra yanınıza gelir. Çok şükür ikisi de mutfaktan çıkıp başka bir odaya gitti. Buğlem çok soru sorma dönemindeydi, Devran da ona ayak uyduruyordu ve ikisi bir olunca bazen insanın iflahını söküyorlardı cidden. Sessiz bir kaç dakikayı Emin'in ara sıra öksürmeleri takip ediyordu. - Hasta mı oldun sen? - Yo, gayet iyiyim. Ama öksürük tutuyor sabahtan beri. Sadece boğazım biraz kötü galiba. Başımı salladım anladığımı belirtircesine. Emin tabağını bitirmeye yaklaştığında "İstediğin bir şey var mı?" diye sordum, ekleyebileceğimi kast ederek. - Yok, doydum. Elinize sağlık. Çayını da yudumlayıp bitirince ayaklandı. Önündeki tabağını ve bardağı tezgaha götürdü. "Ben hallederim, sen bizimkilerle beş on dakika daha otur," dediğimde sözümü dinleyip içeriye geçti. Son kez mutfağı toparladım ve ben de içeriye geçtim. Babam da gelmişti. Emin'in yanı boştu, oraya oturdum. Bizimkilerle havadan sudan sohbet ediyorlardı. On dakika sonra Emin'in kolunu parmağımla dürttüm, hadi gidelim artık dercesine. Fakat babamla bir şey konuşuyordu ve beni kaale almadı. Yeniden dürttüğümde bana kısa bir bakış attı, ama anlamını çözemedim. Beş dakika daha geçmişti ki yine sabredemeyip kolunu dürttüm. Bu kez parmağımı biraz bastırmıştım. Kimseye çaktırmadan onu dürttüğüm elimi yakaladı ve parmaklarının arasında tuttu. Elimi geri çekmeye yeltensem de sıkıca tutmuş, bırakmamıştı. Of tamam, bir daha dürtmeyecektim! Ama bizimkiler duyar diye bunu söyleyemediğim için Emin hâlâ tedbir olarak elimi özgür bırakmıyordu. Avcu arasındaki elim sıcacık olmuştu. - Oğlum sen öksürüp duruyorsun. Hasta olacak gibisin. Boğazın iyice kötü olmadan önlemini almak gerek. Kendini sıcak tut. Bir de nane limon, ıhlamur falan yapalım sana hemen. - Dikkat ederim anne. Teşekkür ederim. Ama bugün biraz yoğun ve yorucu bir gündü. Biz müsaadenizi isteyelim. Nane limonu evde içerim. Size de sonra yine uğrarız inşallah. Olur mu? - Tabi oğlum, sen de cumartesi olmasına rağmen çalışmışsın sabahtan akşama dek, hasta gibisin bi de, yorgunsundur. Dinlen evine gidip. Emin bulduğu firsatta araya girip müsaade isteyince içim rahatlamıştı. Babamın onayını alınca onu artık rahatsız etmeyeceğimi düşünmüş olmalı ki elimi usulca bıraktı. Özgür kalan elimi kucağıma çektim. Annem bana Emin'in öksürüğü için tavsiyeler verirken içeriye giren Buğlem gideceğimizi fark edip mızmızlanmaya başlamıştı. - Eniştemle oynamak istiyorum ben! Hani oynayacaktık? Gitmesinler! - Sonra yine gelirler kızım. Yorulmuşlar şimdi. Evlerine gidip dinlensinler. - Bana ne! Bana ne! Ben eniştemle durcaktım! Buğlem'in ağlamaklı itirazlarına aldırmadan Emin'in montunu ve kendi kabanımı getirdim. Biz giyinirken kardeşim ağlamaya başladı. Gözlerinin etrafı kızarmıştı. Emin de onu sakinleştirmeye çalışmış ama ikna olmamıştı. Sonunda evimize gitmemiz gerektiğini anlayan ufaklık başka bir yol buldu kendine. - O zaman ben de sizle geliyim? Eminle birbirinize baktık. Benim için fark etmezdi. Kardeşim uslu bir çocuktu, benimle de kalır, annemi istiyorum diye ağlamazdı. Ben bakışlarımla onay verdiğimde Emin çoktan kabul edeceğini belli eden bir sesle "Bak o olur işte. Nasılsa yarın Pazar. Seni geri getiririz. Hadi montunu giy hemen!" deyip Buğlem'i kucağından indirdi. Kardeşimin montunu giydirip başına şapka taktıktan sonra küçük bir çantaya yedek kıyafet koydum. Bizimkilerle vedalaşıp evden çıktık. Emin, Buğlem'i kucağına alıp taşımaya başladı. Bir yandan konuşup bir yandan da durağa yürüyorduk. - İndir çocuğu da yürüsün, yorulacaksın. Hem sonra kucağa alışıyor, annemi bunaltıyor bir yere gittikleri zaman. Söylediklerim üzerine Emin, Buğlem'i "Emri duydun. Hadi biraz tabana kuvvet cimcime," diyerek indirdi. İkimize de bir elini uzatan kardeşimin minik parmaklarını yakaladık ve durağa dek yürüdük. Neyse ki bineceğimiz otobüs hemen gelmişti. Soğukta beklememize gerek kalmamasına sevinmiştim. Mahallemizde inip eve yürüdük. Buğlem yine soruları ile bizi dinç tutuyordu. Eve vardığımızda Emin ilk iş olarak içerideki sobayı yaktı. Ben de üstüme eşofmanlarımı giydim. - Buğlem, sana da pijamalarını giydirelim, gel ablam. Kardeşimi hızlıca giydirdim üşümesin diye. Ev serindi. Bu esnada Emin de üstüne gri bir eşofman ve ince lacivert bir penye giymişti. - Hem öksürüyorsun hem incecik penye giymişsin. Ona şikayetlenerek söylenmem üzerine omuz silkti. Umursamazlığı üzerine sinirlenerek başımı iki yana salladım ve onlar içeride gülüşüp oynarken ben mutfağa geçtim. Annemin anlattıklarını hatırlamaya çalışıp nane, limon, zencefil kaynattım. Bal da ekledim. Kendimi iksir yapıyor gibi hissetmiştim. "Umarım tadı güzeldir," diye düşünüp hazırladığım içeceği bir bardağa koydum ve içeriye döndüm. Kapıyı ayağım yardımıyla kapattım. Önüme döndüğümde hayrete düştüm. Emin de Buğlem de saat akşamın bilmem kaçı olmamış gibi bir enerjiyle oyun oynuyordu. Çocuğun gözlerinde bir gram bile yorgunluk veya uyku emaresi yoktu. Yanlarında durup "Emin," diye ismini seslendim. Başını bana çevirdiğinde elimdeki kupayı ona uzattım. Bu ne dercesine bana baktığında "Öksürüğün için," dedim. Teşekkür edip minnettar bir şekilde bana baktı ve bardağı kendi elleri arasına aldı. Buğlem'in olası bir atağını önlemek için küçük kardeşime döndüm. - Tamam ablacım. O kadar tatlı söylemişti ki, "Yerim senin ablacım deyişini!" diyerek kucakladım onu. Yanaklarına peş peşe öpücükler bıraktım. "Seni yerim çocuk! Yanaklarını da, göbüşünü de, ellerini de!" Söylediğim âzâlarını öpüyordum. Buğlem de kıkırdıyordu. - Ahahah! Ablacım beni yeme! - Bana ne! Acıktım ben, tatlı istiyorum! Senden tatlısı da yok! Buğlem'in kollarını ısırıyor numarası yaptığımda o kıkırdamaya devam ediyordu. Ben de hem gülüyor hem onunla eğlenmeyi sürdürüyordum. Bizim gülüşümüze bir başka gülüş sesi daha karışınca dalıp gittiğim dünyadan sıyrıldım ve bakışlarımı sesin kaynağına çevirdim. Emin, gözleri kısılacak kadar gülerek bizi seyrediyordu. En doğal, çocuksu ve kendimden geçmiş hâlime şahit olması beni oldukça utandırmıştı. Odanın içi bir anda sıcacık kesildi. Kardeşimle olan küçük oyunumuza son verdim hemen. - Benim iyice uykum geldi. Yatakları sereyim. Bahanemi ortaya atıp salondan çıktım. Normalde diğer odalara adım atar atmaz üşüyen ben, utancım sebebiyle şimdi hâlâ sıcak hissediyordum. Önce lavaboya gidip dişlerimi fırçaladım. Ardından yastık, yorgan ve çarşafları alıp içeriye döndüm. Bu süreçte biraz kendime gelmiştim. Eminle Buğlem'in yeni bir oyuna daldığını ve beni unuttuklarını görünce tamamen normale döndüm. Her zaman yattığım kanepeye açarak kendi yatağımı hazırladım. Tek fark, bu kez Buğlem için bir yastık daha koymuştum. Benimle uyuyacaktı. Ardından karşıdaki kanepeye yöneldim. Onu da alıp çarşaf serdim ve Emin'in odasından aldığım yastıkla yorganı güzelce üzerine yerleştirdim. Emin oyundan kayan dikkatini bana verdiğinde durumu fark etmişti. Biraz çekinsem de başımı salladım. Emin başını salladı. "İyi madem." Buğlem ve Emin oynamaya devam ederken ben elime bir kitap aldım ve yorgunluktan ayakta daha fazla duramayan bedenim sebebiyle az evvel hazırladığım yatağıma girdim. Yorganı belime dek çektim. Kaldığım yerden itibaren okumaya başladım. Zamanla gözlerim kapanmaya başlamış, zihnim uyuşmuştu. Emin ve Buğlem'in de uykusunun gelmesini bekleyemeyecek kadar enerjim çekilmişti. Sersemlemiş bir halde kitabı kapatıp yastığımın yanına bıraktım. En yakın yere. Biraz kestireyim diyerek gözlerimi yumdum. Uyumuşum. Kanepe üzerine konan ağırlık sebebiyle biraz daha çökünce gözlerim aralandı. Oda karanlık sayılırdı, yalnızca gece lambasının loş ışığı vardı. Emin, Buğlem'i yanıma yatırmıştı. Kardeşimin saçlarının üzerine bir öpücük bıraktı. Ardından bakışları bana dokundu. Uyandığımı fark edince "Zorla kandırıp uyuttum, enerjisi asla bitmedi," diye fısıldadı. Belli belirsiz güldüm ve başımı salladım. "İyi geceler," derken yorganın uçlarını tutup ikimizin de üzerini omuzlarımızda dek örttü. "İyi geceler," dedim uyku mahmuru bir sesle. Emin karşıdaki koltuğa serdiğim yatağına geçerken gözlerim yeniden kapandı ve uykunun kollarına teslim oldum. Benzer bir senaryoyu bir kaç yıl sonra başka bir şekilde yaşayacağımızdan habersiz, sakince yumdum gözlerimi. O zaman geldiğinde kalbimin kuş gibi çırpınacağını bilmeden. Bazı anlar vardır, bir benzerine aralanan kapıdır. Ben Berra. Hayatımda çokça böyle anlar ve anılar biriktirdiğimden habersiz, yaşadım yıllarca.
—— * Tarık Tufan |
0% |