@sukunettekelimeler
|
"Çünkü içimiz bir tek sevgiyle huzura erer." * —— 14 Ay Sonra Soğuğa dayanamadığımı söylemiş miydim? Evet, doğru. Kusuruma bakmayın. Beynimin pekmezi mukus olarak akıyor olabilir tam şu anlarda. Bu yüzden adımı bile yanlış söyleyebilecek kadar aklım başımda değil. O kadarcık. "Berra?" İsmimi Yusuf'un sesinden işitince zor bela başımı sıradan kaldırdım ve masamın hemen yanında dikilen arkadaşıma baktım. Gözleri bir anlığına yüzüme değdikten sonra parmakları önüme doğru uzandı. Refleksen elinin izlediği yolu ve vardığı rotayı takip ettim. Sırama üzerinden dumanlar tüten bir bardak çay bırakmıştı. - Sıcak sıcak iyi gelir. İçin ısınır. Kantinden benim için çay mı almıştı? Bu jest beni hem utandırmış, hem de mutlu etmişti. Fakat her düşünce ve duygu gibi bunlar da kısa sürede gelip geçti içimden. Çünkü o kadar hastaydım ki düşünemeyecek kadar bitkindim. - Çok teşekkür ederim Yusuf. - Ne demek, afiyet olsun. Ben çaya uzanıp zar zor bir yudum alırken Yusuf önümdeki sıraya oturup bana doğru döndü. Yavaşça başımı salladım. Üstümde kendi kabanım giyiliydi. Onun üzerinde de Ceyda'nın montu vardı, omuzlarıma bırakmıştım. Saçlarımı beni sıcak tutması için salmış, beremi başıma takmıştım. Yine de üşüyordum, evet. Eskimolara dönmüş olsam bile. - İlaç içmiş miydin? - İçtim. Konuşmak dahi yorucu geldiği için kısa yanıtlar veriyordum. - Niye okula geldin ki bu halde? - Sınavımız vardı ya? - Olsun. Keşke rapor falan alsaydın. - Sabah daha iyiydim, böyle olacağını düşünmedim. - Eve erken git bari. Bu sırada yanımıza gelen Ali ve Begüm, Yusuf'a katıldıklarını belirtircesine başlarını salladı. Anlaşılan onların da sınavı bitmişti, sınıfa geldiklerinde göre. Şuradan şuraya adım atacak hâlim yoktu. Çıkışta eve kendi başıma gidebileceğimi de düşünmüyordum. Yolda belde bayılıp kalabilirdim. Birinin beni alması iyi bir fikirdi. Arkadaşlarımın tavsiyesini dinleyecektim. Aklıma direkt abilerim geldi çünkü hastaneye hep onlarla giderdik ama beni almaları gereken yerin okul olduğu dank edince bu aptallığıma güldüm. Düşünmeye gerek yoktu. Arayabileceğim tek bir kişi vardı. - Telefonunuzu kullanabilir miyim? Üçünün de birer cep telefonu olduğunu biliyordum. Benimse yoktu. Bazı zamanlar ihtiyaç duysam da genel olarak telefonsuzluğa alışkın olduğumdan, eksikliğini hissetmiyordum. - Benim arama hakkım yok maalesef ya. Ali'nin cümlesi üzerine Yusuf hemen elini cebine attı. Telefonunu çıkartıp bana uzattı. Emin'in numarasını artık ezberlemiştim. Rakamlara dokunup numarayı yazdım ve arama tuşuna bastım. Bir kaç çalıştan sonra, ben tam açmayacağını düşünürken sesi duyuldu. - Efendim? "Benim, Berra," dedim zayıf çıkan sesimle. - Sesin berbat. Adını söylemesen sesinden seni tanıyamazdım. Kötüleştin mi? - Evet. Hiç hâlim yok Emin. Beni almaya gelebilir misin? - Geleceğim. Yaklaşınca yine bu numaraya mesaj atarım. Hazırlanır, kapıya çıkarsın. - Tamam. Görüşürüz. - Görüşürüz. Telefonu kapatıp Yusuf'a uzattım. Kullanmama müsaade ettiği için teşekkür ettim. - Geliyorlar dimi? Begüm'ün sorusu üzere başımı salladım. - İyi bari. Onlar yanımda sınav hakkında konuşmaya dalarken, çayımdan bir kaç yudum daha aldım. Bir yandan onları dinliyor bir yandan da çayı bitirmeye gayret ediyordum. Ceyda da sınıfa gelip bana nasıl olduğumu sorunca Ali beni almaya geleceklerini söyledi. "Kim gelecek, baban mı?" dedi canım dostum. - Yok, Emin. Onu hâlâ abim olarak biliyorlardı. Bu gerçek karşıma çıktığında hâlâ vicdanımı sızlatsa da değiştirmek için yapabileceğim bir şey yoktu. - Emin abiye söyle seni hastaneye götürsün mutlaka. - Yok ya, eve gitsem yeter. Dinlenince geçer. Begüm kaşlarını çatıp bana baktı. Ceyda araya girip bu tutumuma karşın bir açıklama getirdi. Ali ve Yusuf anlamsızca yüzüme baktı. Begümse beni ikna etmeye girişti. Bu sırada Ceyda eşyalarımı toparlamaya yardım etti, kalemliğimi çantama koyup fermuarını çekti. Önümde oturan Yusuf'un telefonu mesaj sesiyle titrediğinde dersteydik. Bana dönüp işaret verdi ve "Gelmiş abin," diye fısıldadı. Hocadan müsaade isteyip kalktım. Ders başlamadan evvel, çıkacağıma dair zaten haber vermiştim. - Ben seni geçireyim istersen. Taşıma. Yusuf, çantamı işaret etmişti. Bu kibar teklifi için teşekkür ettim. Açıklamam üzerine başını salladı ve "Geçmiş olsun," deyip önüne döndü. Ceyda çantamı omzuna aldı. O kadar hâlsizdim ki bu bile şuan büyük bir nimetti. Canım dostum bana destek olmak için koluma da girdi. Binanın kapısına dek indik. Merdivenleri inerken üzerimdeki bitkinlik yüzünden ağlayasım geldi. Dışarıya adım attığımızda, Emin'in bize doğru geldiğini gördük. Hızlıca yanımıza varıp beni karşıladı. Selam verdi. Ceyda sesli, ben sessizce aldık selamını. Ceyda ve Hazal onu uzaktan bir iki kez görseler de ilk kez karşı karşıya kalıyorlardı. Hazal yoktu şuan gerçi. O da raporluydu bu hafta. Küçük bir burun ameliyatı geçirmişti. Emin, Ceyda'dan çantamı alıp kendi omzuna taktı. Ardından ona teşekkür edip iyi günler diledi ve her an düşecekmiş gibi durduğum için olsa gerek, koluma girip bana destek oldu. - Bu işin sonunun böyle olacağı belliydi. Bir kaç gündür bana doktora gidelim diye ısrar etmesine rağmen gitmemiş, iyileşeceğimi iddia etmiştim. Beni uyarmıştı ama dinlememiştim. Şimdi bunun lafını ediyordu haklı olarak. - Bu kez itiraz etme hakkın yok. Hastaneye gidiyoruz. Aslına bakarsanız itiraz etmeyi düşünüyordum, sınıfta arkadaşlarıma da ettiğim gibi. Fakat Emin öyle net ve ciddi bir şekilde konuşmuştu ki karşı çıkacak cesareti kendimde bulamadım. - Zeynep ablamdan arabasını aldım. Daha rahat gideriz. Bu hâlde otobüslerle zor olur. Zeynep ablanın arabasını bir kaç kez görmüştüm, tanıdık gelen aracın önünde durduk. Emin arka kapıyı açıp geçmem için eliyle işaret etti. - Olur. Arabaya binip arka koltuğa uzandım. Boyumun pek uzun olmaması sayesinde rahat da ettim. Bacaklarımı çok fazla kırmaya ve iki büklüm olmama gerek kalmamıştı. Emin şoför koltuğuna oturup arabayı çalıştırdı. Yola çıktık. Hastaneye ulaşana dek uykuyla uyanıklık arasında gidip gelmiştim. Motorun sesi sustuğunda vardığımızı anlayarak yattığım yerden doğruldum. Emin inmiş, kapımı açmıştı. Arabadan indim ve Emin destek olmak için yeniden koluma girdi. Acile doğru yürüdük. Beni biyere oturtup kimliğimi aldı ve işlemleri yapmaya gitti. Elinde numara kağıdı ile geri geldi. Bütün oturacak yerler dolu olduğundan, ayakta dikilmesi gerekmişti. Hemen yanımdaydı. "Kırk kişi var önümüzde," dedi elindeki kağıda bakarken. - Kırk kişiyi beklerken ben zaten iyileşirim. - Tabi, kaç gündür iyileştiğin gibi. On beş dakika kadar geçmişti. Yanımdaki abla ve eşi kalkınca Emin'e oturması için boşalan yeri işaret ettim. Yanıma oturdu. - Boğazın ağrıyor mu? - Evet. - Başka bir şeyin var mı? - Çok halsizim. Parmağımı kıpırdatmaya bile mecalim yok. Bir şey yiyince midem kötü oluyor. Bir de başım dönüyor, gözlerim kararıyor bazen. Ve sürekli üşüyorum. - Keşke seni dinlemeyip getirseymişim hastaneye. - Sınavım vardı ama. - Olsun, telafisi mümkün sonuçta. Sağlıktan önemli değil. Hem bu halde sınava girdin de aklını verebildin mi sorulara? Nasıl geçti? - İyiydi bence. Ya da bana öyle geldi, kafam pek yerinde olmadığı için ayırt edememiş olabilirim. Şuan çok umurumda da değil. - Şuan zaten iyileşmen umrunda olsun mümkünse, başka bir şey değil. Ara sıra bir kaç cümle laf ederek bekledik. Sonunda sıramız geldiğinde birlikte içeriye girdik. Boş sedyeye geçip oturdum. Emin, doktora durumum hakkında özet bilgi verdikten sonra adam yanıma geldi. Boğazımı kontrol etti. Muayene etti. Bazı sorular sordu. Şimdilik bir serum takacağını ve ilaç yazacağını söyledi. İdrar ve kan tahlili istedi. Tahlil sonuçları için beklerken serum da yavaş yavaş bitmiş oldu. Sonuçları doktora göstermek için yanına yeniden gittik. Bazı değerlerimin düşük olduğunu belirtip beslenmemle alakalı tavsiyelerde bulundu. Ayrıca bu değerleri yükseltecek bir kaç takviye ilaç da yazdı. Sonunda hastanede işimiz bittiğinde şükür ettim. Hiç sevmiyordum hastaneleri. Serum etki ediyordu, biraz daha iyi hissediyordum. Gözlerimi açacak ve kendi başıma daha rahat yürüyebilecek kadar. Arabaya bindik. Yol üstünde nöbetçi eczanede durup ilaçları aldık. Emin, Zeynep ablayı arayıp arabayı yarın teslim etmesinin sıkıntı olup olmayacağını sormuştu. O da samimiyetle "Kalsın sizde, acil bir durum olursa yine lazım olur. Hastaneye falan yeniden gitmeniz gerekir belki. Sonra bırakırsın. Hiç dert etme," demişti. Eve varınca Emin ilk iş olarak sobayı yaktı. Hemen önüne tünedim kuş gibi. - Pijamalarını getireyim, yatağını da sereyim. Sen yat dinlen. Yiyecek bir şeyler hazırlayayım. İlaçlarını içer, biraz uyursun. İyi gelir. İtiraz edip ben hallederim demek isterdim ama gerçekten dermanım yoktu. Emin koltuğu açıp yatağımı serdi, pijamalarımı ve hırkamı üzerine bıraktı. "Sen rahatça giyin, ben mutfaktayım. Ne yemek istersin? Ne yapayım?" - Canım hiçbir şey istemiyor ki. - İlaç içeceksin, yemen lazım Berra. Hem doktoru duydun, beslenmene dikkat etmen gerek. Yapması basit ve midem bulanmadan yiyebileceğim bir şey seçtim. Çorba. Emin'e bu tek çeşit yeterli gelmese de midemin başka bir şeyi gerçekten almayacağını açıkladığımda ikna oldu. O mutfağa geçerken ben de kalkıp kanepeye oturdum. Benim için getirdiği pijamaları ve hırkayı giydim. Elimi yüzümü yıkasam iyi olacaktı aslında. Hastaneden gelmiştik sonuçta. Odadan çıkıp yavaş yavaş banyoya gittim. Elimi, yüzümü ve ayaklarımı yıkadım. Salona döndüm. Yatağıma uzandım ve yorganın altına girdim. O akşam Emin bana çorba yapmıştı. Sobanın önüne oturup yavaşça içtim. Lezzetliydi. Ardından ilaçlarımı tek tek çıkarttı ve bir bardak suyla beraber önüme bıraktı. Hepsini yuttum. Yeniden yatağıma girip uzandım. Uyumuşum. Rahatsız bir uykuydu. Gece bir kaç kez uyanmıştım. Bazen terleyerek, bazen üşüyerek. Hepsinde de başıma gelip elini alnıma koyarak ateşime bakmış, kâh üstümü örtmüş kâh hırkamı çıkartmıştı. Su getirdiği de olmuştu. O gün Emin'in merhamet ve şefkatineden ilk kez bu denli nasiplendiğim gündü. ——
Sevgili annem gelir gelmez beni yedirip ilaçlarımı içirmiş ve mutfağa girmişti. Bir kaç çeşit yemek yapmıştı. Kokuları evi sarmıştı. Güzel kokuyordu ama midem hâlâ pek bir şey almıyordu. Bu yüzden de canımın istediği söylenemezdi. Fazlaya gerek olmadığını söyleyince "Emin de işten aç gelir, yer çocuk. Hem bir kaç gün idare eder sizi işte," demişti bana. "Gelmişken evi bi süpürüp sileyim, sen şimdi hasta hâlinle bir kaç gün temizlik yapamazsın," diyen annem kollarını sıvadı ve odadan çıktı. Arada bi bana bir şeylerin yerini soruyor, nasıl olduğumu kontrol ediyor, odaya girip çıkıyordu. Süpürgenin sesini ninni varsayıp bir saat kadar uyuyakalmışım. Camın önüne konup öten bir kuşun cıvıltılarına uyandım. Ötüşü huzur vericiydi. Bakışlarım bir süre pencerede takılı kaldı. Az sonra kuş uçup gitti. Odanın kapısı açıldığında çıkan sesten ötürü irkildim. Dalıp gitmişim çünkü. İçeri giren anneme baktım. Teşekkür edecek, dinlenmesini söyleyecektim. Ama bakışları değişmişti. Soğuktu. Şüpheli. Hayal kırıklığına uğramış. Elinde kitaplarım vardı. Ders kitaplarım. O an kalbime bir endişe tohumu ekildi. Korktum. Uzandığım kanepede doğruldum ve oturur pozisyon aldım. Annem bana doğru bir kaç adım atıp odanın ortasında elinde kitaplarımla durdu. - Sen okula mı gidiyorsun Berra? Gerçeği çoktan idrak etmiş fakat reddetmek, tersini işitmek istiyor gibiydi. Aslında annemler geleceği zaman hep tedbirli davranır, kitaplarımı yatağın veya kanepenin altına koyardım ki ellerine geçmesin, anlamasınlar. Fakat bu kez hasta olduğumdan ötürü annemin odama girip kitaplarımı ve diğer ders materyallerimi fark edeceği aklıma dahi gelmemişti. Susarak cevap verdiğimde anladı ve yüzündeki hayal kırıklığının izleri büyüdü. Dış kapının açılma ve kapanma sesi geldi. Annem sesi fark etmemiş gibiydi. Yahut umursamadı. Bense gelenin kim olduğunu zaten kapıyı açış ve kapayış şeklinden biliyordum. İşten izin alıp erken çıkmıştı belli ki. - Bizden habersiz, gizli saklı okula mı gittin bunca zaman sen? - Kötü bir şey yapmadım ki anne. Niye öyle bakıyorsun? Öyle bir konuşuyorsun ki büyük bir ayıp işlemişim sanki. Annem elindeki kitapları pat diye sehpanın üzerine bıraktı. Çıkan ses yüreğimi hoplattı. - Baban duyduğunda ve konu komşu akraba öğrendiğinde ne olur düşündün mü kızım? Aferin sana. Burnunun dikine gitmeye devam et sen. Biz de kızımız evinde oturuyor, evinin hanımı sanıyoruz. Annem bunlar ve daha fazlasını söylerken Emin içeriye girmişti bile. - Öğrenmesin o zaman, söyleme anne. - Ben babandan bir şey saklamam! Anneme sitemli, yorgun ve üzgün bir şekilde baktım. Ne diyeceğimi ve onu nasıl ikna edeceğimi bilmiyordum. Çünkü gerçekten de bugüne dek babamdan bir şey gizlediğine şahit olmamıştım. Eğer babama söylerse her şey sarpa saracaktı. Hayallerim suya düşecekti. - Anne, zaten Berra hasta, pek iyi değil. Şimdi üstüne gitmeseniz mi? Bana karşı içini döküp hızını alamayan annem, Emin'in müdahil olmasıyla birlikte ona yöneldi. Çok sevdiği damadına da bunlar ve daha fazlasıyla hayal kırıklığını yansıttı. - Berra kötü bir şey yapmıyor, sadece okula gidiyor, eğitim alıyor anne. - Siz anlamazsınız tabi. Okula gidip eğitim alıyor tamam ama bunun ötesi berisi var. Her türlü insan çıkabilir karşısına. Sınıfında iti olur kopuğu olur, ne belli? Her yer günah yuvası bu zamanda. Çocuğu okula gidenlerden de neler neler duyuyoruz. Arkadaşlarından etkilenip sigaraya maddeye başlayan mı dersin, sevgili edinip elin oğullarıyla sarmaş dolaş gezip dolaşan mı... Ah çocuğum keşke tek mesele eğitim almak olsa. - Anne bunlar kişinin kendisine de bağlı. Berra evli, kimseyle gezip tozacak değil. Arkadaşları ve aileleri de iyi insanlar. Ben de tanımaya çalışıyorum hayatına giren kişileri. Hem Berra akıllı bir kız, kendini koruyacağına eminim. Tek ihtiyacı olan sizin desteğiniz. - Ah oğlum ah, kendini korumak bu devirde ne kadar zor haberiniz var mı? Sen ne kadar akıllı olursan ol, dikkat etmeye çalışırsan çalış... İkisi bir kaç dakika daha konuşup tartıştıktan sonra annem son sözlerini söyleyip bir azar çekti ve "Ben eve gidiyorum, hadi Allah'a emanet," deyip odadan çıktı. Yaşlı gözlerle ardından baktım. Sinirlerim çok bozulmuştu. Emin'in bakışları yüzüme değdi. Paramparça bir vazoya bakıyordu sanki. Yavaşça başımı salladım, tamam anlamında. - İstediğin bir şey var mı? Gelirken alayım. - Yok. Emin de odadan çıktı ve kapıyı ardından kapattı. Evde yalnız kaldım. Uzun bir süre hıçkırarak ağladım. Yastığım sırılsıklam oldu. Kafamda bin bir senaryo döndü. Annem öğrenmişti, babama da söyleyecekti. Küçük bir kaos yaşayacaktık. Okula artık gidemeyecektim. Hayallerimi gerçekleştiremeyecektim. Arkadaşlarımı göremeyecektim. Emin geri döndüğünde boş bakışlarım karşıya bir yere sabitlenmişti. Sırtımı koltuk başlığına dayamış, oturuyordum. Ağlarken yeterince sıcakladığım için yorganı diğer uca itmiştim. Emin yanıma gelip biraz öteme, koltuğun boş köşesine ilişti. - Annen bence babana söylememe konusunda ikna oldu. Ağzından öyle bir şey çıkmadı ama tavrından öyle sezdim. Söyledikleri ne kadar tesir etti bilmiyorum. Boşlukta hissediyordum. Yahut, bir hissizlik kuşanmıştım üstüme. Bütün duygularımı bastırdığımın farkında değildim. Tepki veremedim. - Canını sıkma, her şey hallolur. Sen bir an evvel iyileşmeye bak. Belki sinir bozucu davranıyordum, bilmiyorum. İçimden böyle geliyordu. Çatallı sesimle cevap verdim. - Şişip balona dönmüş gözlerini konuşabiliriz mesela. Yahut beton duvara evrilen yüzünü. Cadıya dönmüşsün. Bu gözler iki gün daha kalır böyle, kolay kolay eski hâline dönmez bence. Ruh gibi de beyazsın, iyice rengin solmuş hastalıktan. Hayalete dönmüşsün. Ayna getireyim mi bi bak? Ciddi olmadığını biliyordum. Kafamı dağıtmaya çalışıyordu. İlgimi başka şeylere çekmeyi amaçlıyordu. Bunu da her zamanki gibi benimle uğraşarak yapmayı deniyordu. Ama bu kez ona karşılık verecek mecalim yoktu. Tatlı tatlı birbirimizi gıcık edip eğlenemezdik. "Hastayım ya, uğraşma benimle," derken gözlerim yine doldu. Hassaslaşmıştım iyice. Söylediklerine pişman olmuş bir şekilde yüzüme baktı. "Yapma şaka falan," deyip omuz silktim. Saçma bir şekilde akan gözyaşlarımı elimin tersiyle sildim. Tam sakinleşmişken boş yere, sudan sebeplerle gözyaşı döktüğüme sinirlenip ben niye böyleyim diye daha çok ağladım. Emin tedirgin olmuş, ne yapacağını bilemez gibiydi. Aslında ağlamamın onunla alakası da yoktu. Tamamen içinde bulunduğum şartlar sebebiyleydi. Gerçekten beni rahatsız eden hiçbir şey söylememişti. Bu kadar hasta olmasam, annemin okula gittiğimi öğrenme durumu olmasa, hayallerim binlerce yıl öteye savrulmuş gibi hissetmesem onun sözlerine güler geçerdim bile. Oturduğu yerde biraz kayıp yaklaştı ve yönünü bana çevirdi. Önüme düşüp alnıma yapışan saçlarıma uzandı ve onları usulca geri ittirdi. "Tamam, hastayken bidaha sana şaka yapmak veya takılmak yok. Ama sağlıklı hâlin için söz vermiyorum," diye hem ciddi hem muzip bi şekilde telafi etmeye çalıştı. - Terlemişsin, hâlin varsa bi duş al, rahatla. Tamam dercesine yavaşça başımı sallayıp yüzümde dolanan gözlerine baktım. Bu merhamet ve ilgi göstergesi duygularımı iyice allak bullak etmişti. Endişeli ve anaç bakışlarıyla harap hâlime iyi gelmeye çalışan bu genç, bir boşluktan aşağı yuvarlanırken bulduğum ve sıkıca tutunduğum kurtarıcı bir dal gibiydi şu ân nezdimde. Birine ihtiyacım vardı. Merhametini, şefkatini, varlığını, sıcaklığını, ilgisini hissedip kollarında biraz soluklanacağım biri. Ve yanımda o vardı. Dürtüsel bir şekilde, önünü ardını düşünmeden, Emin'e biraz daha yaklaştım ve boynuna sarıldım. Başımı omzuna yasladım. İç çekmeye dönen ağlayışımı dindirmeye uğraştım. Bu sarılışı beklemediği ilkin kasılan bedeninden belliydi fakat kısa sürede gevşedi. Elleri sırtımda bir yer edindi. Hiç yabancılamadım bu durumu. Oysa ilk kez sarılıyorduk birbirimize. Küçük bir çocuğu teselli eder gibi sırtımı sıvazladı ara sıra. Kendine has kokusu ciğerlerime doldu. Zamanla rahatladım, sakinleştim ve yatıştım. Hıçkırıklarım ve gözyaşlarım kesildi. Tesellimi bu omuzda bulmuştum. Her şey bitti sanki. Sessizlik. Bir sahnenin sonuna gelmiş gibiydik. Zihnim boşaldı. Ân'da kaldım. Tam o ânda. Emin'in kolları arasında, başım onun omzunda, kokusu benim kokuma karışırken, varlığı bana dinginlik verirken, güvende hissettim. Evde hissetmekti bu. İleride fark edecektim. —— * Serdar Özkan |
0% |