Yeni Üyelik
15.
Bölüm

15 - Kar Taneleri

@sukunettekelimeler

"Sevmek için zaman ayırmak gerekir. Güzelliği ancak zaman ayırarak fark ederiz."*

——


~ Emin Yiğitsoy


Bazı zamanlar kendimizi geçmişin dalgaları arasında kulaç atarken buluruz. Bugün benim için o zamanlardan biri olacaktı.

Sabah ezanının sesine kendiliğinden uyanmıştım. Son zamanlarda sık sık yaşıyordum bunu; telefonun alarmı çalmadan önce ezanın çağrısıyla gözlerimi açıyordum. Hoşuma da gidiyordu açıkçası. Çünkü sabah ezanı bir başka dokunuyordu içime.

Yataktan kalkıp pencereye doğru yürüdüm ve camı biraz araladım. Minareden yükselen sesi artık daha net duyuyordum. Bu sese köpeklerin uluyuşu ve güne erken başlayan bir kaç kuşun ötüşü karışıyordu. Mevsim kış olmasa cırcır böceklerinin ve daha başka kuşların da cıvıltılarını duyardım şimdi.

Etraf oldukça sessizdi. Henüz gün başlamamıştı. Telaşlar, endişeler ve koşturmalar da uykudaydı, insanlarla birlikte.

"Namaz uykudan hayırlıdır," kısmına gelince anlamını mırıldandım istemsizce. Ezan bitince duasını okudum ve araladığım pencereyi kapattım.

Aklıma Yahya babam gelmişti bir an. O da böyle sabahları erkenden uyanır, pencereyi açar, yahut balkona çıkar ve ezanı dinlerdi. Küçükken tuvalete kalktığımda bir kaç kere buna şahit olmuş, ne yaptığını sormuştum. O da açıklamıştı. Sonra heves etmiştim ve ben de ona eşlik edip ezanı dinlemiş, onunla birlikte namaz kılmıştım. İyi adamdı Yahya babam.

Ona ve anneme birer Fatiha okuyup ruhlarına armağan ettim. Annemin özlemi sabahın bu vakti yüreğimi mesken edinirken alışık olduğum bu duyguya merhaba demekle yetindim.

Odadan çıkıp lavaboya girdim ve abdest aldım. İçeriye geri geldiğimde Berra'nın dün geceki ricası hatrıma geldi. Yattığı koltuğa doğru yaklaşıp biraz ötede durdum ve uyanması için ismini seslendim. Biraz kıpırdansa da rüyasından sıyrılamamıştı belli ki.

"Bir insanı uyandırmak bu kadar zor olmamalı," diye mırıldandım ve omzunu dürttüm. Yorganını çekeledim. Ne denediysem nafile. Ben de kibarlığımdan uyuzluğuma geçiş yapmaya karar verdim. Yoksa güneş doğana dek uyanmazdı bu kız. Tehdit etmek şarttı. Ya da tehdit değil, uyanmak için motivasyon vermek diyelim biz ona.

- Berra! Hadi uyan artık! Yoksa yüzüne soğuk su dökerim bak!

- Saçmalama ya...

Mırıldanarak kıpırdandı ama sırtını dönüp uyumayı sürdürdü. Artık biraz sıkılmıştım. İşi eğlenceli hâle getirmek lazımdı.

- İyi, abdest almak için banyoya gitmene gerek kalmaz. Ben buracıkta halledicem o işi senin için. Bekle de gör. Getiriyorum suyu.

- Yaa Emin!

Biraz daha kendine gelip bana sitemli bir şekilde söylenirken gözlerini aralamıştı. Fırsat bu fırsat deyip uykusu iyice açılsın diye laf üstüne laf saydım.

- Sabah namazı vakti. Uyandır demiştin. Bak sonra ben de yatarım ve uyuyakalırsın. Namaz vakti geçer. Hadi kalk. Abdest al da cemaat yapalım istersen?

"Hıhı," deyip oturur pozisyon alsa da etrafa boş boş bakıyordu. Zaten normalde de kendine gelmesi biraz zaman alırdı. Garipsemedim. Bilakis komiğime gitti ve onun hâline güldüm.

- Ne gülüyorsun?

- Hiiç!

TV ünitesinin altından seccadeleri alıp uygun şekilde sererken "E hadi, ayıp ama bak, seni bekliyorum," dedim hanımefendiyi harekete geçirmek isteyerek.

Artık tamamen ayıldığını belli eder şekilde hızlıca yataktan kalktı.
- Tamam, hemen geliyorum!

Az sonra abdest alıp döndüğünde üzerine namaz kılarken giydiği mor feracesini geçirmiş, fermuarını kapatmaya çalışıyordu. Omzuna da başörtüsünü rastgele attırmış, kendini askı olarak kullanmıştı.
- Off kapanmıyor bu!

Bir kaç saniye bekleyip fermuarla uğraşmasını seyrettikten sonra dayanamayıp yanına gittim.
- Ver ver, anlaşılan hâlâ uyku sersemisin.

Feracenin uçlarını tutup fermuarı kolayca geçirdim ve yukarıya çektim.

"Teşekkürler," diye mırıldanıp başını örttü ve "Oldu mu?" diye bana sorarak teyit etmek istedi. Açıkta kalan herhangi bir yerini görmemem üzerine başımı salladım.
- Oldu.

Ben öndeki seccadenin başına geçerken Berra da arkamdakine yöneldi. Tekbir getirip niyet etmeden evvel başımı çevirip ona baktım.
- Uyanıksın dimi?

Bana "Abartma," dercesine baktığında gülerek omuz silktim.
- İyi, farza niyet ederken 'uydum imama' demeyi unutma.

Berra tamam dercesine başını sallarken ben de önüme döndüm ve tekbir getirip niyet ettim.

Namazdan sonra duamızı ettik ve seccadeleri katlayıp yerine koyarken ilk kez onunla kendi küçük cemaatimizi yaptığımızı fark ettim. Nedense bu hoşuma gitmişti. Bir evde şükrünü etmek gereken şeylerden biriydi. Gülümsedim. Sabah sabah, hatta daha güneş kendini göstermemişken, böyle gülmelerle güne başlamak güzeldi. Hadi Bismillah.

- Allah kabul etsin!

Berra'ya "Amin, senin de," dedikten sonra yatağıma döndüm ve oturdum.

- Artık sabahları sana fazladan mesai çıktı ama sevaba ortak oluyorsun, öyle düşün.

Berra'nın yorumu üzerine dayanamayıp küçük bir kahkaha attım.
- Kendini bilmen çok hoş, verdiğin motivasyon ise daha hoş. Tebrik ederim!

Berra da gülümsedi. Başındaki örtüyü çıkartıp kenarı koydu.
- Eh gerçekçi olmak lazım. Uykudan uyanmam zor, uyanıp kendime gelmem de biraz zaman alıyor. İnkar edemem. Sabır ve çaba göstermen gereken bi durum.

Feracesinin fermuarını açıp çıkartırken onunla az evvelki cebelleşmesini anımsadım. Kesinlikle haklıydı.
- Ben de hiç kibarlık yapamayacağım. Bir gün usanır da gerçekten suratına su dökersem de şimdiden özür dilerim.

- Sakın ha! Hiç sevmem öyle şeyleri.

- Bilmem artık.

Küçük didişmemizin ardından az sonra ben iş vakti gelmeden biraz daha uyumak için yorganın altına girdim ve gözlerimi yumdum. Berra ise uykusunun kaçtığını söyleyip masa lambası ışığında kitap okumaya koyulmuştu.


——


Burnuma dolan koku sebebiyle gözlerimi aralamıştım. Kahvaltı sofrasını görünce gözlerimden kalpler çıktı. Çünkü bu öğün ayrı güzeldir dostlar. Mesela ben, bizler gibi bir kahvaltı kültürü olmayan bütün Batı ve Doğu ülkelerine ayrı ayrı üzülürüm. Bu zevkten bihaberdirler. Neler kaçırdıklarını bi bilseler...

Tam da bu sebeple mutmain bir şekilde, uyku mahmuru sesimle mırıldandım.
- Allah'ım hâlâ rüya mı görüyorum acaba?

Berra'nın gülüşünü işittim. Bakışlarım sesin sahibini bulduğunda göz göze geldik.

- Günaydın. Rüya görmüyorsun. Namazdan sonra uyuyamadım. Kitap okudum. Sonra hazır uyanıkken bu sabah güzel bi kahvaltı hazırlamaya karar verdim.

- Harikasın. Ellerine sağlık.

Hemen doğruldum ve gidip elimi yüzümü yıkadım. Parmağımdaki yarabandının ıslanmamasına dikkat ettim bu esnada. Sofranın başına geldiğimde çayları koymak için çaydanlığa uzandım. Besmele çektik ve kahvaltıya başladık.

Yemek yerken parmağımdaki yarabandını fark eden Berra merak edip ne olduğunu sormuştu. Dün Faruklarda ceviz ayıklarken kestiğimi söyledim.

- Geçmiş olsun. Çok mu derin?

- Abartılacak bir şey değil ya. Sağol.

- İyi bari. Bir krem vardı, yemekten sonra vereyim, ondan da sürelim. Daha çabuk iyileşir.

- Olur.

Kahvaltımızı bitirip sofrayı ve yataklarımızı toparladık. Berra okul için ben de iş için hazırlandık ve evden çıktık. Hava düne nazaran daha ılık olacak gibiydi. Yine de sabahın erken saati olduğu için epey üşütüyordu.

Botlarımızın altındaki beyaz kar örtüsünü ezerek sakince yürüdük. Ellerimiz ceplerimizdeydi. Gökten yeryüzüne usul usul kar taneleri düşüyordu. Koyu renk kabanımın üzerinde sim gibi parıldıyorlardı.

Durağa geldiğimizde "Dondum!" diye sayıklayan Berra'yı şöyle bi süzdüm. Kendisinin fazlasıyla üşürgeç biri olduğunu hepimiz biliyorduk. Bu sebeple kışın beresi, atkısı, eldiveni hiç üzerinden eksik olmazdı. İşe bakın ki daha yeni iyileşip hastalığını atlattığı ve okula gittiği ilk günde atkısını boynunda göremiyordum.

- Atkın nerde senin?

Âni bir fark edişin ardından ağlamaklı bir sesle konuştu.
- Unuttum galiba! Ben de diyorum yüzüm neden dondu!

Dikkatsizliği için ona kınayıcı bir bakış attıktan sonra boynumdaki atkıyı çıkarttım ve Berra'ya uzattım. "Sar hemen bunu yüzüne,"

Tereddütle atkımı alırken "Ama sen?" diye sordu.

- Daha yeni iyileşiyorsun. Senin daha çok ihtiyacın var. Hem atkısız dayanamayacağım kadar bir soğuk yok.

Yavaşça başını salladı. "Teşekkür ederim," deyip minnetle gözlerime baktı. Lafı bile olmayacağını belirtmek istercesine baktım ben de.

Duraktan ilk ayrılan ben oldum.

Akşam eve sonradan varan ise elbette her zamanki gibi yine bendim.

İşten döndüğümde biraz dinlenmiş, yemek yemiş, ardından dün Berra'nın isteğiyle planladığımız üzere kardan adam yapmak için hazırlanmıştık.

Dışarıya çıktığımızda hava biraz kararmış olsa da karın beyazlığı ve sokak lambalarının ışıkları ile hâlâ etraf yeterince aydınlıktı.

Önce kardan adam yapmıştık. Nasıl yapıldığı konusunda bazı tartışma ve sürtüşmeler yaşasak da sonuçta başarmış, birbirimizi tebrik etmiştik. Kardan adamımıza isim takan Berra, onunla birlikte fotoğraf da çekilmek istemişti. Telefonumun pek de harika olmayan kamerasıyla hatıra bir kaç poz yakaladık.

Az sonra, çocukken yaptığımız dev kardan adamı Berra'ya anlatıyor olduğum sırada göğsüme sertçe yediğim bir darbe ile irkildim. Ne ara o kartopunu yapmış ve gizlice fırlatmıştı bilmiyorum ama beni hazırlıksız yakalamayı başarmıştı. Kaşlarım şaşkınlıkla havaya kalkarken önce göğsüme vurup yere düşen kar kütlesine, ardından gülerek ve oyunbaz bir edayla beni seyreden Berra'ya baktım.

Benim de yüzümde bir gülüş oluşurken "Sen başlattın," diyerek eğildim ve avuçlarımın arasına bir miktar kar alıp yuvarladım. Berra hemen kardan adamımız Hayri'nin arkasına saklanmıştı.

- Koru beni Hayri!

Bir yandan da yeni bir kartopu yapıp bana fırlatmıştı hanımefendi. Fakat kolumu teğet geçip yere düştü. Elimdeki kartopuyla birlikte Berra'nın kendini korumak için gizlendiği yere doğru koşturdum. Tabi o da boş durmayıp kaçmıştı ve Hayri'nin etrafında birbirimizi kovalayarak bir kaç tur atmıştık. Bu esnada ona bir iki kez kar fırlatmış, bazılarında hedefimi tuttururken çoğunda ıskalamıştım. Damarıma basmak ister gibi "Iska! Kötü bir nişancıymışsın!" diye güldüğünde elbette ki duygularım incindi.

Bir erkeğin bazı durumları gereğinden fazla ciddiye alacağını unutmayın. Oyunlar, şakalar, eğlenceler ve didişmeler çatısı altında savaş verirken boy gösterebilen o ciddilik, işleri karşısındaki kişi için zorlaştırabilir. Şuan bizde olduğu gibi. (Neyse ki ben hâlâ işin eğlencesindeyim.)

"Görürsün sen!" diye ucu açık bir tehdit savurup Berra'nın peşine düştüğümde çetin savaşımız başladı. Onu yakalayıp yere yığılmasına sebep olduğumda dahi pes etmemişti. Bu kız kesinlikle ne zaman durması gerektiğini bilmiyordu.

İlk tanıştığımızda her zorluk karşısında yelkenleri suya indiren o Berra'yı bir süredir karşımda göremiyordum. Aslına bakarsanız buna seviniyordum da. Fakat insan nerede duracağını da bilmeli. Mesela onun yaptığı gibi kendinden çok daha uzun ve güçlü biriyle karların içinde bir boğuşmaya girmemeli.

Arkadan omuzlarıma asıldığı için dengemi sağlamakta fazladan efor sarf etmem gerekiyordu. Pek ağır değildi ama rahat durmaması sebebiyle neredeyse düşecektim. Sonunda olan oldu. Karların üzerine devrildim. Fakat yalnız değildim. Hayri ve Berra da benimle birlikte devrilmişti.

Düşmenin ilk şoku ve sancısını atlatan Berra, olduğu yerde doğruldu ve oturur pozisyon aldı. Kardan adamın yarısını olması gereken yerde bulamayınca gözleri hüzün ve şaşkınlıkla irileşti, kaşları havaya kalktı.
- Hayrii! Hayri'mi öldürdün!

Elinin altındaki birikintiden alabildiğince kar avuçlayıp intikam almak ister gibi yüzüme boca etti.

- Ben mi öldürdüm! Senin yüzünden oldu. Tepeme çıkıp beni yere yıkan sendin.

Kendimi savunurken biraz kar avuçlayıp ben de ona doğru fırlattım. Şu kızlar bazen çok mızmız olabiliyordu. Hanımefendiye bak, hem suçlu hem güçlü.

- Hayri'ye doğru düşmeseydin sen de!

- Hayri'ye doğru yıkılmak benim suçum değil! Dengemi bozmasaydın!

- Kardan dostumu telef ettin! Seni kardan adam yapacağım! Hayri olacaksın!

- O biraz sıkar!

Bir yandan birbirimize laf yetiştirirken bir yandan da boğuşuyorduk desem yeridir. Sinirlenince gücü de artıyormuş bu kızın. Oturur haldeyken beni yine devirdi resmen. Ben de altta kalmam tabiki. Beline sarıldığım gibi sırt üstü uzandırıverdim karların üstüne. Beresinin dışında kalan saçları beyaz örtünün üzerine serildi.

Elime bir avuç kar alıp ona tehditvari bir şekilde bakarken başucunda, dizlerimin üzerindeydim.
- Şimdi ben seni Hayriye yapayım da gör!

Söylediğim şeye kahkahalarla gülmeye başladığında elimdeki karları yeniden üstüne atamadım. Bu gülüş ateşkese benziyordu çünkü. Ayıp olur.
- Hahaha! Tamam teslim oluyorum! Yapma!

"Tam en eğlenceli yerinde pes edilmez," dediğimde beyaza bürünmüş ve ıslanmış kıyafetleri dikkatimi çekince gülerek ekledim, "Hayriye!" diye. Çünkü zaten kardan adama dönmüştü. Bunun için bendeniz Emin Yiğitsoy'a daha fazla ihtiyacı yoktu.

İkimiz de gülüyorduk şimdi. Yorulduğumu fark ederek olduğum yere ben de sırt üstü uzandım ve bakışlarımı gri göğe çevirdim. Kar taneleri usulca üstümüze düşerken yüzümüzde gülümseme vardı. İyi eğlenmiştik. Özellikle de -bir erkek olarak- böyle hareketli ve boğuşmalı şeyleri severdim ve Berrayla keyifli zaman geçirmiştik. İyi bir rakipti. Göründüğünün aksine güçsüz veya dayanıksız değildi. Çetin cevizdi bizimki.

- Hayri'ye Fatiha okuyalım eve gitmeden evvel.

- Bir an önce eve gidelim bence. Yoksa sen gerçekten Hayriye'ye döneceksin. Fatiha'yı hasta yataklarına düşmüş sana okumak istemem.

- Adımı Hayriye yaparız en fazla, dert etme.

Tekrar gülüştük.

"Yine de hasta olma. Haydi! Bismillah!" derken ayağa kalktım. Hâlâ yerde uzanan Berra'ya elimi uzattım. Elimi tutup benden destek alarak kalktı.

Az önce cebelleşirken eldivenlerimizi çıkartmıştık çünkü sırılsıklam olmuşlardı. Bu sebeple ellerimiz birleştiğinde ve parmakları benimkilerin arasında yerini bulduğunda bir an yıllar önceyi anımsadım. İlk kez ellerimizin birbirini bulup bir anlaşmaya vardığı o günü. İkimiz de bir diğerine yabancıyken ve uzakken.

Sahi, oldukça iyi bir yol kat etmiştik. Hele de yaşımızı ve körpeliğimizi göz önüne alırsak. Artık yabancı değildik, uzak değildik mesela. Hatta bu akşam daha net fark ediyordum ki aramızdaki bir çok duvar yıkılmıştı. Birlikte bir şeyler paylaşabiliyor, gülümseyebiliyor, eğlenebiliyorduk.

En çok da Berra'nın bugün benim yanımda kendisini tamamen rahat hissedip doğal davranması dikkatimi çekmiş ve mutlu etmişti. Çünkü her ne kadar birlikte yaşayıp vakit geçirsek de, bugünkü gibi bir yakınlık ve rahatlık içinde bulunduğumuz bir başka zaman anınsamıyordum. Gerek zihinsel gerek fiziksel olarak bir çok mesafeyi kat etmiştik bu kartopu savaşında. Kendimizdik. Sınırlar koymadan, şunu yapsam ne olur, şunu söylesem uygun düşer mi diye düşünmeden davranmıştık. Örneğin, normalde pek birbirimizle fiziksel temasta bulunmazdık ama bugün birbirimizi yere yıkıp devirirken birer çocuk kadar masum ve oyunbazdık.

Eve yürürken aklımdan geçen bu düşünceleri bir kenarıya bıraktım. Hissettiğim duygu memnuniyetti. Hayatımdan memnundum. Berrayla bu hayatı paylaşmaktan da.

Islak kıyafetlerimizi değiştirip kuruması için içeriye astıktan sonra Berra sobanın başında ısınırken ben abdest aldım. Kardan oynarken ıslanan yarabandını da çıkartmıştım. Çekmeceden yeni bir yara bandı alıp içeriye geçtim. Parmağımda bi zonklama hissi vardı. Sızlıyordu. Bantı serçe parmağımın hemen yanındaki parmağa taktım. Çöpünü attım ve ben de sobanın önüne çöküp oturdum. Biraz ısınmam lazımdı.

Sessizce ısınırken parmağımdaki zonklamanın devam ettiğini hissederek elimi hafifçe kaldırdım ve kendime yaklaştırıp parmaklarıma, tırnağa yakın köşe kısmına baktım. Orta parmağımda bir iz görünüyordu. Çiziğe benziyordu sanki. Allah Allah, diye içimden geçirip biraz daha incelerken izin üzerine dokundum. Canım yandı. Kestiğim parmak buydu! Ama yara bandını yanındaki, diğer parmağa takmıştım. Hey akıl, neredesin!

Birden durum komik geldi ve kendi kendime gülmeye başladım. İnsan böyleydi işte. Kendi yarasının tam olarak nerede olduğunu doğru dürüst tespit edemeyecek kadar aciz olabiliyordu. Yanılgılara düşebiliyordu. Şaşkınlıkla güldüm. O sızının hangi parmaktan geldiğini anlayamamışım ki! Akıl insanı yanıltabilirdi, bazen duygular da...

- Ne oldu?

- Bu parmağımı kesmiştim ama gidip yara bandını buna takmışım!

Berra da akılsızlığıma gülmeye başladı. Bir süre sonra sustuk.

Hafifçe titredi. Ardından bir teklifte bulundu.
- Çay yapalım mı, içimiz ısınsın?

- Olur.

- Benim çok sevdiğim bitki çayından yapsana Emin?

- Allah Allah, sen neden yapmıyorsun? Öğretmiştim ya?

- Sen onu çok daha güzel yapıyorsun. Ayrı bir lezzeti oluyor. Gerçekten bak.

Çayı ben yapayım diye ikna etmek için kanıma girmeye çalıştığını anladığım gibi, söylediklerinde gerçeklik payı olduğunu da biliyordum. Üstelik bana beklenti dolu ve umutlu bir şekilde bakarken ona kolay kolay hayır diyemezdim. Hafifçe gülerek oturduğum yerden kalktım. Elime yapışmazdı yam
- İyi hadi, yapayım bari.

Hâlimize bak, iki bakışa gülüşe kanar olmuşuz. Ama hakkını yemeyeyim, yeri gelince o da benim istediğim şeyleri yapar, kırmaz, yoktan sebeplerle geri çevirmezdi. Bazı insanların yapısında vardır ya hani, değer verdikleri kişiler için ellerinden geleni yaparlar. Kıyamazlar. Galiba ikimiz de öyleydik.

Gerçi ben annemden öğrenmiştim böyle olmayı. Fedakar bir kadındı, sevdikleri için elinden geleni ardına koymazdı. Dişini tırnağına takar, hizmet eder, ilgilenir, mutlu etmeye çalışırdı. Ondan görerek edinmiştim bu huyları. Fakat ortak olmayan bir yönümüz de vardı: Ben annemden farklı olarak değmeyecek insanlar için çabalamaz, herhangi bir adımımın boşa gittiğini, önemsenmediğini veya umursanmadığını fark ettiğimde artık o kişiye tekrar adım atmazdım. Gereken sınırları aramıza çekerdim.

Çünkü annemin hâline bizzat şahit olmuş ve ölümünden sonra bulduğum günlüğünden ben doğmadan evvel veya ben küçükken neler yaşadığını öğrenmiştim. İnsan, edinilmiş tecrübelerden ders almalı. Ben de ailem sayesinde genç yaşımda hayattan çokça ders almıştım.

Çaylar hazır olduğunda dalıp gittiğim anıların arasından sıyrıldım. İki fincanı ve demliği tepsiye koyarak yanıma aldım. Bir tabağa biraz çerez de koydum. Odaya doğru yürüdüm. Dirseğim yardımıyla kapıyı açtıktan sonra içeriye girdim, ayağımla ittirerek kapattım.

Berra, doğalgazlı sobanın önüne bir örtü sermişti. Yanına vardım. Tepsiyi ortamıza koyup karşısına oturdum.

Demliğe uzanıp fincanlara çay doldurdu.
- Mis gibi kokuyor. Eline sağlık!

- Afiyet olsun.

Gerçekten de mis gibi kokuyordu. Bu koku çocukluğumun bazen huzurlu bazen hüzünlü geçen günlerinin kokusuydu. Ama en çok da şefkatin, ilginin, sevginin, yani annemin kokusu. Onun sıcaklığını hissediyordum bu çayın tadı ve kokusunda. O yanımdayken geçen günlerin...

Çayından bir kaç yudum alan Berra, fincanı suratına yaklaştırdı. Sıcak sıvıdan havaya süzülen buhardan kokusunu içine çekti. Yüzünde dinginlik ve memnuniyet vardı.

- Emin, eskiden hiç içmezdim ama sayende bitki çaylarına alıştım. Hatta bağımlı oldum. Tabi malum, favorim bana ilk içirdiğin, bu çay. Hiçbiri yerini tutamaz.

Belli oluyordu zaten. Sık sık yapıyorduk ve her seferinde en çok o içiyordu. Çaktırmayın.

- Daha önce söylemiş miydim bilmiyorum ama, bu çayı annem sık sık yapardı. Ben de ondan öğrenmiştim. Kendimi bildim bileli özellikle bahar ve kış mevsimlerinde evi bu koku sarardı. Hastaysak, gripsek, yorgunsak, balkonda oturacaksak, akşam çayı içeceksek... Normal çaydan daha sağlıklı ve lezzetli, derdi. Gerçi babam kaçak çay hatasıymış, o bunu içmezmiş. Annemle ben içerdik. Bize özelmiş gibi hissederdim.

Plansızca dudaklarımdan dökülen cümleler Berra için biraz beklenmedik gibiydi. Açıkçası benim için de öyleydi. İçimden taşıvermişlerdi.

- Ferhunde Teyze'den Allah razı olsun o zaman. Sayesinde ben de bu güzel lezzetle tanıştım. Baban da çok şey kaçırmış içmeyerek.

Berra'nın yorumu üzerine dudaklarımda kırık bir tebessüm belirdi.
- Babamın kaçırdığı tek şey bitki çayları olsaydı keşke.

Bugün neden geçmişe savrulup duruyordum? Ve neden hiç niyetimde olmadığını hâlde ailem ve geçmişimle alakalı mevzuları şuan Berra'ya açıyor, cümleleri ağzımdan kaçırıyordum?

Bunu anlayamasam da kendime engel olamadığım ve pek de olmak istemediğim bir gerçekti.

- Neden öyle dedin?

Tereddütlü çıkmıştı sesi. Sormaktan çekinir gibi. Yine de cesaret edip söylemişti. Sorun değildi oysa. Bana her şeyi sorabilirdi. Neden sordun demezdim ona. Tıpkı benim onun ailesinin bazı katı tutumlarından, problemli davranışlarından ve saçma düşüncelerinden haberdar olduğum gibi o da bana dair bazı şeyleri öğrenmek isteyebilirdi, öğrenebilirdi.

- Çünkü babam ailesiyle ilgili çok şey kaçırdı, tıpkı ailesini de kendisinden uzağa kaçırdığı gibi.

- Baban yüzden mi ayrıldılar?

Berra'nın yine tereddütlü ve çekimser çıkan ses tonu üzerine onu rahatlamak için "Çekinmene gerek yok, rahat olabilirsin," dedim ve devam ettim.
- Babam yüzünden diyebiliriz. Ama zaten evlilikleri en başından bir hataymış. Tek bir suçlusu olduğunu düşünmüyorum. Babam kadar, annemin halası ve ailesi de suçlu.

Hatta bu evliliğe şahit olan aklı başında herkes suçlu, demeyi erteledim.

On dört yaşındaki annemin hayali düştü gözümün önüne. Bir kaç fotoğrafını görmüştüm. Kafamda canlanabiliyordu görüntüsü. Kaşlarım çatıldı. Öfkelendim. Çoğu insan, annesini hep yetişkinmiş, hep anneymiş gibi varsayar. Onun da bir zamanlar çocuk olduğunu, küçük olduğunu, genç olduğunu, o hâlleriyle de vâr olduğunu unutur. Bense sık sık anımsarım. Annem çocuktu. Gençti. Anneme yazık edildi. Annem incitildi. Yine de incitmedi. Beni böyle yetiştiren oydu.

Berra'nın boşalan fincanına biraz daha çay döktüm.
- Neyse. Güzel bir günün ardından bunlarla enerjimizi düşürmeyelim. Sen ısınabildin mi?

- Evet evet, burada oturmak iyi geldi. Bitki çayı da içimi ısıttı.

- İyi bari.

Çerez tabağına uzanıp ağzıma bi leblebi ve fındık attım. Berra leblebi sevmezdi. Mısırlara ve turuncu sosla kaplı fıstıklara ise bayılırdı. Ben de o ikisini daha az yer, Berra'ya bırakırdım.

Parmağımdaki yarabandına ilişti bakışlarım. Reyhan Teyze'nin yüzü gözümün önüne geldi. Berra'ya döndüm.

- Faruk'un annesi Reyhan Teyze'yi biliyorsun, sana bahsetmiştim.

- Evet evet, pazarda karşılaşmıştık hani? Bize salça ve komposto göndermişti geçen sene.

- Aynen. Uzun zamandır bizi evine davet ediyor ama ben hep sensiz gidiyorum. Kızıyor. Reyhan Teyze benim için anne yarısı gibidir. Gönül koysun istemiyorum. Bir gün belirleyip ziyaret edelim diyorum?

- Gidelim, olur. Darılmasın kadın. Hem henüz yakından tanışmadık ama adı çok geçti. Tanıyor gibi hissediyorum onu.

- Zaten cana yakın biri. Hiç yabancılık çekmezsin.

Yavaşça başını salladı.
- Haftaya bi gün gidelim o zaman?

- Tamam, benim için fark etmez. Sen derslerine göre gün belirle, haber verelim.

Bu mevzuda ilerleme kaydetmek içimi rahatlamıştı. Bir fındık daha attım ağzıma.

- Senin şu kitaptan rastgele bir yer açıp okuyalım mı?

Berra'nın bakışları sehpanın üzerindeki hadis kitabındaydı. Belli ki görünce böyle bir fikir aklına gelmişti. Kabul ettim. Sehpaya doğru uzanıp kitabı elime aldım ve bağdaş kurarak oturdum.
- Senin için açıyorum.

Heyecanla başını salladı. Besmeleyle rastgele bir yer seçip sayfaları araladım. Ve okudum. Namazla ilgili bir kaç hadis vardı.

- İslam beş şey üzerine bina edilmiştir: Allah'tan başka ilah bulunmadığına ve Muhammed'in (sav) Allah'ın resulü olduğuna şehadet etmek, namazı kılmak, zekatı vermek, Beyt'i Hacc etmek ve Ramazan orucunu tutmak.

- Câbir radıyallahu anh şöyle demiştir: Allah resulünü şöyle buyururken dinledim: "Kişi ile şirk ve küfür arasında namazı terk etmek vardır."

- Büreyde Radıyallahu anh'dan rivayet edildiğine göre Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur: "Bizimle onlar (münafıklar) arasındaki ahit (güvence) namazdır. Namazı terk eden kişi küfre düşer."

- Ebu Hureyre radıyallahu anh şöyle demiştir: Allah resulü şöyle buyurdu: "Kulun kıyamet günü ilk olarak hesaba çekileceği ameli namazıdır. Eğer namazının hesabını verebilirse artık kurtuluşa ermiş ve kazanmış olur. Eğer namazın hesabını veremezse kaybetmiş ve hüsrana uğramış olur. Farz namazlarında eksiklik bulunursa Rab azze ve celle 'Kulumun Nafile namazları var mı, bakın' buyurur. Böylece farz namazlarındaki eksiklik nafilelerle tamamlanır. Sonra diğer amellerinin hesabı da bu şekilde görülür."

Okumayı bitirdiğimde bakışlarımı kitabın sayfalarından ayırıp karşımda oturan Berra'ya çevirdim. Yüzünde anlamlı ve hüzünlü bir ifade vardı.

Geçen sefer de namazla ilgili kısımlara denk geldiğini söylemişti. Gerçekten de ona verilen bir mesaj olduğuna inandığı belliydi.

Elini bana doğru uzatıp ver işareti yaptı.
- Şimdi ben senin için bir yer okuyayım.

Kitabı ona uzattım. Aldı. Bir yer açtı. Sayfaya kısaca göz gezdirdikten sonra yeniden bana baktı.
- Galiba ikimizin de nasibi ve alması gereken dersler bu aralar namazdan yana.

Neredeyse altı yüz sayfalık bu kitapta bana da namazla alakalı bir yer çıkmasına şaşırmıştım. Merak içinde okumasını bekledim.

Berra "Direkt hadisleri okuyacağım," dedi ve söylediği gibi yaptı.

- İnsanların namazdan en çok sevap kazananları yürüyerek en uzaktan gelenleridir. Sonra da sırasıyla uzaktan gelenlerdir. Namazı imamla kılmak için bekleyen kimse de namazı kılıp da hemen uyuyan kimseden daha fazla sevap kazanır.

- Karanlıkta mescitlere yürüyerek giden kimseleri kıyamet günü tam bir nurla müjdeleyin.

- Ebu Hureyre Radıyallahu anh'dan rivayet edildiğine göre Allah resulü sallallahu aleyhi ve sellem, "Size Allah'ın kendisi ile hataları sildiği ve yine onunla dereceleri yükselttiği şeyi haber vereyim mi?" diye sordu. Sahabeler "Evet, haber ver ey Allah'ın resulü!" dediler. Allah Resulü şöyle buyurdu: "Zor zamanlarda abdesti güzelce almak, mescitlere giden adımları çoğaltmak ve bir namazdan sonra diğer namazı beklemektedir. İşte sizin ribatınız budur. İşte sizin ribatınız budur."

- Melekler, sizden birine abdestini bozmadan namaz kıldığı yerde durduğu sürece "Allah'ım onu bağışla! Allah'ım ona merhamet et!" diye dua ederler.

- Cemaatle kılınan namaz tek başına kılınan namazdan yirmi yedi derece daha üstündür.

- Yatsı namazını cemaatle kılan kimse, gece yarısına kadar namaz kılmış gibidir. Sabah namazının cemaatle kılan kimse ise tüm gece namaz kılmış gibidir.

- Eğer insanlar yatsı ve sabah namazlarındaki sevapları bilselerdi emekleyerek de olsa bu namazlara gelirlerdi.

Berra okumayı tamamladığında ikimizi de küçük bir sükut esir aldı.

Namazlarımı tam kılsam da bazen işten sonra yorgun olup yatsı namazlarına camiye gitmiyordum. Veya sabah namazını evde kılıyordum. Şimdi bu hadisleri dinlemek beni oldukça etkilemişti.

Galiba yeni kararlar alıp rutinime güzel ve hayırlı davranışlar eklememin vakti gelmişti. Belki çok kolay olmayacaktı. Belki tam alıştım derken aksattığım, fire verdiğim zamanlar olacaktı. Ama bunun için çabalayacaktım. Zaten biliyordum ki Allah bizim çabamıza ve niyetimize bakıyordu. Niyet ve çaba benden, takdir ve yardım ise O'ndandı.

- Rastgele sayfa açıp okuma işini her akşam yapsak mı?

Berra'nın bu teklifine hayır diyemezdim. Severek kabul ettim. Gidecek çok yolumuz, atacak çok adımımız, öğrenecek çok şeyimiz vardı.

Annemin defterine yazdığı o satırlar geldi, zihnimin derinlerinden bilinç denizine çıktı:

"Hayat bir yolculukmuş oğlum.
Her zaman daha iyi bir sen'e ulaşabilmek için gayret göster. O'nun sözlerine kulak ver. O'nu örnek al. Onun künyesini sana isim olarak verdim. Emin, dedim. Muhammed-ül Emin timsali olasın diye...

Bu yolculukta yanında kimlerin olduğu, sonunda nereye varacağından çok daha önemli. Bunu sakın unutma. Sana kıymet veren ve senin de gerçekten kıymet verdiğin insanlarla birlikte yürü. Niyetini her zaman temiz tut.

Engellerle karşılaşacaksın. Karşındaki kim olursa olsun, nasıl davranırsa davransın, sen sözlerinle, tutumunla ve duruşunla kendini temsil ediyorsun. Onların hakettiğinden ziyade sana yakışan şekilde davran. Sen inandıklarını, ardında durduklarını temsil ediyorsun. Kararlarını buna göre al, eylemlerini bunu unutmadan seç. Fakat kendine de zulüm ettirme, hakkını yedirme.

Ve gittiğin yolda mutmain hissetmeye bak. Küçük güzellikleri kaçırma, özellikle onları yakala. Kar taneleri gibi nadidediler ve aydınlıklara gebe o beyaz örtüyü onlar oluşturur."


——


* Kemal Sayar


Loading...
0%