Yeni Üyelik
18.
Bölüm

18 - Yeni Adetler

@sukunettekelimeler

“ Bu kez kesin uzaklaşır, diye düşünürken, gitmedi, bekledi. İyi insanlar öyle yapar.”*

Emin Yiğitsoy

 

“Aptalsın oğlum sen, iki bulaşık için kızın kalbini kırdın, ağlattın. Değdi mi?”

Kendi kendime söylenmeyi sürdürürken bir yandan da yerdeki kırıkları topluyordum. Berra’yı öyle incinmiş görünce pişmanlık hissi yüreğimi yakmıştı. Hâlâ da yakıyordu. Fakat düşününce, Berra’nın takıntı olduğunu söylediği bu durumların beni gerçekten o anlarda rahatsız ettiğini biliyordum. Tepki vermemek elimde değildi. Kendimi tutmaya çalışsam da bir noktadan sonra patlıyordum. Sebebini hâlâ anlamamıştım.

“Hayır yani, bu kızdaki da ne inatmış. Bi de gurur yaptı, iyi mi! Nasıl gönlünü alacaksak artık?”

Benim öfkem alev gibiydi, hemen yanar sönerdi. Kin tutmaz, olaylarda takılı kalmazdım. Bu sebeple kendi kızdığım ve kırıldığım noktaları çoktan unutmuştum. Şimdi kafamda Berra’nın duyguları dönüp duruyordu.

Mutfaktaki işim tamamen bitince içeriye dönüp kapıdaki anahtarı çevirdim ve kilidi açtım. Odaya girdiğimde Berra'nın sehpanın başında olmadığını görmek beni şaşırtmamıştı. İnadının hemen kırılmayacağını tahmin ediyordum. Anlam veremediğim şey ise ödevini nasıl olup da bu inada ve gurura dahil etmeyi başarabildiği ve yapmama kararı aldığıydı. Ödevin ne alaka yani, değil mi? Otur yap işte. Onun bitip bitmemesi, mutfak işlerini ve tartışmamızı değiştirmiyor, alakasız. Kadınları anlamak gerçekten de zor.

Bakışlarım koltuğa doğru kaydığında Berra’nın uyuyakaldığını fark ettim. Saate baktığımda çok geç olmadığına karar verince biraz uyumasının iyi gelebileceğini düşünerek ona hiç ilişmedim. Bir saat sonra uyandırır ve ödevini yapıp bitirmeye ikna etmeye çalışırdım.

Kitabımı alıp karşı koltuğa oturdum ve kaldığım yerden okumaya başladım. Zaman zaman saati kontrol ediyordum.

Bir saatin sonunda “Artık uyandırayım,” diye niyetlenerek kalktım ve Berra’nın başında dikildim. İsmini seslensem de pek umursamadı. Dizlerimin üzerine çöküp Berra’ya uzandım. Omzunu hafifçe dürttüm. “Berra? Uyan hadi.”

Önce kıpırdandı, ardından yavaşça gözlerini araladı. Bakışları ela harelerime dokunduğunda bir kaç saniye orada oyalandıktan sonra hızlıca gözlerini yumdu. İncinmişliğinin hâlâ sürdüğü, o kaçıngan bakışlarından anlaşılabiliyordu.

- Berra, hadi ödevini bitir. Zaten az kalmıştı.

“Hayır, git başımdan,” diye uyku mahmuru bir sesle itiraz etti. Ya sabır! Bu kadar inadı bünyesi nasıl kaldırıyor acaba?

“Tamam, bana kızıyorsun. Ama ödevinin suçu ne?”

Sorumu cevapsız bıraktı. Küsmüştü işte, iyi mi! Kalbimdeki pişmanlık yine kendini belli ederken derin bir nefes aldım. Yok, böyle olmayacaktı.

İçime yayılan şefkat hissiyle, yüzüne düşen saçlarını nazik ve yumuşak bir şekilde geriye ittim. Parmaklarım yüzüne değince aniden gözlerini aralamıştı. Onun irkilmesine sebep olduğumu düşünerek elimi geri çektim. Sakince söze girdim.

- Berra, özür dilerim. Seni üzmek istemedim, gerçekten.

Bakışları, bir şeyleri çözmek ister gibi usulca yüzümde dolandı.

- Bence beni affetmelisin çünkü köpek gibi pişmanım.

Söylediğim şey üzerine kahverengi harelerinde bir şaşkınlık izi belirdi ve güler gibi oldu. Biraz yumuşadığını hissedip hemen atıldım.

- Ben sana sevdiğin bitki çayından hazırlayayım, sen de ödevini yap? İstersen yardım da ederim.

Yattığı yerde usulca doğrulup oturur pozisyon aldı. Aynı hizada kalabilmek için hemen yanına oturdum ve ona döndüm.

“Bazen seni anlamak çok zor oluyor,” derken sesi durgundu.

En azından benimle konuşuyordu. Buna sevinerek, adeta yüz buldum. "Benim için de kadınları anlamak zor ama idare ediyoruz bi şekilde."

Gözlerini devirir gibi oldu. Derin bir nefes aldı. “Uykulu olmamdan faydalanıp kendini affettirmeye çalıştığını düşünüyorum.”

- Doğru, yapıyorum öyle bi uyanıklık.

- Dürüst olman bazen sinirimi bozuyor.

- Yine de yalancı olmamı tercih etmezsin diye tahmin ediyorum?

Yeniden derin bir nefes aldı ve saçlarını hızlıca bir topuz yaptı.

“Eee, teklifime ne diyorsun?” diye üsteledim. “Bitki çayı? En sevdiğinden? Ödev yaparken iyi gider.”

Biraz düşündükten sonra pes etmişlikle “Tamam,” dedi.

- Barıştık yani?

Sabrını zorladığımı yüzüme çevirdiği bakışlarından hissettim.

“Barıştık barıştık,” deyip ayağa kalktım. Bir anda, onu bu odaya getirirkenki gibi yeniden omzuma attığımda şaşkınlıkla sırtıma tutundu.

“Napıyorsun!”

“Şimdi siz elinizi yüzünüzü yıkayıp iyice ayılın hanımefendi. Ben de çayınızı hazırlayayım,” derken odadan çıkıp onu banyonun önüne dek götürdüm.

- Yeni yeni adetler çıkartıyorsun başımıza! Ayaklarım var benim, yürüyebilirim!

Berra’yı dikkatlice indirdim ve “Bu enerjiyi bi şekilde atmamız lazım, napalım,” diye laf yetiştirerek mutfağa yöneldim. Erkeklerin yaptığı her şeyde anlam ve mantık aranmaz.

Anlaştığımız gibi ona bitki çayı hazırladım. Yanına atıştırmalık bir şeyler de koyup içeriye döndüğümde birlikte hem ödevini tamamladık hem de çaylarımızı yudumladık. Arada bir ona takılarak ortamın neşesini artırma görevini de elbetteki ben üstlendim. Berra da sağ olsun, küskünlüğünü yavaş yavaş arkasında bırakarak bana ayak uydurdu. Yine de gerek bakışlarındaki izlerden, gerek hâli ve hareketlerinden, kalbinin tam olarak onarılmadığını hissediyordum ve bu durum beni rahatsız ediyordu. Bir süre, daha dikkatli davransam ve gönlünü almak için bir şeyler yapsam iyi olacak gibiydi.

 

Son zamanlarda aklımda olan bir şey vardı. Zaten uzun zamandır bunu düşünüyordum ama şimdi tam vakti olduğunu hissediyordum: Berra’ya bir telefon alacaktım. Bu sadece bir hediye değildi. Aynı zamanda iletişim kurmamız daha kolay hale gelecek, ondan her zaman haber alabilecektim. Arkadaşlarının da neredeyse hepsinde telefon vardı ve Berra benim telefonumu kullanarak onlarla haberleşiyordu. Bu açıdan bakınca Berra için de daha rahat olacaktı.

Her ne kadar tartışmamızın üstünden bir iki gün kadar zaman geçmiş olsa da, Berra'nın gönlünü almak için hâlâ bir şeyler yapmam gerektiğini hissediyordum. Küçük hediyemin, o tartışmanın son izlerini de üzerimizden söküp atmasını umuyordum. Onun mutluluğu benim için önemliydi ve bu telefon, ona verdiğim değeri göstermek için güzel bir jest olacaktı. Umarım.

Mağazadaydım ve içimde tuhaf bir heyecan vardı. Telefon seçerken, Berra’nın beğeneceği bir model bulmaya çalışıyordum. Teknolojiden çok anlamasam da onun hoşuna gidecek bir şey bulmak istiyordum. Faruk sağ olsun, bu konularda uzmandı. Öncesinde benim için araştırma yaparak bazı modeller önermişti. Onun önerdiklerinin birinde karar kılmaya çalıştım. Bir süre sonra, sade ama şık bir modeli alarak ödemeyi yaptım ve mağazadan ayrıldım.

Evin yolunu tutmuştum. Berra'nın tepkisini tahmin etmeye çalıştım. Zihnimde canlandırdığım an; onun bu hediyeyi aldığında yüzünde belirecek olan tebessüm ve belki de gözlerinde yakalayacağım o ışıltıydı. Fakat gerçeği nasıl olurdu, kestiremedim.

İş yerindeki bir abi "Benim hanım, ondan habersiz ona hediye telefon aldım diye surat asıp kızmıştı. Kendi beğenecekmiş modelini ve rengini. Niye ona sormamışım. Bir dünya laf edip beni yapacağım sürprize pişman etmişti," diye kendi yaşadığı deneyimi anlattığında biraz tedirgin olmuştum açıkçası. İnsanların bakış açıları çok farklıydı. Oysa ki eşin seni düşünmüş, kıymet vermiş, hediye almış. Laf edeceğine teşekkür etsene.

Eve vardığımda kendimi bir an evvel sıcak odaya atmak için hızlıca montumu ve atkımı çıkarttım. Artık havalar daha ılık olmaya başlamıştı ama yine de soğuktu. İçeriye girip selam verdiğimde Berra’yı kitap okuyor hâlde buldum. Selamımı alıp elindeki kitabı kenarıya bıraktı ve “Hoş geldin,” diye ekledi. “Geç kaldın biraz?”

“Bir yere uğradım da,” diye cevap verip yanına yürüdüm.

Elimdeki küçük karton çantayı görünce “Ne aldın?” diye sordu.

“Sana küçük bir hediye,” dediğimde iyice ilgisini çekmiştim.

Oturduğu yerde omuzlarını dikleştirdi ve gözlerinde heyecanlandığını belli eden parıltılar belirdi. “Yaa gerçekten mi?” derken mutlulukla gülümsemişti.

Henüz paketi eline almamıştı bile. Ne aldığımın değil, ona herhangi bir hediye almamın yüzündeki aydınlığa sebep olduğunu fark ettim. Neden bilmiyorum, bu durum onu ve o anları daha da değerli kıldı sanki.

Çantayı ona uzattım. Dikkatlice araladı ve içindeki telefon kutusunu gördü. Yüzündeki merak ifadesi yerini hafif bir şaşkınlığa bıraktı. "Telefon mu?!"

Berra kutuyu açarken “Bu modeli beğeneceğini düşündüm,” dedim. "İnşallah beğenirsin."

Telefonu eline aldı ve yüzeysel bir şekilde inceledi. “Çok güzelmiş! Rengi de çok hoş. Kendim seçsem ben de aynı rengi isterdim,” deyip gülümsedi. Bakışlarını bana çevirip minnetle baktı. “Çok teşekkür ederim Emin!”

“Güle güle kullan,” derken onu mutlu edebilmiş olmanın verdiği huzuru duyumsadım. Ve bu his, her şeye değerdi.

Yanıma heyecanla yanaştığında omuzlarımız birbirine değdi. Hevesli bir şekilde “Açıp bakalım mı? Bazı özelliklerini kullanmayı tam bilmiyorum. Bana gösterirsin?” diye sordu.

- Olur tabi.

Telefonu açıp bütün uygulamlarda gezinmeye başladık. Ona bir kaç özelliğini tanıttım. Bunları yaparken dünyadan soyutlanmış, evimizin sıcak odasında, yan yana, sakin ve huzurlu vakit geçirmiştik.

Berra kameraya dokunup “İlk fotoğrafı çekelim hadi!” diye atıldı. Ön kamerayı açıp kolunu uzattı ve telefonu kendimizden uzaklaştırdı. Gülümsedik. Bir kare yakaladıktan sonra “Ayy ben çekince hiç güzel çıkmıyorum, hem solumda kaldı, sen çek!” diye sızlanıp telefonu elime tutuşturdu.

Telefonu sağ elime alıp kolumu öne uzattım. Aynı anda yanımda oturan Berra’yı diğer kolumun altına aldığımda ilkin şaşırdı. Bu hareketi içgüdüsel bir şekilde yapmıştım. Aslında birbirimizle fiziksel bir temas kurmaya veya böyle yakın durmaya pek alışkın değildik. Bu durum o an benim de garip hissetmeme sebep oldu. Bir an gerilerek, Berra rahatsız olmuş mudur, yapmasa mıydım diye şüpheye düştüm.

Anlık gerginliğim, Berra’nın rahatlayarak başını omzuma yaslaması ile son buldu. Bu kez şaşıran bendim. Şaşkınlığım hızlıca kaybolurken, içten içe bir sıcaklık hissettim. Rahatladım ve sakinleştim. Ancak içimde bir tür koruma ve sahiplenme duygusu oluştu. Bu duyguyu fark etmek içten içe telaşa kapılmama sebep oldu.

Bunları düşünmeyi sonraya bırakıp “Çekiyorum,” dedim. Gülümsedik ve tatlı bir iki kare daha yakaladık.

Çektiğimiz fotoğrafa bakıp birinde çirkin çıktığını diğerini ise beğendiğini söyleyen Berra, gözleri ekranın üst köşesine kayınca bir anda “Ayy saat kaç olmuş!” diye telaşlı bir tepki verdi. Anlam veremedim. Kaçırdığım veya unuttuğum bir şey mi vardı?

- Ne oldu ki?

- Zeynep abla çaya gelecekti. Birazdan burada olur. Seni de oyaladım, aç aç oturuyorsun.

- Sorun değil, çok aç değilim. Zeynep ablam gelince çayın yanında bir şeyler atıştırırız. Ne ara plan yaptınız siz peki?

- Bugün eve geldiğimde ‘akşam müsaitseniz çaya geleyim mi’ diye aradı. Yeni yani.

Anladığımı belirtircesine başımı salladım. Berra telefonu yanıma bırakıp kalktı.

- Kek hazır ama makarna salatasını daha yapmamıştım. Ancak yetişir. Onu halledeyim ben. Sen de dinlen biraz.

- Tamamdır. Yardıma ihtiyaç varsa söyle.

- Yok, ben hallederim.

Berra mutfağa geçerken ben de koltuğa uzanıp gözlerimi yumdum ve biraz dinlendim. Aradan ne kadar zaman geçmişti bilmiyorum, bana seslenişini işitince irkilerek gözlerimi açtım. Dinleneyim derken uyuklamıştım.

“Emiiin! Emin! Gelsene bi!”

İsmimi beşinci kez söyleyen Berra’nın yanına vardığımda sitemli bakışlarını yüzüme çevirdi. Uyku mahmuru hâlimi görünce yüz hatları yumuşadı. “Ayy uyuyor muydun?” derken bana seslendiğine pişman olmuş gibiydi.

“İçim geçmiş,” diye yanıtlayıp tezgaha yaslandım. “Hayırdır?”

Garnitür kavanozunu alıp bana uzattı. “Bunun kapağı sıkışmış, uğraştım uğraştım, açamadım.”

- Sıkışmamıştır o. Senin bileklerin incecik olduğu için açamamışsındır.

- Ne alaka! Şimdiye dek gayet de açıyordum. Hem zaten iki kilo aldım!

- Aman ne çok almışsın. Eyvah, artık seni omzuma da atamam bu hâlinle!

“Gıcık!” diye rastgele göğsüme vurduğunda güldüm. Onunla uğraşmak eğlenceliydi.

Kavanozu alıp kapağını çevirmeyi denedim ama gerçekten de sıkışmıştı.

- Ne oldu canım? Senin de mi bileklerin incecik yoksa! Nesin sen, prenses mi? Bi kapağı açamadın!

Berra, az önce söylediklerime beni pişman etmek ister gibi alay etmeye başladı. Gülüştük. Karşılık vermedim çünkü ilahi adalet diye bir şey vardı ve ona yakalanmış olmalıydım. Böyle de haddimi bilirim.

Kavanoz beni de biraz uğraştırmıştı ama sonunda açmayı başardım. Elimdekini tezgaha bırakıp “Çok şükür,” diye mırıldandım. “Savaşmam gereken başka kavanoz kapakları yoksa ben bi duş almak istiyorum.”

- Şanslısın, savaşın bu kadardı.

Yüzümdeki tebessüm eşliğinde odama yöneldim. Bir kaç parça kıyafet alıp banyoya geçtim. Havlumu asıp kıyafetleri sepetin üzerine bıraktım. Sıcak bir duş alınca rahatlamıştım. Hızlıca kurulandım ve giyindim. Banyoya çeki düzen verdikten sonra saçlarımı kuruladığım havluyu astım ve içeriye geçtim.

- Sıhhatler olsun.

Telefonunu kurcalamaya ara verip bana dönen Berra’ya “Sağolasın,” dedim.

- Saçların nemli kalmış, sobanın önüne otur da kurusun.

Söylediğini yapmak işime geldi. Sobanın önüne oturdum. O da karşımdaki koltuktaydı. Elinde hem kendi telefonu hem benimki vardı.

- Napıyorsun?

- Numaraları kaydettim. Seni, annemleri, tanıdıklarımı ve kızları.

- İyi yapmışsın. Hattın yarın aramalara falan açılacak, bu arada.

- Aa tamam.

Bir süre sessizce oturdum. Berra da numaraları kaydetmeye devam etti. Az sonra kapı çaldı. İkimiz birden ayaklandık.

Berra kapıyı açarken ben de bir kaç adım ötesinde durdum. Zeynep ablam neşesiyle birlikte gelmişti. Kocaman bir gülüş ve samimi bir selamlamayla içeriye girdi.

- Hoş geldin abla!

- Hoş geldin Zeynep abla!

- Hoş buldum gençler!

Onu buyur edip üzerindeki montu ve çantasını alarak askıya astık. Salona girdiğimizde henüz oturmadan elindeki poşeti Berra’ya uzattı.

- Size ne alsam diye düşündüm; ikiniz de kitap kurdusunuz. Klasik ev hediyelerine yeni bir soluk getirmek istedim. Farklılık olsun diye kitap getirdim. Daha önce okuduğum ve seveceğinizi düşündüğüm kitaplar. Umarım siz de beğenirsiniz.

Zeynep ablam nazik ve düşünce bir insandı. Akrabalarım arasında en yakın olduğum kişi oydu. Kafalarımız uyuşuyordu. Beni anlıyor, dinliyor, yol gösteriyordu. Bir çok kez canım sıkkınken bana psikologluk yapmışlığı vardı. İnsandan anlardı. İnsanlara değer verirdi. İyi bir dinleyiciydi. Hele ki beni hep anlamıştı şimdiye dek. İhtiyacım olduğunda hep yanımda olmuştu. Ondan hiçbir konuda kolay kolay çekinmezdim. Öz ablam gibiydi. Çok kıymetliydi.

Berra ile de iyi anlaşıyorlardı. Bu durum beni içten içe mutlu ediyordu. Nasipliydik.

Ne gerek vardı, düşünmen yeter gibi yanıtlarımızın ve teşekkürümüzün ardından Berra hediyemizi aldı. Paketi heyecanla açarken gözleri parıldıyordu. “Bugünkü ikinci hediyem! Şanslı günümdeyim!” derken gülümsüyordu.

Kitaplar hakkında muhabbete dalıverdik. Akşamın kalanında çay servisinde Berra’ya yardım ettim. İçerideki sehpaya küçük bir sofra kurmuştuk. Yaptığı kek ve makarna salatasının yanına çerezlerden ekledik. Zeynep ablam onun elinin lezzetini överken gülümsemeden edemedim. Eh, yalan değildi. Bu konuda şanslıydım. İnkar edemezdim. Tersine, şükran duymalıydım.

Çaylarımızı yudumlarken, keyifli bir sohbetin içindeydik.

 

 

 

* Tarık Tufan

Loading...
0%